Giriş


REFORMTÜRK 17. YIL


Sayfa 3/5 İlkİlk 12345 SonSon
49 sonuçtan 21 ile 30 arası
  1. #21
    **NUR** Beyza - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    10 Eylül 2006
    Yer
    Konya, Turkey
    Mesajlar
    4,214
    Tecrübe Puanı
    100

    Standart --->: Roman Özetleri


    Varlıklı bir ailenin çocuğu olan Ali Bey,yirmi iki yaşlarında ii bir eğitim ve öğrenim
    görmüş bir gençtir.Yalnız hayat tecrübesinden yoksundur.
    19.yy’ın seçkin gezinti yerlerinden biri olan Çamlıca’da dolaşırken çok güzel bir kadınla
    tanışır.Kadının adı Mahpeyker’dir.Genç adam, ilk karşılaşmada ilgi duyduğu bu kadını derin
    bir aşkla sevmeğe başlar. Bu ilk tanışmadan sonra hemen her hafta Mahpeyker’le buluşmak
    üzere Çamlıca’ya gider. Oysa kadının kirli bir geçmişi vardır ve Ali Bey’in sevgisine layık
    değildir.Bu durumun farkında olmayan ve onu da kendisi gibi temiz bir sevda içinde hyal
    kuran genç adam, kısa zamanda eini ve işini ihmal etmeye başlar.Zamanla geceleri bile evine
    uğramadığı olur.
    Bir süre sonra ailesi, Ali Bey’in durumunu öğrenirler.Onu, zor kullanarak,bu durumdan
    kurtarmaktan çek, başka çarelere başvururlar.Delikanlının annesi oğlunu dış etki ve
    bağlardan kurtarmak için eve genç ve çok güzel bir cariye alır.Cariyenin adı Dilaşub’dur.Bu
    Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/showthread.php?p=11536
    cariye temiz,saf,iyi ahlaklı bir gencecik kızdır.Annenin amacı, Ali Bey’in Dilaşub’u sevmesi,
    böylelikle yakasını sokak kadını Mahpeyker’den kurtarmaktır.Ne var ki, iyi düşünülmüş bu
    çare umulanı vermez;Ali Bey, Dilaşub’un dfarkında bile değildir.Her geçen gün çoğalan bir
    sevdayı Çamlıca’ya, Mahpeyker’e taşımaya devam eder.
    Aradan bir süre geçmiştir.Bir seferinde yine sevgilisine gidip onu evinde bulamayan Ali
    Bey, bir tesadüf v küçücük bir inceleme sonucu,onun nasıl bir kadın olduğunu öğrenir.Büyük
    bir sarsıntı geçirir.O, bu sarsıntılarla bocalarken,annesi ustalıkla Dilaşub’u yeniden karşısına
    çıkarır.Avunmak ihtiyacı ile yanan genç adam bu sefer genç,güzel cariye ile ilgilenir.Dilaşub
    da zaten çoktan beri Ali Bey’i sevmektedir.Evlenmeleri kararlaştırılır.
    Öte yandan Ali Bey’in kendisine uğramadığını gören ve sebebini araştıran
    Mahpeyker,durumu öğrenince büyük bir öfkeye kapılır;iki gençten intikam almaya karar
    verir.Birçok tanıdıkları aracılığı ile hazırladıkları iftiraları yağdırmaya başlar.Bu iftiraların
    ağırlık noktası,Dilaşub’un da,kendisi gibi,iffetsiz bir kadın olduğu şeklindedir.Ali Bey, kısa
    zamanda bu iftiraların etkisinde kalır.Onun karısına olan sevgisi zaten bir tesellinin ucuna
    bağlanmış bir düğümden ibaret olduğu için, çabucak kine ve düşmanlığa döner.Nihayet bir
    gün karısını adam akıllı azarlar,döver:bununla da yetinmez, genelevlerden birine kapatılmak
    üzere zavallıyı bir esirci tellalına satar.Esirci tellalı aslında Mahpeyker’in
    adamlarındandır.Dilaşub’u alıp doğru Mahpeyker’e götürür.Mahpeyker, paralı ve genç
    sevgilisini elinden almış olan mazlum kadını, kendisine bağlı evlerden birinde sermaye olarak
    kullanmaya başlar.
    Üst üste uğradığı gönül kırıklıkları ve yaşadığı düzensiz hayat Ali Bey’in sağlığını
    sarsmıştır.Bunun sonucu olarak hastalanır.Oğlunun kötü bir sona gittiğini sezinleyen annenin
    de hastalığı artar;sonunda bu kahırlara dayanamayarak ölür.
    Ali Bey’e karşı olan kini bir türlü sönmeyen Mahpeyker, Dilaşub gibi onuda büsbütün
    mahvetmek kararındadır.Bu kararını gerçekleştirmek üzere bir plan düzenler:Ali Bey’i bir
    eğlenti evine çağıracak ve orada bir yolunu bulup öldürecektir.Kocasını her zaman sevmiş
    olan,hala da seven Dilaşub, bu planı öğrenir.Büyük zorluklarla, gizli yollardan ona haber
    salar, hakkındaki kötü hazırlığı kendisine bildirir.Bu habere önce inanmayan Ali Bey,gittiği
    evde durumun gerçekten de böyle olduğunu öğrenince bir yolunu bulup kaçar ve

    kurtulur.Eşinin kurtuluşundan dolayı büyük bir mutluluk içine düşen Dilaşub, onun kaçarken
    bıraktığı paltosuna sarılır ve yatağına girer.Biraz sonra genç adamı öldürmekle görevli kiralık
    katil odaya girer.Karanlık odada göz yordamı ile aranırken, köşede palyolu birinin
    uyuduğunu görür; usulca yanına sokulup elindeki bıçağı kelbine saplar,kadıncağızı öldürür.
    Bu arada Ali Bey, karakola gitmiş birkaç emniyet görevlisi alarak yeniden eve
    dönmüştür.İçeri girip de Dilaşub’un kanlar içinde yüzen cesedini görünce çılgına döner.Tam o
    sırada dudaklarında zalim bir tebessümle, içeriye Mahpeyker girmektedir.Kendini kaybeden
    Ali Bey, Dilaşub’u öldürn bıçağı kapıp Mahpeyker’i delik deşik eder ve yanındaki emniyet
    görevlilerine teslim olur.
    Ali Bey; artık herşeyii ,sağlığını,sevdiği kadını,şeref ve onurunu, servetini yitrmiş bir
    zavallı bir insandır.Bu büyük elemlerim havası içinde bir süre hapishane köşelerinde sürünür
    ve birgün tam bir hüsran içinde son nefesini verir.

    3. MUHTEVA BİLGİSİ
    A.ANA FİKİR :
    Karşılaştıkları olaylar hakkında derinlemesine değerlendirme yapmadan karar veren
    insanlar çoğu zaman yanlış yaparlar.Ve ne yazık ki bu karardan dönmeleride çok zor
    olur.Genellikle son pişmanlık fayda etmez.
    B. ALINACAK DERSLER :
    · Güvendiğimiz insanları iyi tanımamız lazımdır.
    · Sevdiğimiz insanları seçerken çok dikkatli olmalıyız.
    · Kalbimizin sesini dinlerken beynimizin de sesini dinlamaliyiz.
    · Aşık olunmaması gereken kişilere aşık olanların hayatları alt-üst olur.
    · Seçimlerimiz yaparken sonuölarını göz önünde bulundurmalıyız.
    · Kaybedecek birşeyi olmayanlar hiçbir şeyden korkmazlar.
    · Düşünerek karar vermeliyiz.
    · Bir anlık zevkler uğruna hayatımızı karartmamalıyız.

    B.OLAYIN KİŞİLERİ VE TAHLİLLERİ :
    ( 1 ) FİZİKİ TAHLİLİ

    ALİ BEY : Yirmi bir, yirmi iki yaşlarında yakışıklı bir delikanlıdır.Sarı benizli, kızların
    dikkatini toplayacak derece çekicidir.Mahpeyker’in ona vurulmasının tek sebebi de onun bu
    karşı konulmaz çekiciliğidir.
    MAHPEYKER : Boyu posu gayet düzgün, siyahımsı samur saçlı, incerek düz kaşlı,
    noktalı yeşil gözlü, çekme burunlu,ufacık ağızlı, kor dudaklı bir kadındır.
    ATIF BEY :Aşağı yukarı Ali Bey’le aynı yaştaydı.Zarif biri olan Atıf Bey terbiyeli olduğu
    kadar düzgün giyimli ve bakımlı bir adamdır.
    MESUT BEY : Ellili yaşlarda olan Mesut Efendi’nin şakkalarına aklar düşmüş, yüzünde
    çizgiler belirginleşmiştir.Terbiyesini dış görünüşüyle açığa çıkarır.
    FATMA HANIM : Ali Bey’in annesi olan Fatma Hanım, özellikle kocasının ölümünden
    sonra iyice yaşlanmıştır.Ölmeden önce oğlunun mürüvvetini görmek ister.
    ABDULLAH EFENDİ: Çok zengin olan Abdullah Efendi, Suriyeli bir Arap’tır.Yaşı
    yetmişi geçtiği halde kadın, kız peşinde koşmaktan kendini alamaz.Yüzüne bakılamayacak
    kadar suratsız, çirkin bir adamdır.Yüzü çiçek bozuğundan delik deşik, rengi zenci hurması
    denilecek drecede koyu esmerdir.Gözü de hastalıklardan dolayı hem pereli hem de çipildi.Alt
    kısmı frengiden dökülmüş çentik,yarım burnu;fırça yüzü görmemiş çürük dişleri; uyuz hyvan
    tüyü kadar seyrek bıyık ve sakalı, yüzünün korkunçluğunu bir kat daha arttırmaktadır.

    DİLAŞUB : Vücudunun tüm güzellikleriyle tam bir melektir.Güzelliğiyle Ali Bey’i
    etkileyen Dilaşub,sçları sırma gibi sarı; alnı duru ve beyaz; tatlı mavi gözleri ve gülpembe
    yanaklarıyla çok çekiciydi.

    ( 2 ) RUHİ TAHLİLİ

    ALİ BEY : Vatanımızın kültür merkezi olan İstanbul’da büyümüş, özel öğretmenlerden
    ders almış, çok muhteşem şekilde öğrenim görmüştür.O kadar ki;daha on yaşına bastığı
    zaman birkaç yabancı dl öğrenmişti.Ali Bey’in terbiyesine ve davranışlarına bakanlar
    kendisini adeta bir melek zannederlerdi.Fakat Ali fazlaca sinirli ve kanı oynak birisiydi.Bunun
    neticesi olan hiddetini, aldığı terbiye ve gördüğü şefkatli muameler sayesinde, herhangi bir
    şeye karşı lüzumundan fazla, adeta esirlik derecesinde düşkünlüğü hemen her halinden
    anlaşılırsı.Her neye merak sarsa, bütün işlerini bir yana bırakır, dünyayı unutur, sadece
    onunla meşgul olurdu.Bir şeyi arzu eder de gerçekleştirmesinde küçük bir engele rastlasa,
    arzusu ne kada önemli olursa olsun, onu gerçekleştirmek için en büyük fedakrlıktan
    çekinmezdi.Hatta ufak bir emeline ulaşamıyınca günlerce hastalanır; geceleri gizli gizli
    ağlardı.
    MAHPEYKER : Terbiye ve ahlak bakımından Ali Bey’in tamamen zıddıydı.Alçak ve
    namussuz bir aileden yetişmiş; daha on dört, on beş yaşına gelmeden rezaletin her çeşidini
    öğrenmişti.Biraz okuyup yazma öğrendiği ve hemen bütün şahitlerini İstanbul’un tanınmış
    aşifteleriyle geçirdiği için şeytani zekası çok gelişmişti.İstediği adamı elde edip ona keyfinin
    istediği şekilde tahakküm ederdi.Son derece şehvet düşkünü olduğu için hoşlandığı erkekleri
    bin cilveyle hükmü altında tutmak ister ve bunu daima ustalıkla becerirdi.Yakışıklı erkekleri
    gerçekten severdi; fakat yılan bir adama nasıl sarılırsa bu da öyle sarılmak isterdi.Ve o
    erkeğin yalnız kendisine ait olmasını isterdi.
    ATIF BEY : Ali Bey’in iş arkadaşı olan Atıf Bey en az Ali Bey kadar terbiyeli ve
    karakterli bir insandır.Kısa zamanda ALİ Bey ile canciğer arkadaş ve sırdaş
    olmuştur.Fikirleri ve nasihatlarıyla Ali Bey’e yardımcı olmaya çalışmaktdır.
    MESUT BEY : Atıf Bey’in dayısı olan Mesut Bey İstanbul’un her köşesine sokularak
    çeşitli olayların içinde yoğrulmuş, dünyanın kaç bucak olduğunu anlamış, tecrübeli bir
    adamdı.Kötülerin düşmanı iyilerin dostuydu.
    FATMA HANIM : Oğlunu gayet terbiyeli ve olgun şekilde yetiştirmeye dikkat
    ederdi.Oğlunun başına gelebilecek en ufak kötülük onu mahfederdi.Özellikle Mahpeyker’e
    aşık olduktan sonra oğlunun geleceğinden şüphe eder olmuştu.Asıl isteği ölmeden önce
    hayırlısıyla oğlunun mürüvvetini görmekti.
    ABDULLAH EFENDİ : Suriye’nin en alçak, en ahlaksı adamlarından biriydi.Ortak
    olduğu tüccarları batırarak çok para kazanmış, bin bir hile ve düzenbazlıkla servetini kat kat
    arttırmıştı.Mahpeyker’le tanıştıktan sonra ona büyük bir ilgi duymuştur.
    DİLAŞUB : Bir cariye olarak Ali Bey’in evine girmiştir.Ali Bey’le evlendikten sonra
    iftiraya uğraması sonucu satılmış ve Mahpeyker’in eline düştükten sonra bin bir sıkıntı ve
    işkenceye göğüs germiştir.Aslında Ali Bey’i gönülden sevmektedir.


    ( 3 ) SOSYAL TAHLİLLERİ

    ALİ BEY :Babı-Ali’ de ktiplik yapan ALİ Bey özellikle bbasının ünüyle tanınmış terbiyeli
    ve dürüst biridir.Zor duruma düştüğünde babasından kalan mirası sayesinde geçinebilmiştir.
    MAHPEYKER : Tam anlamıyla bir aşiftedir.Kendisinin bu aşifteliği annesinden
    kalmadır.Küçük yaştan beri her türlü namussuzluğu ve ahlaksızlığı ypmıştır.Aklı fikri
    beğendiği erkeklerle birlikte olmaktadır.
    ATIF BEY : İstanbul’un ileri gelen ailelerinden birinin çocuğu olarak yetişmiştir.
    Eğitimini tamamladıktan sonra Babı-Ali’ de katiplik yapmaya başlamıştır.
    MESUT BEY : Olgun ve terbiyeli karakteriyle, çeşitli yönleriyle tanınmış, güvenilir br
    insandır.Gayet tecrübeli olan Mesut Bey İstanbul’u, özellikle de Çamlıca’yı tüm yönleriyle
    bilmektedir.
    ABDULLAH EFENDİ : Aşırı derecede zengin, bir o kadar da şerefsiz ve namussuzdur.
    Mısır’la yaptığı ticaret işleri sayesinde çok para kazanan Abdullah Efendi’nin yapamayacağı
    şerefsizlik ve adilik yoktur.Ondan her türlü kötülük beklenebilir.

