Giriş


REFORMTÜRK 17. YIL


Sayfa 5/5 İlkİlk ... 345
49 sonuçtan 41 ile 49 arası
  1. #41
    **NUR** Beyza - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    10 Eylül 2006
    Yer
    Konya, Turkey
    Mesajlar
    4,214
    Tecrübe Puanı
    100

    Standart --->: Roman Özetleri


    Dünyayı Değiştiren Beş Denklem
    Matematiğin Gücü ve Şiirselliği

    Five Equations That Changed The World - 1995

    Michael Guillen

    Çeviri: Gürsel Tanrıöver

    Sayfa Sayısı: 283
    Boyutları: 13,6 x 21,5 cm
    ISBN 975-403-206-8

    Harvard Üniversitesi'nde fizik ve matematik dersleri veren, Amerikan ABC televizyonunda bilim editörü olarak görev yapan Michael Guillen, Dünyayı Değiştiren Beş Denklem'de, günlük hayatımızı kalıcı bir biçimde değiştiren beş denklemin hem matematiğini hem de öyküsünü anlatıyor. Bu denklemlerin öyküleri bir yandan beş büyük bilim adamının portresini çizerken bir yandan da okuyucuya 17. yüzyıldan günümüze değin bilimin ve bilim-insan ilişkisinin kesintisiz bir tarihsel kaydını sunuyor. Çok soyut gibi görünseler de, etkileri son derece somut olan bu beş denklem, aslında bilimin o meşhur elmadan kötü şöhretli atom bombasına doğru çıktığı yolculuğun beş önemli kilometre taşı...




    Ivo Andriç Drina Köprüsü
    ıvo andriç
    İvo Andriç, 1892 yılında Bosna'da dünyaya gelmiştir. İvo Andriç, babasının ölümünden sonra, annesi ile Drina ırmağı yakınındaki Vişegrad'a taşınmıştır. Çocukluğu burada geç­miştir. Viyana, Zagreb, Krakov ve Graz üniversitelerinde öğ­renim görmüştür. Felsefe, Slav tarihi ve edebiyatı okumuştur. Politika ile yakından ilgilenen İvo Andriç, Slav ulusunun kur­tuluşunu sağlamaya çalışan devrimci gençlik örgütüne gir­miştir. Bir yıl kadar hapiste yatmıştır. İkinci Dünya Savaşına kadar konsolosluk ve elçilik yapmıştır. Başlıca eserleri: Ali Cercelez'in Yolu, Travnik Kroniği, Matmazel, Hapishane Anı­ları'dır.
    DRİNA KÖPRÜSÜ
    İvo Andriç'in en ünlü eseridir. Pek çok kez basılan bu ro­man 1961 yılında Nobel Edebiyat Ödülü almıştır.
    Romanın başkişisi Drina köprüsüdür. Köprünün kaderiy­le benzer kaderi olan insanların hayatı, gelenek ve görenek­leri, inançları anlatılmaktadır. Eserde köprü vesilesiyle Os­manlı İmparatorluğunun çöküş süreci ve Birinci Dünya Sa­vaşı da işlenmektedir.

    Başlıca Kahramanlar
    Abid Ağa: Osmanlı İmparatorluğunu yıkılışa sürükleyen beceriksiz idarecilerdendir. Zalim, bencil, makam hırsıyla do­lu, sert, katı yürekli bir yöneticidir.
    Mimar Tosun: Sonradan Müslüman olmuş bir Rum'dur. Abid Ağa'nın yardımcısıdır.
    Arif Bey: Abid Ağa görevden alındıktan sonra Drina köprüsünü inşa etmekle görevli mimardır. Dürüst, ince, yu­muşak, iyi niyetli bir kişidir.
    Yelisey ve Mile: Suçsuz yere başları kesilen iki efsane­vi, saf köylüdür.
    Davut Ağa: Hanın yöneticisidir. Akıllı, azimli, inatçı, va­tanı için delice çalışan biridir.
    Molla İbrahim: Müslüman cemaatin lideridir. Rahip Nikola ile çok iyi geçinen, bilgili bir kişidir. Kekeme, merha­metli, zengin biridir.
    Rahip Nikola: Ortodoks cemaatinin lideridir. Hoşgörü­lüdür, Molla İbrahim'le dosttur.
    Davit Levi: Kasabanın hahambaşısıdır. Zengin, zayıf, güçsüz, biraz da korkak bir kişidir.
    Yoso: Rahip Nikola yaşlandıktan sonra yanına aldığı yardımcısıdır.
    Fato: İstemediği bir gençle evlenmek zorunda bırakıldığı için intihar eden güzel bir Boşnak kızıdır.
    Lotika: Kasabada bir restoran işleten, güzel, çalışkan, otoriter bir Yahudi kadınıdır.
    Ali Hoca: Kasabanın eskiden zengin, önde gelen ailele­rinden birine mensup olan Ali Hoca, dürüst, bilgili, mantıklı bir insandır.

    ÖZET
    Drina, sarp dağlar arasında akan bir ırmaktır. Drina'nın sağ tarafında Vişegrad kasabası bulunmaktadır. Sol kıyısında ise bir başka mahalle vardır. Kasaba ve mahalleyi birbirine bağlayan çok güzel bir köprü vardır: Drina köprüsü. Köprü, Bosna'yı Sırbistan'a, Osmanlı İmparatorluğuna, hatta İstan­bul'a bağlayan biricik bağdır. Köprünün sol tarafında yaşa­yan Hıristiyanlarla sağ tarafında yaşayan Müslümanlar iç içe yaşamaktadır.
    Köprü yapılmadan önceki devirlerde, köprünün hayalini ilk kez, buradan 1516'da İstanbul'a götürülen bir oğlan çocu­ğu kurmuştur. Bu çocuk, Osmanlı'nın ünlü sadrazamı Sokul­lu Mehmet Paşa'dır. Drina yakınlarında bir köyde Hristiyan bir aileye mensup olan Sokullu Mehmet Paşa on yaşlarında devşirme olarak Osmanlı sarayına, götürülmüş, kısa sürede yükselmiş, Osmanlı İmparatorluğunun genişlemesinde çok büyük katkıları olmuştur.
    Sokullu Mehmet Paşa, hâlinden çok memnun olmakla birlikte bazen asıl memleketini ve Drina'yı hatırlamakta, için­de buruk bir acı hissetmektedir. Bu acıyı dindirmek için, Drina'ya çok mükemmel bir köprü inşa ettirmeye karar verir.
    Sokulu Mehmet Paşa'nın karar verdiği yılın ilkbaharında inşaat başlar. Kasabaya çok kalabalık bir kafile gelir. Köp­rünün mimari Abid Ağa'dır. Geldiği ilk gün halkı, acımasız­lığıyla korkutur. Sonbahara kadar inşaat devam eder, köprü­nün birinci kısmı sona erer. Abid Ağa, baharda geri dönece­ğini, döndüğünde köprüyle ilgili en ufak bir zarar olursa hal­kın tamamını cezalandıracağını söyler.
    İlkbaharda yanında Dalmaçyalı taşçılarla yeniden gelir. İşçilerin çokluğu kasabayı huzursuz etmekte; fakat kasabalı korkudan ses çıkaramamaktadır. Abid Ağa, halktan pek çok kişiyi köprüde karşılıksız çalışmaya zorlamaktadır. Köylüler is
    yan etmeye başlar, köylülerden Radisav adında biri halkı ga­leyana getirmektedir. Gece, geç saatlerde hıncından köprüye zarar verir. Radisav yakalanır. Radisav'in önce tüm vücudu­na kızgın zincirler vurulur, halkın önünde kazığa geçirilir. Bu olay, Abid Ağa'nın katı yürekliliğini ve korkunçluğunu köylü­ye daha iyi gösterir. Gece olunca işkenceden ölen adamı ya­kınları gizli bir şekilde Drina'nın yakınlarında bir mezara gö­merler. Aralık ayındaki sert kışla işkenceler ve inşaata tekrar ara verilir ve Abid Ağa kafılesiyle köyden ayrılır.
    İlkbaharda inşaat için gelen Abid Ağa değildir. Abid A-ğa'nın köyde yaptığı eziyetler sadrazamın kulağına gitmiş, sadrazam Abid Ağa'yı sürgüne göndermiştir. Abid Ağa'nın yerine gelen Arif Bey, yine bir kafileyle gelir. Arif Bey, son hızla köprünün yapımı için uğraşırken herkese hakkını öde­mektedir.
    Yıllar geçmekte, köprü ve yanında yapılan han çok ya­vaş ilerlemektedir. Kasabadakiler yavaş yavaş köprüden ümitlerini kesmişlerdir. Bu arada kasabalının hemşehri olarak gördüğü Sadrazam Mehmet Paşa öldürülmüştür. Bir cuma maiyetiyle birlikte camiye giderken meczup bir derviş sadaka istemek için sadrazama elini uzatır. Sadrazam para verilmesi için emir verip arkasına döndüğünde derviş bir kasap bıçağı ile sadrazamı öldürür. Kasaba bu olayı duyduğunda çok üzülür. Drina üzerindeki muhteşem köprü ve han onun eseri olarak sonsuza dek yaşayacaktır.
    Köprü yapıldığından bu yana, bir yüzyıl geçmiştir. XVII. yüzyılın sonlarında kasabada değişiklikler olmaya başlar. Türk orduları Macaristan'dan çekilmektedir. Bosna'da sadece bu olay konuşulmaktadır. Askerlerin çekilmesiyle buralardaki vakıf malları imparatorluğun sınırları dışında kalır. Han ve köprüdeki hizmetkârların parası ödenmemekte, bu binalar gittikçe bakımsızlaşmaktadır. Hanı, Davut Hoca idare etmek­te, yardım için başvurduğu her yerden eli boş dönmektedir.

    Han, gittikçe bakımsızlaşmakta, ziyaretçileri her geçen gün azalmaktadır. Bu yüzyılda, Drina için önemli olaylardan biri de, kasabayı birkaç yıl gerisine sürükleyen sel felaketidir.
    Sırbistan'daki ayaklanmalar Bosna'yı da etkilemektedir. Asiler kasabadaki Müslüman ve Hıristiyanları aynı derecede rahatsız etmektedir. Kasabaya dışardan gelenler bir karakol ve kulübe yaparlar. Sırp isyanı bastırılmasına rağmen bu toprak­larda, devlet ciddi tedbirler almaktadır. Bu yüzden, masum misafirler olan Yelisey ve Mile, karakol tarafından halkın gözü önünde öldürülür. Böylelikle halk sindirilmiş olmaktadır. Dri­na köprüsü, bu cesetlerin atıldığı bir yer olmuştur. Kasabalı artık bu köprünün yanından dahi geçmek istememektedir.
    XIX. yüzyılın ortalarıdır. Osmanlı, gitgide sınırlardan çe­kilmekte, siyasi dengeler değişmektedir. Bu değişikliklerle bir­likte kasabada veba ve kolera salgını olur. Bununla birlikte, halk bu etrafına kapalı kasabada sessiz, sakin yaşamaktadır. Bununla birlikte, kasabada bazı olağan dışı olaylar cereyan etmektedir. Olay, Velyi Lug'la Nezuka'nın hikâyesidir. Velyi Lug, kasabanın en önde gelen ailelerindendir. Avdaga Osmanagiç ise hatırı sayılır bir toptancıdır. Yeni evlenme çağına gelmiş bir kızı vardır. Kızı Fato, güzelliğiyle ün salmış bir genç kızdır. Kasabadaki bütün gençler, kızın kibarlığından bahset­mektedir. Pek çok kişi evlenme teklif etmiş; fakat ret cevabı almıştır. Nezuka köyünde de Hamziç kardeşlerin evleri bulun­maktadır. Avdaga Osmanagiç, kızını Hamziçlerden biri ile ev­lendirmek isteyince Nezuka kendini Drina köprüsünden ata­rak intihar eder.

