Giriş


REFORMTÜRK 17. YIL


49 sonuçtan 1 ile 10 arası

Hybrid View

önceki Mesaj önceki Mesaj   sonraki Mesaj sonraki Mesaj
  1. #1
    **NUR** Beyza - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    10 Eylül 2006
    Yer
    Konya, Turkey
    Mesajlar
    4,214
    Tecrübe Puanı
    100

    Standart --->: Roman Özetleri




    AYAŞLI VE KİRACILARI


    Ayaşlı İbrahim Efendi eşkıyalık, zaptiye çavuşluğu, arzuhalcilik, otelcilik gibi türlü işlere girmiş bir adamdır. Bir ara hapse de düşmüştür. Şimdi ucuza aldığı dokuz odalı dairesini ayrı ayrı ailelere kiraya vererek geçinmektedir. Otelcilikten deneyimi olduğundan kiracıları iyi yönetir. Katın mutfak, banyo ve tuvaleti ortak kullanılır. Kiracılar, ister istemez, içli dışlı olurlar.

    Haki Bey ile Turan Hanım sık sık kavga ederler. Turan Hanım, bütün kiracıları kumara alıştırarak paralarını sızdırmaya çalışır.

    İskender Bey fabrikatör olduğunu söyler; ama uyuşturucu maddeler satar, bundan ötürü sık sık başı polisle derde girer.

    Hasan Bey, eskiden büyük bir çiftliğin sahibidir. Şimdi her şeyini yitirmiştir. Yaşlanmıştır. Geçmişini unutmak için sık sık içer, umutsuzluk onu günden güne tüketir.

    Şefik Bey, eskiden konsolos olduğunu söyler. Görevli bulunduğu günlerde adı bazı kötü işlere karışır. Erken emekliye çıkarılır. Ama memuriyeti sırasında epeyce vurgun yapmıştır.

    Pisliğinden, cimriliğinden dolayı başta Hizmetçi Halide olmak üzere bütün kiracılar ondan iğrenirler.

    Odun ve kömür satıcısı Abdulkerim Bey, Buharalı’dır. Evlidir ve bir çocuğu vardır. Çocuklarının dengesiz ve şımarık davranışlarından ötürü aile, öteki kiracılarla kavgalıdır.

    Ev sahibi İbrahim Efendi ise, üvey kızı Faika, damadı Şoför Fuat, Fuat2ın felçli annesi ile bir arada oturmaktadır.
    Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/turkce-dersi/7507-kitap-ozetleri-post11541.html

    Ayaşlı’nın kiracılarının değişik kişilikleri vardır. Aralarında bir de banka memuru bulunur. Evin içinde geçen olayları, dedikoduları anı biçiminde bize yansıtan odur.
    Birbirleriyle iyi kötü geçinip giden bu insanlar, bir süre sonra yavaş yavaş dağılmaya başlarlar.

    Önce, öteden beri çevresini beğenmeyen, gözü yüksek sosyetede olan Turan Hanım, durumunu düzeltince başka bir eve taşınır. Şefik Bey bilinmeyen nedenlerle öldürülür. Hasan Bey felç olur. İskender Bey tutuklanır. Böylece kiracılar evden teker teker ayrılırlar. Evde mal sahibi ile yakınları kalır. Fakat Ayaşlı İbrahim Efendi de bir gün hastalanarak ölür. Geriye kalan kız da başka yere taşınır

  2. #2
    **NUR** Beyza - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    10 Eylül 2006
    Yer
    Konya, Turkey
    Mesajlar
    4,214
    Tecrübe Puanı
    100

    Standart --->: Roman Özetleri


    Yazdığı “Açlık” romanıyla 1920 Nobel Ödülü almış Norveçli bir yazar. Bu roman daha sonraki birçok esere öncülük etmiştir.

    Konu: Romanda kalemiyle geçinen bir yazarın karşılaştığı zorluklar, çektiği sıkıntılar ve bu olumsuzluklar karşısında onurundan ve ahlaki değerlerinden taviz vermediği anlatılmıştır.

    Anafikir: İnsanların karşılaştığı zorluklarla mücadele etmesi gerektiği, yaşam savaşı vermesi ve hiçbir zaman ahlak dışı davranışlara başvurmaması anlatılmıştır.


    Özet
    Yazar gazetelere belli bir ücret karşılığı makale yazıyor. Ama belirli bir yerde sabit bir işi yok. Bazı zamanlarda yazıları geri çevriliyor veya cevap alamıyor ve işleri hep ters gidiyor. Günlerce beklemek zorunda kalıyor. Başka hiçbir geliri olmadığı için hayatı yazarlığa bağlı. Günlerce aç kaldığı zamanlar oluyor. Bazı geceler açlıktan uyuyamıyor ama hiçbir zaman ahlaki değerlerinden taviz vermiyor. Sonunda kirada oturduğu evden de parası olmadığı için çıkmak zorunda kalıyor ve sokaklarda yaşamaya başlıyor. Öyle aç kaldığı günler oluyor ki haftalarca bir şey yemiyor. Artık üzerindeki eşyaları satmaya başlıyor. Bu çilekeş hayatı aylarca devam ediyor. En sonunda bir gemiyle kendisine ne iş verirlerse yapacağını söyleyip şehirden ayrılıyor.







    ÖZET

    George ve Lennie çiftliklerde dolaşarak işçilik eden iki arkadaştır. George ufak tefek, canlı, yanık tenli, keskin bakışlı bir adamdır. Lennie ise iri bir insandır. Ölgün gözler düşük ama geniş mi geniş omuzlara sahiptir. George ve Lennie iki zıt kutup oldukları halde aralarında büyük bir dostluk vardır. Bu büyük dostlukta, birlikte hep çalışarak çiftlik ararlarken kat ettikleri yollar boyunca kendini göstermiştir. Birbirlerine çok bağlanmışlardır.

    Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/turkce-dersi/7507-kitap-ozetleri-post11542.html
    George akıllıdır, işini bilir. Tabiatı sever. Lennie ise dev kuvvetine sahiptir. Fakat ruhen çocuktur. Halleri davranışları çocukçadır,aptalcadır. Lennie’nin yumuşak bulduğu her şeyi okşama alışkanlığı vardır. Bu ikisi Soledad kasabasının çiftliğinden bir iş haberi alırlar ve hemen yola koyulurlar. Oraya vardıklarında bu çiftliğin patronu bunları pekte iyi karşılamaz. Patronla kalmayıp birde patronun oğlu çıkar başlarına dert. Kendisi ufak tefek olduğundan Lennie gibi iri vücutlu insanlara gıcık kapar ve bu tip insanları hiç sevmez. Adamın adı Curley’dir. Ama bu Curley’nin başında da bir dert vardır. Yeni evlendiği karısı. Çiftlikte fingirdemediği adam kalmadı derler onun için ve gözünü yeni gelen George Ve Lennie’ye dikmiştir. Çiftlikteki en iyi arkadaşları Slim’dir (özellikle George’un) Çiftliğin bunağı ise Candy denilen bir eli bileğinden kesilmiş olan bazıları için işe yaramayan yaşlı bir adamdır. George ve Lennie’nin planları bu çiftlikte bir ay çalışıp kendilerine bir çiftlik satın almaktır. Tabii Candy’i ve Candy’nin biriktirdiği parasını yanların alarak…

    Üç kişinin haydi kendi topraklarını işlemek, kimsenin emri altına girmemektir. Lennie’nin tek isteği ise evlerindeki tavşanlara kendisi bakmak istemesidir.Çiftlikte birde seyis vardır. Ama zenci olduğu için diğer çalışanlar tarafından dışlanıyordur. Çiftlikte akşamüstü iş bittikten sonra nal oyunu oynanır. Milletin tek eğlencesi bu oyundur. O sırada Lennie samanlıkta Slim’in ona verdiği köpekle oynuyordur. Ama daha önce fareyi severken öldürdüğü gibi bu köpek yavrusunuda oracıkta aşırı sevmekten öldürmüştür. Daha sonra Lennie’nin yanına Curley’nin fingirdek karısı gelir. Lennie kadınla biraz konuştuktan sonra kadın aynen “benim saçımda yumuşaktır gel benimkini de okşa” demiştir. Lennie tuttuğu saçı bırakmadığı için kadın korkuya kapılmıştır ve çığlıklar atarak samanlığı ayağa kaldırır. Lennie’de buna sinirlenerek kadının ağzını kapatır ve onu nefessizlikten öldürür. Oradan hızlıca kaçar. Bunun üzerine çiftlikteki herkes başta Curley olmak üzere Lennie’yi aramaya çıkarlar. Lennie ise daha önceden başlarına bir olay gelirse George ile anlaştıkları çalılıkların arkasına kaçmıştır. George’u buldukları yerde öldüreceklerini bilmektedir. Lennie çocuk ruhlu olduğu için kendini savunması çok zordur. George kahrolurken Lennie’nin saklandığı yere gelmiştir bile. Lennie elindeki küçük ölü köpek yavrusuyla onu beklemektedir. George Lennie’nin arkasına ona hüzünlü hüzünlü bakar. Lennie sahip olacakları evi ve bakacağı tavşanları hayal ederken bir el silah sesi duyulur. Curley ve çalışanlar yanlarına geldikleri zaman Lennie’yi yerde ölü olarak yattığını görürler ve George’a aptal aptal bakarlar. George olayın etkisinden kurtulamaz ve teselli için Slim’le birlikte olay yerinden uzaklaşırlar

  3. #3
    **NUR** Beyza - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    10 Eylül 2006
    Yer
    Konya, Turkey
    Mesajlar
    4,214
    Tecrübe Puanı
    100

    Standart --->: Roman Özetleri




    NIETZSCHE AĞLADIĞINDA

    KAHRAMANLARI:

    NİETZSCHE: Henüz iki kitabı yayımlanmış, kimsenin tanımadığı bir filozof.Yalnızlığı seçmiş.Acılarıyla barışmış.İhanete uğramış.Tek sahip olduğu şey,valizi ve kafasında tasarladığı kitaplar.Evli değil.Tanrıyı öldürmüş.'Ümit kötülüklerin en kötüsüdür,çünkü işkenceyi uzatır' diyerek bir ümitsizlik çukurunda olduğunu belirtiyor.

    BREUER: Efsanevi bir teşhis dehası. Ümitsizlerin kapısını çaldığı doktor. Psikanalizin ilk kurucularından. Kırkında,bütün Avrupalı sanatçı ve düşünürlerin doktoru olmayı başarmış.Güzel bir karısı ve beş çocuğu var.Zengin.Saygın.

    FREUD: Breuer'in arkadaşı. Henüz genç. Geleceği parlak.Şimdi yoksul.

    SALOME: Erkeklerin başını döndüren kadın. Çekici.Özgür.Evliliğe inanmıyor.Bazen aynı anda birçok erkekle beraber oluyor.Sanatçı ve düşünürleri tercih ediyor.