  2. #22
    **NUR** Beyza - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    10 Eylül 2006
    Yer
    Konya, Turkey
    Mesajlar
    4,214
    Tecrübe Puanı
    100

    Standart --->: Roman Özetleri


    Romanda Adı Geçen Kahramanlar


    Ahmet Cemil : Romanın baş kahramanı
    İkbal : Ahmet Cemil’in kızkardeşi
    Sabiha Hanım : Ahmet Cemil’in annesi
    Seher : Evin hizmetçisi
    Vehbi Bey : İkbal’in kocası
    Tevfik Bey : Vehbi Bey’in babası
    Hüseyin Nazmi : Ahmet Cemil’in çocukluk arkadaşı, yazar
    Lamia : Hüseyin Nazmi’nin kızkardeşi
    Ahmet Şevki Bey : Gazete yönetim memuru
    Ali Şekip : Gazete başyazarı
    Hüseyin Baha Efendi : Gazete de imtiyaz sahibi
    Sait : Gazete de çalışan yazar
    Saib : Gazete de çalışan diğer yazar
    Raci : Gazete de düzeltme işi yapan yazar
    Nedim : Raci’nin oğlu

    MAİ ve SİYAH


    Mir’-at-ı Şuun gazetesinin 10. yılı için yazı kuruluna verilen şölene, gazete yazarı yedi arkadaş katılır. Bunlar Ahmet Cemil, Sait, Raci, Hüseyin Baha, Ahmet Şevki, Saib ve Ali Şekip’den başkası değildir. Ahmet Cemil çocukluk arkadaşı Hüseyin Nazmi (Gencine-i Edep başyazarı) hakkında yapılan olumsuz eleştirileri kabul etmeyip, arkadaşlarının şiirlerinin yeni bir akıma öncülük ettiğini savunur. Raci başta olmak üzere, şiirdeki bu yenilikler hiç kimse tarafından kabul görmez.
    Şölen bitipte herkes dağıldığın da Ahmet Cemil, Tepebaşı’nda Haliç’e bakan bir ağacın altında, mavi bir gökyüzü altın da mavi düşlere dalar. Düşlerin de çok ünlü bir şair olmak, bir gazete veya basımevi sahibi olmak, mutlu bir evlilik ve daha neler neler...
    Bir yıldan beri basın dünyasının içinde olan Ahmet Cemil, bu camianın bir çok çirkefliğini gören ancak herkes tarafından sevilen bir insandır. Raci hiçbir şey olmamak üzere dünyaya gelen, ancak her şey olmaya çalışan, (özelliklede şair olamaya çalışan) kıskanç ve kin dolu biridir.
    Baş yazar Ali Şekip alçak gönüllü, az konuşan, bilgili bir insandır.
    Sait’in kendine özgü bir karakteri olmayıp, başkalarını taklit ederken, Saib gözü kulağı her yerde her şeyden haberdar, zayıf kuru bir çocuktur.
    Yönetim memuru Ahmet Şevki Efendi ve İmtiyaz sahibi Hüseyin Baha Efendi temiz yürekli, ortalık karıştırmayan insanlardır.
    Ahmet Cemil on dört yaşındayken, dava vekili olan babasının biriktirdiği üç beş kuruşla Süleymaniye’de aldığı evde annesi, kız kardeşi İkbal ve hizmetçileri Seher’le mutludurlar. O vakit yatılı okuyan Ahmet Cemil’in okulu bitirmesine bir yıl vardır.
    Okuldaki en samimi arkadaşı olan Hüseyin Nazmi ile sürekli şiirler okur, tercümeler yaparlar. Hüseyin Nazmi varlıklı bir ailenin çocuğudur.
    Babasının vefatından sonra evin geçimini üstlenmek zorunda kalan Ahmet Cemil önce kitabevlerine çeviri yapar ancak eline fazla para geçmez.
    Mir’at-ı Şuun gazetesinde bir romanın tefrika edileceği haberini alan Ahmet Cemil, gazeteye başvurur ve bir hafta içinde bir romanı çevirmesi istenir. Gazeteye girişi böyle başlar.
    Son sınıfta olan Ahmet Cemil, okul dönüşü sabahlara kadar çeviri yapar, derslerini ihmal eder ve gitgide zayıflar. Üstelik arkadaşı Hüseyin Nazmi ile de pek görüşmezler. Biri gündüzlü, diğeri yatılıdır.
    Ahmet Cemil bir gün bir basımevi kuracağı ve önemli bir şair olacağı hayalleriyle durmadan çalışır. Üstelik haftada üç gece altı yaşlarında bir çocuğa evinden uzak bir mesafede, ders vermeye başlar.
    Tüm bu şartlar altında diplomasını almayı da başarır.
    Şölenin verildiği gecenin sabahı Ahmet Cemil gazeteye gittiğinde, Raci’nin oğlu ve karısını görür. Raci uzun zamandır sabaha karşı evine sarhoş gelmekte, başka kadınlara takılmaktadır. Kadın çocuğunun geleceğinden endişe etmektedir.
    Gazeteye gelen Sait’le Saib, Raci’yi bir gece önce bir Alman şarkıcı kadınla gördüklerini söylerler. Bunun üzerine Ahmet Cemil ve Ahmet Şevki oraya gitmeye karar verirler.
    O gün işini erken bitiren Ahmet Cemil, Hüseyin Nazmi’ye gider. Kapıda onu küçük kız kardeşi Lamia karşılar. Arkadaşı hakkında yapılan haksız eleştirilerden bahseder ancak Hüseyin Nazmi bunlara pek kulak asmaz.
    Ahmet Cemil’in en büyük hayali insanlığın hayatını anlatan, yeniliklerle dolu bir şiir yazmaktır. Öyle ki bir gülümsemeyle başlasın, bir damla göz yaşıyla sona ersin.
    Ahmet Cemil’in şiirde olmasını istediği şudur:
    Örneğin hüzünlü bir parça; Faülün, faülün, faülün ölçüsüyle giderken, mefailiün, failatün, mefailün, failün ölçüsüyle bir duygusallık coşması, sonra; müstef’ilün, müstef’ilün ile bir durgunluk, daha sonra bir ıstırap hıçkırığı gibi tek bir ulün..... tıpkı bir müzik gibi.
    Onun istediği tek düze bir anlatım değil, serbest kafiyeli ama birbirine uygun ve ahenkli bir şiir yazmaktır.
    Hüseyin Nazmi, şiirini bitirdiğinde Ahmet Cemil için evinde bir şölen vereceğini söyler. Daha sonra Lamia’nın çaldığı piyanonun sesleri gelir ve onu dinlemeye giderler.
    Ahmet Cemil Lamia’yı dinlerken onun bir kız oluşunu, büyüdüğünü hayal eder ve kendisinin karşısına çıkacak kızın kim olacağını düşünür. Küçük konser bitince Ahmet Cemil evden ayrılır.
    Ertesi gün, akşamüstü Ahmet Şevki Efendi, onbeş yıldır hiç uğramadığı Beyoğlu’na gitmek istediğini söyler Ahmet Cemil’e. Hem de Raci’yi görebilmek için bir fırsattır bu. Raci’yi hiç sevmeyen bu iki dost, karısına ve oğluna üzülmektedirler.
    Dolaşırken Raci’yi bir eğlence yerine giderken görürler. Onlarda içeri girerler. Burası Almanya’dan, Romanya’dan, Avusturya’dan geçinmek için gelen kadınların çalıştığı, müzikli bir yerdir.
    Raci burada şarkıcılık yapan bir Alman kadına deliler gibi aşıktır. Ancak kadından hiç yüz bulamaz, üzüntüden kendini içkiye verir. Raci’nin bu durumu onları çok üzer ve oradan ayrılırlar.
    Raci’nin oğlu Nedim artık gazetede çalışmaktadır. Raci’den başka herkes çocuğa güleryüz gösterir.
    Mayıs başlarında bir Cuma günü, Ahmet Şevki Efendi, Ahmet Cemil’le konuşmak ister. Konu kızkardeşi İkbal’le ilgilidir. Basımevi sahibi Tevfik Efendi’nin, oğlu Vehbi Bey’i evlendirmek istediğini, uygun bir kız olup olmadığını, kendisinin de Ahmet Cemil’in kızkardeşi İkbal’i tavsiye ettiğini söyler.
    Ahmet Cemil bir yandan evde yabancı bir insanın yaşamasından duyacağı rahatsızlıkları düşünürken, bir yandan da kızkardeşinin bu varlıklı insanla evlenerek hayatını kurtaracağını düşünür.
    İkbal’e görücülüğe gidilir, beğenilir, ardından da istenir. Kısa süre içinde düğün yapılır. Ahmet Cemil ilk bir hafta hiç eve uğramaz, arkadaşı Hüseyin Nazmi’de kalır. Bir hafta sonra bir akşam yemeğinde aileye katılan Ahmet Cemil, bu evde kendini bir yabancı gibi hisseder ve artık haftada dört gece ders vermeye gider, eve geç vakit gelip, sabah erkenden çıkar.
    İki ay kadar sonra, bir sabah annesi Sabiha Hanım gelir ve ikbal’in gizli gizli ağladığını, mutsuz olduğunu söyler. Ahmet Cemil kızkardeşinin ağzından birşeyler almak ister ama İkbal hiçbirşey belli etmemeye, mutlu görünmeye çalışır.
    Aynı gün basımevine gittiğinde, Vehbi Bey’in babası Tevfik Bey’in on altı yaşında bir kızla evlendiğini duyar ve çok şaşırır.
    O yılın kışı Ahmet Cemil’in dayanma gücünü tüketen bir sefillik dönemi olur. Bir yandan basımevindeki iş hayatı, bir yandan artık yetişemez olduğu ders vermeler ve evde bir türlü ısınamadığı eniştesi Vehbi Bey. Üstelik bütün gücüyle artık bitirip yayınlatmak istediği şiiri bütün vaktini alır. Nihayet bir haftalık ayıklamadan sonra artık şiiri küçük bir defter halini alır. Sonunda rahatlamıştır.
    Şiirini en yakın arkadaşı Hüseyin Nazmi’ye okumak üzere yola çıkar. Yolda bir yıldır hiç görmediği Lamia’ya rastlar. Lamia artık bir genç kız olmuştur. Ona şiirinden bahseder. Yıllardan beri içinde tutuşan özlemlerin, tutkunun, sevginin gerçek sahibini arayan Ahmet Cemil, bu kişinin Lamia olduğunu fark eder ve ona delicesine sevdalanır.
    Bir gece herkes yatmak üzere odasına çekilmek üzereyken kapı çalar ve Vehbi Bey’in babası Tevfik Bey’in felç olduğu haberi gelir.
    Vehbi Bey daha ertesi sabah, basımevi yönetimine el koyar, hesapları sorar ve çalışanlara çirkin davranışlarda bulunur. Herkesi derin bir kaygı alır.
    Akşam basımevine uğrayan Hüseyin Nazmi,Ahmet Cemil’i alarak evine götürür. Yolda basımevin de olanları anlatan Ahmet Cemil, bir taraftan da Lamia’yı görebilme umudu içindedir. Hüseyin Nazmi, arkadaşının şiir kitabını okuma törenini bir ay sonra yapacağı haberini alır.
    Ertesi sabah basımevine girdiğinde, Raci’nin perişan halde olduğu haberini alır Nedim’den. Sevdiği Alman kadından yüz bulamayan Raci, iyice kendini içkiye vermiştir. Üstelik ciğerleri sökülürcesine öksürmekte ve günden güne erimektedir.
    Vehbi Bey tarafından yönetimden çıkarılması düşünülen Ali Şekip, eniştesinden gelecek bir miktar parayla bir kağıtçı dükkanı açmak için girişimlere başlamıştır bile. Artık istenmediği yerde kalmak istemez.
    Sıra Hüseyin Baha Efendi’dedir. Vehbi Bey onu da bir aylığa bağlayarak yönetimi tümden Ahmet Cemil’in idaresine bırakıp, boş yere çalışanlara para ödememeyi düşünür.
    Sıra gazete müdürü Hüseyin Baha Efendi’dedir. Vehbi Bey’e göre, Ahmet Cemil, Sait ve Saib gazeteyi pekala yönetebilir, kendisi de memurluğa devam edebilirdi. Ancak kafasın da daha başka planlar vardır.
    Vehbi Bey bir gün Ahmet Cemil’e, evini ipoteğe vererek kendisiyle ortak olmasını, basımevine bir taş makinesi ve benzinle çalışan bir makine alınarak daha çok kazanabileceklerini, her ay 25 lira ödeyerek evin borcunu ödeyebileceklerini söyler. Çaresiz Vehbi Bey kabul eder. Alınan yeni makineyle gerçekten iyi kazanç sağlanır ve geceleri üç arkadaş Sait, Saib ve Ahmet Cemil sırayla gazetede kalır, orada yer içerler.
    Artık kitabını tamamlayan Ahmet Cemil, arkadaşı Hüseyin Nazmi’nin Erenköy’deki evinde verdiği şölene, edebiyat dünyasından birkaç kişiyle katılır. Hüseyin Nazmi’nin açılış konuşmasından sonra sıra Ahmet Cemil’in kendi şiirini okumasına gelir.
    Hasan Latif Bey, İlhami Efendi, Raci, Süleyman Vahdet Efendi ve Hüseyin Nazmi; Ahmet Cemil’in okumaya başladığı şiiri, biraz kıskançlık, biraz şaşkınlıkla ve büyük bir dikkatle dinlemeye koyulurlar. Ahmet Cemil birara Lamia’nın kapıda belirdiğini görür, o an kanı donar ama belli etmemeye çalışarak okumaya devam eder.
    Okuma bittikten sonra, herkes Ahmet Cemil’i kutlar ve bahçeye çıkılır. Raci, Ahmet Cemil’in kendisini eniştesine kovdurttuğunu ima eder. Ahmet Cemil büyük bir üzüntü duyarak yürürken, Lamia’nın yemek odasına girdiğini görür. Geri dönüp ona sevgisini açmayı düşünür ancak vazgeçer.
    Düşünceler içinde geçen bir gecenin ardından sabaha karşı uyuyabilen Ahmet Cemil, birden defterinin olmadığını görür ve yemek odasın da unutulan defter, uşak tarafından getirilir.
    Ertesi gün ev de İkbal’in ağlama sesini duyan Ahmet Cemil, kardeşinin derdinin ne olduğunu, bir yıldır süren evliliğin de neden mutsuz olduğunu sorar ama hiçbir cevap alamaz.
    Odasına gelen annesi Sabiha Hanım, İkbal’in hamile olduğunu, Vehbi Bey’in hizmetçi kız Seher’i sıkıştırdığını, Lamia’yı sürekli aşşağılayıp dövdüğünü ve haftada birkaç geceyi yatalak babasının evin de, onun genç karısıyla geçirdiğini anlatır.
    Ahmet Cemil ve annesi; İkbal’i kurtarmanın bir yolunu düşünmeye başlarlar. Eniştesinden artık iyice nefret eden Ahmet Cemil, evi kurtarmak için gazete de çalışmaya devam etmek zorunda olduğunu düşünür. Daha çok çalışacak, evin parasını kurtaracak, Lamia’yla evlenecek ve kızkardeşini bu adamdan ayırarak, ailece yeniden mutlu bir hayat sürecekler. Bu düşünceler içinde Lamia aklına gelir Ahmet Cemil’in, şiir defterini yeniden okumaya başladığın da, en son sayfada Lamia’nın el yazısını görür. “Tebrik ederim....” Artık Lamia’nın da kendisini sevdiğini ümit eder.
    Sabah uyandığında, söküklerini tamir etmesi bahanesiyle İkbal’i odasına çağıran Ahmet Cemil, kızkardeşiyle azda olsa konuşma fırsatı bulur.
    Gazeteye gittiğinde; önceki akşam okuduğu şiir hakkında, hiç de hoş olmayan eleştirilere arkadaşlarının gülüştüğünü, alay ettiğini görür. Sabah gazetelerde çıkan bu yazının Raci’ye ait olduğunu anlar.
    Ahmet Şevki Efendi ona, üzülmemesi gerektiğini söylese de, o, bu yazıların herkes tarafından özellikle Lamia tarafından okunacağı düşüncesiyle kahrolur.
    Ahmet Şevki Efendi şiirin anlaşılamamasının bu kadar önemli olmadığını, önemli olanın kız kardeşinin sorunu olduğunu söyler. Ahmet Cemil’in basımevinden ayrılamayacağını, makinaların parasını çıkarana kadar çalışarak evi kurtarmasını, sonrada İkbal’i kocasından boşattırabileceğini söyler.
    Makinaların başına giden Ahmet Cemil, biraz dizgi düzeltme işleri yaparak avunmaya çalışır. O sırada Raci’nin çok kötü bir durumda yattığını öğrenir. Artık Onu bir hastaneye yatırmak gerekir. Her gün biraz daha ölüme yaklaşan Raci, Gureba Hastanesine yatırılır.
    Akşam evde Vehbi Bey’in, diğer günlere göre daha farklı olduğu gözlenir. Odalarına çekildiğinde, kızkardeşiyle eniştesi arasında ciddi bir tartışma duyulur. Vehbi Bey, gazetelerde Ahmet Cemil hakkında çıkan haberlerin gazetenin onuruna dokunduğunu, bunu İkbal’in ağabeyine söylemesi gerektiğini söyler. İkbal bunu Ahmet Cemil’e çok zorlanarak söyler. Bu; gazeteden kovulduğu anlamına gelir.
    Ertesi gün gazetede yönetim memuru Ahmet Şevki Efendi, Mir’at-ı Şuun gazetesinde yer alan bir yazıda, başyazarlığın Ahmet Cemil’den alınarak, daha önce üç dört kez kovulan Osman Tayyar’a verildiği haberini gösterir.
    Ahmet Cemil makinaları alıp, kiraya vermek ya da bir basımeviyle ortak olmak, kendisinin de ders vermeye devam edeceğini düşünür ancak beş parasızdır. Üstelik makinaların borcu kendisine aittir. Evi kurtarmak için çaresiz, Vehbi Beyle çalışmak zorundadır.
    Daha sonraki günlerde basımevine hiç uğramaz, eve geç gelir, erken çıkar, eniştesiyle yüz yüze gelmek istemez. Bu durumdan yararlanan Vehbi Bey, evin geçiminin kendisine yüklendiğini, Ahmet Cemil’in hiçbir işe yaramadığını bahane ederek, içkinin de dozunu kaçırarak İkbal’i daha fazla haşlar.
    Makinaları vermeyeceğini söyleyen Vehbi Bey, evinde bir asalak besleyemeyeceğini söyleyip, kızı durmadan döver. Olanlara daha fazla dayanamayan Ahmet Cemil, Vehbi Bey’i dövmek ister ancak annesi bırakmaz. Eniştesi evden çıkınca İkbal’i görmeye giderler. İkbal böğrüne yediği tekme ile acılar içinde kıvranmaktadır.
    Başka çare yoktur. Annesinin yüzük ve küpelerini Emniyet Sandığı’na rehine bırakıp, aldığı paralarla makinaları, dolayısıyla evi kurtarmak zorundadır. Elindeki paralarla telaşla eve gider. Telaş içinde Ahmet Cemil’i kapıda karşılayan Seher, İkbal’in durmadan kan kaybettiğini söyler.
    Çocuk düşmüştür. Tekrar doktoru çağırır. İlaçlar alınır. Doktor durumunu pek iyi görmez. Ateşi bir türlü düşürülemeyen İkbal gitgide kötüleşmekte, ateşler için de sayıklamaktadır. Bir gece ağabeyini yanına çağırır ve o geceden sonra Ahmet Cemil kızkardeşini gece gündüz hiç yalnız bırakmaz
    Ve bir gece İkbal, annesi ve Seher’in kolları arasında çırpınmaya başlar. Ahmet Cemil kardeşini kolları arasına alarak, sımsıkı sarılır ve iki kardeşin kolları son bir kez buluşur. İkbal, ağabeyinin kolları arasında can verir.
    İkbal, derin bir yas içinde toprağa verilir. Ahmet Cemil eve döndüğünde kızkardeşinin odasına girip doya doya ağlar. Hayatından yarım yüzyıl geçmiş gibi çökmüş ve yaşlanmıştır Ahmet Cemil.
    Ertesi gün Ali Şekip’in dükkanına giden Ahmet Cemil orada Ahmet Şevki Efendi’yle de karşılaşır. Arkadaşları herkesin başından mutlaka bir kere yas geçtiğini, bu kadar kendisini bırakmaması gerektiğini söyler.
    Bu sırada Raci’nin oğlu Nedim’in gazete sattığını görürler ve Ahmet Cemil hep birlikte Raci’yi ziyarete gitmelerini ister.
    Düşüncelerle geçen bir yolculuktan sonra, hastaneye varırlar. Raci’yi küçük bir odada, yatağa büzülmüş, iyice kötüleşmiş bulurlar. Çıkışta doktorlara durumunu sorduklarında pek umut olmadığını öğrenirler.
    Ali Şekip’in dükkanına tekrar döndüklerinde, Ahmet Cemil, Hüseyin Nazmi tarafından yazılıp, cama iliştirilmiş bir not bulur. Hüseyin Nazmi, bu büyük felakete üzüldüğünü ve yasını paylaştığını, kendisine ulaşamadığını, verilecek pek çok haberi olduğunu söyler.
    Ahmet Cemil bu haberin Lamia ile ilgili olduğunu düşünür. “Lamia’da beni sevdiğini ağabeyine söyledi ve evlenmek istediğini mi belirtti acaba? ” Bu düşünce ile akşamı zor eder.
    Erenköy’e arkadaşının köşküne gider ve büyük bir merakla, vereceği haberleri söylemesini ister. Hüseyin Nazmi, Avrupa’da herhangi bir başkente atanmak üzere olduğunu ve bu arada Lamia’yı bir subayla evlendireceklerini söyleyerek, bu gencin bir resmini de gösterir.
    Ahmet Cemil’in bütün hayalleri yıkılmıştır. Keşke daha erken davranıp Lamia’yı kendisine isteseydi. Ama evlenmek için yeterince kazancı olmadığı için, bunu yapamamıştır.
    Bu yıkımın ardından, sabah erkenden kardeşinin mezarına gider ve orada kardeşi gibi kendisinin de umutsuzluğuna ağlar.
    Dönüşte Raci’nin karısıyla karşılaşır. Kadın, oğlu Nedim’in geleceği için, babasından kalan hisse senetlerini bozdurarak, Raci’nin tedavi masraflarını karşılamak ister. Ahmet Cemil; kadınların neden bu kadar bağışlayan ve bu kadar yüce varlıklar olduğunu düşünür. Demek ki; eğer yaşasaydı, İkbal de kocasını affedecekti.
    Babıali Caddesi’ni çıkarken, uzun zamandır hiç görmediği Vehbi Bey’le karşılaşan Ahmet Cemil, kendine alaycı bir gülümseme atan Vehbi Bey’in suratına olanca gücüyle, bütün intikamını alırcasına bir yumruk patlatır.
    Artık rahatlamıştır. Ali Şekip’in dükkanına girer. Orada, Hüseyin Baha Efendiyle, Vehbi Bey’in kapıştığını öğrenir. Vehbi Bey artık aylığını ödemek istemez. Çünkü gazete haciz altındadır ve belki de kapatılacaktır. Ahmet Cemil, az önce attığı yumruğun verdiği memnuniyetle evine döner.
    Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/showthread.php?p=11537
    Ahmet Cemil, babasının ölümünün üzerinden geçen şu beş yılda, çok büyük hayaller peşinde koşup, en büyük acıları yaşamıştır. Artık Lamia da yoktur, İkbal de.Bir zamanlar bütün umudunu bağladığı eserini, şiir defterini eline alır. Okumak içinden gelmez.
    Kemiklerini kırmak istediği bir düşman gibi defteri elinde sıkar ve sayfaları rastgele yırtarak sobada yakar.
    Ne yapması gerektiğine karar verir. O da çok uzaklara gidecektir, Hüseyin Nazmi gibi. Birden aklına, bir gün arkadaşlarıyla Taksim Bahçesi’nde ellerine aldıkları şiir kitabından okudukları bir parça gelir. ”Mezarlığım başka bir hayat gürültüsünün ve kavgasının mahvolmuş kuvvetleriyle dolu; ama daha ölümlerinin bir birini izlemesi bitmiş olmadı.”
    O zaman yüzüne son bir umutsuzluk direnişinin dayanma gücü gelir. Diplomasını alır eline. Bununla vilayetlerden birine gidecektir. Annesine düşüncelerini söyler. Sabiha Hanım, çaresiz, çok uzaklara gitme fikrini kabul eder.
    Sirkeci’den ayrılacak sandala binmek üzereyken, Hüseyin Nazmi ile karşılaşır. Arkadaşı Avrupa’ya, kendisi ise herşeyden uzak olmak için; çok uzak ve her tarafı çöllerle kaplı bir vilayeti seçmiştir.
    Bir saat sonra Loyd gemisi, Ahmet Cemil’i, annesini ve Seher’i, Kızıldeniz’e götürmek üzere yola çıkar.
    Annesi ile Seher’i yerlerine yerleştirdikten sonra yukarı çıkan Ahmet Cemil, güverte de bütün hayatının muhasebesini yapar.
    Bu siyah bir gecedir. Birden aklına Tepebaşı Bahçesi’nde, Haliç’e bakarak seyrettiği mavi gece ile yıldızlardan oluşan elmas yağmuru gelir.
    Gözlerinin önünde o mavi gece ile bu siyah gece karşı karşıya gelir. MAVİ ve SİYAH.
    O vakit denize bakar. Siyah bir deniz. Bu siyahlığın içine atlamak ve derinliklerine gitmek ister. Dalgalar onu çağırır gibidir. Ancak o derinliklere girdiğinde huzura kavuşacağını düşünür.
    Evet, bir karar atılımı, küçük bir hareketle vücudunu denizin derinliklerine bırakmayı düşünürken bir sesle irkilir. Annesi yanı başında, neden yalnız oturduğunu sorar. Annesine geleceğini söyleyerek, bu siyah geceden ayrılarak, annesini izler.