    Kara Corc isyanından sonra Sırbistan'da isyan çıkmıştır. Sınır boylarında Sırp ve Müslüman evleri yanmaya başlar. Osmanlılarla Sırplar arasındaki savaş bir süre yatışsa da içten içe bu alanlar kaynamaktadır. Avusturya ordusunun Bos­na'ya gireceğine dair söylentiler baş gösterir. Bosna'yı padi­şahın hiç karşı koymadan bıraktığı söylentileri yayılmaya baş lamıştır. Yalnız, Plevlie müftüsü Avusturyalılara direneceğini söyleyerek Drina'ya gelir, amacı yardımcılar toplamaktır. Mü­tevelli Ali Hoca, bu isyana karşı çıkar. Kasabanın eskiden zen­gin, önde gelen ailelerinden birine mensup olan Ali Hoca, dü­rüst, bilgili, mantıklı bir insandır. Silahlı bir direnişin ancak hal­ka zarar vereceğine inanmaktadır. Ona Plevlie müftüsü, "ga­vur, vatan haini" ithamlarında bulunur. Aralarındaki kavga gittikçe büyür. Halkı galeyana getiren müftü, Ali Hoca'nın ku­lağından köprüye çivilenmesini sağlar. Ali Hoca hareket ettik­çe canı yanmaktadır. Ancak Avusturya ordusunun kasabaya girmesiyle bir hasta bakıcı sayesinde kurtulur.

    Kasabaya Avusturya birlikleri hâkim olmuştur. Müslü­man evlerinde umutsuzluk, Hristiyan evlerinde ise güvensiz­lik vardır. Kasabadaki din temsilcileri İbrahim Molla, Müder­ris Hüseyin Efendi, Rahip Nikola, Hahambaşı Davit Levi A-vusturya albayını karşılamak üzere çağrılmıştır. Dördü de çok korkmaktadır. Onları neyin beklediğini bilmemektedirler. Hepsi hoşgörü içinde yaşayan bu farklı din temsilcileri aynı zamanda birbirleriyle dosttur. Albay, kasabada düzenin ko­runması gerektiğini, aksi takdirde cezalandırılacaklarını söy­ler. Hepsi derin düşüncelere dalmış şekilde evlerine dönerler.

    Birkaç gün sonra hayat eski seyrini alır. Fakat işgal altın­da yeni bir çağ başlamıştır. Kasabanın her yerinde askerden daha bol bir şey yoktur. Kasabanın görünüşü her geçen gün değişmektedir. Kuruş ve para ile hesaplar görülmeye baş­lanmıştır. Ağaçlar kesilmekte, yollar onarılmakta, yeni yollar yapılmakta, belediyeye ait binalar inşa edilmekte, mağazalar açılmaktadır. Taş Han ise yıktırılmıştır. Yerine bir kışla yapıl­mıştır. Kasabada tek değişmeyen ve ayakta kalan şey "Drina Köprüsü "dür.

    Kasaba gece gündüz aydınlık, modern bir şehir görünü­mü almıştır. On iki yıl önce kasabaya gelen Milan, kasabada­ki eğlencelerden faydalanan kişilerin en önde gelenidir. Mi
    lan, kumar oynayarak bir gecede tüm servetini kaybetmiştir. Buna dayanamayan Milan intihar eder. Cenazesinin Hristi-yan mezarlığına gömülüp gömülmeyeceği sorun olur. Rahip Nikola'nın hoşgörüsü Hristiyan mezarlığına gömülmesini sağlar.

    Zorunlu askerlik uygulaması kasabadaki gençleri etkile­miş, işgal yıllarında işaretlenen evlerdeki gençler zorla askere alınmıştır. Önce dehşetle karşılanan bu olay zamanla kasaba­da olağan bir hadiseye dönmüştür.

    19.yüzyılın sonlarında kasabada bir sükûnet baş göster­miştir. Kasabada çeşitli imkânlar serilmiştir. Kasabadaki Sırp­lar ve Yahudiler giyimleri ve davranışları ile yabancılara ben­zemeye çalışmaktadır. Kasabaya yerleşen memurlar hayatı etkilemektedir. Halk farkında olmadan fazlaca vergi ödemek­tedir. Müteahhitler, mühendisler, işçiler gelmektedir. Kasaba­da para artmakta; fakat alım gücü azalmaktadır. Bir de kasa­baya otel açılmıştır. Oteli açan Debore ve Mina'dır. Lotika, oteldeki eğlenceleri yürütmektedir. Zengin ve hovarda genç­ler, bu otelin müdavimleri olmuştur. Lotika, oldukça popüler bir kişidir. Otelde patırtı çıkaran müşterilere gereken ceza ve­rilmektedir. Bu arada Tekgöz isimli saf bir adam, kasabanın en güzel kızı Paşa'ya âşık olur. Paşa, zengin bir adamla evle­nince dünya başına yıkılır. Drina'nın buz tutmuş yüzeyinde yürür fakat ölmez.

    İşgal altında yirmi yıl geçmiştir. Avusturya-Macaristan Krallığında bazı olaylar yaşanmaktadır. Kraliçe Elizabeth bir İtalyan tarafından öldürülür. Bundan kasabada tek etkilenen kişi İtalyan Pietro Usta'dır. Kasabadaki halk bu suçsuz adama sırf İtalyan olduğu için katil damgası vurur. Kasabadaki de­mir yolu yapımı bitmiştir. Ali Hoca, bu demir yolundan dola­yı aşırı kaygı duymaktadır.
    Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/showthread.php?p=11556

    1908 yılıdır. Fiyatlar yükselmiş, kâğıt para, hisse senetle­ri iniş çıkışlara başlamıştır. Sırbistan'da taht değişikliği baş göstermiştir. Kasabada askeri otorite etkisini gittikçe artırmaya başlar. Demir yolunun yapılması kasabaya daha çok askerin gelmesine neden olmaktadır. Dünyadaki savaşlar bu kasaba­da da etkisini hissettirmektedir. Osmanlı İmparatorluğunun parçalanması Müslüman halkı derinden üzmektedir. Sırplar ise çok rahattır. Kasabanın gençleri, Viyana, Prag, Zagrep gi­bi üniversitelerde öğrenim görmeye başlamıştır. Kasabaya döndüklerinde direniş için toplanmaktadırlar. Kasabadaki otel de artık iyi işlememektedir.

    1914'te, Drina köprüsü üzerindeki hikâyenin son yılı ge­lir. Arkası kesilmeyen bombardıman yüzünden köprüden ar­tık hiç kimse geçmemektedir. Köprünün etrafındaki mahalle­ler de bombardıman yüzünden boşalmıştır. Fakat Ali Hoca, bütün uyarılara rağmen dükkânını dükkânını terk etmez. Evine döner­ken Ali Hoca "Allah'ın Drina'yı terk ettiğini" düşünürken yol;da can verir.

  2. #42
    **NUR** Beyza - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    10 Eylül 2006
    Yer
    Konya, Turkey
    Mesajlar
    4,214
    Tecrübe Puanı
    100

    Standart --->: Roman Özetleri


    Yazı yazmak için okyanus sahillerine giden bir yazar,
    sabaha karşı danseder gibi hareketler yapan birini görür.
    Biraz yaklaşınca bir gencin, sahile vuran deniz yılldızlarını birer birer alıp,
    okyanusa fırlattığını farkeder. Genç adama yaklaşır ve sorar.
    - Neden bu deniz yıldızlarını okyanusa atıyorsun?
    Genç adam şöyle cevap verir:
    - Birazdan güneş yükselip sular çekilecek.Onları suya atmazsam ölecekler
    Bunun üzerine yazar:
    - Kilometrelerce sahil, binlerce deniz yıldızı var. Bunların hepsini nasıl kurtaracaksın? Ne farkeder ki der.
    Genç adam eğilip yerden bir deniz yıldızı daha alır, okyanusa fırlatır.
    - Onun için fark etti ama...




    KESİK KANATLI KRALİÇELER
    Sara George

    Fransız Devrimi şimdiye kadar böyle anlatılmadı.
    Arıların dünyasına ilgi duyan kör bir adam ve onun gözleri olan bir uşak (belki de bir mürit)... Arı kovanının ruhunu anlamaya yönelik yapılan gözlemlerden, deneylerden yola çıkılarak yazılan bir günlüğün satır aralarına gizlenmiş aşk, iktidar oyunları ve vahşet...

    ‘Kesik Kanatlı Kraliçeler’de, Fransız Devrimi günlerinde halkla iktidar arasında yaşananlar, neredeyse aynı paralelde seyreden arılara ait gizemli, zaman zaman ürkütücü ve şaşırtıcı dünyadan yansıtılıyor.

    Biri Fransa’nın, diğeri oğulun, mutlak gücü elinde tutan iki ana kraliçesi anlatılıyor bu romanda; elbette işçiler ve ölüme mahkûm erkekler de. Kraliçe arı oğula öncülük ediyor, Antoinette Fransız Devrimi’ni ateşliyor; biri deney uğruna kanatlarından, diğeri sözleri yüzünden canından oluyor. Kanlı, uzun iktidar mücadelelerinin ortasında kalan zeki ve zalim kraliçelerin ne ilki ne de sonuncusu onlar; ölüme gönderilen kesik kanatlı kraliçeler yalnızca...





    Tahsin Yücel son romanı ‘Yalan’da, toplumumuzda benzerlerine rastladığımız bir kahraman yaratmıştı. Yusuf Aksu, yalan üzerine kurulmuş bir itibarın sahibiydi. Bir arkadaşının dil üzerine bir teorisini, onun ölümüyle birlikte sahiplenmiş, bu sayede az bulunur bir şöhretin ve itibarın sahibi olmuştu. Ama suçlu o muydu burada? Toplum ‘birilerini yüceltme’ hastalığının kaynağı değil miydi? Benzer bir durum Tahsin Yücel’in yeni romanı ‘Kumru ile Kumru’da da var. Tahsin Yücel yeni romanıyla da, ülkemize hiç bakılmamış açılardan bakmaya devam ediyor.
    İstanbul’un denize yakın mahallelerinden birinde yaşayan bir kapıcı ailesi: İri yarı Pehlivan, sessiz ve tuhaf Kumru ve çocukları Sultan ile Hakan. Kumru, Pehlivan ile görücü usulü evlendirilmiş, büyük şehre yollanmıştır. Başta ısınamamıştır kocasına. Ama daha sonra onu sevmiş, zaten çocukları da olmuştur...
    Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/showthread.php?p=11558
    ‘Kumru ile Kumru’ eşyalaşmanın sonunun bulunmadığını çok çarpıcı bir dille anlatıyor. Kumru, köyünden çıkıp şehirde yaşadığı hâlde uzun süre bu eşyalaşmanın farkında olmamıştır. Ama buzdolabı ile başlayan tutsaklık başka eşyalarla sürer. Bir ara kapıcı dairesinin bahçesine çıkan Kumru, kızı Sultan’ı da yanına alarak bahçedeki nar ağacının altına gider ve ‘Seni unuttuk, kusura bakma’ der. Romanın en güzel, en etkileyici sahnelerinden biridir bu. Gerçekte, bugün toplumumuzda yaşanan çözülmenin açıklaması da burada gizlidir; eşyalaşma, kişiliksizleşme, Kumru’ya evini köydeki ailesini yıllarca anımsatmış olan nar ağacının unutulması ile başlamıştır.

  3. #43
    **NUR** Beyza - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    10 Eylül 2006
    Yer
    Konya, Turkey
    Mesajlar
    4,214
    Tecrübe Puanı
    100

    Standart --->: Roman Özetleri


    “Bu ülkede bulunmamızın, hırsızlıktan başka bir nedeni olduğunu söyleyebilir misiniz? Bu öylesine kolay ki. İngiltere’nin memuru, Burmalı’nın kollarını tutar, tüccar da adamın ceplerini boşaltır. Britanya İmparatorluğu, İngilizlerin, daha doğrusu Yahudi ve İskoç çetelerinin ticaret tekelleri kurmalarını sağlayan bir aracıdan başka bir şey değildir.”