    KİTABIN ÖZETİ:
    Bir gün erkeklerin başını döndüren kadın, Salome,Nietzsche'den habersiz Breuer'e gelir.Ümitsizlik içinde olan Nietzsche'ye yardım etmesini ister.Doktor da kadının çekiciliğine kapılıp bu isteği kabul eder.Çünkü doktor da o sırada yasak bir ilişkiden yeni çıkmıştır.Hastasına tedavi sırasında aşık olmuş ve kendini ona iyice bağlamıştır.O da bunun farkındadır fakat hislerinin önüne geçemez.Bu ilişki hastasının ondan hamile olduğu yalanını uydurmasıyla son bulur.Breuer onu başka bir doktora nakleder.İşte bu ilişkiyi tam unutmuşken karşısına Salome çıkar.Salome Nietzsche'yi ikna edip Breuer'e gönderir.Fakat Nietzsche çok gururlu,hiç kimseyle konuşmayan,derdini kimseyle paylaşmayan birisidir.Ruhsal sorunu olduğunu da kabul etmez.Bunun yüzünden de Dr. Breuer onun fizikselhastalıklarını tedavi ediyormuş gibi görünerek psikolojisini anlamaya çalışır.(fiziksel hastalık olarak da stresten kaynaklanan migreni vardır.)Dr.Breuer tedavileri sırasında onun özel yaşamı hakkında bilgi almaya çalıştıysa da Nietzsche tek bir kelime bile etmez.Doktor en sonunda ondan hiç bir ücret talep etmeden onu bir sanatoryuma yatırmayı,migreni için üzerinde ilaçlar denemek istediğini ve bu gözlemler için de gözünün önünde olmasını uygun gördüğünü söyler.FakatNietzsche bunu kabul etmez ve doktordan tedaviyi bitirmesini ister.Doktor bu duruma çok üzülür.Hem arkadaşı hem de öğrencisi olan Freud'la hep onun hakkında konuşur, uyguladığı tedaviyi arkadaşına anlatıp onun da fikrini alır.bu konuşma gününün gecesinde Dr.Breuer uyuyacakken kapı çalınır ve kendisini Herr Schlegel olarak tanıtan bir adam evinde kalmakta olan bir hastadan söz eder vedoktora bir kart uzatır.Kartın üstünde Prof. Friedrich Nietzsche Filoloji Profesörü yazıyordur.Doktor bunu okuyunca hemen Herr Schlegel'le birlikte Nietzsche'nin kaldığı yere doğru yola koyulur.Yolda Nietzsche hakkında bazı bilgiler edinmeye çalışır.Nietzsche'nin kaldığı yere geldiklerinde Dr. Breuer çok şaşırır.Nietzsche odanın bir köşesinde duran ufak bir yatakta koma halinde uyuyordur.Morarmış bir yüz,çökmüş gözler,her yanı buz kesilmiş solgun bir vücut.Dr.Breuer Nietzsche'nin başına masaj uygulamaya başlar.30-35dk.sonra Nietzsche kendine gelmeye başlar ve doktordan yardım etmesini ister.Doktor bunu duyduğunda çok şaşırır.Çünkü Nietzsche'yi kimseye muhtaç olmayan biri olarak tanımıştır.Breuer sabaha doğru Nietzsche'yi yalnız bırakarak diğer hastalarını kontrol etmeye gider.Geri döndüğünde Nietzsche kendine gelmiştir.Dr.Breuer'e minnetlerini sunduktan sonra borcunu nasıl ödeyeceğini sorar.Doktorda bunun üzerine daha uzun bir süre tedavi altında tutulması gerektiğini ve bir ilaç tedavisi uygulayacağını söyleyerek klniğe yatmak zorunda olduğunu yineler.Fakat Nietzsche o gün oradan ayrılmak zorundadır.Breuer'de bunu engellemek için bir öneri hazırlar ve bu öneriyi ertesi gün muayenehanede Nietzsche'ye sunar.Önerisi ise kendisinin Nietzsche'nin fiziksel semptomlarını tedavi eden beden doktoru olacağını,Nietzsche'nin de bunun karşılığında Breuer'in ruh ve zihin doktoru olmasıdır.Nietzsche ilk başta bunu kabul etmediyse de doktora borçlu olduğu için bunu borcunu ödeme şekli olarak kabul eder.Artık sanatoryuma yatar ve doktorla birbirlerine tedavi uygulamaya başlarlar.Bu tedaviler sırasında doktor kendi sorunlarını biraz abartarak anlatır ki Nietzsche itiraf sürecine girmekte çabuk davransın.Fakat Nietzsche direnmekte kararlıdır.Dr.Breuer'de onun direncini kırmayarak ona yardım etme çabalarını biraz yavaşlatmaya başlar.Bu arada tedaviler sırasında gittikçe iyi arkadaş olurlar ve birbirlerine isimleriyle hitap etmeye başlarlar.Tedavi sonucunda Nietzsche'nin migreni iyice kaybolmuştur fakat ruh durumu olduğu gibi duruyordur.Tedavi sona erdiğinde ise Nietzsche o ülkeden ayrılmaya karar verir.Doktor da onu engellemek için çok çaba gösterir.Çünkü seanslar sayesinde çok iyi iki dost olmuşlardır.Breuer Nietzsche'ye kendi evinde kalmasını teklif etse de o bunu kabul etmez ve ülkeden ayrılarak ılık güneş ve yağmursuz bir havası olan İtalya’ya gider.

    KİTABIN İSMİ:
    Bir gün kadınlar hakkında konuşurlarken Nietzsche sandalyeye oturup birdenbire ağlamaya başlıyor. Breuer ağlamasının sebebini sorunca da duygularını biriyle paylaşmış olmasının onu duygulandırdığını söylüyor.Kitabın adı da bu sebepten dolayı 'NIETZSCHE AĞLADIĞINDA' konuluyor.Çünkü Nietzsche kitapta nerdeyse hiç ağlamayan,gülmeyen,katı biri olarak tasvir ediliyor.Fakat insanın duygularını bir yere kadar saklayabildiğinden en nihayetinde gözyaşlarını tutamıyor.

  4. #4
    **NUR** Beyza - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    10 Eylül 2006
    Yer
    Konya, Turkey
    Mesajlar
    4,214
    Tecrübe Puanı
    100

    Standart --->: Roman Özetleri


    ÖZET
    Dört aydır evin kirasını verememişti. Evin sahibi onu mahkemeye verecekti. Uzun süreden beri hasta olmasına rağmen yaşlı Teteri kadının evine gidebilirdi. Daha önceki yüksüğe 1.5 Ruble veren kadın yeni getirdiği saate baktı ve “1.5 Ruble” dedi. Raskonikov kabul etmek zorundaydı çünkü kata çıkana kadar kimseyle karşılaşmamıştı. Yaşlı kadın, kız kardeşi ile beraber kalıyordu evde. Çok zengin olmasına rağmen, kız kardeşi hiç miras bırakmayacaktı. Kız kardeşini çoğu zaman döver, onun her işini takip etmesi gerektiğini düşünürdü.

    Raskolnikov 1.5 Rubleyi aldı ve dışarı çıkıp bir meyhaneye gitti. Marmeladov yan masada oturuyor olmasına rağmen taşınıp sohbet etmekten kendini alamamıştı. Marmeladov eşini çok seviyordu ve üç çocuğunu da; ama çok içiyordu. O kadar ki ailenin geçimi için Sonya fahişelik yapmak zorunda kalmıştı. “Ne kadar fedakar bir kız bu Sonya” diye düşünmekten kendini almamıştı. Raskolnikov Marmeladov ‘un evine gittiklerinde eşi haykırışla onları yumruklamaya başladı. Hep içiyordu ve evdeki 20 Rubleyi götürüp içkiye vermişti. Marmeladov Raskolnikov cebindeki 50 Kapik’i oraya bırakarak uzaklaştı. Eve geldi, yorgundu. Nastasya bir mektup getirdi. Raskolnikov heyecanla okumaya başladı mektubu. Annesinden gelmişti mektup. Annesi kız kardeşi Dunya’dan bahsediyordu. Dunya, Luzhin adında çift memurluğu olan 45 yaşındaki biriyle evlenecekti. Hem Luzhin onların eşyalarıyla beraber Petersbur’ga gelmesi için yardım edecek, gelmelerini sağlayacaktı. Annesi, 60 mil ötedeki tren yoluna gitmek için bir araba ayarladığını, trende ise 3 ncü sınıfta güzel bir yolculuk yaptıktan sonra Petersburg’a gideceklerini ve onu çok özlediğini yazıyordu.

