Giriş


REFORMTÜRK 17. YIL


49 sonuçtan 1 ile 10 arası

Hybrid View

önceki Mesaj önceki Mesaj   sonraki Mesaj sonraki Mesaj
  1. #1
    **NUR** Beyza - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    10 Eylül 2006
    Yer
    Konya, Turkey
    Mesajlar
    4,214
    Tecrübe Puanı
    100

    Standart --->: Roman Özetleri


    Harvard Üniversitesi Simge-Bilim Profesörü Robert Langdon, Paris'te iş gezisindeyken, gece yarısı, Louvre'un yaşlı müdürünün ölü bulunduğu haberini alır. Langdon ve yetenekli Fransız kriptoloji uzmanı Sophie Neveu, cesedin etrafındaki izleri takip ederek bu garip esrar perdesini araladıkça, ipuçlarının onları Da Vinci'nin tablosuna götürdüğünü keşfederler. Büyük usta bu sırrı herkesin görebileceği bir yere, ünlü eseri Mona Lisa tablosunun içine gizlemiştir.

    Langdon bu garip bağlantıyı açığa çıkarınca tehlike artar. Cinayete kurban giden müze müdürü de, Sir Isaac Newton, Botticelli, Victor Hugo, Da Vinci ve aralarında diğer ünlülerin de bulunduğu gizli bir kuruluş olan Sion Manastırı Derneği'nin bir üyesidir.

    Langdon, aydınlatmaya çalıştıkları bu tehlikeli sırrın yüz yıllardır tarihin derinliklerinde gizlendiğinden şüphelenir. Böylece Paris ve Londra sokaklarında amansız bir kovalamaca başlar. Langdon ve Neveu, kendilerini, atacakları her adımı önceden bilen esrarengiz olduğu kadar da çok zeki olan bir adamla karşı karşıya bulurlar. Eğer bu karmaşık bilmeceyi çözemezlerse Priory'nin büyük yankılar uyandıracak bu çok eski gerçeği ebediyen kaybolacaktır.

    Da Vinci Şifresi Yorumlar :


    "Dan Brown, ülkedeki birkaç usta yazardan biri. Da Vinci Şifresi üstün bir zeka tarafından kurgulanmış harika bir gerilim romanı.'"
    - Nelson DeMille-


    '"Entrika ve tehlikenin iç içe geçtiği okuduğum en iyi gerilim romanı. Kelime oyunları, gizemler ve bulmacalarla örülmüş akıllara durgunluk veren bir öykü.'"
    - Clive Cussler-


    '"Dan Brown'ı yeni keşfettim. Da Vinci Şifresi düşündürücü olduğu kadar aynı zamanda büyüleyici. Tarih meraklılarına, komplo çılgınlarına, bulmaca meraklılarına ve gerilim öyküsü severlerinin bir solukta okuyacakları olağanüstü bir roman. Ben bu kitaba bayıldım! '"
    - Harlan Coben-


    '"Böylesine bir gerilim romanı yazılabileceğini hayal dahi etmezdim. Ama size bir şey söyleyeyim mi? Bu kitabı elimden bırakamadım. Da Vinci Şifresi'nde Dan Brown büyüleyici ayrıntılarla zenginleştirdiği inanılmaz bir dünya kurmuş. Okumaya doyamadım. Bay Brown size hayranım.'"
    - Robert Crais-


    Leon Werth'e

    Bu kitabı bir büyüğe sunuyor olmamdan
    dolayı çocuk okurlarımın beni hoş
    görmelerini dilerim. Bunu yapmamın çok
    ciddi bir nedeni var: O. benim dünyadaki
    en iyi arkadaşım. İkinci nedenim de şu: Bu
    adam her şeyi anlıyor, çocuk kitaplarını
    bile. Üçüncü bir nedenim daha var:
    Fransa'da yaşıyor şu anda, aç ve üşüyor.
    Biraz yüreğinin ısıtılması ona iyi gelir.
    Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/turkce-dersi/7507-kitap-ozetleri-post11545.html
    Eğer bütün bu nedenler size yeterli
    gelmiyorsa, o zaman ben de bu kitabı onun
    çocukluğuna armağan ederim. Bütün
    büyüklerin bir zamanlar çocuk olduğunu
    biliyoruz: pek azı bunu hatırlasa da...
    Neyse, sunuşumu şöylece değiştiriyorum:

    Leon Werth'in çocukluğuna...