    Bu sözler, George Orwell’in Burma’daki İngiliz sömürgeciliğine bakış açısını yansıtıyor. Kendisi de Burma’da görev yapmış olan Orwell, en başarılı yapıtı olarak tanımlanan Burma Günleri’nde, İngilizlerin bu sömürgedeki yaşamını ve yaptıklarını, yerli işbirlikçileri ve fırsatçıları, yerli halka insanca yaklaşarak İmparatorluğun tutumuna karşı çıkanları, aşk, nefret, tutku çemberinde destansı bir anlatımla ele alıyor. Burma Günleri, ilk kez 1934 yılında Amerika Birleşik Devletleri’nde yayınlandı. Kitap ve yazarı hakkında herhangi bir dava açılmayınca, ertesi yıl İngiltere’de de basıldı. Ama sömürgecilik dönemi sona erinceye kadar kitabın Hindistan ve Burma’da satılması yasaklandı ve okuyanlar hakkında yasal işlem yapıldı. Burma Günleri, İngiltere’nin, üzerinde güneş batmayan bir imparatorluk olduğu dönemdeki politik ve sosyal yaklaşımını göz önüne sererken, romandaki karakterlerin işlenmesindeki ayrıntılı ustalıkla da Orwell’in başarısını pekiştirdi.

    George Orwell (Yazar)
    İngiliz romancısı ve denemecisi George Orwell, 1903 yılında Hindistan’da doğdu. 1922 yılında öğrenimini tamamladıktan sonra Birmanya’ya giderek İmparatorluk Polis Teşkilatı’na girdi. 1928’de teşkilattan istifa etti ve anılarını Burmese Days (1933) adı altında yayınladı. Aynı yıl yazdığı Down and Out in Paris and London adlı kitabında Paris ve Londra’da geçen günlerini anlattı. İspanya İç Savaşı üzerine izlenimlerini, Katalonya’ya Selam (1938) adlı kitabında aktardı. Çağdaşlarını modern dünyanın sorunları üzerinde düşündürmek isteyen ve birçok eleştirmenin ‘İngiltere’nin Bilinci’ olarak nitelendirdiği Orwell’in Swift tarzında yazdığı Hayvanlar Çiftliği (1945) ve 1949 yılında yayınladığı 1984 adlı romanları gelecek ile ilgili düşüncelerini yansıtan bir çeşit vasiyetname niteliği taşır. George Orwell, 1950 yılında Londra’da öldü.





    “Acımak
    iki yanı keskin bir bıçak gibidir; kullanmayı bilmeyen,
    elini ve özellikle kalbini
    ondan uzak tutmalıdır.”


    ‘Sabırsız Yürek’, özellikle düşsel ve tarihsel karakterler üstüne yazdığı yaşamöyküleriyle tanıdığımız Stefan Zweig’ın tek romanı.

    Freud’un öğretisine derin bir ilgi duyan Zweig’ın bu psikolojik romanı, acıma duygusunun nelere yol açabileceğini, insanı nasıl çatışmadan çatışmaya sürükleyebileceğini anlatan bir başyapıt.

    İki tür acıma duygusundan söz eder yazar: “Birincisi, duygusal ve zayıf olanı, başka birinin yaşadığı felaketlerden kaynaklanan acı ve hüzünden olabildiğince çabuk kurtulmak için çırpınan bir yüreğin sabırsızlığıdır. Diğeri, tek gerçek acıma duygusu ise duygusal olmayan, ama yaratıcı olan, ne istediğini bilen; sabırla, gücü yettiğince, hatta gücünün bile ötesinde katlanmaya ve dayanmaya kararlı olunan acıma duygusudur.”

    20. yüzyılın kült kitaplarından biri olan ‘Sabırsız Yürek’, insanca duyguların savaşın dehşeti karşısında allak bullak oluşunun romanıdır.

    Stefan Zweig (Yazar)
    Stefan Zweig 1881 yılında Viyana’da doğdu. Babası varlıklı bir sanayiciydi. Viyana ve Berlin’de eğitim gördü. Birçok ülkeyi dolaştıktan sonra Birinci Dünya Savaşı sırasında, Zürih’e geldi. Savaş karşıtı kişiliğiyle tanındı.

    1919-1934 yılları arasında Salzburg’da yaşadı, 1938’de İngiltere’ye, 1939’da New York’a gitti, birkaç ay sonra da Brezilya’ya yerleşti. Avrupa’nın içine düştüğü duruma dayanamayarak 1942 yılında karısıyla birlikte intihar etti. Çok sayıda denemesi, öyküsü, uzun öyküsü ve romanı yanında, büyük bir ustalıkla kaleme aldığı yaşamöyküleriyle de ünlüdür.


    Susuz Yaz - Necati Cumalı





    KİTABIN ÖZETİ

    Susuz Yaz, Necati CUMALI'nın, öykülerden oluşan, adını da içindeki bir öyküden alan kitabıdır. Yazar, avukatlık yaptığı yıllarda, hem memleketi olması hem de yaşamının önemli bir kısmını orada geçirmesi nedeniyle, İzmir'in Seferihisar ve Urla ilçelerine bağlı köylere ait deneyim ve izlenimlerini sunar bu kitapta. Yazılanlar her ne kadar kurgu olsa da, öykülerdeki isimler değiştirilmiş olsa da, söz konusu öykülerde yaşananlar gerçeğin ta kendisidir. Susuz Yaz'ı okuyup da Urla ve Seferihisar bölgesine gidenlerin gözünde hemen kitabın satırları canlanırken, bölgeyi iyi bilen biri için de kitabı okuyunca civarın dağları, dereleri ve ormanlarının canlı bir şekilde gözünün önüne geleceği kesindir.

    Toplam on bir kısa öyküden oluşan kitapta, Necati Cumalı, gerçekçi köy hikâyelerini toplamıştır. Toprak, su davaları, çekişmeler, kıskançlıklar, öç almalar, kavgalar, cinayetler, zorbalıklar ve köylümüzün, kasabalımızın bu konulardaki tutumu anlatılıyor bu hikâyelerde. Aynı zamanda şair de olan yazarın bu özelliği konuları anlatış tarzına da yansımış görünmektedir. Olayları o kadar şiirsel bir dille anlatıyor ki okuyucu ister istemez kendisini olayın içinde buluyor. Kitaba adını veren Susuz Yaz'ın yanında on öykü daha vardır: Öç, Yenilmeyen, Dağlı ve Muharrem, Bıçak, Kaatil, Gülsüm Kıza Ağıt, Esma ile İsmail, Aktör, Aksinin Biri ve Selim'i Anarım.

    Tiyatroya da uyarlanan Susuz Yaz'ın konusu adından da anlaşılacağı üzere "su"dur; Anadolu'da hep var olan, yüzyılımızın son çeyreğinde sınırları da aşıp uluslar arası, savaş çıkartacak kadar önemli bir hale gelen su paylaşımıdır. Mevcut suyun herkese yetmemesi üzerine, tarlasından su çıkan iki kardeş suyu sahiplenir. Çıkan su kavgası kardeşlerden birinin cinayet işlemesiyle sonuçlanır ve diğeri hapse girer. Ceza evine düşen kardeş evlidir ancak gelenek olduğu üzere suçu küçük üstlenir. Bir süre içerdeki kardeşiyle ilgilenen ağabey daha sonra geline göz koyduğu için kardeşinin ölüm haberinin geldiği yalanını bütün köye yayar ve nihayet böylece çaresiz kalan gelinle evlenir. Ancak yıllar sonra ceza evinden beklenmedik şekilde çıkıp gelen küçük kardeş olayları öğrenince kıyamet kopar.

    Sinema uyarlamasında aynı adama âşık ana-kız rekabeti olarak gösterilen Öç'te ise köyün işsiz güçsüz haytasından kızını korumaya çalışan ananın durumu ve olaylarla hiç de ilintisi olmayan insanların trajedisi anlatılmaktadır. Ağabeyinden (Şerif Ali) farklı olarak gözü hep işinde olan küçük Mahmut aşk olayının en hak etmeyen kurbanı olarak, kendisini ve erkekliğini ispatlamak zorunda hisseden, bunu daha çok köylülerin ırz, namus doldurmalarıyla yapan, kızın (Hacer) erkek kardeşi tarafından öldürülür. Köylerimizde yaygın olarak görülen tipik bir kız kaçma-kaçırılma ve bunu takip eden namus cinayeti olayıdır.

    Yenilmeyen'de her şeyini yenilmez bir güreş devesine yatıran bir köylünün kıskançlıklar sonucu devesinin öldürülmesiyle beraber Batı Anadolu'daki deve güreşi geleneği en ince ayrıntısı ve terminolojine kadar okurlara sunulmaktadır. Anlatımdaki şiirsellik bir devenin ölümünü okur vicdanında bir insanınki kadar acıklı ve hüzünlü hale getirmektedir. Bıçak ise insanımızın silaha düşkünlüğünü işleyen, bir bıçağın köy çocuğunun arkadaşları ve büyükleri nezdindeki imajını nasıl güçlendirdiğini anlatan kısa öykülerden bir başkasıdır.
    Dağlı ve Muharrem, Katil ile Gülsüm Kıza Ağıt öykülerinde sırasıyla zorbalık, kabadayılık, eğitimsiz ve kocasına tamamen mahkûm olan kadının dramı ve bütün bunların karşısında sürekli bastırılan, horlanan, aslında pervasızlığa saygısından dolayı başvurmayan insanların çileden çıkıp olanlara dur demesi ve kendini savunma ihtiyacı hissetmesi örnekleriyle anlatılmaktadır. Ezilen insanların haklılığını belgelemek istercesine söz konusu hikayelerde cinayet işleyenler yazar tarafından "katil olmalarına rağmen" o şekilde sunulmaktadır ki okuyucu farkında olmadan sempati duyar onlara.

    Aktör ve Aksinin Biri öykülerinde ortak olarak insanlarımızın zayıflıkları, içinde bulundukları maddi güçlükler ve bu güçlükler nedeniyle kolayca yoldan çıkarılmaları, devlet memurlarına rüşvet verilerek ulusun ortak değerlerinin nasıl katledildiği anlatılmaktadır. Hayatta hiç bir amacına ulaşamayan sözde aktör, köylü ve kasabalının saf duygularını ve iyi niyetini sömürerek yaşayıp giderken, bir kereste tüccarı da kolcunun maddi açmazlarını ve içkiye düşkünlüğünü kullanarak ormanları talan etmeye devam eder. Tüccarın yolsuzluğu sanki kırk yıl öncesine ait değil de son birkaç yıldır yaşadığımız her türlü yolsuzluk, sahtekârlık, yüzsüzlük ve vurdumduymazlıkları sergiliyor gibidir. Öyküde yaşananlar günümüze adeta nazire yapıyor, bize çok alışık olduğumuz şeyleri bir daha hatırlatıyor.
    Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/showthread.php?p=11559

    Öykülerde görülen genel olumsuz havaya rağmen Selim'i Anarım adlı öyküde yazarın kendisi bile çalışkan Türk köylüsüne âşıktır. Elinde bulundurduğu tarla, bağ ve bahçelerini işleyerek, diğer bazı komşuların gerek kendi tembelliklerini bastırma dürtüsü gerekse kıskançlıkları nedeniyle sürekli saldırmaları ve dalga geçmelerine rağmen, etrafını cennete çevirmiştir köylü Selim. Engel olunmadığı, destek olunduğu hatta hiç değilse gölge edilmediği zaman insanımızın yapamayacağı şey yoktur.