    Raskolnikov “Bu evlilik olmayacak” diye düşündü. Dışarı çıktı ve birkaç saat dolaştıktan sonra yorgun düşüp bir yerde uyukladı. Kötü bir rüya gördükten sonra uyandı. Eve gitti. Saat 7’ye yaklaşıyordu. Saat uygundu. Aşağıdaki baltayı alacak kimseye gözükmeden yaşlı tefeci kadının evine gitti. İçeri girerken onu kimse görmemişti. 2 nci katta boya yapan adamlarda onu yukarı çıkarken görmemişlerdi.

    Tefeci kadının evine girdi ve ona bir kül tablası uzattı. Kadın kül tablasına bakarken baltayı kafasına indirmişti. Kadının ölü bedeni yerde yatıyordu. İçeri daldı ve dolaptan sadece rehin verilmiş, birkaç parça altını cebine aldı. Yaşlı kadının kız kardeşiyle içeride karşılaştı. Kızın şaşkın bakışları altında baltayla onu da öldürdü. Doğrusu bir kişinin toplumdaki binlerce kişinin refahı ve mutluluğu için ölmesinin bir zararı yoktu. Üstelik bu tefeci kadın çok kötü biriydi. Kapıda birkaç kişi kapıyı vuruyorlardı. Hiç evden çıkmayan tefeci kadının, çıkacağı tutmuştu. Raskolnikov titriyor, dışarı çıkıp her şeyi itiraf etmek istiyordu ama yapmadı. Dışarıdakilerden biri kapının içeriden sürgülü olduğunu fark etti. Yaşlı kadına bir şey olduğunun farkına vardılar. İki kişi Kapıcıyı çağırmak için aşağı indi. Bu kaçmak için tam fırsattı, Raskolnikov kapıyı açtı, hızla merdivenlerden inmeye başladı, aşağıdan gürültü gelmeye başlayınca Raskolnikov boyacıların dairesinin kapısının arkasına saklandı ve kapıcı ile üç adam yukarı çıkınca o da dışarı çıkıp değişik bir yoldan eve gitti. Baltayı aldığı yere bıraktı. Çok korkmuştu ve titriyordu. Aldığı mücevherleri ve kıymetli takıları dışarıda bir yerde saklamayı ihmal etmedi.

    “2 gün geçti hala uyanmadı” diye düşünüyordu Üniversite arkadaşı Razumikin. Doktor Zozimov hastalığı atıp kendisine geleceğini söylüyordu. Ama Raskolnikov uyanınca arkadaşını ve doktoru isteksiz bir vaziyette evden kovdu ve dışarı gidip bir bara oturdu. Eski gazeteleri okurken yanına gelen bir polis memuru melenkolik ve deli bir ruh haliyle cinayetten bahsedip, üstü kapalı her şeyi anlattı. Korktuğunu, endişelendiğini hiç hissettirmedi.

    Ertesi gün eve geldiğinde annesi ve kız kardeşi Dünya’ nın kendisini beklediklerini gördü. Çocuğun halini gören anne şaşkınlıkla titriyordu. Onu ertesi gün bay Luzbinin geleceği görüşmeye çağırırken korkmuştu. Ertesi gün bay Luzbin onları ziyaret etttiğinde, Raskolnikov haklı çıkmanın gururu ile gülüyordu. Bay Luzbin kız kardeşi çok aşağılamış, onların fakir bir aile olduğunu değerlendirerek fazla istekte bulununca evden kovulmuştu. Hemen ardından Raskolnikov “elveda” diyerek evden ayrıldı.

    İnanamıyordum. Annesi oğlunun bu tavırla doğrusu ağlamaktan başka yapacak bir şeyleri yoktu. Raskolnikov melenkolik halde evi terkederken her nasılsa arkadaşı Ramuskin’e onları emanet etmeyi de ihmal etmemişti.
    Bay Marmeledov’un cenazesi için evine gittiğinde Sonya’da oradaydı Sonya’ya karşı inanılmaz bir his içindeydi. Ailesi için Sonya’nın yaptığı fedekarlık onun gözlerini büyülemişti. Birkaç gün boyunca Sonya’yı düşündü ve fırsat buldukça onunla konuşmaya çalışarak geçirdi vaktini.
    Polis memuru porifiri Raskolnikov’un (Mihailovis adında genç biri cinayeti işlediğini itiraf etmiş olmasına rağmen) cinayet işlediğini biliyor ve onun psikolojik durumunu bildiği için, itiraf etmesi için onu sıkıştırıyor ama tutuklamayacağını söylüyordu. Cinayeti işlediğini Sonya’ya itiraf etmişti. Sonya’da Raskolnikov’a “gidip teslim olmasını, yere kapanıp Allah’tan ve insanlardan özür dilemesini” istiyordu.

    Sonuç olarak Raskolnikov vicdanının verdiği acıya dayanamayıp suçunu polise itiraf etti. 1.5 yıldır Sibirya’daydı Raskolnikov. Petersburg’ a, Razumukin ve kardeşi Dunya evlenmişlerdi. Mahkeme Raskolnikov’un iyi hali, parayı kullanmadığı, daha önceki yaşamında verimli bir üniversite öğrenimi yaptığı, fedakar kişiliği ve kendi kendine teslim olmasından dolayı, çok az bir cezayla 8 yıl kürek mahkumiyetine çarptırıldı. Raskolnikov’u Sonya her gün ziyaret ediyordu. Sibirya da ailesi ile sürekli mektuplaşan Sonya, Ramuzkin ve Dunya’nın tek haber kaynağıydı. Raskolnikov,Sonya’nın sevgisi ile hayata bağlandı ve geleceğin planlarını beraber hayal etmeye başladılar.