    ~SON~









    Romanın Biçimsel İncelemesi


    Halit Ziya’nın Mai ve Siyah’ı, onun “İstanbul Dönemi” romanlarının ilkidir. Kent soylu romantik aydın Ahmet Cemil’in düşleri ve düş kırıklıkları anlatılan romanın çıkış noktası karşıtlıklardır.
    Romanda kahramanların yaşadıkları çevre, giyim kuşamları, davranış biçimleri, ruhsal durumları, çoğu zaman birbiriyle ilişkili olarak ve ayrıntılı biçimde betimlenmiştir.
    19. yüzyıl İstanbul’unun semtler, kişiler, gelenek ve görenekler bakımından kimi gerçek çizgileri ve görüntüleri, eserde başarılı bir biçimde yerini almıştır.
    Romanda Ahmet Cemil’in iç dünyasından çok, iç dünyası sergilenmekte, diğer kahramanların da ruh tahlilleri, duygu ve düşünce betimleri, fazlaca yer almaktadır.

    Romana Has Özellikler


    Romanın adı simgeseldir. Mai, romanın kahramanı, Ahmet Cemil’in umutlarını ve düşlerini, siyah, bu umutlarının ve fantezilerinin kırılışını simgeler. Roman; mavi ve siyah arasında bocalayan, ikilem içinde kalan, mücadele eden ve bu mücadeleden yenik çıkan Ahmet Cemil’in yaşamından bir bölümü anlatır.
    Romanda gerek baş kahramanın canlandırılışında, gerek betimlemelerin şiirsel yapısında da romantizmin etkisi görülür. Ayrıca Servet-i Fünun Topluluğu sanat anlayışının da etkisi vardır.

    Roman Hakkındaki Eleştiriler


    Yazar, zaman zaman romancılık yönünü unutarak yada bunu yana iterek, bir edebiyat tarihçesi, bir eleştirmen gibi davranmakta, o yıllarda yenilikçi Servet-i Fünun Edebiyatı’nın karşıtı olan tutuculara karşı, kendi topluluklarının şiir ve roman anlayışının bir tür savunmasını yapmaktadır. Bu hal kimi zaman bilimsel bir edebiyat dersi niteliğinde, kimi zamanda Ahmet Cemil’le romanın olumsuz kahramanlarından Raci arasındaki tartışmalarda kendisini göstermektedir.

  3. #23
    **NUR** Beyza - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    10 Eylül 2006
    Yer
    Konya, Turkey
    Mesajlar
    4,214
    Tecrübe Puanı
    100

    Standart --->: Roman Özetleri

    "Küçük Ağa"

    ROMANIN TAHLİLİ


    Küçük Ağa, Tarık Buğra’nın en önemli romanıdır. İlk baskısını 1963 yılında yapan roman o tarihten sonra pek çok basılmıştır. Roman Türk romanında önemli bir yere sahip olan milli mücadele romanları sınıfına girer. Fakat romanı benzerlikten ayıran özelliği Fethi Naci’nin de belirttiği gibi yazarın milli mücadeleyi anlatırken roman yazdığını unutmaması ve roman sanatının gereklerini yerine getirmesidir. Roman yazdığı önsözdeki şu ifadelerden yazarın kendisinde bu tehlikenin farkında olduğunu anlıyoruz. “Fakat hayır ben destan yazmak niyetinde değildim. Bunun tam aksine bir roman, romanlardan bir roman yazmaya çalışacaktım. Yazar bu niyetine sadık kalarak vermek istediği mesajdan çok roman sanatının yerine getirmiş, olayların ve kişilerin karikatürize etmeden anlatmasını bilmiştir.

    ÖZET
    Küçük Ağa Milli Mücadele’nin yaşandığı yıllarda başta Akşehir olmak üzere Orta Anadolu’da Milli Mücadelenin örgütlenmesini konu alır. Roman birinci Kitap ve ikinci kitap olmak üzere iki ana bölümden oluşur. Birinci kitap ilk 453 sayfayı teşkil eder. Bu bölümde milli mücadelenin Akşehir’deki örgütlenme sürecini anlatır. Hemen hemen ilk 150 sayfanın baş kişisi Çolak Salihtir. Salih birinci dünya savaşında Arabistan cephesinde savaşmış ve sağ kolunu kaybetmiş ve yüzünde önemli yara izi kalmış olan bir savaş mağdurudur. Bu ilk bölümler Salih’in mağduriyetinin ikinci planı sorgulama ve bilinçlenme süreci olarak anlatılır. Ardından Salih ikinci plana düşer ve Osmanlı yanlısı olan İstanbullu hoca ile Kuvay-ı milliyeci Hoca ve kuvay-ı Milliye’nin arasında bir mücadele başlar aynı zaman kuvay-ı Milliye’nin örgütlenmesi ve güçlenmesi de devam etmektedir. Bir taraftan bu çekişme anlatılırken diğer yandan da Kuvay-ı Milliye’nin örgütlenmesi anlatılır. İstanbullu hoca gerek dini kimliği sağları ahlakıyla halk üzerinde güçlü bir etkiye sahiptir. Kuvay-ı milliye aleyhine yaptığı teklimler direnişin gücünü kırmaktadır. Kuvay-ı milliyecileri uzlaşma arayışlarını da ısrarla reddetmesi sonucunda hocayı öldürme kararı alırlar. İstanbullu hoca bunun haberini alır aynı zamanda birde çocuğu doğmak üzeredir. Başlangıçta öyle bir niyeti yoktur ama ailesini de düşünerek kaçmak zorunda kalır. Fakat niyeti yoktur ama ailesi de düşünülerek kaçmak zorunda kalır. Fakat ilginç bir şekilde bu kaçış onun Kuvay-ı milliyeye katılmasını da sağlayacaktır. Kaçtıktan sonra tanınmamak için sakalını keser ve adını gizler Küçük Ağa olarak anılacaktır. Küçük ağa olduktan sonra İstanbullu hoca için yeni bir hayat başlamıştır o artık bir Kuvay-i milliye neferidir. Bir bakıma realiteyle yüzleşmesi onu bu hale getirmiştir. Bu aşamadan sonra Küçük Ağa Salih’in zorlamasıyla Kuvay-ı Milliye için çalışmak zorunda olduğunu hisseder. O mücadelesini ilk önce aklıyla yapar ve aklınca davrandığı için başarılı olur. Bir baskınla Kuvay-ı milliye için ayrıcalıklı bir grup bertaraf edilir. İkinci kitap gene bir bahar günü Akşehir’in tasviriyle başlar. Bu başlangıçta da baş kişi salihtir. Aradan 1 yıl geçmiş TBMM açılmıştır. Salih’in Akşehir’e dönüş nedeni Küçük Ağa’nın, karısı ve çocuğundan haber almak ve bunu ona iletmektir. Akşehir halkı ise İstanbullu Hoca’nın Küçük Ağa olduğundan haber yoktur. Salih dayanamayarak bunu Reis Bey Ali Emmi ve Küçük Hacı’ya açıklar. Herkes bundan mutlu olur. Fakat İstanbullu Hoca’nın öldüğüne kanaat getirilerek karısı emine çıkrıkçı Hasan adlı biriyle evlenmiştir. Fakat bu bir mecburiyetin sonucu olmuştur. Bu da trajik bir durumun başlangıcı olur. Diğer taraftan Diğer taraftan Küçük Ağa Tevfik ve tem kardeşlerin ayrılıkçı hareketlerine karşı planlar yapmaktadır. Etem Bey’in kontrol ettiği güçleri Kuvay-ı Milliye izlediği akıllıca taktik sayesinde Etem Bey’in hazırladığı isyan hareketini onlar ve bunu Ankara’ya ihbar eder. Hem bu sayede hem de Etem Bey’in emrimdekilerin Kütahya halkına eziyet etmek istemesi nedeniyle bu isyan kolayca bertaraf edilir. Ardından Küçük Ağa Ankara’ya gelir. Mehmet Akif’in bir konuşmasını dinler. TBMM’deki ihtilafa tanık olur. Ankara’da geçirdiği günlerde fazla olay yoktur. Küçük Ağa’nın ihtilafa yönelik düşünceleri bu bölümde önemli yer tutar. Daha sonra görev için tekrar Akşehir’e döner. Karısının başkasıyla evlendiğini öğrenir. Bunu metanetle karşılar. Oğlunu görür. Fakat karısı da birkaç gün içinde ölür. Bundan sonra Küçük Ağa kendisini davasına adayacaktır şahsi mutluluk denen şeyi görmeyecektir.