    Bu kitapta ele alınan konular ve sorunlar aslında yüz yıllardır Türk toplumunun yaşadığı sorunlardır. Yazar kişilerin çatışma ve didişmeleri yoluyla bizi bu sorunlara götürmekte, çözüme hiç de gerek olmadığını, problemin çözümü de içinde barındırdığını olayların inceleniş ve aktarılışı sırasında gayet açık bir şekilde vermektedir: Çözüm eğitimdir. Bu dava ve olaylar köyümüz ve köylümüz (bugün kentlimiz de buna dahil edilmeli) aydınlığa kavuşturulmadıkça sürüp gidecektir. Hatta bugün "kentli" demekte bir hayli zorlandığımız şehirlilerimizin bir çoğu da ironik bir şekilde aynı kadere mahkum olmuştur. Eskiden cehalet yüzünden sadece kırsal kesimde karşılaşılması muhtemel bazı olaylar kentlere kadar gelip dayanmıştır.

    Hemen hemen iki çeyrek asır önce yazılmış ve eleştirilmiş olan konular ne gariptir ki hiç değişmeden bugün de karşımızda durmaktadır. Bu bakımdan Necati Cumalı'nın öyküleri güncelliğini, gerçekliğini ve sıcaklığını yitirmeyen öykülerdir. Tüm zamanlarda okunabilecek bir başucu kitabı olma özelliğini taşımaktadır. Su davası (Susuz Yaz), kız kaçırma (Öç), kabadayılık yoluyla para sızdırma (Dağlı ile Muharrem), boşanan kadının dramı (Gülsüm Kıza Ağıt) ve rüşvet, yolsuzluk, memleket kaynaklarını talan etme (Aksinin Biri) konuları hem köy hem kentlerimizde fazlasıyla yaşadığımız, alıştığımız ve iyice kanıksadığımız konulardır. İnsanımızı daha iyi tanımak için okunması gereken bir kitaptır Susuz Yaz.

  4. #44
    **NUR** Beyza - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    10 Eylül 2006
    Yer
    Konya, Turkey
    Mesajlar
    4,214
    Tecrübe Puanı
    100

    Standart --->: Roman Özetleri


    KİTABIN ÖZETİ

    Neriman ve Şinasi, İstanbul'da Darülelhan'da iki gençtir. Neriman Fatih semtinde oturan, geleneklerine bağlı bir ailenin kızıdır. Muhafazakar bir genç olan Şinasi ile, yine muhafazakar bir ailenin kızı Neriman birbirlerini severler. Geleneklerine son derece bağlı olan Neriman'ın babası Faiz Bey her bakımdan beğendiği ve kendine yakın gördüğü Şinasi ile Neriman'ın evlenmelerini istemektedir. Ancak Neriman Fatih’teki yaşam tarzından hiç de memnun değildir, O Harbiye'deki hareketli, danslı, alafranga hayata özenmektedir. Bu iki gencin hayat felsefeleri birbirinden oldukça uzak olduğu için sevgileri uzun sürmez. Neriman kendisini tertemiz duygularla seven Şinasi'den gittikçe uzaklaşır ve Beyoğlu'nda tanıştığı ve kendisi gibi alafranga yaşamı benimsemiş olan Macit'e bağlanır. Bu arada Neriman Darülelhan'ı da bırakmıştır. Neriman'a göre hayat Beyoğlu'ndadır. Artık sık sık Beyoğlu'nda arkadaşlarıyla buluşup gece geç vakitlere kadar eğlenmektedir. Fakat Neriman'ın bu davranışları, babası ve eski arkadaşlarıyla arasının bozulmasına neden olmuş ve Neriman babasıyla sık sık tartışır olmuştur. Her şeye rağmen Neriman bunları görmezden gelmekte ve "daha modern" olmak istemektedir. Alafranga hayatın içinde ilerledikçe Neriman, bu yaşam tarzının da çirkin tarafları olduğunu fark eder ve o günlerde dinlediği bir hikâye onu yaptıkları konusunda çok etkiler. Bu hikâye bir Rus kızının hikâyesidir ve hikayede kız tutkularına yenik düşüp sevgilisinden ayrılmaktadır, daha sonra da yaptıklarının yanlış olduğunu fark eden kız pişmanlık içinde sevgilisinden af diler ama sevgilisi onu bağışlamaz. Mutsuz biten bu hikâyenin aslında ona ne kadar da yakın olduğunu fark eder Neriman. Daha sonraki günlerden birinde Neriman'ın da bulunduğu bir sohbette Faiz Bey, Şinasi ve arkadaşları, gençler arasında moda olan Batı taklitçiliğini eleştirirler. Neriman bu konuşmadan da oldukça etkilenir ve sonunun hikâyedeki Rus kızı gibi olmaması için eski yaşamına ve Şinasi'ye geri döner. Artık Neriman ne Beyoğlu'nu, ne Macit'i ne de gösterişli baloları düşünmektedir.

    Yazar Hakkında:
    Servet-i Fünun dönemi şairlerinden İsmail Safa'nın oğlu olan Peyami Safa, 1899'da İstanbul'da doğdu. İsmail Safa'nın Sivas'ta sürgünde iken ölmesi üzerine iki yaşında yetim kalması, sekiz dokuz yaşlarında kemik veremine yakalanması nedeniyle 17 yaşına kadar ruhsal ve fiziksel acılarla yaşadı. Maddi ve manevi olumsuzluklar nedeniyle Vefa İdadisi'ndeki öğrenimini yarıda bırakan Peyami Safa, bir süre matbaada çalıştıktan sonra Posta-Telgraf Nezareti'ne memur oldu ve Birinci Dünya Savaşının başlamasına kadar (1914) orada çalıştı. Bundan sonra Rehber-i İttihat Mektebi'nde öğretmenliğe başladı. 1918'de öğretmenlikten ayrılarak Yirminci Asır gazetesinde "Asrın Hikâyeleri" başlığı altında yazmaya başladığı öykülerle gazetecilikte karar kıldı. Sırasıyla, Son Telgraf, Tasvir-i Efkar ve Cumhuriyet gazetelerinde yazdı. Server Bedii takma adıyla para kazanmak için popülist birçok roman ve hikâye de yazan Peyami Safa, yazılarını, 27 Mayıs askeri darbesinden sonra Son Havadis gazetesinde sürdürdü ve oğlu Merve'nin askerde ölmesi nedeniyle geçirdiği sarsıntıya dayanamayarak 15 Haziran 1961 tarihinde İstanbul'da öldü
    Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/showthread.php?p=11560





    KİTABIN ÖZETİ
    Kitap iki bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde sadelik hâkimdir, olaylar tek bir motif etrafında geçmektedir. Anlaşılması büyük bir zorluk göstermez. İkinci bölümde ise bir bütünlük kurmak güçtür. Anlaşılması ve olaylarla bağlantı kurmak, ilişkilendirmek çok zordur.

    FAUST: Faust, Latince mutluluk demektir. Faust, bilgi ihtirası içinde kıvranan karamsar bir tipi anlatır. Bilim uğruna bütün ömrünü harcamış, nefsine bütün dünya hazlarını yasak etmiş ve tam anlamıyla yasak bir ömür geçirmiş olmasına rağmen, amacına ulaşamamış olmanın ızdırabı içindedir. Bu hal içinde şeytana teslim olduktan sonra, onun akıbeti çeşitli Faust efsanelerinde türlü türlü gösterilmiş ve dünyaya beyan edilmiştir.

    MEFİSTO: Mefisto'ya şeytan demek yerinde olur. Mefisto sadece fenalıkları sürükleyen bir hüviyet olmakla kalmaz, aynı zamanda bir çeşit Azrail rolünü de üstlenmektedir.

    Eserin anlatımı çok sadedir. Faust, zamanın bütün bilimlerini tahsil edip bitirmiştir. Artık öğrenilecek bir bilim kalmamıştır. Fakat görmektedir ki; gerçeği bulma sahasında bütün bu bildiği şeyler kendisini bir adım bile ileriye götürmemiştir. Halbuki zamanın olanaklarından çok, ileriye göz diken bir ihtirasla, salt gerçekleri anlamak ve bilgi sahibi olmak arzusundadır. Normal bilgi edinmek yollarından bir hayır gelmeyeceğini anlamıştır. Böylece son umut olarak, kendisini büyücülüğe vermiştir. Ruh kuvveti sayesinde arzu ettiği bilgileri elde edebileceğini ummaktadır.


    Gökte Tanrı ile Şeytan aralarında bir bahse tutuşmaktadırlar. Şeytan Faust'u kolayca baştan çıkartacağını onu asli kaynağından uzaklaştırıp, sapıklığa sürükleyebileceğini iddia etmektedir. Tanrı ise, insanın yaradılış itibarı ile iyi olduğunu ve yeryüzünde bir gaye için çalışırken yanılabileceğini, fakat şeytan araya girse bile yine kendi ruhunun iyiliği sayesinde doğru yolu bulabileceğini bilmektedir. Bu itibarla şeytanı Faust üzerinde deneme yapmakta serbest bırakmıştır.


    Faust, büyücülükle uğraşırken, alışılmış şekilde, ruh çağırmaya başlar. Bu çağırmaların birinde Mefisto karşısına çıkar. Faust, hayattan bezgindir. Hiçbir şeyden tat almamaktadır. Oysa Mefisto, ona parlak vaatlerde bulunmaktadır. Nihayet aralarında bir sözleşme yapılır. Faust der ki; beni istediğin yere götür. Eğer bir an gelip ben, zamana, "dur geçme, ne kadar güzelsin" diyecek kadar bir mutluluk duyarsam, artık ölmeye razı olurum.


    Bu bahislerden sonra Mefisto, mel'un teşebbüslerine başlar. O ana kadar kitapların içine kapalı kalmış Faust'u küçük ve büyük alemlerde dolaştırır. Sefil meyhanelerden, en lüks saraylara kadar her yeri gezdirir. Bir taraftan da Faust'u türlü içkilere alıştırır. Bir büyücü kadına hazırlattığı aşk içkisini Faust'a içirdikten sonra, onun karşısına masum Margaret'i çıkarır. Faust 25 yaşındaki bir gencin heyecanı ile kızcağızı sever. Kız da masum duygularla bu aşka karşılık verir. Bu yüzden rahatça baş başa kalabilmeleri için annesinin fincanına Faust'un verdiği zehiri damlatır. Kadıncağız ölür. Margaret, Faust'dan olan çocuğunu boğar. Bu yüzden Margaret'in kardeşi de Faust tarafından öldürülür. Böylece Faust'un eli kana bulanır. Margaret'i hapisten kurtarma denemesi de başarılı olmaz.


    Araya Yunan güzeli Helena girer. Faust ona da aşık olur. Fakat aradığı mutluluğu burada da bulamaz. Nihayet İncil'in bir sözüne göre düşünmeye başlar. Yani yaradılışın ilk eseri "söz" müdür, "anlam" mıdır, "faaliyet" midir? Faust beşeri mutluluğu faaliyette bulur. Bir bataklık sahayı bayındır haline getirmeyi tasarladığı anda bir nevi murada erer ve zamana "dur geçme, çok güzelsin" der.

    Sonuç olarak yazar her iki bölümde de insan karakterini oldukça detaylı bir şekilde dile getirmiştir. Fakat yazar isterse bir konuyu nasıl haşmetli, heybetli bir sadelik ve bütünlükle işleyebileceğini göstermiştir. Bununla birlikte bazı bölümlerinin anlaşılması ve olaylarla bağlantı kurmak çok güçtür.






    “Büyük usta DeMille’in bugüne dek yazdığı en heyecanlı yapıtı”

    [Dan Brown]



    Dan Brown’ın en sevdiği 10 yazardan biri olan Nelson DeMille’den, tarihin karanlık bir sayfasına ışık tutacak bir kitap!


    17 Temmuz 1996 tarihinde, akşamüstü Long Island’ın ıssız plajlarından birinde bir çift, video kameralarıyla çekim yaparken gökyüzü korkunç bir patlamayla aydınlanır.