    ( Antoine de Saint-Exupéry)

    Kitaptan alıntı :

    SEVDIM SENI BIR KERE

    Küçük Prens'i bilir misiniz?Saint Exupery'nin çocuklar için yazdigi ama onlardan çok biz kocamanlara hitap edebilecek düzeydeki masal kitabi.Masalin bir yerinde Küçük Prens bir tilkiyle karsilasir.Kendisiyle arkadas olmasini istedigi tilkiyle prens arasinda su dialog geçer:

    - Gel benimle oyna.O kadar mutsuzum ki..
    - Seninle oynayamam ben evcil degilim.
    - A özür dilerim!"Evcil" ne demek?
    - Sen henüz benim için dünyada yasayan diger çocuklardan hiç de farkli degilsin.Benim sana ihtiyacim yok.Ama senin de bana ihtiyacin yok.Ben de senin için yüzbin tilkiden daha farkli degilim.Ama beni evcillestirirsen birbirimize muhtaç duruma geliriz.Sen benim için dünyada bir tane olursun, ben de senin için bir tane olurum.

    Tilki konusmasini sürdürür,
    - Yasantim çok tekdüze..Ama beni kendine alistirirsan yasantim aydinlanmis olur.Digerlerinden farkli bir ayak sesi tanimis olurum.Bütün ayak sesleri kovuguma gizlenmeme yol açiyor..Seninki ise yuvamdan çikmama yarayacak bir müzik parçasi olacak.Hem bak oradaki bugday tarlalarini görüyor musun?Ben ekmek yemem,bugday benim için hiç bir şey değildir.Bugday tarlalarini anlamsiz bulurum ama senin saçlarin altin renginde.. Beni kendine alistirinca altin renkli basaklar bana seni hatirlatacaklar.Rüzgarin bugday tarlalarinda çikarttigi sesi de sevecegim..


    Tilki sustu ve uzun uzun Küçük Prens'i seyretti.
    - Ne olur beni kendine alistir..
    Böylece Küçük Prens tilkiyi kendine alistirdi,evcil hale getirdi..Ayrilik saaati yaklasirken tilki:
    - Ah aglayacagim, dedi
    - Bu da senin suçun.Ben sana fenalik yapmayi düsünmemistim ama sen evcil olmakta direndin. Simdi de agliyorsun.
    - Evet,evet
    - O halde bu isten hiç bir sey kazanmadin!
    - Hayir kazandim.. Basak rengini unutuyor musun?

    nbsp; Tilkiye basak renginin Küçük Prens'in altin rengi saclarini hatirlatmasi,
    rüzgarin bugday tarlalarinda çikarttigi sesi daha çok sevdirmesi size yabanci gelmedi degil mi?Yoksa güldügünde kaybolan bir çift göz gördügünüzde,hiç ummadiginiz bir anda "o sarki"nin ezgileri kulaginizi doldurdugunda,çayini üç şekerle içen,deniz kabuklari biriktiren,kedilere bayilan,mükemmel makarna yapan birileriyle tanistiginizda hatirladiginiz bir küçük prensiniz yok mu hayatinizda?

    Su ise bakin! Ask ne kadar yassiz bir duygu ki bir çocuk kitabindan ciddi ciddi bir ask yazisi çikartilabiliniyor. Bunda pek de sasilacak bir sey yok gerçi..Çocuklugumuza en çok yaklaştigimiz halet-i ruhiyemiz degil mi ask dedikleri..


  2. #2
    **NUR** Beyza - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    10 Eylül 2006
    Yer
    Konya, Turkey
    Mesajlar
    4,214
    Tecrübe Puanı
    100

    Standart --->: Roman Özetleri




    ÖZET


    Kafkasya’nın bir köyünde Dilber adında küçük bir kız, esircilerin eline düşer. İstanbul’a getirilir. Dokuz yaşındaki güzel kız, Mustafa Efendi adında bir memura satılır. Evin hanımı serttir, kötü huyludur. Dilber’e çok cefa eder. Kızcağız bütün ağır işleri yüklenir, gücünün üstünde çalışır. Öyleyken sık sık dövülmekten, aşağılanmaktan kurtulamaz.