    OLAY ÖRGÜSÜ
    Küçük Ağa’nın olay örgüsü kronolojiktir. Yer yer iç analizler esnasında kişilerin geriye dönüşleri olsa da bunlar olay örgüsüne etki etmez. Sözün gelişi Salih’in Arabistan cephesinde yaşadıklarını hatırlaması sadece iç analize gidişini değiştirmez. Olay örgüsünde bazı geleneksel unsurları da görüyoruz. Romanın yağmurlu bir bahar gününde başlaması iyi gelişmelerin habercisidir. Bahar ve yağmur edebiyatta iyi günleri müjdeleyen bir simge olarak hep kullanıla gelmiştir. Aynı şekilde diğer mevsimlerde sembolik değerleriyle romanda kullanılmıştır.

    ANLATICI VE BAKIŞ AÇISI
    Anlatıcı 3. sahıştır ve Tanrısal bakış açısıyla anlatılmıştır. Yazar distans ilkesine devamlı bağlı kalmıştır. Fakat dile getirmek istediği bir düşünce olunca onu karakterlerin iç analizi aracılığıyla dile getirir. Tabii bu karakterler romandaki Küçük Ağa Doktor Haydar, Reis Bey gibi olumlu ve nispeten bilgili karakterlerdir. Tabii karakterlerinin düşünceleri olduğu söylemek doğru olmayabilir. Fakat Tarık Buğra’nın dünya görüşünü bildiğimiz için buraların onun düşüncesi olduğunu söyleyebiliriz. Örneğin İstanbullu Hoca’nın Kuvay-ı Milliye hakkındaki düşünceleri :
    “Ancak iyi iddia iyi niyet bir kuvay-ı Milliye de değildi. Daha birçok cemiyetin kurulmuş, ele başıları çıkmıştır. Bunların hepside vatanı milleti bahis ediyorlardı. Hatta yalnız bundan bahsediyorlardı da, bir türlü bir araya gelemiyorlardı.”
    Bu satırlarda yazar kitabın temalarından olan ihtilaf birlik teması Hoca’nın bakış açısından yorumlar getirir. Fakat bunlar Hoca’nın geçtiği için düşten ilkesi ihlal edilmiş olmaz.

    KİŞİLER VE KİŞİLEŞTİRME
    Romanda en fazla öne çıkan karakterler Küçük Ağa ve Salihtir. Bu iki karakter roman boyunca bir gelişme ve değişme süreci yaşar bu nedenle yuvarlak karakterlerdir. Diğer karakterlerin ise düz karakterlerin olduğu söylenebilir. Kişilerin önemli özelliklerinden biri hemen hepsinin bir toplumsal kesimin yada görüşün temsilcisi olmalıdır. Salih sunuş mağduru sırasında Türk İnsanının, (başlangıçta) İstanbullu Hoca Payı tahtın ve Osmanlılığın, Doktor Haydar Kuvay-ı Milliye’nin temsilcidir.

    KÜÇÜK AĞA
    Romanda 70. sayfada girer. İstanbullu Hoca olarak 22 yaşında olduğu romanın sonlarına doğru öğreniriz. Pay tahtın ve Osmanlı’nın temsilcisidir. Padişaha ve Osmanlı değerlerine gönülden bağlıdır. Dindar, bilgili, akıllı, ahlaken mükemmel bir insandır. Başlangıçta hoca sıfatıyla yaptığı telkinlerle haklın Kuvay-i Milliye’ye karşı şartlandırır. Fakat bunun nedeni 600 yıllık Osmanlı mirasına olan bağlılığı ve inancıdır. Kuvay-i Milliye ile olan mücadelesi Doktor Haydarla girdiği diyaloglarla somutlaşır. Başlangıçta Kuvay-i Milliye’nin güçlenmesi ve onlara iyi niyetini faik etmesi onu Kuvay-i Milliye’ye yakınlaştırır. Akşehir’e gelince evlenir ve karısı hamile kalır. Kuvayi Milliye’nin kendisini tehdit etmesiyle ailesi ve görevi arasında ikileme düşmüş bundan sonra ismini ve görünüşünü de değiştirmiştir. Küçük Ağa ismini almasında Türk destanlarında ki ad verme motifini görürüz. İsmiyle birlikte hayatı da değişmiştir. Bundan böyle Kuvayi Milliyenin ve Ankara’nın bir neferi olacaktır. Küçük Ağa’nın önceki hayatı Veli tipini ikinci hayatı Gazi tipini çağrıştırır. Bu Salih’nde bilincine yansır.
    “Salihçik Küçük Ağa’da hem kahramanını, hem de şeyhini bulmuş gibiydi.” S. 484
    Bu Türk geleneklerindeki alperen tipine uygun düşmektedir.
    Küçük Ağa’nın idealize edilmiş bir karakter olduğunu belirtmek gerekir. Fakat buna rağmen cansız sabit, düz bir karakter değildir. Beşir Ayvazoğlu roman hakkında resmi tarih tezine aykırı bir şekilde Milli mücadeleye yaklaştığını belirtir. Osmanlının 600 yıllık değerlerini benimserken Küçük Ağa olduktan sonra da bu değerleri reddetmeden bir yeniden doğuşu aramaktadır. Çünkü riyet’ten sonraki tarih tezlerinde Osmanlı’nın reddedildiğini biliyoruz.
    Küçük Ağa için din, din devlet ve vatan kavramları her türlü şahsi menfaatlerin üzerindedir. Kişisel ihtiraslar uğruna milletin birliğini, bozulmasına şiddetle karşıdır. İstanbullu Hoca olarak bilindiği dönemde Kuvay-i milliye’ye karşı duruşunun öenmli bir nedeni de bu hareketin ülkenin birliğini bozduğuna inanmasıydı. Yoksa kuvayi milliyecilerin iyi niyetli olduklarına oda inanmıyor.
    Birlik ve düzen onun için çok önemlidir. Bu birliğin sağlanması için Akşehir’de Osmanlı adına İstanbullu Hoca olarak Kuvay-i Milliye’ye karşı mücadele etti. Kuvay-i Milliye’ye onu bir bakıma şartların sürüklediği bir durumdu. Fakat daha sonra kendiside Kuvay-i Milliye’ye inanmaya başlamıştır. Kütahya’da Kuvay-i Milliye adına birliğin sağlanması için Çerkes Etem ve Tevfik Beylere karşı mücadele eder. Kuvay-i Milliye’ye ilişkin kanaatlerin değiştiğini şu ifadelerden anlayabiliriz :
    “Küçük Ağa Akşehir’den ayrıldıktan sonra çok şey işitmiş, görmüş ve öğrenmişti. Artık o büyük yenilikten önceki bilgi ve inanışlarına göre düşünmüyordu. Uyanık kafası yeni şartların getirdiği ölçüleri hiç değilse sezebiliyor ve her zaman olduğu gibi, hatta daha da kuvvetle, “önce düzen” diyordu. S. 574 – 575
    Düzenin gerekliliğine inanışı Küçük Ağa’yı Kuvay-i Milliye’ye yaklaştırdı. Çünkü Kuvay-i Milliye’den alternatif yoktu.
    Küçük Ağa ülkeye gönül vermiş iyi nitelikli kişilerin iktidar ya da gurur adına birliği birliği feda etmemeli en büyük üzüntü kaynağıdır. Romanın sonlarında Ankara’ya gelir. TBMM’de yaşanan ihtilafı görür. Mehmet Akif’in ağzından bu ihtilafı dile getiren sözleri işitir. Bir gece yatağından hiç uyumadan düşünür. Şu ifadelerden onun duyduğu üzüntüyü anlarız :
    “Vatanın bahtı adına onlar Mustafa Kemal’e Mustafa Kemal’de onlara muhtaçtır. Ama Küçük Ağa bunca düşündükten sonra artık iyice biliyordu, kopacaklardı birbirlerinden üstelik. Can yoldaşı iken can düşmanı olarak!...
    İdealize edilmiş bir karakter olması ve yazarın düşüncelerini dile getirmesi için bir araç olarak kullanılması nedeniyle Küçük Ağa’nın psikolojik yönünün fazla işlendiği söylenemez. Sadece ailesi için yaşadığı endişe ve korkuyla psikolojisini görürüz. Yazar düşüncelerini bu karakter aracılığıyla dile getirmeyi başarmıştır. Ama bu da karakteri yalınkatlaştırmıştır.

    ÇOLAK SALİH
    Romanda Küçük Ağa’dan sonraki en önemli karakteridir. Salih’in iki yönden önemli olduğunu belirtmek gerek.

    1. Savaş mağduru sıradan Türk insanı bir numunesi
    2. Küçük Ağa ve Kuvay-i Milliye arasında bir nevi arabulucu olması

    Bizce Salih romanın en önemli olmasa da en iyi işlenmiş karakteridir. 22 yaşındadır. 1919 baharında Arabistan cephesinden dönmüştür. Sağ kolunu kaybetmiş yüzü tanınmaz hale gelmiştir. Başlangıçta büyük bir insan içindedir. Niçin savaştığını neden bu duruma düştüğünü kendisi de bilmemektedir. Onun bu sözleri bu durumunu açıklar niteliktedir.

    - “Ne bileyim ben?.. –“omuzlarını silkmişti” seferberlik dediler. Sancak-ı Şerif açıldı dediler, hadi askere dediler, bizde gittik. Padişahım çok yaşa diye bağırdık”.. s.48
    -
    Yazara göre Salih’in isyanının nedeni mağduriyetinin nedeni bilmemesinden kızgınlığını yöneltecek doğru hedefi bulmamasındandır. Salih bilinçlenme süresi bir bakıma öfkesini yönelteceğini doğru hedefi bulmasıyla gerçekleşecektir.
    “Niko aşağı indi. Salih’in gözlerinden bir iki damla pıt pıt diye iki damla yaş düştü. Bunlar delirmiş bir kızgınlığın ama kelepçelenmiş deli bir kızgınlığın yaşları idi. Ne var ki, Salih bu kızgınlığın neye veya kime karşı olduğunu bilemiyordu. Bilemediği müddetçe de ipsizin, haytanın, kopuğun biri olacaktı. İşte bunu pek iyi biliyordu” s.43
    - Salih Akşehir’e dönünce çocukluk arkadaşı olan rum niko ile yakınlık kurar. Niko da ona yakın davranır. Aynı zamanda mağduriyetinin verdiği isyanlar kendisini bir hayata sürükler. Bu nedenlerden Akşehir’in Müslüman Türk ahalisi tarafından dışlanır. Fakat Salih’in de kendine göre haklı nedenleri vardır. Kolunu kaybetmesi, yüzünün tanınmaz hale gelmesi, cephede çektiği sıkıntılar, hayallerini , ideallerini artık tamamen ertelemek zorunda kalması onun için taşınması çok ağır yüklerdir fakat çevresi bunu anlamamaktadır. Özellikle bölgenin önce gelenlerinden yetmiş yaşındaki Ali Emmi’nin şu sözlerinde Toplumun Salih’e tepkisi somutlanır.
    - Utan len hafızın oğlu utan. Koca Memalik-i Osmaniye senden beter oldu, bin beter oldu. Kıçı kırık İtalyan askeri gelmiş ta Akşehir’e dayanmış da Hafız’ın oğlu kolundan budundan konuşur. Haram olsun o gaza sana diyecem emme dilim varmaz utan, utan.

    Salih’in bilinçlenme süresinde Ali emmi ve arkadaşlık ettiği Rumların davranışları katalizör rolü oynar. Salih Rumlarla yakınlık kursa da üçten içe onların tavırlarının değiştiğini farkındadır ve bunu dile getirmese de yadırgar :
    “… Herkeste (Rumlarda R.Ç) bir efe hal vardır. Pervasız neşeli bakışlar… Geniş ve rahat, yumuşak jestler… kesilmeyeceğinden emin sesler.
    Salih bütün bunları unutup çoktan gitmişti ve bir an için böyle sahnenin olmaması gerektiğini düşünür gibi oldu Fakat bu bir esintiden ibarettir.” S. 60
    Böyle bir esintiyi yaşamış olması bile Salih’in yaşayacağı değişime ilişkin bir ipucu, verir.
    Niko’nun Salih’e yakın davranmasının nedeni ona ait bir bahçeyi satın almak istemesidir. Ama Salih bunu da anlamıştır. Bahçeyi ona satar ve kendine bir kahve açar kimse rağbet etmez. Bu da çok dışlanmasına neden olur. Dışlandıkça Salih kendini daha çok içkiye verir. Tabii sorumluluktan kaçmasının verdiği suçluluk duygusunu Salih hisseder içkiye yönelmesinin nedenlerinden biride bu suçluluk duygusunu bastırma arzusudur.
    Salih Niko’nun kahvesine getirdiği bir gece vakti Niko ve diğer Rumların planlarını müzakere etmekte olduklarını görür ve şaşkınlık içinde kalır. Fakat Rumlar içinde Kirye Vasili adından biri onlara karşı çıkar ve oradan kovulur. Çıkarken Salih’i görür.
    “Pis…” dedikten sonra bahçeye çıkıp hızla yürüdü Salih hareketin bu kadar canlı ifadesini Ali emmide filan görmemiştik. Gönlü perişan oldu. Kafasının işlemesine zaten imkan yoktu. S.109
    Bilmeden de olsa Rumların planlarına alet olmasının bir Rum tarafından kendisinin bu şekilde hatırlanması Salih’in bilinçlenme süresinde en önemli aşamadır.
    Daha sonra Salih İstanbullu Hoca’nın vereceği vaazı dinlemek için Cuma namazına gider. Namaz sonrasında Hoca ve Doktor Haydar arasında geçen diyaloga tanık olur. Salih’in Kuvay-i Milliye’ye yaklaşmasının nedeni onların da kendi gibi dışlanmış kişiler olması olabilir. Doktor Haydar Beyle yaptığı konuşmalar onun Kuvay-i Milliye’ye girmesini sağlar ve sol koluyla gizli gizli atış talimleri yapmaya başlar. Salih Rumlarla yakın olduğu zamanlarda içkici ve sorumsuzdur. Onlardan ayrılıp kendi toplumuna yaklaştığı zaman içkiyi bırakır ve ülkesi için sorumluluk üstlenir.
    Kuvay-i Milliye tarafından İstanbullu Hoca’yı bulmak için gönderildiğinde Salih onu fazla tanımaz. Küçük Ağa olarak bulup tanıyınca onu korumak ister. Fakat onun sorumluluk üstlenmesinde telkinleriyle vesile olur :
    “Öyle işte : Ya onu, ya öteki seçmeliydi. Sırf canını korumak için yaşayarak dünyayı bu vahşi endişeden ibaret sayacak adam mıydı? İstanbullu Hoca?”. S.400
    İstanbullu Hoca Aktif bir mücadele adamı olmazsa Salih ondan kendisini öldürmesini istemiştir.
    Bizce Salih karakterinin sorumlu tarafı bilinçlenmesi için kızgınlığının yönelmesi gereken hedefi bilmesi gerekmesidir. Oysa gerçek bir bilinç bir karşıta tepkiden çok kendine ait söylenecek sözlerin bulunmasıyla oluşmasıdır.

    DOKTOR HAYDAR
    Akşehir de Kuvay-i Milliye’yi örgütleyen kişilerdendir. Tahsilli aydın bir kişidir. İstanbullu Hoca ile mücadeleye girmek zorunda kalır. Padişah’a değil ama İstanbul Hükümetine girmek zorunda kalır. Padişah’a değil ama İstanbul hükümetine karşıdır. Kuvay-i Milliyenin alternatifi olmadığına inanır. Şartların gerektirdiği şekilde hareket edilmesi gerektiğini bilen bir kişidir. İstanbullu Hoca ile mücadele etse de onun iyi niyetini ve değerini teslim eder. Kuvay-i Milliye’nin onu öldürmesi kararı alması onun içinde çok trajik bir durum olmuştur. Daha sonra Ankara’da İstanbullu hoca ile Küçük Ağa olarak karşılaşır ve onu tanır. Duyduğu hayranlığı da dile getirir. Daha çok eylemci kimliğiyle önce çıkar.