    TWA’in 800 sefer sayılı uçağı, 230 yolcusuyla havada infilak ederken tüm bu görüntüler çekim yapan çift tarafından kaydedilmiştir.


    Olaydan beş yıl sonra hükümet tarafından uçağın mekanik bir arıza yüzünden infilak ettiği açıklanır.


    Şimdilerde Terör Karşıtı Özel Timi’nin anlaşmalı ajanı olarak çalışan John Corey, geçmişte New York Polis Teşkilatı’nda dedektif olarak çalışmıştır ve kendisi gibi aynı teşkilatta çalışan karısı Kate Mayfield’in ısrarları ile bu olayı kurcalamaya başlar.

    FBI ajanı olan Kate, her şeyi kurallarına göre oynarken John’un tamamen kendine özgü kuralları vardır. Üstlerinin şiddetle karşı koymalarına aldırmayarak olay dosyasını yeniden açar ve çok önemli bir ipucu bulur.


    Elde ettiği kanıtlar Corey’i, üst kademelerde tezgâhlanan inanılmaz komplolara götürür. Böylece, 800 sefer sayılı uçağın infilakından daha korkunç, elle tutulmayan ölümcül bir gerçeğe, Amerika’nın ve dünyanın asla tahmin edemeyeceği bir sonuca ulaşır.


    Şimdiye dek pek okumadığınız türde, gerçek bir olay üzerine kurgulanmış müthiş bir roman. ‘Son Uçuş’ ulusal güvenlik konusundaki soruları tüm çıplak gerçekliğiyle dile getiriyor.

  5. #45
    **NUR** Beyza - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    10 Eylül 2006
    Yer
    Konya, Turkey
    Mesajlar
    4,214
    Tecrübe Puanı
    100

    Standart --->: Roman Özetleri

    Bir piyanist... Her konserden önce korkular içinde kalıp, içkiye sığınmak isteyen... Roman başladığında onun yirmi iki gün sonra öleceğini biliyoruz. Ve romanın daha ortasına bile gelmeden vahşi bir cinayete kurban gidiyor kahramanımız. Ama roman burada bitmiyor, tam tersine belki de asıl burada başlıyor.

    "Piyano", Goncourt Ödüllü Jean Echenoz’un hayatla sınırlamadığı bir roman. Yazar romanını üç ana bölüme ayırmış: hayat, araf ve cehennem yerine geçen kentsel bölge. Her üç bölümün de kendine özgü bir rengi, bir sesi var. Ve tüm bunlar okuyucuyu uyum içinde bir yolculuğa davet ediyor. Fantastik yanları da olan bu romanda sanata adanmış bir hayatın bambaşka bir şekle bürünmesine tanık oluyoruz. Kahramanımız ya da kurbanımızla birlikte önce eski, yaşanmamış aşkların peşinden gidiyoruz, sanatın heyecanını tadıyoruz, sonra arafta Doris Day’le bir aşk gecesi yaşıyor, Dean Martin’e rastlıyoruz ve ceza olarak Paris’i arşınlıyoruz. Şaşırtıcı, sınır tanımayan, eğlenceli, gerçek ile gerçekdışının arkadaş olduğu bir roman "Piyano". Edebiyatta sınırsızlıktan yanaysanız kaçırılmaması gereken bir fırsat





    Arjantin’den Avrupa’ya bir yolculuk... 25 yaşında bir gencin var olma mücadelesi... Avrupa’da onu bekleyen şiddetli yoksulluk, yalnızlık ve başıboşluk... Hector Bianciotti’nin hayat hikâyesini anlattığı romandan, "Aşkın O Çok Yavaş Adımı"ndan söz ediyoruz. Daha önce "Gecenin Güne Anlattığı" isimli romanında Arjantin’deki günlerini yazmıştı Bianciotti, şimdi de hayatının başka bir dönemini paylaşıyor okuyucularıyla. Bu yaşlı kıtada geçirdiği ilk günleri, Fransızca tarafından evlat edinilme öyküsünü... Ana kucağından, anadilinden uzak, yardım arayarak ayakta ve dimdik durmaya çalışan bir gencin hikâyesini... Bir özgürlük hikâyesi bu. Üstünden yıldızlar, ünlü kişilikler geçen güçlü bir hikâye.

    Hector Bianciotti, geride kalmış açlık ve gençlik günlerini okuyucusuyla paylaşırken, ince, derin ve edebî bir dil kullanıyor elbette. Yazarak, kendi hayatını temize çekiyor bir anlamda. Fransa’nın, Fransızca’yla sonradan akraba olan, bu dil ustası hayata dair önemli şeyler söylüyor romanında. Hepsinden önemlisi de şu galiba: gitgide gürültülü bir hal alan hayatın içinde "aşkın o çok yavaş adımı"nı hâlâ duyabilenler yeni bir başlangıca selam verebileceklerdir. O zaman selam olsun sana, Hector Bianciotti!

    Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/showthread.php?p=11561



    Hatırlanmak istenmeyen bir çocukluk ve bir ülke...Savaş sonrasında Vietnam’dan kaçarak büyükannesiyle Paris’e yerleşen Loan, geçmişine ve ülkesine dair her şeyi bilinç altına gömer. Babaannesinin Vietnam’a dönmüş olması bile yıllarca bu durumu değiştiremez. Ancak anılarıyla daha fazla mücadele edemeyen genç kadın, yirmi yıl aradan sonra ülkesine dönme kararı alacaktır. Loan’ı yıllar sonra Vietnam’a sürükleyen büyükannesi değil, anılarıyla ve kimliğiyle yüzleşme isteğidir.

    Yurtsuzluk ve yalnızlık temasının hakim olduğu Sarı Yalnızlık, Kim Doan’ın ilk romanı. Kendini göç ettiği ülkede de, doğduğu ülkede de oralı hissedememek üzerine bir roman bu. Ama ana kahramanın tek dramı bu ülkesizlik durumu değil. Onun geçmişinde başka ve daha ağır bir yara da gizli. Sarı Yalnızlık size kurgusu ve dili sağlam bir yazarla tanıştıracak. Her tarafın sarı olduğu bir ülkeden bir yüzleşme romanı bu. Hüzünlü ve okurunu kıskıvrak yakalama becerisine sahip bir roma

  6. #46
    **NUR** Beyza - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    10 Eylül 2006
    Yer
    Konya, Turkey
    Mesajlar
    4,214
    Tecrübe Puanı
    100

    Standart --->: Roman Özetleri



    On altı yaşında kendine güvensiz, bedeninden ve varlığından ürken, arkadaşsız, yalnız bir genç kız kendisinin tam tersi bir kıza rastlarsa ne olur? Hele o kız, önce yatağını, sonra ailesini, sonra da tüm hayatını ele geçirirse? Kısa ve etkili kitaplarıyla tüm dünyada haklı bir üne ve geniş bir okur kitlesine sahip olan Amélie Nothomb’un Dişi Şeytan adlı romanı böyle bir hikâyeyi anlatıyor.

    Bir insanın diğer bir insana nasıl üstünlük sağlayabileceğinin ya da bir insanın başka bir insanı nasıl parmağında oynatabileceğinin hikâyesi de denilebilir "Dişi Şeytan"a. Yaşananlar arkadaşlık adıyla başlayıp, kurban-cellat ilişkisine dönüşüyor. Aslında bu kitap hiç güzel bir şey söylemiyor. İnsanlığa duyulan güveni yıkıyor, aileye bile sığınamıyor bu romanda okur. Ana kahramanımız Blanche’ın duyduğu yalnızlık ve solgunluk insanın içine işliyor, acıyı derinden hissettiriyor. Ama melonkoliye izin veren bir roman da değil "Dişi Şeytan", acıların içinde küçük bir mutluluk çatısı da açılıyor sığınmak için. Tüm Nothomb kitapları gibi akıcı, sahici ve temiz diyaloglarıyla akıp gidiyor. Ve geriye iyi bir roman okumanın doyurucu hissi kalıyor.





    Ölümsüz aşkın ve yanlış anlaşılmadan doğan karmaşaların anlatıldığı bu klasik yapıtta, hikaye, 18. yüzyıl sonlarında, sınıf bilincinin hakim olduğu İngiltere’de geçer.

    Beş kız kardeş olan Bennet’lar - Elizabeth veya Lizzie, Jane, Lydia, Mary ve Kitty, annelerinin iyi bir koca bulup geleceklerini güvence altına alma hayalleriyle büyütülmüşlerdir. Fakat, neşeli ve zeki bir mizaca sahip olan Elizabeth, kendisine düşkün olan babasının da desteğiyle hayatını daha farklı ve dolu dolu yaşamak için çabalamaktadır. Zengin damat adayı Bay Bingley’nin yakındaki malikaneye taşınmasıyla Bennet ailesini bir telaş sarar. Bu genç ve soylu delikanlının seçkin Londra çevresi ile askerlerden oluşan arkadaş grubu göz önüne alındığında, Bennet kardeşler için uygun bir eş bulmak zor olmayacaktır. Sakin ve güzel olan en büyük kız kardeş Jane, Bay Bingley’nin kalbini kazanmak üzere harekete geçer. Lizzie’nin ise yakışıklı -ancak sonradan anlayacağı üzere ukala- Bay Darcy ile tanışmasından sonra karşı cinslerin savaşı başlar.

    Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/showthread.php?p=11562




    HUZUR

    1949 tarihinde basılan "Huzur", Ahmet Hamdi Tanpınar'ın en tanınmış romanıdır. Dört bölümden oluşan kitabın her bölümü, öykünün dört kahramanının, İhsan, Nuran, Suat ve Mümtaz'ın adlarıyla verilir. Ancak, romanın ana karakteri Mümtaz'dır. Yazar, diğer üç karakteri de Mümtaz'la olan ilişkileri çerçevesinde tanıtır bize. Roman, bir olayı anlatmak için değil, karakterlerin ruh ve düşünce dünyalarını anlatmaya yöneliktir. Yine de kısa bir özet yapılması gerekirse, Mümtaz ve Suat'ın Nuran'a olan aşklarıdır öykünün merkezi. Mümtaz ve Nuran birbirini sevmekte ve evlenmeyi tasarlamaktadırlar. Ümitsizliğe düşen Suat ise kendini asarak intihar eder. Bu trajedi nedeni ile Nuran'dan ayrılan Mümtaz'ın iç dünyası yıkılmıştır. Radyoda II.Dünya savaşının başladığı haberi verildiği sırada, Suat'ın hayalini gören Mümtaz merdiven başına yıkılır (bazı edebiyat incelemecileri, sonda Mümtaz'ın öldüğü biçiminde yorumlar yapmış olsalar da, Tanpınar'ın metninde ölüm telaffuz edilmiyor).

    "Huzur", Osmanlı-Türk romanının ana sorunsalı üzerine kurulu. Doğu-Batı karşıtlığı olarak özetlenebilecek bu sorunsal, Osmanlı aydınının kimliğini aramasının bir metaforudur. Geleneksel değerler ve ahlakı Doğu, Aydınlanma düşüncesini ve modernleşmeyi Batı temsil eder. Tanpınar, bu kez Cumhuriyet projesinin dönüp dolaşıp aynı karşıtlığa geldiğini savunuyor. Cumhuriyet devrimleri ile başlayan modern yaşam tarzları, geçmişi ihmale ve insanları kendisine yabancılaştırmaktadır. Yazar'a göre, "hayat ve halk, yani asıl kütle devlete yetişmek mecburiyetinde" kalmıştır.