  5. #5
    **NUR** Beyza - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    10 Eylül 2006
    Yer
    Konya, Turkey
    Mesajlar
    4,214
    Tecrübe Puanı
    100

    Standart --->: Roman Özetleri


    Harvard Üniversitesi Simge-Bilim Profesörü Robert Langdon, Paris'te iş gezisindeyken, gece yarısı, Louvre'un yaşlı müdürünün ölü bulunduğu haberini alır. Langdon ve yetenekli Fransız kriptoloji uzmanı Sophie Neveu, cesedin etrafındaki izleri takip ederek bu garip esrar perdesini araladıkça, ipuçlarının onları Da Vinci'nin tablosuna götürdüğünü keşfederler. Büyük usta bu sırrı herkesin görebileceği bir yere, ünlü eseri Mona Lisa tablosunun içine gizlemiştir.

    Langdon bu garip bağlantıyı açığa çıkarınca tehlike artar. Cinayete kurban giden müze müdürü de, Sir Isaac Newton, Botticelli, Victor Hugo, Da Vinci ve aralarında diğer ünlülerin de bulunduğu gizli bir kuruluş olan Sion Manastırı Derneği'nin bir üyesidir.

    Langdon, aydınlatmaya çalıştıkları bu tehlikeli sırrın yüz yıllardır tarihin derinliklerinde gizlendiğinden şüphelenir. Böylece Paris ve Londra sokaklarında amansız bir kovalamaca başlar. Langdon ve Neveu, kendilerini, atacakları her adımı önceden bilen esrarengiz olduğu kadar da çok zeki olan bir adamla karşı karşıya bulurlar. Eğer bu karmaşık bilmeceyi çözemezlerse Priory'nin büyük yankılar uyandıracak bu çok eski gerçeği ebediyen kaybolacaktır.

    Da Vinci Şifresi Yorumlar :


    "Dan Brown, ülkedeki birkaç usta yazardan biri. Da Vinci Şifresi üstün bir zeka tarafından kurgulanmış harika bir gerilim romanı.'"
    - Nelson DeMille-


    '"Entrika ve tehlikenin iç içe geçtiği okuduğum en iyi gerilim romanı. Kelime oyunları, gizemler ve bulmacalarla örülmüş akıllara durgunluk veren bir öykü.'"
    - Clive Cussler-


    '"Dan Brown'ı yeni keşfettim. Da Vinci Şifresi düşündürücü olduğu kadar aynı zamanda büyüleyici. Tarih meraklılarına, komplo çılgınlarına, bulmaca meraklılarına ve gerilim öyküsü severlerinin bir solukta okuyacakları olağanüstü bir roman. Ben bu kitaba bayıldım! '"
    - Harlan Coben-


    '"Böylesine bir gerilim romanı yazılabileceğini hayal dahi etmezdim. Ama size bir şey söyleyeyim mi? Bu kitabı elimden bırakamadım. Da Vinci Şifresi'nde Dan Brown büyüleyici ayrıntılarla zenginleştirdiği inanılmaz bir dünya kurmuş. Okumaya doyamadım. Bay Brown size hayranım.'"
    - Robert Crais-


    Leon Werth'e

    Bu kitabı bir büyüğe sunuyor olmamdan
    dolayı çocuk okurlarımın beni hoş
    görmelerini dilerim. Bunu yapmamın çok
    ciddi bir nedeni var: O. benim dünyadaki
    en iyi arkadaşım. İkinci nedenim de şu: Bu
    adam her şeyi anlıyor, çocuk kitaplarını
    bile. Üçüncü bir nedenim daha var:
    Fransa'da yaşıyor şu anda, aç ve üşüyor.
    Biraz yüreğinin ısıtılması ona iyi gelir.
    Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/turkce-dersi/7507-kitap-ozetleri-post11545.html
    Eğer bütün bu nedenler size yeterli
    gelmiyorsa, o zaman ben de bu kitabı onun
    çocukluğuna armağan ederim. Bütün
    büyüklerin bir zamanlar çocuk olduğunu
    biliyoruz: pek azı bunu hatırlasa da...
    Neyse, sunuşumu şöylece değiştiriyorum:

    Leon Werth'in çocukluğuna...

    ( Antoine de Saint-Exupéry)

    Kitaptan alıntı :

    SEVDIM SENI BIR KERE

    Küçük Prens'i bilir misiniz?Saint Exupery'nin çocuklar için yazdigi ama onlardan çok biz kocamanlara hitap edebilecek düzeydeki masal kitabi.Masalin bir yerinde Küçük Prens bir tilkiyle karsilasir.Kendisiyle arkadas olmasini istedigi tilkiyle prens arasinda su dialog geçer:

    - Gel benimle oyna.O kadar mutsuzum ki..
    - Seninle oynayamam ben evcil degilim.
    - A özür dilerim!"Evcil" ne demek?
    - Sen henüz benim için dünyada yasayan diger çocuklardan hiç de farkli degilsin.Benim sana ihtiyacim yok.Ama senin de bana ihtiyacin yok.Ben de senin için yüzbin tilkiden daha farkli degilim.Ama beni evcillestirirsen birbirimize muhtaç duruma geliriz.Sen benim için dünyada bir tane olursun, ben de senin için bir tane olurum.

    Tilki konusmasini sürdürür,
    - Yasantim çok tekdüze..Ama beni kendine alistirirsan yasantim aydinlanmis olur.Digerlerinden farkli bir ayak sesi tanimis olurum.Bütün ayak sesleri kovuguma gizlenmeme yol açiyor..Seninki ise yuvamdan çikmama yarayacak bir müzik parçasi olacak.Hem bak oradaki bugday tarlalarini görüyor musun?Ben ekmek yemem,bugday benim için hiç bir şey değildir.Bugday tarlalarini anlamsiz bulurum ama senin saçlarin altin renginde.. Beni kendine alistirinca altin renkli basaklar bana seni hatirlatacaklar.Rüzgarin bugday tarlalarinda çikarttigi sesi de sevecegim..


    Tilki sustu ve uzun uzun Küçük Prens'i seyretti.
    - Ne olur beni kendine alistir..
    Böylece Küçük Prens tilkiyi kendine alistirdi,evcil hale getirdi..Ayrilik saaati yaklasirken tilki:
    - Ah aglayacagim, dedi
    - Bu da senin suçun.Ben sana fenalik yapmayi düsünmemistim ama sen evcil olmakta direndin. Simdi de agliyorsun.
    - Evet,evet
    - O halde bu isten hiç bir sey kazanmadin!
    - Hayir kazandim.. Basak rengini unutuyor musun?

    nbsp; Tilkiye basak renginin Küçük Prens'in altin rengi saclarini hatirlatmasi,
    rüzgarin bugday tarlalarinda çikarttigi sesi daha çok sevdirmesi size yabanci gelmedi degil mi?Yoksa güldügünde kaybolan bir çift göz gördügünüzde,hiç ummadiginiz bir anda "o sarki"nin ezgileri kulaginizi doldurdugunda,çayini üç şekerle içen,deniz kabuklari biriktiren,kedilere bayilan,mükemmel makarna yapan birileriyle tanistiginizda hatirladiginiz bir küçük prensiniz yok mu hayatinizda?