    ALİ EMMİ
    Aşkehir’in önce gelen ihtiyarlarındandır. İki oğlunu da savaşta kaybetmiştir. Kuvay-i Milliye’nin başından beri destekler. Salih’e yönelik tepkim temsilcisidir, onun bilinçlenmesinde önemli rol oynar. Liderlik vasıflarına sahip karizmatik bir kişidir. Nüktedandır. Akşehir haklı üzerinde büyük tesiri vardır.

    REİS BEY
    Akşehir de hakimlik yapan bilge bir kişidir. Kuvay-i Milliye’nin Akşehir de önde gelenlerindendir. Daha çok bilgeliği ile ön plana çıkar. Düz bir karakterdir. Herhangi bir değişim yaşamaz. Ermenilere ve Rumlara karşı öfkelidir. Onların büyük devletlerin oyununa geldiğini düşünür. Fakat onlar içinde iyi insanların bulunması onu tereddüte sürükler.

    ÇAKIRSARAYLI
    Milli mücadele yıllarında savaştan istifade ederek halkın malını mülkünü yağmalayan hatta namusuna saldıran eşkıyalardan biridir. Hiçbir ahlaki endişe taşımaz. Fakat emrindeki adamlardan bir kısmı Reis Bey’in tel kimleriyle Kuvay-i Milliye’ye katılmışlardır.

    NİKO
    Salih’in çocukluk arkadaşıdır, terzidir. Akşehir’e döndüğünden ona yakınlık gösterir. Salih’e gösterdiği yakınlığın nedeni onun bahçesini satın almak istemesidir. Fakat yıllarca birlikte yaşadığı Türk halkına ihanet ederek Pantus Rum devleti kurma çalışmalarına katılır. Sinsi, içten pazarlıklı bir kişi olarak görülür. İlk bölümlerden sonra neredeyse hiç görünmez.

    ÇERKES ETEM BEY
    Romanın sonralarına doğru görülür. Bildiğimiz gibi gerçek bir kişidir. Başlangıçta milli mücadele için savaşmış ve büyük yararlar sağlamıştır. Fakat daha sonra kişisel iktidar hırsı yüzünden Ankara ile bağlarını kopararak isyan etmiştir. Etem Bey hizmetlerini takdir edilmediği düşüncesindedir. Kişisel ihtiras uğruna insanları ve ideallerini harcamaktan çekinmeyen bir kişidir.
    Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/showthread.php?p=11538

    ZAMAN
    Romanda geçen zaman Milli Mücadele yıllarıdır.
    1919 yılının baharında başlar. Bildiğimiz gibi 19 Mayıs’ta Mustafa Kemal Samsun’a giderek Milli mücadeleyi başlatacaktır. Birinci kitap bu tarihten sonraki bir yıllık süreyi kapsar. İkinci kitap ise bundan bir yıl sonrasıyla gene Salih’in Akşehir’e gelişiyle başlar. Bu da TBMM açılışına denk gelir.
    Romanda zaman iki şekilde tezahür eder.

      • Bütün ülkede yaşamakta olan zaman seyrek de olsa hatırlanır.
      • Buna paralel olarak Akşehir’de yaşanmakta olan zaman
    Romanda zaman karakterle üzerinde de etkilidir. Gündüzler hareketli ve diyaloglarla geçerken geceleri kişiler içe kapanır. Ve iç analiz’e yer verir.
    Zaman kronolojik biz zamandır. Geriye dönüş yok denecek kadar azdır.

    MEKAN
    Roman Akşehir, Kütahya ve Ankara’da geçer. Yazar mekanı atmosfer yaratmak amacıyla ustaca kullanır. Örneğin, Salih evine döndüğü zaman evin tasviri :
    “Taşlık hatırladığında daha serin çok daha loştu. Karşıdaki bahçe kapısı aralıktı ve bu aralıkta tavuk kümesi görünüyordu. Çil horoz, paçalı horoz, Raziye adını taktığı kar beyaz, tombul ve takkeli tavuk , sonra başkaları onlar, elbette çoktan gitmişlerdi, ama torunları da yoktu : Kümesi bomboştu, bırakılmış evleri andırıyordu.” S.20
    En önemli mekanlardan biri Kahvehanedir. Burası halkın toplanıp olaylar hakkında kendilerine görüş alış-verişlerinde bulundukları yerdir.
    Mekan doğrudan ilgisi olamasa da Tarık Buğra’nın ateşi de atmosfer yaratmak ya da karakterleri ruh haline yansıtmak amacıyla kullanıldığını söyleyebiliriz. Örnek olarak;
    “Mırıldana mırıldana içiyordu. Büyücek kahvecinin masaya diktiği mumun oynak ve canlı hale getirdiği loşluğunda tam bir mağara adamı gibiydi. Ruhuyla da bedeni ile de öyle. S. 101
    Lüks lambası ya da şöminesi ateşi gibi nesneler bu şekilde çok defa kullanılmıştır. Ateş bir leitmotivdir.

    TEMALAR
    Küçük Ağa Milli Mücadele’yi konu alan bir romandır. Fakat milli mücadelenin sadece Türk tarafını konu alır. Ermeniler ve Rumlar zaman zaman geçse de asıl konu Türk halkıdır ve onun düşmana karşı verdiği mücadeleden çok kendi içindeki meseleleri sorun eder.

    BİRLİK & AYRILIK
    Romanın sonuna kadar en önemli tema hiç kuşkusuz birliktir. Küçük Ağa gerek İstanbullu Hoca iken gerekse Küçük Ağa olduğunda devamlı birliğin sözcüsü olmuştur. Romanda birlik birey düzeyinde Salih’te tecessüm eder. Sıradan bir vatandaş olan Salih’in kişisel hikayesi onun kendisinin milletin bir ferdi ve hizmetçisi olmasıyla sonuçlanır. Salih birde durak ülkesinin birliğine katkıda bulunan insanı temsil eder.
    Daha sonra birlik teması İstanbullu Hoca ve Kuvay-i Milliye’ye arasındaki mücadele tezahür eder. İstanbullu Hoca’nın Kuvay-i Milliye’ye karşı oluşunun en önemli nedeni Kuvay-i Milliye’yi kötü niyetli görmesi değil onların iktidar peşinde koşan ve bu nedense ülkenin birliğine zarar veren kişiler olarak görmesindedir. Daha sonra Çerkeş Etem ve Ankara hükümeti arasındaki mücadele gene kişisel iktidar hırsı yüzünden birliğin bozulduğunu görürüz. Romanın sonlarında Küçük Ağa bu defa TBMM’deki bölümlerine tanık olur. Gene insanlar halkı ya da haksız nedenlerle birliğe zarar verirler.
    Birliğin sağlanmasının önündeki en önemli engel insanların kişisel ihtiraslarına yenik düşmeleridir. Çerkes Etem romanda bunun en önemli örneğidir.
    ŞAHSİ MUTLULUK & MİLLİ SORUMLULUK
    Şahsi Mutluluk ve Milli Sorumluluk arasındaki çatışma romanın başında sonuna kadar gözlemlenebilir. Küçük Ağa ülkesine uğruna ailesinden ve rahat hayatından vazgeçmek zorunda kalır. Sulih zaten bütün ideallerin unutmak zorunda kalmıştır. Romanda idealize edilen de vatan, millet uğruna, fedakarlık yapmaktadır. Küçük Ağa bunun en üst noktasını temsil eder.Reis Bey de Kuvayı Milliye’nin katıldığı için işini kaybeder. Ama kişisel mutluluklar da herkesin hayalidir. Şu diyalog buna örnektir.
    - Daldın Reis Bey?...
    - Küçük Hacı bir baba yakınlığı ile soruyordu.
    - Ne düşünün?..
    - Gülümsedi
    - Şu iş hayırlısı ile bir bitse de cübbemi yeniden giysem diye düşünüyorum Hacı Bey.

    İşin başında bile sayılmayacaklarını pek iyi biliyordu. Gözlerinin önünde bir an için “Doktor Haydar” tabelası beliren doktor da çocuk gibi güldü. S.296

    DİN
    Din romanda çok önemli bir temadır. Bu nedenle Küçük Ağa’nın bazı kesimler tarafından eleştirilmesine neden olmuştur. Tarık Buğra bu konuda kendini savunurken o dönemde din, devlet vatan gibi kavramlar birlikte düşünüyordu demiştir. Bu gerçekten de yerinde bir tespittir. Çünkü o dönemde milliyetçilik ancak aydınlar arasında tartışılmaya başlanmıştı. Dolayısıyla haklı mücadeleye sevk eden en önemli Saiklerden biri din olacaktır. İslam kaynaklı cihat ve gaza ideolojisinin Türk toplumunda ne kadar yaygın olduğu da bilinen bir şey.
    Romanda din konusu da Küçük Ağa’nın şahsında tez ahir eder. O en başta bir din adamıdır. Bunu yalnızca görev olarak yapmaz, dininin değerlerine samimiyetiyle benimsemiştir.
    Romandaki diğer karakterler de Milli Mücadeleye dini kavramlarla yaklaşırlar. Halkı motive etmek için dini terimleri referans olarak kullanırlar.

    OSMANLI
    Küçük Ağa’da Osmanlı reddedilemez tam aksine 600 yıllık bir miras olarak benimsenir. İstanbullu Hoca Osmanlı ya ve onun değerlerine yürekten bağlıdır. Kuvayi Milliyecilerde Osmanlı kimliğini reddedemezler. Roman 1920 yılında bittiği için Osmanlıya ilişkin nihai bir yorum yapılmamıştır. Küçük Ağa’nın bazı kesimler tarafından hedef bir kişi olmasıdır. Yazarın önsözdeki şu ifadeleri bu konuda fikir verir.
    “Kurtuluş ümidi, 6 asırlık yaşama geleneğinin karşısında idi. Hiçbir milletin tarihi bu kadar trajik bir gelişme göstermemiştir. Bu çelişme de doğru yolu seçmek bir fazilet işi olmaktan çıkıyor, herkesten beklenmeyecek bir görüş üstünlüğü gerekiyordu. Buna karşılık yanılanları suçlandırmaksızın, zira menekşe, rengi mor olduğu için ne kadar suçlu ise, bu insanlarda yanılmaları yüzünden ancak o kadar suçlu idiler”.
    Buradan yazarın Osmanlı’ya Milli mücadele yıllarının bakışıyla yaklaştığını ve romanda o şekilde istediğini çıkarabiliriz.
    Yarın Osmanlı ve cumhuriyet dönemlerini uzlaştırma arzusu taşıdığını da söyleyebiliriz.

    SAVAŞ
    Yazarın savaşa yaklaşımını bize göre oldukça yüzeysel. Savaşı iyinin kötünün mücadelesine indirgiyor. Ermenileri ve Rumları büyük devletler tarafından kandırılmış ve Osmanlıya ihanet etmiş kişiler olarak görüyor. Bundan haklılık payı olsa bile mesafeyi tek başına açıklamaya yetmez. O dönemde milliyetçiliğin her yerde olduğu gibi Türkiye’deki azınlıklar üzerindeki etkiliği olduğu anları ulus – devlet idealine sürüklediği bilinen bir şey ama yazar bu konuya hiç değinmiyor.

    ERMENİLER VE RUMLAR
    Romanın Ermeniler ve Rumlara yaklaşımı Türkiye’deki tipik yaklaşım Ermeniler ve Rumlar kandırılmış ve ihanet etmişlerdir. Fakat gene de yazarın onları yekpure bir bütün olarak görmediğin onlar içinde de iyilerin bulunabileceğine inandığını söyleyebiliriz. Rumlar içindeki Kirye Vasili, Ermeni Doktor Minas iyilere örnektir.
    Fakat genelde bunlara yaklaşımını olumsuz olduğunu belirtmek gerekir. Reis Bey’in düşünceleri olan şu satırlar dikkat çekici :

    - Reis Bey içinden geçirdi
    - Biz öyle sanırmışız

    Bu aldanışta zehirden acı bir tad vardır. Tanelerdeki sarsıntısı birlikte akrep akrepliğin – Agoplar Agopluklarını, Yorgolar Yorgoluklarını bulmuştu”. S.498
    Yani Rumlar ve Ermeniler potansiyel olarak ihanet duygusunu taşıyorlardı demek istiyor. Devanım da
    “Hiç olmazsa aralarında Doktor Minas’lar Manifaturacı Eftimler çıkmasaydı!
    Reis Bey :
    - Öylesi çok daha kolay olurdu diye düşündü. Çünkü öylesi çok daha kolay olacaktı. Çünkü o zaman içinden çıkmak “Rum” deyip, “Ermeni” deyip çıkıvermek mümkündü ve bu imkan bir hak” olurdu.” S.498

    Bu ifadelerden Rumlara ve Ermenilere duyulan öfkeyi çıkarabiliriz.

    EKONOMİK SIKINTILAR
    Savaş sebebiyle ülkede yokluk hüküm sürmektedir. Örneğin; kahvehanede kahve yoktur. Ihlamur’dan başka bir şey içilmez Ancak zenginlerin evlerinde kahve vb. şeyler bulunabilir.

    ANLATIM TEKNİKLERİ

    Diyalog
    Romanda en fazla yer bulan, anlatım tekniği diyalogdur. Özellikle ilk kitapta diyalog yoğun olarak yer alırken ikinci kitap da iç analiz tekniği ön plana geçer. İlk kitap olay ağırlıklı iken ikinci kitapta duygu ve düşünce yoğundur.


    İç Analiz
    Çok yoğun olarak kullanılan bir tekniktir. Özellikle karakterler yalnız kaldıklarında bir konu üzerinde düşündüklerinde kullanılır. İç analiz yoluyla yazarın düşüncelerini ve ideolojisini de öğreniriz. Çünkü yazar distans ilkesinin reddetmemek için pek çok düşüncesini karakterleri aracılığıyla dile getirir.

    Leitmotiv
    Ateş Ihlamur, tütün en çok kullanılan leitmotivlerdir. Ateş atmosfer yaratma amacıyla kullanılır. Sigara ya da tütün kişilerin ruh durumlarına ilişkin imaj oluşturmak için kullanılır. Ihlamur ise kahve olmadığı için ikram edilir sürekli olarak yokluğu hatırlatır.

    DİL VE ÜSLUP
    Eserin dili anlatıcı ya da okumuş karakterle konuştuğu zaman standart Türkçedir. İstanbullu Hoca, Reis Bey, Doktor Haydar gibi karakterler standart Türkçe ile konuşulur. Akşehir’in yerli halkı konuştuğu zaman bölgenin şive özellikleri ile konuşur. Örneğin;
    - …… Bir daha den mi ? s. 434
    - Dert o değil doktor bey seneyi bilin… s. 90

    Genelde kısa cümleler kullanılmıştır. Bu da romanın okunmasını kolaylaştırır. Buğra’nın sevdiği bir şey de bazı önemli yerleri tekrar ederek pekiştirme yapması.
    - Öylesi çok daha kolay olurdu diye düşündü. Çünkü öylesi çok daha kolay olacaktı. S.498
    - Bunun gibi pek çok cümleye rastlamak mümkün

    TRAJEDİ
    Küçük Ağa romanının yapısını oluşturan en temel öye bizce trajedidir. Bildiğimiz gibi trajedi iki durum arasında seçim yapma zorunluluğunu gerektirir. Trajedi öyesini Küçük Ağa’da çok yerde görürüz. En başta Küçük Ağa’da çok yerde görürüz. En başta Küçük Ağa ölüm ve kaçma arasında seçim yapmak zorunda kalmış ve kaçmayı seçmiştir. Küçük Ağa içinde öldürme kararını Kuvayi Milliyeci olan Doktor Haydar, Yüz başı Nazım, Yüzbaşı Hamdi için trajedidir. Çünkü onlarda vatan davasının zarar görmesi ve çok değerli bir hayatın kaybolması arasında seçim yapmak zorunda kalmışlardır. Halk da trajik bir durumla karşı karşıyadır. Osmanlı ya da Kuvayi Milliye arasıdan seçim yapmak zorunda kalmışlardır. Aynı şekilde hemen her karakter kişisel ikbal ve milli menfaat arasında seçim yapmak zorunda kalır. Küçük Ağa Reis Bey, Doktor Haydar gibiler Milli menfaatten yana tavır alırken çakır saraylı ve Çerkes Etem şahsi menfaatlerinin yanında yer almışlardır.