    Birinci dönem Türk romanında mekan Doğu-Batı değerlerini temsil etmek bakımından bir anlam taşıyor ve kent ikiye ayrılıyordu. İstanbul tarafının mahalleleri Osmanlı-İslam geleneklerinin, göreneklerinin değerlerinin yaşadığı semtlerdi. Beyoğlu tarafı ise kentin Batılılaşmış öteki yarısıydı. Oturulan mekan olarak konak ve apartman Doğu-Batı karşıtlığının simgesiydi. İlk dönem yazarları arasında, Doğu-Batı karşıtlığı ve kimlik sorununu, İstanbul'un farklı semtlerini karşı karşı getirerek işleyen Ahmet Hamdi Tanpınar, kuşkusuz en rafine örnektir. "Beş Şehir"(1946) adlı denemesinde, "Beyoğlu, küçük ve orjinalite damgası çoktan kaybolmuş, hatta bu damgayı üstünde bir defa bile duymamış en ucuz cinsinden bir 19.yüzyıl Avrupa'sıdır" biçiminde vurguladığı Batılı semt farklılaşmasını, "Huzur" romanında, öykünün merkezine koymuştur. Tanpınar, "Huzur"un ilk bölümünde kentin yoksul mahallelerini ve insanlarını anlatır. "Bir nevi cüzzama yakalanmış, onun tarafından iki yana sıralanmış evlerin duvarına kadar yer yer soyulan yol..." cümleleriyle aktarılan hazin manzara, "Sefiller" romanında, Victor Hugo'nun "duvarlar sanki cüzzam illetine tutulmuşlardı" tasviriyle aynı imgede buluşur.

    Romanın en başarılı yerleri, Mümtaz'ın içlerinde düşlerini yaşadığı İstanbul manzaralarının "resmedildiği" yerlerdir. Tanpınar, okuyucusunu Mümtaz ile birlikte, Beyazıt Sahaflar Çarşısında, salaş dükkanlarda, bit pazarında, Çekmece'de balıkçı muhitinde ve kır kahvelerinde dolaştırırken, İstanbul'un bir kronikçisi, İstanbul'da eski zamanın donup kaldığı ve biriktiği köşelerin bir tasvircisi oluyor. Huzur'un sonraki bölümlerinde Boğaz'a, zengin bir eve, sanki başka bir dünyaya geçeriz. Pırıl pırıl görünen modern semtte önceleri çok mutlu olan Mümtaz, giderek bu çevrede yaşayan insanlardan kaynaklanan olayların sonucunda yıkılır. Geçilmemesi gereken bir sınırı çiğnemiştir o!

  7. #47
    **NUR** Beyza - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    10 Eylül 2006
    Yer
    Konya, Turkey
    Mesajlar
    4,214
    Tecrübe Puanı
    100

    Standart --->: Roman Özetleri

    Yüzyılın Aşkları - Can Dündar





    Uygarlık tarihi biraz da aşkların tarihidir. Kadınla erkeğin, sevenle sevilenin, âşıkla maşukun tarihi… Ama insanlık tarihi gibi, aşkların tarihi de dikensiz gül bahçesi değildir.


    Kahkahalar ve buselerle olduğu kadar, acılar ve gözyaşlarıyla da işlenmiş bir kanaviçedir bu… Yaşandığı döneme ilişkin ipucu verir ve dönüp bakınca insana güzel gelir.


    Bu kitapta geçtiğimiz asra damgasını vuran aşk hikâyeleri var. Kimi meşhur olmuş, kimi unutulmuş, kimi efsanevi, kimi berduş aşklar bunlar…


    Mustafa Kemal ve Latife Hanım’dan, Enver Paşa ve Naciye Sultan’a, Adnan Menderes ve Ayhan Aydan’dan, Nâzım’la Piraye’ye, Bedri Rahmi-Eren Eyüboğlu’dan, Yüksel Menderes ve İpek Kıramer’e, Yılmaz-Fatoş Güney’den, Yıldız Kenter ve Şükran Güngör’e, Melih Kibar ve Çiğdem Talu’dan, Selahattin Pınar’la Afife Jale’ye...


    Bir dönem Türkiye’yi sarsan gönül maceraları... Bir başka deyişle “Yüzyılın Aşkları”…



    Peyami SAFA - Bir Tereddütün Romanı

    1)KİTABIN KONUSU:

    Bir yazarın iki kadın arasında evlenmek için yaşadığı tereddütü anlatıyor.

    2)KİTABIN ÖZETİ:

    Kitap Mualla adında bir kızın arkadaşı tarafından tavsiye edilen bir kitabı okumasıyla başlar. Kitap kendisine çok ilginç gelir ve yazarıyla bir baloda karşılaşır. Yazar Mualla’yı görür görmez beğenir ve evlenme teklif eder. Mualla da düşünmek için süre ister.

    Yazar daha sonra eskiden tanıştığı ve bir hayranı olan Vildan ile karşılaşır. Vildan da yazara evlenme teklif eder. Ona kocasından ayrılarak geldiğini söyler. Fakat yazar bunu nazik bir dille geri çevirir. Vildan yazarı intihar etmekle tehdit eder. Bir kaç ay geçtikten sonra yazar tekrar Vildan ile karşılaşır. Kendi izini ona bir süre kaybettirmiştir. Ama bu yeni karşılaşma Vildan’daki değişikliği yazara fark ettirir. Vildan’ın, evine çağırma teklifini kabul eder. Evine gittiğinde Vildan’dan bazı itiraflar duyar. Vildan’ın asıl isminin Vildan olmadığını ve kocasından ayrılmadığını ve bir de sevgilisi olduğunu öğrenir. Ertesi gün Vildan’ın evine gelip gerçekleri öğrenmek istediğinde ise evden taşındığını öğrenir ve Vildan hakkında hiçbir bilgi alamaz.


    3)KİTABIN ANA FİKRİ:

    İnsanlar önemli bir karar verirken daima tereddüt içinde olmuşlardır. Önemli buluşlar ve icatlar hep şüphe ve tereddütten doğmuştur.



    4)KİTAPTAKİ OLAYLARIN VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ:

    Mualla: Çok zengin ve asil bir ailenin kızı, dünyaya bakış açısı çok farklı olan bir kişiliğe sahip, devamlı farklı şeylerin arayışı içinde.

    Vildan: Acayip davranışları bulunan, yaşamayı sevmeyen söyledikleriyle yaptıkları arasında çelişki olan ihtiraslı bir kadın.

    Yazar: İnsanların ruhi tasvirlerini çok iyi yapabilen, düşüncelerinde daima kuvvetli ve kararlı olmaya çalışan güçlü iradeye sahip bir insan.



    5)KİTAP HAKKINDA ŞAHSİ GÖRÜŞLER:

    Kitap dil bakımından fazla yalın olduğu söylenemez. Yabancı kelimelere biraz fazla yer verilmiş; ama yine de akıcı ve sürükleyici bir yapıt. Esrarengizliklerle dolu her an diğer sayfasında ne olacakmış düşüncesiyle okunacak bir kitap. Sonunda da yine okuyucuya yorum imkanı bırakarak bu özelliğini göstermiştir.

    6)KİTABIN YAZARI HAKKINDA BİLGİ:

    Çocukluğu hastalık ve geçim zorlukları içinde geçti. Düzenli bir öğrenim görmedi. Bazı gazetelerde fıkra yazarı olarak çalıştı. felsefe konularına ve psikolojik çözümlemelere geniş yer verdi. XX. yüzyılda Türk toplumunun geçirdiği medeniyet değişimi ve sosyal bunalımlar üzerinde durdu. Başlıca romanları: Sözde Kızlar, Şimşek, Mahşer, Dokuzuncu Hariciye Koğuşu, Fatih-Harbiye, Yalnızız.


    Peyami Safa- Biz İnsanlar

    1.KİTABIN KONUSU : AŞIK OLAN BİR İNSANIN DÜŞÜNME KABİLİYETİNİ NASIL KAYBETTİĞİ VE GERÇEKLERİ GÖREMEMESİ

    2.KİTABIN ÖZETİ :KURTULUŞ SAVAŞI ZAMANINDA ZENGİN HALKTAN BAZILARI KENDİ ÇIKARLARI İÇİN İŞGALCİ DEVLETLER İLE YANKINLAŞMA İÇERİSİNE GİRER.ORHAN O DÖNEMDE YATILI OKULDA ÖĞRETMENLİK YAPMAKTADIR.TALEBELERİNDEN TAHSİN, SINIF ARKADAŞI CEMİL’İN KAŞINI TAŞ ATARAK PATLATIR.ORHAN,CEMİL’İN TEDAVİSİNİ YAPTIRIP ANNESİNİN YANINA GÖTÜRÜR.TAHSİN’İN CEMİL’E TAŞ ATMASININ NEDENİ ‘EŞŞEK TÜRK’ DİYE HİTAP ETMESİDİR. ORHAN KÖŞKTE CEMİL’İN ABLASI VEDIA’YI GÖRÜR.İLK BAKIŞTA BİRŞEY YOK ZANNEDER FAKAT AŞIK OLMUŞTUR.ORHAN TAHSİN OLAYINDAN SONRA OKULDAN İSTİFA EDER.ÇÜNKÜ ORHAN’A GÖRE CEMİL’İN BİLMEYEREK BÜTÜN TÜRK HALKINA HAKARET ETTİĞİNİ DÜŞÜNÜR.ARTIK ORHAN’I AÇLIK VE YOKSULLUĞUN HÜKÜM SÜRDÜĞÜ GÜNLER BEKLEMEKTEDİR.KAR FIRTINASININ OLDUĞU BİR AKŞAM ORHAN YATAĞINDA SOĞUKTAN YATAMAZ.EN YAKIN CADDEYE ÇIKIP SON PARASIYLA SICAK BİR ÇAY İÇMEK İSTER.GİTTİĞİNDE KAHVEHANE KAPALIDIR VE OLDUĞU YERE DÜŞER.KAHVECİNİN ERKEN GELMESİYLE HAYATI KURTULUR VE ÖĞRETMENKEN EN İYİ ANLAŞTIĞI NECATİ’NİN EVİNE GİDER.NECAT’İ ORHAN’A BİR ARKADAŞININ ÇEVİRMEN ARADIĞINI SÖYLER.ARTIK ORHAN’INDA PARASI VARDIR. ESKİ ANILAR CANLANIR VE VEDİA TEKRAR AKLINA GELİR.ONU UNUTAMAZ AMA VEDİA İLE EVLANMEK İSTEYEN BİRÇOK KİŞİ VARDIR.BUNLARDAN SUBAY OLAN AHMET’İ GÖRDÜĞÜNDE BAŞINA GELECEKLERİ ANLAR AMA AŞKI DAHA ÜSTÜN GELİR.VE OLACAKLARI UMURSAMAZ. TAHSİN’İN BABASI BU ARADA HAPİSHANEDEN ÇIKAR.HAPİSHANEYE GİRMESİNİN NEDENİ VEDİA’NIN ANNESİDİR. VEDİA HERKESE AŞIKTIR VE BU ORHAN’I KORKUTUR.VEDIA İLE BİR AN ÖNCE EVLENMEK İSTER.VEDİA BUNA YANAŞMAMAKTADIR.VEDİA’NIN ANNESİ KÖYLÜLER TARAFINDAN SEVİLMEZ ÇÜNKÜ EVİNE FRANSIZ BAYRAĞI ASMIŞTIR.AHMET VEDİA’DAN UZAKLAŞMAK İÇİN CEPHEYE GİDER VE ORADA ÖLÜR.ORHAN VEDİA İLE BULUŞACAĞI BİR GÜN VEDİA’NIN HASTAHANEDE OLDUĞUNU ÖĞRENİR VE KOŞARAK HASTAHABEYE GİDER.VEDİA ŞUURSUZCA YATMAKTADIR.ORHAN GÜNLERCE HASTAHANEDE ONUN YANINDA KALIR.ÇOK HALSİZ DÜŞMÜŞTÜR.DOKTORLARIN TÜM ISRARLARINA RAĞMEN DİNLENMEYİ KABUL ETMEZ.VEDİA ESKİSİNDEN İYİDİR AMA HALA ŞUURU YERİNE GELMEMİŞTİR.İÇERİNİ HAVASINDAN SIKILAN ORHAN DIŞARIYA ÇIKMAK İÇİN AYĞA KALKAR AMA SENDELER.ÇOK BUNALIR.AYAĞA KALKMAK İÇİN TEKRAR HAREKET EDER.DUVARLARDAN TUTUNARAK KORİDORO ÇIKAR.AMA GÖZLERİ HİÇBİR ŞEY GÖRMEZ.MERDİVENLERDEN İNERKEN DENGESİNİ KAYBEDER VE DÜŞÜNMEK İSTEMEDİĞİNİ ÖLÜMÜ VEDİA’NIN AŞKINDAN OLUR.VEDİA ERTESİ SABAH İYİLEŞİR AMA AHMET’İN ÖLÜMÜÜNE NEDEN OLDUĞU GİBİ ORHAN’IDA BİLİNMEZLİKLERİN İÇİNE ATARAK ÖLÜMÜNE NEDEN OLUR.AMA VEDİA HALA YAŞAMAKTADIR.