    Su ise bakin! Ask ne kadar yassiz bir duygu ki bir çocuk kitabindan ciddi ciddi bir ask yazisi çikartilabiliniyor. Bunda pek de sasilacak bir sey yok gerçi..Çocuklugumuza en çok yaklaştigimiz halet-i ruhiyemiz degil mi ask dedikleri..


  6. #6
    **NUR** Beyza - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    10 Eylül 2006
    Yer
    Konya, Turkey
    Mesajlar
    4,214
    Tecrübe Puanı
    100

    Standart --->: Roman Özetleri




    ÖZET


    Kafkasya’nın bir köyünde Dilber adında küçük bir kız, esircilerin eline düşer. İstanbul’a getirilir. Dokuz yaşındaki güzel kız, Mustafa Efendi adında bir memura satılır. Evin hanımı serttir, kötü huyludur. Dilber’e çok cefa eder. Kızcağız bütün ağır işleri yüklenir, gücünün üstünde çalışır. Öyleyken sık sık dövülmekten, aşağılanmaktan kurtulamaz.

    Mustafa Efendi Erzurum’a bağlı bir ilçeye atanır. Dilber’İ götürmek istemediğinden bir esirciye satar. Dilber sıkıntılı yıllar geçirir. Ona müzik, okuma, ev işleri öğretilir. Ardından satılır. Bir paşa konağına düşer.
    Asaf Paşa’nın ailesi görgülü ve bilgilidir. Evde dengeli bir hava vardır. Dilber bu evi çok sever, ilk kez rahat eder. Evin oğlu Celâl, Avrupa’da okumuş, resim çalışmış, kültürlü ve yakışıklı bir gençtir. Dilber’i model olarak kullanır. İki genç zamanla birbirlerine yakınlık duyarlar. Sevişirler. Anne ve baba durumu sezince telaşa kapılırlar. Oğullarının haberi olmadan kızı, bir esirciye satarak konaktan uzaklaştırırlar. Celal olup biteni öğrenince üzüntüden yatağa düşer.

    Dilber’in yeni sahibi Mısırlı bir zengindir. Kızı haremine kapamak niyetindedir. Bunun için onu Mısır’a götürür.

    Genç kız hareme girmek istemediğinden karanlık bir odaya kapatılır. Harem Ağası Cevher kıza acır, onu kurtarıp İstanbul’a kaçırmak ister. Gece yarısı odaya ip atarak yukarı tırmanır. Önce Dilber’i aşağı indirir. Arkadan kendisi de inerken dengesini kaybeder, düşerek ölür. Dilber yalnız ve çaresiz kalır. Tek başına İstanbul’a gidemeyeceğini anlar. Kendini Nil ırmağına atarak intihar eder.





    Açıklama : Edebiyatımızın ilk natüralist romanı sayılan Zehra, 1864 yılında İstanbul'da doğan ve 29 yaşında kemik vereminden ölen Nabizade Nazım'ın tek romanıdır. Roman kişilerinin konuşmalarını, kendi dillerinin özelliklerini koruyarak veren yazar, konusunu işlerken araya girip kendi düşüncelerini belirtmekten kaçındığı için öykü tekniğine bağlı bir yapı kurmaya çalışır. Yazar, bu kitabında kıskanç bir kadının çevresindekileri nasıl mahvettiğini, ama sonunda kendi ölümüne de neden olduğunu romancılığımızda ilk kez görülen bir derinlik ve gerçekçilikle verir. Kitapta, Zehra'nın eşi Suphi'nin üç farklı kişilikteki kadınla; Zehra, Hüsnücemal ve Ürani'yle sağlıksız evlilik ve aşk ilişkileri anlatılır ve bu ilişkiler felaketle, ölümle sonuçlanır.

    ÖZET

    Zehra zengin bir aile kızıdır. Küçük yaşta annesini yitirir. Sevgi ve şefkatten yoksun kalır. Bu yüzden sinirli, kıskanç ve geçimsizdir. Her şeye öfkelenir. Büyüyünce, babası onu işyerinde kâtip olarak çalıştırdığı Suphi ile evlendirir. Zehra bir süre kocasıyla iyi geçinir. Sonra eski huyları depreşir. Eşini herkesten kıskanır, durmadan onu rahatsız eder.

    Suphi’nin annesi, ev işlerine yardımcı olmak üzere, Hüsnücemal adında güzel bir cariye alır. Bu durum Zehra’yı iyice çileden çıkarır. Karısından bıkan ve bunalan Suphi bu kez Hüsnücemal’e bağlanır, sonra da onunla evlenir. Ayrı bir eve taşınırlar. Zehra’nın babası ölünce Suphi onu boşar.

    Zehra öç almak için bir Rum kadınını Suphi’ye musallat eder. Yosma Ürani kısa zamanda amacına ulaşır. Suphi’yi kandırır, kendine bağlar. Suphi’nin gözü artık Hüsnücemal’i görmez, aklı Ürani’dedir. Bu yüzden varını yoğunu ona yedirir. Sonunda iflas eder. Bunun üzerine Ürani ona sırt çevirir. Hüsnücemal üzüntüsünden intihar eder. Suphi tulumbacılığa kadar düşer. Öyleyken Ürani’yi unutamaz. Sevgilisinin başka bir erkekle yaşadığını duyunca tepesi atar. Gizlice onları izler ve ikisini de yakalayıp öldürür. Fakat kanıt yetersizliğinden kurtulur. Trablusgarp’a sürgün edilir.

    Bu arada Zehra, Suphi’nin katibi Muhsin ile evlenmiştir. Yeni kocası bir süre sonra ölür. Zehra yalnız kalır. Ayrıca, Suphi’nin başına gelenleri öğrenince sinirleri büsbütün bozulur. Çünkü, için için, hâlâ onu sevmektedir. Bir gün sokakta giderken, bir dilenci kadının ansızın düşerek öldüğünü görür. Dikkatle bakınca yerdeki kadının Suphi’nin annesi olduğunu anlar. Ardından, hastalanıp yatağa düşer. Bir ay kadar ateşler içinde yatar, sonra da ölür.