    SONUÇ
    Yazarın Peyami Safa’nın dediği gibi epope olmaya çok elverişli bir konuda iyi bir roman çıkarmayı başardığını söyleyebiliriz. Bu onu Milli Mücadele romanları içinde ayrıcalıklı kılar. Fakat romanın olumsuz yanları olmadığı da söylenemez.
    En başta Küçük Ağa’nın idealize edilmiş bir karakter olması onu bir destan karakteri haline getiriyor. Bu yazarın düşüncesinden kaynaklanır. Kendini dizginlemeyerek zaman zaman düşüncesinin esiri olmuştur. Küçük Ağa’nın neredeyse hiçbir insani zaafını göremeyişimiz bunu yeterince kanıtlar. Romanın bir başka zaafı da romanın bazı yerlerinde bazı karakterlerin ön planda olup diğerlerinin neredeyse hiç görünmeyişi. Örneğin Küçük Ağa romanda ancak 70. sayfada girer. O bölüme kadar hatta daha sonrasında romanın baş kişisi Salih’tir. Daha sonra Salih birden geri plana düşer ve sayfalarca hiç görünmediği olur. Göründüğü zamanda önemsiz bir şekilde görünür. Bu durum romanın organik bütünlüğüne zarar vermiştir.
    Romanın bir tezli roman olduğunu da söylemek gerekir. Zaten kusurlarının da en önemli nedeni budur. Resmi Tezden farklı bir şekilde Milli Mücadeleye yaklaşmış olması romanın bir başka özelliğidir.

  4. #24
    **NUR** Beyza - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    10 Eylül 2006
    Yer
    Konya, Turkey
    Mesajlar
    4,214
    Tecrübe Puanı
    100

    Standart --->: Roman Özetleri





    'Bir salı sabahı uyandım. Bütün gazeteler hayatta en çok sevdiğim kadının bir cinayet işlediğini yazıyordu. Bunu hiç beklemiyordum. Beynimden vurulmuşa döndüm. İç dengelerim şiddetle sarsıldı. Oysa gerçeği biliyordum ama bana kimse tek bir şey sormamıştı. Onu mahkûm etmişlerdi! Kapı çalındı. İki asker beni almaya gelmişti. İç savaş çıkmış, seferberlik ilan edilmişti. Bunu bekliyordum. Hiç şaşırmadım. Bunu uzun zamandır korku ve kuşkuyla hep bekliyordum. Hazırlandım ve o salı sabahı evden çıktım.'

    Genç bir öğretmen bir sabah Kuzguncuk'taki evinden apar topar alınıp, askere götürülür. O, bunun bir kâbus olduğuna, arkadaşlarıysa onun iç savaşa katıldığına inanmaktadır. Oysa annesi oğlunun bir ambulansla evden götürüldüğünü anlatmaktadır.

    Kumral Ada - Mavi Tuna, iç savaşın içimizde ve dışımızda, bireysel ve toplumsal olarak yarattığı yangınları umutsuz bir aşk üçgeni ekseninde anlatan sarsıcı bir roman.

    Dört dile çevrilen Kumral Ada - Mavi Tuna birçok toplumsal yaramızı irdelerken unutulmaz bir aşk hikâyesi anlatıyor.

    KUMRAL ADA-MAVİ TUNA adlı romanın Avrupa'da okutulduğu okullarda kullanılmak üzere Buket Uzuner tarafından hazırlanan 9 düşünce durağı

    Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/showthread.php?p=11539

    1- Kumral Ada ~ Mavi Tuna, yanılsama ile gerçekliğin kolaylıkla yer değiştirebildiğini, bize bir iç yolculukla, bir iç savaş fonunda anlatan bir romandır. Bu yolculuğa paralel kurguyla eşlik eden geri dönüşler (flash back) bize karakterler hakkında gereken ipuçlarını sunmaktadır. Bu romanın, 'Gerçek bazan o kadar inanılmazdır ki, kişi onu bilmekten kaçar' dediğini düşünmek yeterli olur mu? Romanın iklimi yalnızca bu mevsim üzerine kurulu demek olası mıdır?

    2- Bu roman için otoanalitik olduğu söylendi. Doğrudur. Romanı otoanalitik açıdan nasıl incelersiniz?

    3- Romanda kuru milliyetçilik (nationalism) ve kuru cinsiyetcilik (sexism) gibi içi boş, dışı renkli ırkçılık kavramların insan sevgisi ve şefkat(insancıllık) gibi duygu ve düşüncelerle yenilenerek modern milliyetçiliğe dönüşümü işleniyor. Bu konuyu romanda taşıyan karakter kimdir ve dönüşümüne etkili olan(lar) nedir?

    4- Dostoyevski'nin polifonik bir yazar olduğu bilinir. Onun kahramanları birbirlerinden tamamen farklı kişilik sesleriyle hayat kazanmışlardır. Kumral Ada ~ Mavi Tuna romanının kahramanları için de aynı özelliğin geçerli olduğunu kitabın İtalyanca ve Ingilizce çevirmenleri birbirlerinden habersiz olarak söylemektedir. Bu romanın polifonik olduğu fikrine katılıyor musunuz? Neden?

    5- Bireysel geçmişimiz, yaşadığımız toplumun, dünyanın geçmişiyle ve yaşanan çağın koşullarıyla bir bütündür. Tuna bunu bize farklı metaforlarla sık sık hatırlatıyor. Örneğin askeri darbelerin yapılıp, demokrasinin askıya alındığı tarihler doğum günlerine denk düşmüştür. Romandaki benzer metaforlari bulabilir misiniz?

    6- Tuna, kuru akil ve mantikla başarılı ve güçlü olmak formülü diretilen erkek-insan modeline karşı çıkmaktadır. Asıl cesaretin yüreğin sesini boğmayan bir akıl ile sağduyuyu boğmayan bir mantık olduğuna inanır. Duygunun ve insanlığın cinsiyeti olmadığına inanan bu yeni yüzyıl erkek modelini romanda destekleyen kadın karakter kimdir?

    7- Bir problemi çözmek için işe önce iç işlerden başlamak gereğini vurgulayan bu iç yolculuk ve iç savaş romanı 'Türkiye Aydını'nın gözlerini kendi toplumuna çevirmesi gereğini de anlatmaktadır. Bu konunun hangi karakterlerle hangi bölümlerde yoğunlaştığını tartışınız

    8- Demokrasi, en önce kendi evimizde, ailemizde ve aşklarımızda gerçekten yer etmeden toplumumuzda varolamaz. Şiddet içimizde ve ailemizde varsa toplumumuzda da olacaktır. Romanda bu söylemleri destekleyen ve tartışan bölümleri bulup, yorumlayınız.

    9- Eğer bu romanana ek bir SON bölüm yazma sansiniz olsaydi, Tuna, Ada, Meriç ve Sair Dayi için neler düslerdiniz?


    Nur Bilginoğlu
    KUMRAL ADA-MAVİ TUNA


    "Ve dostluğun insanın içine düştüğünü hissetmek için bir dakika bile uzundur bazen
    "Buket Uzuner herkese okumayı sevdirebilecek bir yazar... Benim için Türk yazarları (hatta tüm yazarlar) içerisinde bambaşka bir yeri olan, içinden taşan sevgisini kitaplarına da başarıyla yansıtabilmiş bir yazar Buket Uzuner. Onun yazılarını okuduğunuzda hemencecik teslim oluveriyorsunuz tüm düşlere, içmeden sarhoş olmanız işten bile değil, yazıları sizi gecenin sürüklediği aşırı dozda mutluluğa doğru götürüyor çoğu zaman. Kumral Ada & Mavi Tuna'yı okuduğum zaman Viyana'daydım ve Tuna nehrine baktıkça Uzuner'in sorduğu "Gıpgri olan bu nehre neden mavi denmiş acaba?" sorusunu kendime sormadan edemiyordum! Her şeye rağmen güzel, çok güzeldi Tuna, tıpkı bahsetmekte olduğum kitap gibi. Bu kitabı okumaya başlar başlamaz "zamansız" sandığınız şeyler için asla zamanının geldiğini kabul edemediğinizi anlar ve kendi iç savaşınızı da anlamaya çalışırken bulursunuz kendinizi; anlamaya ve tabii çözümlemeye. Kendi çelişkilerinizi bilemem; ama kitaptaki içsavaşın sonucunu öğrenmeniz çok zaman almaz çünkü başladınız mı elinizden bırakamayacağınız ve bitince de gerçekten üzüleceğiniz bir yapıt bu. Sadece roman dersek yanılmış oluruz, bu kitapta aynı zamanda psikolojik tahliller, felsefi yorumlar ve günlük hayattan alıntılar bizleri bekliyor Uzuner'in diliyle Hayatımızı saran ve tüm hareketlerimizi etkileyen, tüm doğrularımızı değiştiren, bizleri sürüklemesine engel olamadığımız büyük dalgalar gibi olan tutkularımız (Yunancada "dalgas" kelimesinin tutku anlamına gelmesi sadece tesadüf olabilir mi?) ve karşı koyamadıklarımız, belki ulaşılmaz gibi göründüğü belki de idealize ettiğimiz için erişmek için çok çaba harcadığımız hedeflerimiz ve aşklarımız, bile isteye yaptığımız hatalarımız ve tüm çılgınlıklarımızla yüzleştiriyor bizleri yazar. Sadece çelişkilerimizi kendimize itiraf etme cesaretini gösterebilmemiz ve onları halının altına süpürmeye kalkışmayışımız konusunda bize destek vermesi için bile bu kitabı okumaya değer!



    Tanıtım – Review


    Çoğu eleştirmenin yazdığı gibi, Kumral Ada Mavi Tuna bir savaş romanı değildir. Daha açık bir anlatımla, toplumumuzun kanayan yaralarından iç savaşı irdeleyen bir roman değildir bu kitap. Buket Uzuner'in kitabında bütün karakterler iç savaşın kadrosunda yer almazlar. İç savaşın asıl karakteri olan Tuna, bir kâbusta yaşadıklarıyla çocukluğu arasında gidip, gelir. Romanda örülen olaylar, coğrafik bir mekâna yıllar sonra yapılan ziyaretlerle ve kişileri konuşturarak sunulur okuyucuya. Mavi gözlü Tuna'nın gördüğü karabasan (iç savaş), aslında bir üçgeni oluşturan üç karakterin birebir ilişkilerinde yaşadıkları ruhsal bir savaşın uzantısıdır. Tuna'nın Kuzguncuk mahallesinde başlayan sonsuz aşkı, sözde iç savaş kitabının her temasında bizimledir. Sonsuz aşkın ve üçgenin ikinci karakteri kumral Ada'dır. Ada'nın yazgısı romanın giriş ve sonuç bölümlerini belirler. Anlatının yalın ve akıcı bir dille işlenmesi, her sayfaya kolay okunur bir nitelik yüklüyor. Satırlar yer yer toplumsal sorunlarımızı işleyen cümleleri de içeriyor ve okuyucuyu düşündürüyor. Böylece aydın tartışmalarına okuyucunun katılımı sağlanıyor. Çoğumuzun çarpıcı ve acı veren dokusunu bütün duyularımızla algıladığımız aşk olgusu ise, bir kitapta ancak bu kadar güzel anlatılabilir. Okuyucu romanın içinde soluk alıp verirken, bir taraftan da yazarın romana konuk yaşamları bu kadar ustaca kurgulamasını hayretle karşılayabilir. Sona eriştiğinizde, kurgu hem o kadar yaşanası, hem de yaşandığında o kadar ürkütücü gelir insana. İşte bir Buket Uzuner kitabı okuduktan sonra da böyle paylaşası geliyor insanın, diğer dostlarla...

  5. #25
    **NUR** Beyza - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    10 Eylül 2006
    Yer
    Konya, Turkey
    Mesajlar
    4,214
    Tecrübe Puanı
    100

    Standart --->: Roman Özetleri


    'Benzer insanların', yüzeysel bilgilerin geçerli olduğu çağımızda, '3000 yıllık geçmişinin hesabını yapamayan insan günübirlik yaşayan insandır' diyen Goethe'nin günübirlik insanlarından olmama yolunda ciddi bir adım.

    15. yaşgününü kutlamaya hazırlanan Sofi, bir gün posta kutusunda 'Kimsin' yazılı bir not bulur. Bu sorudan hareketle, bütün bir felsefe tarihinde sorulmuş soruları ve cevapları, sürükleyici bir roman kurgusu içinde anlatan Jostein Gaarder, Umberto Eco'nun 'Gülün Adı'nda Ortaçağ teolojisini romanlaştırma gücünü bu kitabında felsefede gösteriyor.

    Gaarder (1952) özellikle gençliğe yönelik kitaplarıyla tanınan Norveçli bir felsefe öğretmeni.

    'Sofi'nin Dünyası' yayınlandığı 1991 yılından bu yana aralarında Korece, Rusça, Japonca, Arapça gibi diller de olmak üzere kırka yakın dile çevrilmiş ve yayınlandığı her ülkede en çok satan kitap olma başarısını elde etmiştir.






    TUTUNAMAYANLAR



    Tutunamayanlar, alışılmışın dışında bir romandır. Belirli bir olayı sergilemekten çok; izlenimler, çağrışımlar, taşlamalar, ayrıntılar ve ruhsal çözümlemelerle oluşur. Bu bakımdan, özetlenmesi güçtür. Ancak, romanın konusu, kısaca şöyle açıklanabilir:
    Genç Mühendis Turgut Özben yakın arkadaşı Selim Işık’ın kendini bir tabancayla vurduğunu gazetelerden öğrenir. Olayın çok etkisinde kalır. İntiharın sebeplerini merak eder. Bu amaçla araştırmalara girişir. İlkin Selim’in arkadaşlarından Metin ve Esat’la görüşür. Metin kendisine şunları anlatır: Metin’in Zeliha adlı bir kızla ilişkisi vardır. Selim, kızın ona uygun düşmediğini söyler. Fakat Metin kızı bırakınca, bu kez Selim ona tutulur. Metin bunun üzerine yeniden kıza yanaşır. Kız ise bir süre sonra onlardan ayrılır, başkasıyla evlenir.

    Esat da Selim için şunları söyler: Selim’i lise öğrencisi iken tanır. İlginç, zeki, oyuncu bir çocuktur. Çok kitap okur. Wilde’a hayrandır. Fakat Gorki’yi okuyunca onu sevmez olur. Esat’la oyunlar düzenlerler, birlikte eğlenirler.
    Turgut Özben, Selim’in arkadaşlarından Kargı’yı bulur. Süleyman ona Selim’in yazdığı 600 dizelik bir şiir verir. Şiire göre, “Selim Işık tek ve Türk. Ve duygulu amansız/sabırsız ve olumsuz, yaşantısında cansız” sanılan bir kişidir.

    Turgut Özben Selim’le ilişkisi olan Günseli adlı bir kızla tanışır. Günseli, Selim’e bir toplu gezintide rastlamıştır. Sıkıntılı ve asık suratlıdır. Onu avutmaya çalışır. Fakat Selim’in soru yağmuruna tutulur. O gün anlaşamazlar. Aradan bir ay geçer. Selim onu telefonla arar, buluşurlar. İlişkileri gitgide ilerler. Ne var ki, Selim evlenmeye yanaşmaz. Çok kuşkuludur, geleceğe güveni yoktur, inançsızdır, aile düzeninden de hoşlanmaz. Bağsızdır. Bir ara kendini içkiye verir. Çevreyle uyuşamaz. Sanki bir kafese kapatılmıştır. Hastalanır. “Kötü yaşarım korkusuyla hiç yaşamadığını düşünür. Günseli’ye bir mektup gönderir ve ardından intihar eder.

    Selim, son günlerinde “Tutunamayanlar” üstüne bir ansiklopedi hazırlamaya girişir. Orada kendisine de bir madde ayırır. Bu maddede belirttiğine göre, Selim bir kasabada doğmuştur. Babası bir memurdur. Küçükken ağır bir hastalık geçirir. Altı yaşında ailesiyle büyük bir şehre göçer. Sabri adlı bir çocukla arkadaş olur. Okula gider. Uzun boylu olduğundan arka sıraya oturtulur. Sınıfta çok konuşur. Ortaokuldayken Pitigrilli’yi okur. Sonra kızlarla dolaşmaya başlar. O sırada Dünya Savaşı patlar. Askerliğini yaparken Kargı ile tanışır. Askerlik bitince açıkta kalır. Kimse ona sahip çıkmaz. Kendi kabuğuna çekilir.