    3.KİTABIN ANA FİKRİ:BİR ŞEYİ NE KADAR ÇOK İSTERSEK İSTEYELİM SAĞ DUYUMUZU,MANTIĞIMIZI ASLA KAYBETMEMELİ,HER ZAMAN GERÇEKLER DOĞRULTUSUNDA VE ARKADAŞLARIMIZIN ÖNERİLERİNE KULAK VEREREK KARAR VERMELİ,DUYGUSAL DAVRANMAMALIYIZ.

    4.KİTAP HAKKINDA ŞAHSİ GÖRÜŞLER: KİTAPTA YABANCI CÜMLELERİN ÇOK FAZLA KULLANILMIŞ OLMASI KİTABIN AKICILIĞINI OLUMSUZ YÖNDE ETKİLEMEKTEDİR.KİTAP BİLDİĞİMİZ AŞK KURGUSU UZERİNE YAZILMASINA RAĞMEN ZAMAN OLARAK KURTULUŞ SAVAŞI YILLARININ SEÇİLMESİ OKUYUCUNUN İLG,S,N, ÇEKMEKTEDİR.OLAYLARIN FAZLA VE KARMAŞIK OLMASI OKUYUCUNUN İSTEĞİNİ KIRMAKTADIR.AŞK ROMANLARINDAN HOŞLANIYORSANIZ OKUMANIZI TAVSİYE EDERİM.
    Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/showthread.php?p=11563

    5.KİŞİLERİN VE OLAYLARIN İNCELENMESİ:
    ORHAN :ÖĞRETMENDİR.FARKLI GÖRÜŞLERİ YÜZÜNDEN EVDEN GENÇ YAŞTA AYRILMIŞTIR. ARKADAŞLARI TARAFINDAN SEVİLİR AMA BİRAZ DİK KAFALIDIR.YAKIŞIKLI VE LAF YAPMASINI BİLEN BİRİSİDİR.VEDİA’YI SEVER.AŞIRI DUYGUSAL BİR KİŞİLİĞE SAHİPTİR.
    VEDİA:HER GÖRDÜĞÜNE AŞIK OLAN BİRİSİDİR.DUYGUSAL YÖNDEN GELİŞMEMİŞTİR.CİVARDAKİ EN GÜZEL KIZDIR.FİZİKSEL OLARAK NARİN BİR YAPIYA SAHİPTİR.ARKADAŞLARI TARAFINDAN SEVİLİR.ORHANLA BİRLİKTE BİRÇOK KİŞİYE AŞIKTIR.
    AHMET :KENDİSİ SUBAYDIR. VEDİA’YA İLK GÖRDÜĞÜNDEN BERİ AŞIKTIR.BİRAZ FAZLA DUYGUSAL OLDUĞUNDAN GERÇEKLERİ GÖREMEZ.YAKIŞIKLI V ESAKİN BİR KİŞİLİĞE SAHİPTİR.ÇEVRESİİNDE SEVİLİR.
    TAHSİN:YATILI OKULUN EN SESSİZ ÖĞRENCİSİDİR.BABASI HAPİSHANEDE VE ANNESİ ÖLMÜŞTÜR.ZEKİDİR AMA FAZLA KONUŞMAZ.YERLİ HALK TARAFINDAN ÇOK SEVİLİR.DUYGUSAL AÇIDAN ÇOK ZARARLAR GÖRMÜŞTÜR AMA BELLİ ETMEZ.
    CEMİL:VEDİA’NIN KARDEŞİDİR.BATI KİLTİRİ ALTINDA YETİŞMEKTEDİR. KENDİNİ BEĞENMİŞ OLDUĞUNDAN PEK SEVİLMEZ.BURNU HAVADADIR.ZEKİDİR AMA ARKADAŞLARINI HOR GÖRDÜĞÜNDEN YALNIZDIR.TEK DOSTU ONU YETİŞTİREN DADISIDIR.
    NECATİ:ÖĞRETMENDİR.HER ALANDA BİLGİSİ VARDIR.ARKADAŞLARI ARASINDA SEVİLİR.ORHAN’IN EN İYİ DOSTUDUR.GERÇEKLERE GÖRE KARAR VERİR.YARDIM SEVERDİR.MİLLİYETÇİ BİR YAPIYA SAHİPTİR.
    VEDİA’NIN ANNESİ:BATI HAYRANIDIR.YERLİ HALK TARAFINDAN SEVİLMEZ.ÇOCUKLARINI BATILI GİBİ YETİŞTİRMEK İSTEMEKTEDİR.KOCASINI KAYBETMİŞTİR.HER GECE İSTİLA KUVVETLERİNE PARTİ VERİR.ZEKİ VE KİNCİ BİR KİŞİLİĞE SAHİPTİR.HALKI UMURSAMAZ VE ONLARI KÜÇÜK GÖRÜR.

    YAZAR HAKKINDA KISA BİLGİ:
    PEYAMİ SAFA

    1899- 15 HAZİRAN 1961): YAZAR. İSTANBUL'DA DOĞDU. MEŞHUR ŞAİR İSMAİL SAFA'NIN OĞLUDUR. DÜZENLİ BİR ÖĞRENİM GÖREMEDİ. KENDİ KENDİSİNİ YETİŞTİRDİ. 13 YAŞINDA HAYATA ATILDI. POSTA TELGRAF NEZARETİNDE ÇALIŞTI. ÖĞRETMENLİK (1914-1918), GAZETECİLİK (1918-1961) YAPTI. HAYATINI YAZILARI İLE KAZANDI. İSTANBUL'DA ÖLDÜ.
    ROMANLARI: GENÇLİĞİMİZ (1922), ŞİMŞEK (1923), SÖZDE KIZLAR (1923), MAHŞER (1924), BİR AKŞAMDI (1924), SÜNGÜLERİN GÖLGESİNDE (1924), BİR GENÇ KIZ KALBİNİN CÜRMÜ (1925), CANAN (1925), DOKUZUNCU HARİCİYE KOĞUŞU (1930), FATİH-HARBİYE (1931), ATİLLA (1931), BİR TEREDDÜDÜN ROMANI (1933), MATMAZEL NORALYA'NIN KOLTUĞU (1949), YALNIZIZ (1951), BİZ İNSANLAR (1959). HİKÂYELERİ: HİKÂYELER (HALİL AÇIKGÖZ DERLEDİ, 1980).

  8. #48
    **NUR** Beyza - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    10 Eylül 2006
    Yer
    Konya, Turkey
    Mesajlar
    4,214
    Tecrübe Puanı
    100

    Standart --->: Roman Özetleri

    V.c.andrews -

    KİTABIN KONUSU:

    Çocukların Aile Yaşantılarının, Geleceklerini Nasıl Etkileyeceklerini Anlatmaktadır.

    KİTABIN ÖZETİ :

    Chris, Carrie ve Cathy adlı üç gencin, annelerinin üzerlerinde kurduğu baskı ve öldürme girişimi karşısında evden kaçmasıyla başlayan yolculukları, çocukların üç yıl beş ay tavan arasında kapalı kalmaları, annelerine karşı kin beslemelerine neden olmuştur. Anneleri mirasa konmak için çocuklarını öldürmek üzere arsenik katılmış çörekleri çocuklara yedirir.

    Annelerinden kaçtıktan sonra doktor Paul Sheffield’ in üç çocuğu yanına alır. Onların hastalıklarının tedavisini yapar ve bir baba şefkatiyle yanına alıp onları özel okullara gönderir. Yıllar geçtikçe doktor ile en büyük kız olan Cathy arasında yakınlaşma olur. Ayrı kaldıklarında büyük çöküntü içine girerler. Cathy’ in balerin olma arzusu onu Julian ile tanıştırır. Onunla aşk yaşarken asıl amacının annesinden öcünü almak olduğunu hatırlar. Annesinin genç eşi olan Bart’ı ayarlayıp kinini ve çektiği acıları aynen onada yaşatmaya çalışır.

    Bir gün itirazda bulunarak “ben Catherine Leigh Foxworth’un bayan Winslow’ un ilk kocası Christopher Foxworth’ den olan büyük kızıyım. Herhalde babamın, annemin üvey amcası olduğunu ve evlendikleri için Malcolm Foxworth'un öz kızını mirastan yoksun bıraktığını anımsıyorsunuzdur. Ağabeyim Christopher şimdi doktor oldu. Bir zamanlar Cory ve Carrie adında ikiz kardeşlerimde vardı. Ama ikisi de öldüler ...”der On beş yıl önceki noel partisinde Chris’le ben balkondaki dolaba gizlenmiş sizleri izlerken ikizler kuzey kanadındaki odamızda uyuyorlardı. Oyun yerimiz tavan arasıydı ve asla aşağıya inmezdik.

    Para annemizin yaşamına girdikten sonra biz istenmeyen sevilmeyen çatı fareleri olmuştuk. Cathy, Barta dönüp evet sevgilim ben karının kızıyım ve çalıştığım avukatlık firması, karının ilk evliliğinden dört çocuğu olduğunu öğrendiği takdirde her şeyi yitireceğinizi bilmektedir. Anne diye başlar.Donuk bir sesle Cary’nin cesedini ne yaptın der? Çevredeki tüm mezarlıkları dolaşıp kayıtları incelerler.1960 yılında Ekim ayının son haftasında sekiz yaşında bir çocuğun ölüp gömüldüğünü gösteren bir kayıt yoktur. Yutkunup yüzüklerini ışıldatarak ellerini ovuşturur “Ne yapacağımı bilemedim” diye fısıldar. “Daha hastaneye varmadan ölür. Birden bire soluk almaz olur. Kendimden nefret ettim. Onu öldürmek değil biraz hasta etmek istemiştim. Cinayetle suçlanabilirdim. Ben de bir hendeğe atıp üzerini yapraklar ve taşlarla örttüm” diye konuşur.

    Foxworth malikanesinde çıkan yangında Bart ve büyükanneleri ölmüştür. Jory ve Bart isminde çocukları ile yaşamlarını sürdürmek için Californiya’da dört odalı iki banyolu evlerine gidip, eski evlerindeki yaşantılarından uzaklaşırlar. Cathy de annesinin kendilerine yaptıklarını çocuklarına yapmayacağını söyler.

    Bu kitapta azimli ve hırslı olan Chris’in doktor, Cathy’nin ise balerin olması iyi bir olaydır. Yalnız bir kardeşten öte bir sevgili olarak görürler. Cathy’ ise kendini rüzgarın savurduğu istikamete bırakır ve birçok erkekle tanışıp, evlenir ama iyi bir yaşantısı olmaz. En son tekrar Chris’e dönmesi ise aile bağlarının önemini anlaşılır.