    Açıklama : Zamanın Rusya'sını iyisiyle kötüsüyle anlatan bir eser. İnsanın olduğu yerde eksik olmayan aşk, hırs, iyilik, düşmanlık ve entrika. Bir yanda ne için yapıldığı bir türlü bilinmeyen ve onca insanın ölmesine sebep olan savaşlar; diğer yanda "barış"ın küçük bir sınıfın daimi kaderi oluşu... Savaşta da barışta da dürüstlüğü ilke edinmiş kahramanlar... Hep aykırı bir tip olan Piyer Bezukof ve onun şahsında iyiliğin üstünlüğü... Kadınların genel konumlan ve çıkar çevrelerinin ince hesapları... "Kanlı sargılar içindeki bütün bu bozuk insan etleri..." cümlesiyle özetleyebileceğimiz Savaş; balolar, partilerle süslenen Barış... Kısacası; Strakof'un deyimiyle "Hayatın, zamanın Rusya'sının, tarihin, sınıf kavgalarının olağan üstü bir tablosu; insana insanlığa ait ne varsa; insanın mutluluğunun ve büyüklüğünün; felaketinin ve küçüklüğünün mükemmel bir tanımı nedir? Derseniz cevabı şudur: "Savaş ve Barış"
    Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/turkce-dersi/7507-kitap-ozetleri-post11546.html

    "Tolstoy'un Savaş ve Barış'ı son bin yılda yazılan en büyük on edebiyat eserinden biridir. Bütün 19. yüzyıl romanları içerisinde Tolstoy'un Napolyon'un Rusya'yı işgalini anlatan panoraması, hacmi, insan anlayışı, kahramanlarının soluğu ve tarih üzerine düşüncelerinin akışı bakımından en büyüğüdür. Resmin büyüklüğüne rağmen bireysel fırça darbeleri de her zaman kesin, doğru ve vecizdir."
    John Updike



    SAVAŞ VE BARIŞ (2 CİLT)
    Savaşla barış birbirini izler, savaş sahneleri ardından aile sahneleri karşımıza çıkar. Romanın başında Nataşa Rostov henüz bir çocuktur, oysa genç Piyotr Bezuhov çoktan evli bir erkektir ama mutsuzdur; karısı, herkesi aynı gülüşle selamlayan güzel prenses Helena'dan ayrılır. Ama Helena ölür. Nataşa'ysa Piyotr'un arkadaşı Prens Andrey Bolkonskiy'le nişanlıdır. Helena, nişanlısının yokluğunda erkek kardeşi Anatol Kuragin'e aşık olur ve onunla kaçmaya kalkışır. Daha sonra Prens Bolskonskiy'in ağır biçimde yaralanması üzerine, Nataşa ona ne kadar derin bir aşkla bağlı olduğunu anlar ve ondan af dilemek ister.

    Ancak, Nataşa Piyotr ile evlenip, kendisini ailesine adar ve Dekabrist ayaklanmasına katılan kocası, 14 Aralık 1825' te Sibirya'ya sürülünce onun peşinden gider.

    Savaş ve acı dolu sahnelere karşın,"Savaş ve Barış" a egemen olan renk aşk ve yaşamla doludur. Tolstoy, "roman yazarken sanatçının amacı bir sorunu tartışılmaz biçimde kökünden çözmek değil, ama sayılamayacak kadar çok, bitmek tükenmek ilmez tezahürleri içinde yaşamı sevindirmektir" der.

  7. #7
    **NUR** Beyza - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    10 Eylül 2006
    Yer
    Konya, Turkey
    Mesajlar
    4,214
    Tecrübe Puanı
    100

    Standart --->: Roman Özetleri



    “Benim Arapça, Türkçe, Kastilya dili, Berberi dili, İbranice, Latince, sokak İtalyancası konuştuğumu duyacaksınız; çünkü bütün diller ve dualar benim dillerim ve dualarım Fakat ben hiçbirine ait değilim. Ben yalnızca Tanrıya ve dünyaya aidim; ve yakında bir gün yine onlara döneceğim”.

    Afrikalı Leo’nun ilk sayfasında karşılaşacağınız bu sözler tüm kitabı özetliyor sanki. Gerçek bir yaşamdan çıkarılmış bir öykü olan bu kitapta Endülüslü bir tüccarın hayatı anlatılıyor. Kahramanımızın asıl adı Hasan olmasına rağmen romanda bir kaç kez ismi değişiyor.

    1489’da Granada’da doğan Hasan 1488’den başlayarak 1527’ye kadar her geçen yılı oğluna, kendi yaşadıklarını, anne ve babasından dinlediklerini tarihi gelişmelerle birlikte dört kitap şeklinde anlatıyor. Granada, Fas, Kahire ve Roma kitapları...

    1492 yılında Endülüs’ün son kalesi olan Granada’nın da Kastilyalılar tarafından alınmasıyla bir uygarlığın nasıl yok olduğunun hikayesiyle başlıyor her şey... Endülüs’te barış içinde yaşayan Müslüman Hıristiyan ve Yahudi halkın karşı karşıya kaldığı durum ve bir vatanı, bir hayatı bırakıp kaldıkları yerden nasıl devam etmeleri gerektiği konusunda düştükleri ikilemler anlatılıyor Granada kitabında.

    O büyük görkemli uygarlık Endülüs artık hiç bir güce sahip değildir. Çoğu Müslüman olan halk ellerinde yapacak hiçbir şey olmadığı için gözyaşları içinde de olsa evlerini terk edip Endülüs’ten ayrılma kararı ver. Elhamra’da varılan sonuç da kan dökülmeden önce vatanı terk etmek gerektiğidir. Ama bazı insanlar kararsızdır veya bir yolculuğu kaldıracak ne maddi ne de manevi güçleri kalmıştır. Ama elinden gelen herkes hicret etmelidir. Çünkü inancın alaya alındığı bir ülkede yaşamayı kabul ederseniz “o gün ölüm meleği size soracak; “Allah’ın toprakları yeterince geniş değil mi barınak bulmak için anayurdunuzu bırakıp başka yere gidemez miydiniz? Böylece sizin yeriniz cehennem ateşi olur.” ayetiyle Kur’an da başınıza ne geleceği kısaca anlatılmıştır. Bu yüzden Yahudi, Müslüman bir çok Endülüslü kendilerine verilen süre zarfında Granada’dan ayrılarak Fas’a göç eder.
    1494’te kendilerinin de Fas’a göç etmeleriyle Fas kitabına geçiyor Hasan.