    Turgut Özben araştırmaları sırasında yavaş yavaş kendi benliğini tanır: O da tutunamayanlar biridir. Kendini o zamana değin birtakım törelerin, alışkanlıkların yönettiğini sezer. Gitgide bağsızlığa doğru kayar. Evinden ayrılır. Bir trene binip gider. Gözden kaybolur…

  6. #26
    **NUR** Beyza - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    10 Eylül 2006
    Yer
    Konya, Turkey
    Mesajlar
    4,214
    Tecrübe Puanı
    100

    Standart --->: Roman Özetleri




    AYAŞLI VE KİRACILARI


    Ayaşlı İbrahim Efendi eşkıyalık, zaptiye çavuşluğu, arzuhalcilik, otelcilik gibi türlü işlere girmiş bir adamdır. Bir ara hapse de düşmüştür. Şimdi ucuza aldığı dokuz odalı dairesini ayrı ayrı ailelere kiraya vererek geçinmektedir. Otelcilikten deneyimi olduğundan kiracıları iyi yönetir. Katın mutfak, banyo ve tuvaleti ortak kullanılır. Kiracılar, ister istemez, içli dışlı olurlar.

    Haki Bey ile Turan Hanım sık sık kavga ederler. Turan Hanım, bütün kiracıları kumara alıştırarak paralarını sızdırmaya çalışır.

    İskender Bey fabrikatör olduğunu söyler; ama uyuşturucu maddeler satar, bundan ötürü sık sık başı polisle derde girer.

    Hasan Bey, eskiden büyük bir çiftliğin sahibidir. Şimdi her şeyini yitirmiştir. Yaşlanmıştır. Geçmişini unutmak için sık sık içer, umutsuzluk onu günden güne tüketir.

    Şefik Bey, eskiden konsolos olduğunu söyler. Görevli bulunduğu günlerde adı bazı kötü işlere karışır. Erken emekliye çıkarılır. Ama memuriyeti sırasında epeyce vurgun yapmıştır.

    Pisliğinden, cimriliğinden dolayı başta Hizmetçi Halide olmak üzere bütün kiracılar ondan iğrenirler.

    Odun ve kömür satıcısı Abdulkerim Bey, Buharalı’dır. Evlidir ve bir çocuğu vardır. Çocuklarının dengesiz ve şımarık davranışlarından ötürü aile, öteki kiracılarla kavgalıdır.

    Ev sahibi İbrahim Efendi ise, üvey kızı Faika, damadı Şoför Fuat, Fuat2ın felçli annesi ile bir arada oturmaktadır.
    Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/showthread.php?p=11541

    Ayaşlı’nın kiracılarının değişik kişilikleri vardır. Aralarında bir de banka memuru bulunur. Evin içinde geçen olayları, dedikoduları anı biçiminde bize yansıtan odur.
    Birbirleriyle iyi kötü geçinip giden bu insanlar, bir süre sonra yavaş yavaş dağılmaya başlarlar.

    Önce, öteden beri çevresini beğenmeyen, gözü yüksek sosyetede olan Turan Hanım, durumunu düzeltince başka bir eve taşınır. Şefik Bey bilinmeyen nedenlerle öldürülür. Hasan Bey felç olur. İskender Bey tutuklanır. Böylece kiracılar evden teker teker ayrılırlar. Evde mal sahibi ile yakınları kalır. Fakat Ayaşlı İbrahim Efendi de bir gün hastalanarak ölür. Geriye kalan kız da başka yere taşınır

  7. #27
    **NUR** Beyza - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    10 Eylül 2006
    Yer
    Konya, Turkey
    Mesajlar
    4,214
    Tecrübe Puanı
    100

    Standart --->: Roman Özetleri


    Yazdığı “Açlık” romanıyla 1920 Nobel Ödülü almış Norveçli bir yazar. Bu roman daha sonraki birçok esere öncülük etmiştir.

    Konu: Romanda kalemiyle geçinen bir yazarın karşılaştığı zorluklar, çektiği sıkıntılar ve bu olumsuzluklar karşısında onurundan ve ahlaki değerlerinden taviz vermediği anlatılmıştır.

    Anafikir: İnsanların karşılaştığı zorluklarla mücadele etmesi gerektiği, yaşam savaşı vermesi ve hiçbir zaman ahlak dışı davranışlara başvurmaması anlatılmıştır.


    Özet
    Yazar gazetelere belli bir ücret karşılığı makale yazıyor. Ama belirli bir yerde sabit bir işi yok. Bazı zamanlarda yazıları geri çevriliyor veya cevap alamıyor ve işleri hep ters gidiyor. Günlerce beklemek zorunda kalıyor. Başka hiçbir geliri olmadığı için hayatı yazarlığa bağlı. Günlerce aç kaldığı zamanlar oluyor. Bazı geceler açlıktan uyuyamıyor ama hiçbir zaman ahlaki değerlerinden taviz vermiyor. Sonunda kirada oturduğu evden de parası olmadığı için çıkmak zorunda kalıyor ve sokaklarda yaşamaya başlıyor. Öyle aç kaldığı günler oluyor ki haftalarca bir şey yemiyor. Artık üzerindeki eşyaları satmaya başlıyor. Bu çilekeş hayatı aylarca devam ediyor. En sonunda bir gemiyle kendisine ne iş verirlerse yapacağını söyleyip şehirden ayrılıyor.







    ÖZET

    George ve Lennie çiftliklerde dolaşarak işçilik eden iki arkadaştır. George ufak tefek, canlı, yanık tenli, keskin bakışlı bir adamdır. Lennie ise iri bir insandır. Ölgün gözler düşük ama geniş mi geniş omuzlara sahiptir. George ve Lennie iki zıt kutup oldukları halde aralarında büyük bir dostluk vardır. Bu büyük dostlukta, birlikte hep çalışarak çiftlik ararlarken kat ettikleri yollar boyunca kendini göstermiştir. Birbirlerine çok bağlanmışlardır.

    Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/showthread.php?p=11542
    George akıllıdır, işini bilir. Tabiatı sever. Lennie ise dev kuvvetine sahiptir. Fakat ruhen çocuktur. Halleri davranışları çocukçadır,aptalcadır. Lennie’nin yumuşak bulduğu her şeyi okşama alışkanlığı vardır. Bu ikisi Soledad kasabasının çiftliğinden bir iş haberi alırlar ve hemen yola koyulurlar. Oraya vardıklarında bu çiftliğin patronu bunları pekte iyi karşılamaz. Patronla kalmayıp birde patronun oğlu çıkar başlarına dert. Kendisi ufak tefek olduğundan Lennie gibi iri vücutlu insanlara gıcık kapar ve bu tip insanları hiç sevmez. Adamın adı Curley’dir. Ama bu Curley’nin başında da bir dert vardır. Yeni evlendiği karısı. Çiftlikte fingirdemediği adam kalmadı derler onun için ve gözünü yeni gelen George Ve Lennie’ye dikmiştir. Çiftlikteki en iyi arkadaşları Slim’dir (özellikle George’un) Çiftliğin bunağı ise Candy denilen bir eli bileğinden kesilmiş olan bazıları için işe yaramayan yaşlı bir adamdır. George ve Lennie’nin planları bu çiftlikte bir ay çalışıp kendilerine bir çiftlik satın almaktır. Tabii Candy’i ve Candy’nin biriktirdiği parasını yanların alarak…

    Üç kişinin haydi kendi topraklarını işlemek, kimsenin emri altına girmemektir. Lennie’nin tek isteği ise evlerindeki tavşanlara kendisi bakmak istemesidir.Çiftlikte birde seyis vardır. Ama zenci olduğu için diğer çalışanlar tarafından dışlanıyordur. Çiftlikte akşamüstü iş bittikten sonra nal oyunu oynanır. Milletin tek eğlencesi bu oyundur. O sırada Lennie samanlıkta Slim’in ona verdiği köpekle oynuyordur. Ama daha önce fareyi severken öldürdüğü gibi bu köpek yavrusunuda oracıkta aşırı sevmekten öldürmüştür. Daha sonra Lennie’nin yanına Curley’nin fingirdek karısı gelir. Lennie kadınla biraz konuştuktan sonra kadın aynen “benim saçımda yumuşaktır gel benimkini de okşa” demiştir. Lennie tuttuğu saçı bırakmadığı için kadın korkuya kapılmıştır ve çığlıklar atarak samanlığı ayağa kaldırır. Lennie’de buna sinirlenerek kadının ağzını kapatır ve onu nefessizlikten öldürür. Oradan hızlıca kaçar. Bunun üzerine çiftlikteki herkes başta Curley olmak üzere Lennie’yi aramaya çıkarlar. Lennie ise daha önceden başlarına bir olay gelirse George ile anlaştıkları çalılıkların arkasına kaçmıştır. George’u buldukları yerde öldüreceklerini bilmektedir. Lennie çocuk ruhlu olduğu için kendini savunması çok zordur. George kahrolurken Lennie’nin saklandığı yere gelmiştir bile. Lennie elindeki küçük ölü köpek yavrusuyla onu beklemektedir. George Lennie’nin arkasına ona hüzünlü hüzünlü bakar. Lennie sahip olacakları evi ve bakacağı tavşanları hayal ederken bir el silah sesi duyulur. Curley ve çalışanlar yanlarına geldikleri zaman Lennie’yi yerde ölü olarak yattığını görürler ve George’a aptal aptal bakarlar. George olayın etkisinden kurtulamaz ve teselli için Slim’le birlikte olay yerinden uzaklaşırlar

  8. #28
    **NUR** Beyza - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    10 Eylül 2006
    Yer
    Konya, Turkey
    Mesajlar
    4,214
    Tecrübe Puanı
    100

    Standart --->: Roman Özetleri




    NIETZSCHE AĞLADIĞINDA

    KAHRAMANLARI:

    NİETZSCHE: Henüz iki kitabı yayımlanmış, kimsenin tanımadığı bir filozof.Yalnızlığı seçmiş.Acılarıyla barışmış.İhanete uğramış.Tek sahip olduğu şey,valizi ve kafasında tasarladığı kitaplar.Evli değil.Tanrıyı öldürmüş.'Ümit kötülüklerin en kötüsüdür,çünkü işkenceyi uzatır' diyerek bir ümitsizlik çukurunda olduğunu belirtiyor.

    BREUER: Efsanevi bir teşhis dehası. Ümitsizlerin kapısını çaldığı doktor. Psikanalizin ilk kurucularından. Kırkında,bütün Avrupalı sanatçı ve düşünürlerin doktoru olmayı başarmış.Güzel bir karısı ve beş çocuğu var.Zengin.Saygın.

    FREUD: Breuer'in arkadaşı. Henüz genç. Geleceği parlak.Şimdi yoksul.

    SALOME: Erkeklerin başını döndüren kadın. Çekici.Özgür.Evliliğe inanmıyor.Bazen aynı anda birçok erkekle beraber oluyor.Sanatçı ve düşünürleri tercih ediyor.

    KİTABIN ÖZETİ:
    Bir gün erkeklerin başını döndüren kadın, Salome,Nietzsche'den habersiz Breuer'e gelir.Ümitsizlik içinde olan Nietzsche'ye yardım etmesini ister.Doktor da kadının çekiciliğine kapılıp bu isteği kabul eder.Çünkü doktor da o sırada yasak bir ilişkiden yeni çıkmıştır.Hastasına tedavi sırasında aşık olmuş ve kendini ona iyice bağlamıştır.O da bunun farkındadır fakat hislerinin önüne geçemez.Bu ilişki hastasının ondan hamile olduğu yalanını uydurmasıyla son bulur.Breuer onu başka bir doktora nakleder.İşte bu ilişkiyi tam unutmuşken karşısına Salome çıkar.Salome Nietzsche'yi ikna edip Breuer'e gönderir.Fakat Nietzsche çok gururlu,hiç kimseyle konuşmayan,derdini kimseyle paylaşmayan birisidir.Ruhsal sorunu olduğunu da kabul etmez.Bunun yüzünden de Dr. Breuer onun fizikselhastalıklarını tedavi ediyormuş gibi görünerek psikolojisini anlamaya çalışır.(fiziksel hastalık olarak da stresten kaynaklanan migreni vardır.)Dr.Breuer tedavileri sırasında onun özel yaşamı hakkında bilgi almaya çalıştıysa da Nietzsche tek bir kelime bile etmez.Doktor en sonunda ondan hiç bir ücret talep etmeden onu bir sanatoryuma yatırmayı,migreni için üzerinde ilaçlar denemek istediğini ve bu gözlemler için de gözünün önünde olmasını uygun gördüğünü söyler.FakatNietzsche bunu kabul etmez ve doktordan tedaviyi bitirmesini ister.Doktor bu duruma çok üzülür.Hem arkadaşı hem de öğrencisi olan Freud'la hep onun hakkında konuşur, uyguladığı tedaviyi arkadaşına anlatıp onun da fikrini alır.bu konuşma gününün gecesinde Dr.Breuer uyuyacakken kapı çalınır ve kendisini Herr Schlegel olarak tanıtan bir adam evinde kalmakta olan bir hastadan söz eder vedoktora bir kart uzatır.Kartın üstünde Prof. Friedrich Nietzsche Filoloji Profesörü yazıyordur.Doktor bunu okuyunca hemen Herr Schlegel'le birlikte Nietzsche'nin kaldığı yere doğru yola koyulur.Yolda Nietzsche hakkında bazı bilgiler edinmeye çalışır.Nietzsche'nin kaldığı yere geldiklerinde Dr. Breuer çok şaşırır.Nietzsche odanın bir köşesinde duran ufak bir yatakta koma halinde uyuyordur.Morarmış bir yüz,çökmüş gözler,her yanı buz kesilmiş solgun bir vücut.Dr.Breuer Nietzsche'nin başına masaj uygulamaya başlar.30-35dk.sonra Nietzsche kendine gelmeye başlar ve doktordan yardım etmesini ister.Doktor bunu duyduğunda çok şaşırır.Çünkü Nietzsche'yi kimseye muhtaç olmayan biri olarak tanımıştır.Breuer sabaha doğru Nietzsche'yi yalnız bırakarak diğer hastalarını kontrol etmeye gider.Geri döndüğünde Nietzsche kendine gelmiştir.Dr.Breuer'e minnetlerini sunduktan sonra borcunu nasıl ödeyeceğini sorar.Doktorda bunun üzerine daha uzun bir süre tedavi altında tutulması gerektiğini ve bir ilaç tedavisi uygulayacağını söyleyerek klniğe yatmak zorunda olduğunu yineler.Fakat Nietzsche o gün oradan ayrılmak zorundadır.Breuer'de bunu engellemek için bir öneri hazırlar ve bu öneriyi ertesi gün muayenehanede Nietzsche'ye sunar.Önerisi ise kendisinin Nietzsche'nin fiziksel semptomlarını tedavi eden beden doktoru olacağını,Nietzsche'nin de bunun karşılığında Breuer'in ruh ve zihin doktoru olmasıdır.Nietzsche ilk başta bunu kabul etmediyse de doktora borçlu olduğu için bunu borcunu ödeme şekli olarak kabul eder.Artık sanatoryuma yatar ve doktorla birbirlerine tedavi uygulamaya başlarlar.Bu tedaviler sırasında doktor kendi sorunlarını biraz abartarak anlatır ki Nietzsche itiraf sürecine girmekte çabuk davransın.Fakat Nietzsche direnmekte kararlıdır.Dr.Breuer'de onun direncini kırmayarak ona yardım etme çabalarını biraz yavaşlatmaya başlar.Bu arada tedaviler sırasında gittikçe iyi arkadaş olurlar ve birbirlerine isimleriyle hitap etmeye başlarlar.Tedavi sonucunda Nietzsche'nin migreni iyice kaybolmuştur fakat ruh durumu olduğu gibi duruyordur.Tedavi sona erdiğinde ise Nietzsche o ülkeden ayrılmaya karar verir.Doktor da onu engellemek için çok çaba gösterir.Çünkü seanslar sayesinde çok iyi iki dost olmuşlardır.Breuer Nietzsche'ye kendi evinde kalmasını teklif etse de o bunu kabul etmez ve ülkeden ayrılarak ılık güneş ve yağmursuz bir havası olan İtalya’ya gider.

    KİTABIN İSMİ:
    Bir gün kadınlar hakkında konuşurlarken Nietzsche sandalyeye oturup birdenbire ağlamaya başlıyor. Breuer ağlamasının sebebini sorunca da duygularını biriyle paylaşmış olmasının onu duygulandırdığını söylüyor.Kitabın adı da bu sebepten dolayı 'NIETZSCHE AĞLADIĞINDA' konuluyor.Çünkü Nietzsche kitapta nerdeyse hiç ağlamayan,gülmeyen,katı biri olarak tasvir ediliyor.Fakat insanın duygularını bir yere kadar saklayabildiğinden en nihayetinde gözyaşlarını tutamıyor.