    3.KİTABIN ANA FİKRİ:

    Sonuç olarak küçüklüğünde insanların aile ortamları ve yaşantıları, anne ve babalarının çocukları üzerinde uyguladıkları yöntemler çocukların geleceğini etkilemektedir. Kötü uygulamalar çocukların zihninde bir hırs yaratıp aile yaşantısından uzaklaşarak ve ailesinden öcünü almaya kadar ve hatta kendi yaşantısında iyi bir geleceği garanti edemeyerek, özellikle kız çocuğu ise hayattaki kötü ve zor şartlarla uğraşıp, hayatı öğrenmek ve kişisel olarak düşük ve aciz hale düşmektedirler.

    4.KİTAPTAKİ OLAYLARIN VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ

    Chris:Hırslı, azimli ve yardımsever bir doktordur.
    Cathy:Balerin olmak isteyen Chris’e aşık güzel bir kızdır.
    Winslow:Chris’in annesi gözünü para hırsı bürümüş kötü kalpli bir kadındır.

    5.KİTAP HAKKINDAKİ ŞAHSİ GÖRÜŞLER

    Kitap oldukça sade bir dille yazılmştır. Ama olaylar arasında kopukluklar olmuştur. Bu da kitabın akıcılığını bozmuştur. Dramatik roman türlerinden hoşlanan arkadaşlarıma bu kitabı tavsiye ederim.


    DR.HÜSAMETTİN YILDIRIM - Ermeni İddiaları ve Gerçekler

    1.KİTABIN KONUSU:

    I.Dünya Savaşı esnasında Ermenilerin izlemiş oldukları politika

    2.KİTABIN ÖZETİ:

    Asya ve Avrupa kıtaları arasında köprü konumunda olan Türkiye;Karadeniz’i Akdeniz’e bağlayan boğazları,Ortaasya,Kafkasya ve Ortadoğu’daki doğal enerji kaynaklarının kesiştiği noktadaki jeopolitik konumuyla bütün dünyanın dikkatini çekmektedir.

    Geçmişte Osmanlı İmparatorluğu,bugün de Türkiye,bu jeopolitik ve jeostratejik konumundan dolayı çeşitli entrikaların çevrildiği bir alan olmuştur.İmparatorluğu parçalayarak tarih sahnesinden silmek isteyen sömürgeci devletler,bu entrikalarında yüzlerce yıldır Türklerle dostça yaşayan Ermenileri de kullanmışlardır.

    Tarihte olduğu gibi günümüzde de Ermeni toplumu üzerinden siyasi ve ekonomik çıkar sağlamaya çalışan ülkeler olmaktadır.Bazı ülkelerde Türkleri ve Türkiye’yi sözde soykırımla tanımaya yönelik kararlar parlamento gündemlerine getirilmektedir.

    I.Dünya Savaşı’ndan önce çoğu kez üçüncü sınıf vatandaş muamelesi gören Ermeniler,Türklerin Anadolu’ya girişlerini takiben;bir yandan Türklüğün adil ve insani töresinden yararlanmışlardır.Askerlikten,kısmen de vergiden muaf tutulurken ticarette,zanaatta,çiftçilikte ve idari işlerde yükselme fırsatını elde etmişlerdir.Hatta devlet kademelerinde de önemli görevlere yükselenler vardır.

    Ancak,Osmanlı Devleti’nin zayıflamaya başladığı dönemlerde,hemen her konuda Avrupa’nın müdalesi baş gösterince,Türk-Ermeni ilişkilerinde bozulmalar başlamıştır.I.dünya Savaşı sırasında ise,Osmanlı askeri olarak düşmana karşı savaşan veya geri hizmetlerde çalışan Ermenilerl de bulunmasına rağmen,bunların büyük bir kısmı cephede düşmanla birlikte Türklere karşı savaşmış,yüz binlerce Müslüman’ın hayatına kastederek Anadolu’yu bir harabe haline çevirmişlerdir.

    Çıkarılan Sevk ve İskanla ilgili mevzuata uymadıkları gerekçesiyle toplam 1397 Ermeni çeşitli cezalara çarptırılmıştır.Savaş bölgesinde oturan ve birliklerin hareketini engelleyen,karşı tarafa istihbarat sağlayan,yardım ve yataklık yapan ya da düşman ile birlikte onun saffında hareket eden halkların ve grupların cephe gerisine gönderildiği görülebilir.Sevk ve İskanın bir amacı da sivil halkın savaştan zarar görmesini önlemektir.
    Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/showthread.php?p=11564
    Türkiye’de bugün,anne ve babaları ve büyükanne ve büyükbabaların I.Dünya Savaşı’nın korkunç olaylarına ilişkin hikayelerini hatırlayan milyonlarca kadın ve erkek vardır.Bu hikayelerde,tecavüzler ve evlerden zorla çıkarılmalar anlatılmaktadır.Kendilerine sorulduğunda,ailelerinin geçmişini üzüntü ve kızgınlık içinde anlatmaktadırlar.

    Ermeniler gibi,Türkler de düşmanları tarafından öldürülmüşlerdir;onlar açısından düşmanlar çoğu zaman Ermeniler olmuştur.Türkler de Ermeniler gibi zamanında zorunlu göçlere maruz kalmışlar ve bu göçler sırasında çok sayıda insan hastalık ve açlıktan ölmüştür.

    Türk bilginleri ve Türk hükümeti her iki tarafın yaşadığı acıları fark etmeye ve üzülmeye başlamıştır,ancak en çok hatırlarında kalan,doğal olarak kendi insanlarının çektikleridir.

    Türler kendileri,tarihlerini saptıranlara karşı çıkmamış olmaktan dolayı suçludurlar.1912 ve 1922 yılları arasında korkunç savaşlardan sonra Türkiye büyük bir harabeye dönmüştür.Şehirler yıkılmış çiftlik hayvanları öldürülmüş,ağaçlar ve ekinler geride hiçbir tohum kalmaksızın yakılmıştır.Bunula birlikte,yine de bazıları savaşların devam etmesini istemiştir.Türklere ait olan topraklar düşmanların elinde kalmıştır.Savaşlarda her şeylerini kaybedenlerin akıllarında intikam duygusu yer etmiştir. Yeni Türkiye Cumhuriyeti’ni bu duyguların yönetmesi halinde daha fazla ölüm olayı yaşanacaktı. Mustafa Kemal Atatürk hükümeti bu nedenle geçmişteki kayıpları görmezlikten gelen ve eski düşmanlarla barış imzalayan bir politika ortaya koymuştur. Türk hürmeti, Ermenilere ve diğerlerine karşı Türk davasında baskı yapılmasının eski nefretleri canlandıracağını ve savaşa davetiye çıkaracağını hissetmiştır. Bu yüzden Türkler dertleriyle ilgili hiç bir şey söylememişlerdir. Bu, o dönem için alınabilecek en doğru karardı. Hiç kimsenin Türkler adına konuşmaması ise bu noktadaki olumsuz sonucu oluşturmuştur.

    Türkler, ancak Ermeni teröristlerin Türk diplomatları öldürmeye başlamasından sonra politikalarını değiştirmişlerdir. Arşivlerini açmışlar ve savaş dönemine ait belgeler yayınlamaya başlamışlardır. Bunlar, yıllar boyu sürecek, tekrar edilen bilimsel bir araştırmanın bir parçası olmuştur.

    3.KİTABIN ANA FİKRİ:

    Tarih yazmak tarih yapmak kadar mühimdir.Yazan yapana sadık kalmadığı müddetçe değişmeyen hakikat insanlığı şaşırtacak bir mahiyet kazanır.

    4.KİTAPTAKİ OLAYLARIN VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ:

    Tamamen gerçek,yaşanmış ve anlatılması duygu bakımından acı veren olaylarla kaplanmıştır.

    5.KİTAP HAKKINDA ŞAHSİ GÖRÜŞLER:

    Akıcı,etkileyici ve okudukça okuyucuyu sürekli olarak olayları sanki kendisinin yaşadığını anlamasını sağlayan harika bir kitaptır.

    6.KİTABIN YAZARI HAKKINDA KISA BİLGİ:

    1943 yılında Adana’da doğdu.ilköğretimi Adana Mehmetcik ilkokulu,Ortaöğretimi Nurettin Ersin ve mütakiben Atatürk Lisesi’ni bitirdi.1960 yılında ankara Dil-tarih Coğrafya Fakültesi’ne girmiş ve 1981 yılında aynı üniversitede master ve doktorasını tamamlamıştır.Aynı üniversitede öğretim üyesidir ve ileri seviyede Almanca,ingilizce bilgisi vardır.Bu çeşit birçok eserivardır.



    Bu roman, ayıplananla, yasaklananın cazibesine kapılmış zihnin kurduğu komik bir evren.

    Ankara’da üç yetişkin, belki yapacak hiçbir şeyleri olmadığından, belki mutsuzluklarından, dünyayı sapkın başlar etrafında yeniden kurarlar. Bu düşünsel bir ileriye gitmedir ve kendilerine özgü aşırı düşünce tarzlarıyla her uygunsuz şey, başka bir uygunsuzlukla eşleştirilir. Kendilerini verdikleri oyun, soğuk ve cahil Ankara’da sürüp giderken, dünyada bir araya gelmez olan şeyler bir araya getirilerek, zevkli ve sapkın bir alemin kapıları açılır.

    Azgın oyunun içindeki yetişkinlerden ikisi, yeni boşandıkları için kavuştukları özgürlükleriyle sarhoş gibiyken, öteki yetişkin, zamkinoslar dediği çocukluk evinin eşyalarını kendi eliyle yok edecek kadar delidir. Aynı zamanda insanlara yüz vermeyen bir köpekçidir de bu bizim deli.

    Soğuk ve cahil Başkent sokaklarıyla caddeleri, bu köpeklerle katedilirken, alerjik sanat fabrikatörü ailelerinden sosyeteye, kır insanlarına, evliliklere ve edebiyata kadar her şey bu sapkın zihinden bol bol payını alır.

    Edebiyatın da sakin sakin yapıldığına inanmaz yazar. Sonuçta kitap yazmanın imkansızlığından, yaşamanın imkansızlığına gelinir...

    Semra Topal
    1964, Eskişehir doğumlu. Anadolu Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi’ni bitirdi. 1990’da “Çaydanlık Tanık” adlı öyküsüyle Abdi İpekçi Dostluk ve Barış Ödülü’nü, 1992’de “Bayan Mira’yla Ufak Bir Gezinti” adlı öyküsüyle, öykü dalında Varlık dergisinin Yaşar Nabi Nayır Gençlik Ödülü’nü kazandı. Daha sonra Mani (1988, Telos), Kürklü Gece (2000, Büke) ve Salta Dur (2003, Okuyanus) başlıklı kitapları yayımlandı...

  9. #49
    **NUR** Beyza - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    10 Eylül 2006
    Yer
    Konya, Turkey
    Mesajlar
    4,214
    Tecrübe Puanı
    100

    Standart --->: KiTaP ÖzéTLéRi

    Kitapların bazıları sadece tanıtım şeklindedir..

Sayfa 5/5 İlkİlk ... 345

Benzer Konular

  1. Rüzgârla Gelen - Cathy Lamb Kitap Özetleri
    By Mustafa Uyar in forum Kitap Özetleri
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 19.Nisan.2015, 11:13
  2. Nehirlerin Kadını - Philippa Gregory Kitap Özetleri
    By Mustafa Uyar in forum Kitap Özetleri
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 19.Nisan.2015, 11:12
  3. Sensiz Bir İlkbahar - Agatha Christie Kitap Özetleri
    By Mustafa Uyar in forum Kitap Özetleri
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 19.Nisan.2015, 11:11
  4. Gitmene Asla İzin Vermeyeceğim - Hope Tarr Kitap Özetleri
    By Mustafa Uyar in forum Kitap Özetleri
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 19.Nisan.2015, 11:11
  5. kitap özetleri ...
    By soleil in forum Kitap Özetleri
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 21.Ocak.2009, 23:13

Bu Konudaki Etiketler


Search Engine Optimization by vBSEO 3.6.0 PL2 ©2011, Crawlability, Inc.