    Bu kitapta Hasan’ın babası Muhammet’in mutluluğu yakalamak için verdiği uğraşlar, Hasan’ın büyüyüp bir hafız olması bu sırada en iyi arkadaşı olacak Gelincikle, kız kardeşi Meryem’in başından geçenler, Hasan’ın tüccarlık macerasının başlangıcı, dayısıyla birlikte Fas Sultanı’na verdiği hizmetler, Hasan’ın ilk aşkı ve geçirmiş olduğu ilk evlilik anlatılıyor kahramanımızla birebir ilişkili. Tabi yine tüm bunlarla bir örgü içinde Granada’da yaşanan içler acısı durum da gözler önüne serilmekte. Endülüs’te kalan Yahudi ve Müslümanların zorla vaftiz edilmesi daha sonra gerçekten değil de görünüşte Hıristiyan oldukları öne sürülerek canlarına kıyılması, bu olaylardan Fas’taki Endülüslülerin duyduğu üzüntü ve Kastiyalıların yakında Fas’a da gelecekleri korkusu kısaca bu kitaptaki başlıca olaylar denilebilir.

    Hasan’ın Zervali adındaki zalim kişilik, Gelincik ve Meryem’in arasında geçenler yüzünden Fas’tan ayrılması ile Fas kitabı da kapanıyor ve Hasan’ın bir sonraki durağı Kahire oluyor.
    Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/turkce-dersi/7507-kitap-ozetleri-post11547.html
    Hasan Kahire kitabında ilk kitaplarda olduğundan daha da içinde bulunuyor tarihin.

    Hasan Kahire’ye ayak bastığında halk vebadan kırılmış vaziyettedir ve geri kalan halkın çoğu canını kurtarmak için bir bir göç etmektedirler. Şans eseri tanıştığı bir Kahirelinin evine yerleşen Hasan hem veba tehlikesi geçene kadar Kahire’den ayrılan ev sahibinin evine göz kulak olacak hem de bu süre zarfında hiç bir ücret ödemeden barınak ihtiyacını çok iyi bir şekilde karşılayacaktır.

    Hasan kısa sürede bir iş kurar ve bu arada Yavuz Selim’in yeğeni Alaettin’in vebadan ölmesi üzerine dul kalmış olan eşi Çerkez güzeli Nur’la bir yakınlaşması olur. Yanlarında bir Osmanlı veliahdı, Alaettin’in oğlu Bayezitle birlikte maceralı anlar yaşarlar.

    Mısırdaki Memluk egemenliğine son veren Osmanlıdan intikam almak ve vatanı geri alabilmek için Tumanbay adlı saray katibi ve diğer Mısırlıların verdiği mücadele sonrasında gelişen olaylar ve bir şekilde Hasan’ın Roma’ya kaçırılması ile kahramanımızın Kahire macerası da son buluyor.

    Ana kitaba adını veren Afrikalı Leo Romalıların Hasana taktığı bir lakap. Papaya bir armağan olarak sunulan hasan, öğretmen oluyor, öğrenci oluyor, vaftiz ediliyor hatta papanın evlat edinmesiyle soylu sınıfına dahil ediliyor. Tabi vaftiz olunca adı da Giovanni Leonne de la Medicci oluyor. Fas’tan geliyor olması nedeniyle de ona kısaca Afrikalı Leo deniliyor.

    Roma kitabında da böyle başlıyor olaylar. Papalığın başından geçenler Fransa, Macar Kralı ve Sultan Süleyman arasındaki ilişkiler, Leo’nun Maddelena’yla yaşadığı aşk, çevirmenlik yaparak ilişkilerde oynadığı rol ve Lütherci’lerin kiliseye başkaldırısı anlatılıyor takibinde.
    Kitabın son sayfasında şu cümleler var:
    Sen Roma’da Afrika’lı Leo’nun oğluydun, Afrika’da Rumi’nin oğlu olacaksın. Nereye gidersen git birileri sana derinin rengini ve dualarını soracak.

    .....
    İster Müslüman, ister Hristiyan, ister Yahudi olsunlar seni olduğun gibi kabul etmeliler ya da seni yitirmeyi göze almalılar.
    Bu sözleri Amin Maalouf’tan sık sık duyacaksınız. Romanlarında vermek istediği ve denemesi “Ölümcül Kimlikler”in de ana temasını oluşturan aidiyet ve kimlik kavramları onun tüm cümlelerine bir şekilde işliyor.

    Amin Maalouf’un ilk romanı olan Afrikalı Leo 1986’da yayımlandığında Fransız-Arap dostluk ödülünü kazandı. Bu kitapta Maalouf gerçek tarihi kişilikleri de roman kahramanları arasına alarak tarihi onlar aracılığıyla anlatıyor, tabi Leo’nun yorumlarının da unutmamak lazım. Kahramanız Leo zeki, başarılı, her gittiği yerde kendini kabul ettirmeyi beceren ve yazgısına rağmen ne yapıp edip hayattan zevk alıp mutluluğu bulabilen bir kişi, bir çok özelliği ile özenilecek biri olarak işlenmiş. Aşk unsuru da nerede ne durumda olursa olsun Leo’nun peşini hiç bırakmıyor.

Benzer Konular

  1. Rüzgârla Gelen - Cathy Lamb Kitap Özetleri
    By Mustafa Uyar in forum Kitap Özetleri
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 19.Nisan.2015, 11:13
  2. Nehirlerin Kadını - Philippa Gregory Kitap Özetleri
    By Mustafa Uyar in forum Kitap Özetleri
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 19.Nisan.2015, 11:12
  3. Sensiz Bir İlkbahar - Agatha Christie Kitap Özetleri
    By Mustafa Uyar in forum Kitap Özetleri
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 19.Nisan.2015, 11:11
  4. Gitmene Asla İzin Vermeyeceğim - Hope Tarr Kitap Özetleri
    By Mustafa Uyar in forum Kitap Özetleri
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 19.Nisan.2015, 11:11
  5. kitap özetleri ...
    By soleil in forum Kitap Özetleri
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 21.Ocak.2009, 23:13

Bu Konudaki Etiketler


Search Engine Optimization by vBSEO 3.6.0 PL2 ©2011, Crawlability, Inc.