  9. #29
    **NUR** Beyza - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    10 Eylül 2006
    Yer
    Konya, Turkey
    Mesajlar
    4,214
    Tecrübe Puanı
    100

    Standart --->: Roman Özetleri


    ÖZET
    Dört aydır evin kirasını verememişti. Evin sahibi onu mahkemeye verecekti. Uzun süreden beri hasta olmasına rağmen yaşlı Teteri kadının evine gidebilirdi. Daha önceki yüksüğe 1.5 Ruble veren kadın yeni getirdiği saate baktı ve “1.5 Ruble” dedi. Raskonikov kabul etmek zorundaydı çünkü kata çıkana kadar kimseyle karşılaşmamıştı. Yaşlı kadın, kız kardeşi ile beraber kalıyordu evde. Çok zengin olmasına rağmen, kız kardeşi hiç miras bırakmayacaktı. Kız kardeşini çoğu zaman döver, onun her işini takip etmesi gerektiğini düşünürdü.

    Raskolnikov 1.5 Rubleyi aldı ve dışarı çıkıp bir meyhaneye gitti. Marmeladov yan masada oturuyor olmasına rağmen taşınıp sohbet etmekten kendini alamamıştı. Marmeladov eşini çok seviyordu ve üç çocuğunu da; ama çok içiyordu. O kadar ki ailenin geçimi için Sonya fahişelik yapmak zorunda kalmıştı. “Ne kadar fedakar bir kız bu Sonya” diye düşünmekten kendini almamıştı. Raskolnikov Marmeladov ‘un evine gittiklerinde eşi haykırışla onları yumruklamaya başladı. Hep içiyordu ve evdeki 20 Rubleyi götürüp içkiye vermişti. Marmeladov Raskolnikov cebindeki 50 Kapik’i oraya bırakarak uzaklaştı. Eve geldi, yorgundu. Nastasya bir mektup getirdi. Raskolnikov heyecanla okumaya başladı mektubu. Annesinden gelmişti mektup. Annesi kız kardeşi Dunya’dan bahsediyordu. Dunya, Luzhin adında çift memurluğu olan 45 yaşındaki biriyle evlenecekti. Hem Luzhin onların eşyalarıyla beraber Petersbur’ga gelmesi için yardım edecek, gelmelerini sağlayacaktı. Annesi, 60 mil ötedeki tren yoluna gitmek için bir araba ayarladığını, trende ise 3 ncü sınıfta güzel bir yolculuk yaptıktan sonra Petersburg’a gideceklerini ve onu çok özlediğini yazıyordu.

    Raskolnikov “Bu evlilik olmayacak” diye düşündü. Dışarı çıktı ve birkaç saat dolaştıktan sonra yorgun düşüp bir yerde uyukladı. Kötü bir rüya gördükten sonra uyandı. Eve gitti. Saat 7’ye yaklaşıyordu. Saat uygundu. Aşağıdaki baltayı alacak kimseye gözükmeden yaşlı tefeci kadının evine gitti. İçeri girerken onu kimse görmemişti. 2 nci katta boya yapan adamlarda onu yukarı çıkarken görmemişlerdi.

    Tefeci kadının evine girdi ve ona bir kül tablası uzattı. Kadın kül tablasına bakarken baltayı kafasına indirmişti. Kadının ölü bedeni yerde yatıyordu. İçeri daldı ve dolaptan sadece rehin verilmiş, birkaç parça altını cebine aldı. Yaşlı kadının kız kardeşiyle içeride karşılaştı. Kızın şaşkın bakışları altında baltayla onu da öldürdü. Doğrusu bir kişinin toplumdaki binlerce kişinin refahı ve mutluluğu için ölmesinin bir zararı yoktu. Üstelik bu tefeci kadın çok kötü biriydi. Kapıda birkaç kişi kapıyı vuruyorlardı. Hiç evden çıkmayan tefeci kadının, çıkacağı tutmuştu. Raskolnikov titriyor, dışarı çıkıp her şeyi itiraf etmek istiyordu ama yapmadı. Dışarıdakilerden biri kapının içeriden sürgülü olduğunu fark etti. Yaşlı kadına bir şey olduğunun farkına vardılar. İki kişi Kapıcıyı çağırmak için aşağı indi. Bu kaçmak için tam fırsattı, Raskolnikov kapıyı açtı, hızla merdivenlerden inmeye başladı, aşağıdan gürültü gelmeye başlayınca Raskolnikov boyacıların dairesinin kapısının arkasına saklandı ve kapıcı ile üç adam yukarı çıkınca o da dışarı çıkıp değişik bir yoldan eve gitti. Baltayı aldığı yere bıraktı. Çok korkmuştu ve titriyordu. Aldığı mücevherleri ve kıymetli takıları dışarıda bir yerde saklamayı ihmal etmedi.

    “2 gün geçti hala uyanmadı” diye düşünüyordu Üniversite arkadaşı Razumikin. Doktor Zozimov hastalığı atıp kendisine geleceğini söylüyordu. Ama Raskolnikov uyanınca arkadaşını ve doktoru isteksiz bir vaziyette evden kovdu ve dışarı gidip bir bara oturdu. Eski gazeteleri okurken yanına gelen bir polis memuru melenkolik ve deli bir ruh haliyle cinayetten bahsedip, üstü kapalı her şeyi anlattı. Korktuğunu, endişelendiğini hiç hissettirmedi.

    Ertesi gün eve geldiğinde annesi ve kız kardeşi Dünya’ nın kendisini beklediklerini gördü. Çocuğun halini gören anne şaşkınlıkla titriyordu. Onu ertesi gün bay Luzbinin geleceği görüşmeye çağırırken korkmuştu. Ertesi gün bay Luzbin onları ziyaret etttiğinde, Raskolnikov haklı çıkmanın gururu ile gülüyordu. Bay Luzbin kız kardeşi çok aşağılamış, onların fakir bir aile olduğunu değerlendirerek fazla istekte bulununca evden kovulmuştu. Hemen ardından Raskolnikov “elveda” diyerek evden ayrıldı.

    İnanamıyordum. Annesi oğlunun bu tavırla doğrusu ağlamaktan başka yapacak bir şeyleri yoktu. Raskolnikov melenkolik halde evi terkederken her nasılsa arkadaşı Ramuskin’e onları emanet etmeyi de ihmal etmemişti.
    Bay Marmeledov’un cenazesi için evine gittiğinde Sonya’da oradaydı Sonya’ya karşı inanılmaz bir his içindeydi. Ailesi için Sonya’nın yaptığı fedekarlık onun gözlerini büyülemişti. Birkaç gün boyunca Sonya’yı düşündü ve fırsat buldukça onunla konuşmaya çalışarak geçirdi vaktini.
    Polis memuru porifiri Raskolnikov’un (Mihailovis adında genç biri cinayeti işlediğini itiraf etmiş olmasına rağmen) cinayet işlediğini biliyor ve onun psikolojik durumunu bildiği için, itiraf etmesi için onu sıkıştırıyor ama tutuklamayacağını söylüyordu. Cinayeti işlediğini Sonya’ya itiraf etmişti. Sonya’da Raskolnikov’a “gidip teslim olmasını, yere kapanıp Allah’tan ve insanlardan özür dilemesini” istiyordu.

    Sonuç olarak Raskolnikov vicdanının verdiği acıya dayanamayıp suçunu polise itiraf etti. 1.5 yıldır Sibirya’daydı Raskolnikov. Petersburg’ a, Razumukin ve kardeşi Dunya evlenmişlerdi. Mahkeme Raskolnikov’un iyi hali, parayı kullanmadığı, daha önceki yaşamında verimli bir üniversite öğrenimi yaptığı, fedakar kişiliği ve kendi kendine teslim olmasından dolayı, çok az bir cezayla 8 yıl kürek mahkumiyetine çarptırıldı. Raskolnikov’u Sonya her gün ziyaret ediyordu. Sibirya da ailesi ile sürekli mektuplaşan Sonya, Ramuzkin ve Dunya’nın tek haber kaynağıydı. Raskolnikov,Sonya’nın sevgisi ile hayata bağlandı ve geleceğin planlarını beraber hayal etmeye başladılar.

  10. #30
    **NUR** Beyza - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    10 Eylül 2006
    Yer
    Konya, Turkey
    Mesajlar
    4,214
    Tecrübe Puanı
    100

    Standart --->: Roman Özetleri


    Harvard Üniversitesi Simge-Bilim Profesörü Robert Langdon, Paris'te iş gezisindeyken, gece yarısı, Louvre'un yaşlı müdürünün ölü bulunduğu haberini alır. Langdon ve yetenekli Fransız kriptoloji uzmanı Sophie Neveu, cesedin etrafındaki izleri takip ederek bu garip esrar perdesini araladıkça, ipuçlarının onları Da Vinci'nin tablosuna götürdüğünü keşfederler. Büyük usta bu sırrı herkesin görebileceği bir yere, ünlü eseri Mona Lisa tablosunun içine gizlemiştir.

    Langdon bu garip bağlantıyı açığa çıkarınca tehlike artar. Cinayete kurban giden müze müdürü de, Sir Isaac Newton, Botticelli, Victor Hugo, Da Vinci ve aralarında diğer ünlülerin de bulunduğu gizli bir kuruluş olan Sion Manastırı Derneği'nin bir üyesidir.

    Langdon, aydınlatmaya çalıştıkları bu tehlikeli sırrın yüz yıllardır tarihin derinliklerinde gizlendiğinden şüphelenir. Böylece Paris ve Londra sokaklarında amansız bir kovalamaca başlar. Langdon ve Neveu, kendilerini, atacakları her adımı önceden bilen esrarengiz olduğu kadar da çok zeki olan bir adamla karşı karşıya bulurlar. Eğer bu karmaşık bilmeceyi çözemezlerse Priory'nin büyük yankılar uyandıracak bu çok eski gerçeği ebediyen kaybolacaktır.

    Da Vinci Şifresi Yorumlar :


    "Dan Brown, ülkedeki birkaç usta yazardan biri. Da Vinci Şifresi üstün bir zeka tarafından kurgulanmış harika bir gerilim romanı.'"
    - Nelson DeMille-


    '"Entrika ve tehlikenin iç içe geçtiği okuduğum en iyi gerilim romanı. Kelime oyunları, gizemler ve bulmacalarla örülmüş akıllara durgunluk veren bir öykü.'"
    - Clive Cussler-


    '"Dan Brown'ı yeni keşfettim. Da Vinci Şifresi düşündürücü olduğu kadar aynı zamanda büyüleyici. Tarih meraklılarına, komplo çılgınlarına, bulmaca meraklılarına ve gerilim öyküsü severlerinin bir solukta okuyacakları olağanüstü bir roman. Ben bu kitaba bayıldım! '"
    - Harlan Coben-


    '"Böylesine bir gerilim romanı yazılabileceğini hayal dahi etmezdim. Ama size bir şey söyleyeyim mi? Bu kitabı elimden bırakamadım. Da Vinci Şifresi'nde Dan Brown büyüleyici ayrıntılarla zenginleştirdiği inanılmaz bir dünya kurmuş. Okumaya doyamadım. Bay Brown size hayranım.'"
    - Robert Crais-


    Leon Werth'e

    Bu kitabı bir büyüğe sunuyor olmamdan
    dolayı çocuk okurlarımın beni hoş
    görmelerini dilerim. Bunu yapmamın çok
    ciddi bir nedeni var: O. benim dünyadaki
    en iyi arkadaşım. İkinci nedenim de şu: Bu
    adam her şeyi anlıyor, çocuk kitaplarını
    bile. Üçüncü bir nedenim daha var:
    Fransa'da yaşıyor şu anda, aç ve üşüyor.
    Biraz yüreğinin ısıtılması ona iyi gelir.
    Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/showthread.php?p=11545
    Eğer bütün bu nedenler size yeterli
    gelmiyorsa, o zaman ben de bu kitabı onun
    çocukluğuna armağan ederim. Bütün
    büyüklerin bir zamanlar çocuk olduğunu
    biliyoruz: pek azı bunu hatırlasa da...
    Neyse, sunuşumu şöylece değiştiriyorum:

    Leon Werth'in çocukluğuna...

    ( Antoine de Saint-Exupéry)

    Kitaptan alıntı :

    SEVDIM SENI BIR KERE

    Küçük Prens'i bilir misiniz?Saint Exupery'nin çocuklar için yazdigi ama onlardan çok biz kocamanlara hitap edebilecek düzeydeki masal kitabi.Masalin bir yerinde Küçük Prens bir tilkiyle karsilasir.Kendisiyle arkadas olmasini istedigi tilkiyle prens arasinda su dialog geçer:

    - Gel benimle oyna.O kadar mutsuzum ki..
    - Seninle oynayamam ben evcil degilim.
    - A özür dilerim!"Evcil" ne demek?
    - Sen henüz benim için dünyada yasayan diger çocuklardan hiç de farkli degilsin.Benim sana ihtiyacim yok.Ama senin de bana ihtiyacin yok.Ben de senin için yüzbin tilkiden daha farkli degilim.Ama beni evcillestirirsen birbirimize muhtaç duruma geliriz.Sen benim için dünyada bir tane olursun, ben de senin için bir tane olurum.

    Tilki konusmasini sürdürür,
    - Yasantim çok tekdüze..Ama beni kendine alistirirsan yasantim aydinlanmis olur.Digerlerinden farkli bir ayak sesi tanimis olurum.Bütün ayak sesleri kovuguma gizlenmeme yol açiyor..Seninki ise yuvamdan çikmama yarayacak bir müzik parçasi olacak.Hem bak oradaki bugday tarlalarini görüyor musun?Ben ekmek yemem,bugday benim için hiç bir şey değildir.Bugday tarlalarini anlamsiz bulurum ama senin saçlarin altin renginde.. Beni kendine alistirinca altin renkli basaklar bana seni hatirlatacaklar.Rüzgarin bugday tarlalarinda çikarttigi sesi de sevecegim..


    Tilki sustu ve uzun uzun Küçük Prens'i seyretti.
    - Ne olur beni kendine alistir..
    Böylece Küçük Prens tilkiyi kendine alistirdi,evcil hale getirdi..Ayrilik saaati yaklasirken tilki:
    - Ah aglayacagim, dedi
    - Bu da senin suçun.Ben sana fenalik yapmayi düsünmemistim ama sen evcil olmakta direndin. Simdi de agliyorsun.
    - Evet,evet
    - O halde bu isten hiç bir sey kazanmadin!
    - Hayir kazandim.. Basak rengini unutuyor musun?

    nbsp; Tilkiye basak renginin Küçük Prens'in altin rengi saclarini hatirlatmasi,
    rüzgarin bugday tarlalarinda çikarttigi sesi daha çok sevdirmesi size yabanci gelmedi degil mi?Yoksa güldügünde kaybolan bir çift göz gördügünüzde,hiç ummadiginiz bir anda "o sarki"nin ezgileri kulaginizi doldurdugunda,çayini üç şekerle içen,deniz kabuklari biriktiren,kedilere bayilan,mükemmel makarna yapan birileriyle tanistiginizda hatirladiginiz bir küçük prensiniz yok mu hayatinizda?

    Su ise bakin! Ask ne kadar yassiz bir duygu ki bir çocuk kitabindan ciddi ciddi bir ask yazisi çikartilabiliniyor. Bunda pek de sasilacak bir sey yok gerçi..Çocuklugumuza en çok yaklaştigimiz halet-i ruhiyemiz degil mi ask dedikleri..


Sayfa 3/5 İlkİlk 12345 SonSon

Benzer Konular

  1. Rüzgârla Gelen - Cathy Lamb Kitap Özetleri
    By Mustafa Uyar in forum Kitap Özetleri
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 19.Nisan.2015, 11:13
  2. Nehirlerin Kadını - Philippa Gregory Kitap Özetleri
    By Mustafa Uyar in forum Kitap Özetleri
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 19.Nisan.2015, 11:12
  3. Sensiz Bir İlkbahar - Agatha Christie Kitap Özetleri
    By Mustafa Uyar in forum Kitap Özetleri
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 19.Nisan.2015, 11:11
  4. Gitmene Asla İzin Vermeyeceğim - Hope Tarr Kitap Özetleri
    By Mustafa Uyar in forum Kitap Özetleri
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 19.Nisan.2015, 11:11
  5. kitap özetleri ...
    By soleil in forum Kitap Özetleri
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 21.Ocak.2009, 23:13

Bu Konudaki Etiketler


Search Engine Optimization by vBSEO 3.6.0 PL2 ©2011, Crawlability, Inc.