    Mustafa Efendi Erzurum’a bağlı bir ilçeye atanır. Dilber’İ götürmek istemediğinden bir esirciye satar. Dilber sıkıntılı yıllar geçirir. Ona müzik, okuma, ev işleri öğretilir. Ardından satılır. Bir paşa konağına düşer.
    Asaf Paşa’nın ailesi görgülü ve bilgilidir. Evde dengeli bir hava vardır. Dilber bu evi çok sever, ilk kez rahat eder. Evin oğlu Celâl, Avrupa’da okumuş, resim çalışmış, kültürlü ve yakışıklı bir gençtir. Dilber’i model olarak kullanır. İki genç zamanla birbirlerine yakınlık duyarlar. Sevişirler. Anne ve baba durumu sezince telaşa kapılırlar. Oğullarının haberi olmadan kızı, bir esirciye satarak konaktan uzaklaştırırlar. Celal olup biteni öğrenince üzüntüden yatağa düşer.

    Dilber’in yeni sahibi Mısırlı bir zengindir. Kızı haremine kapamak niyetindedir. Bunun için onu Mısır’a götürür.

    Genç kız hareme girmek istemediğinden karanlık bir odaya kapatılır. Harem Ağası Cevher kıza acır, onu kurtarıp İstanbul’a kaçırmak ister. Gece yarısı odaya ip atarak yukarı tırmanır. Önce Dilber’i aşağı indirir. Arkadan kendisi de inerken dengesini kaybeder, düşerek ölür. Dilber yalnız ve çaresiz kalır. Tek başına İstanbul’a gidemeyeceğini anlar. Kendini Nil ırmağına atarak intihar eder.





    Açıklama : Edebiyatımızın ilk natüralist romanı sayılan Zehra, 1864 yılında İstanbul'da doğan ve 29 yaşında kemik vereminden ölen Nabizade Nazım'ın tek romanıdır. Roman kişilerinin konuşmalarını, kendi dillerinin özelliklerini koruyarak veren yazar, konusunu işlerken araya girip kendi düşüncelerini belirtmekten kaçındığı için öykü tekniğine bağlı bir yapı kurmaya çalışır. Yazar, bu kitabında kıskanç bir kadının çevresindekileri nasıl mahvettiğini, ama sonunda kendi ölümüne de neden olduğunu romancılığımızda ilk kez görülen bir derinlik ve gerçekçilikle verir. Kitapta, Zehra'nın eşi Suphi'nin üç farklı kişilikteki kadınla; Zehra, Hüsnücemal ve Ürani'yle sağlıksız evlilik ve aşk ilişkileri anlatılır ve bu ilişkiler felaketle, ölümle sonuçlanır.

    ÖZET

    Zehra zengin bir aile kızıdır. Küçük yaşta annesini yitirir. Sevgi ve şefkatten yoksun kalır. Bu yüzden sinirli, kıskanç ve geçimsizdir. Her şeye öfkelenir. Büyüyünce, babası onu işyerinde kâtip olarak çalıştırdığı Suphi ile evlendirir. Zehra bir süre kocasıyla iyi geçinir. Sonra eski huyları depreşir. Eşini herkesten kıskanır, durmadan onu rahatsız eder.

    Suphi’nin annesi, ev işlerine yardımcı olmak üzere, Hüsnücemal adında güzel bir cariye alır. Bu durum Zehra’yı iyice çileden çıkarır. Karısından bıkan ve bunalan Suphi bu kez Hüsnücemal’e bağlanır, sonra da onunla evlenir. Ayrı bir eve taşınırlar. Zehra’nın babası ölünce Suphi onu boşar.

    Zehra öç almak için bir Rum kadınını Suphi’ye musallat eder. Yosma Ürani kısa zamanda amacına ulaşır. Suphi’yi kandırır, kendine bağlar. Suphi’nin gözü artık Hüsnücemal’i görmez, aklı Ürani’dedir. Bu yüzden varını yoğunu ona yedirir. Sonunda iflas eder. Bunun üzerine Ürani ona sırt çevirir. Hüsnücemal üzüntüsünden intihar eder. Suphi tulumbacılığa kadar düşer. Öyleyken Ürani’yi unutamaz. Sevgilisinin başka bir erkekle yaşadığını duyunca tepesi atar. Gizlice onları izler ve ikisini de yakalayıp öldürür. Fakat kanıt yetersizliğinden kurtulur. Trablusgarp’a sürgün edilir.

    Bu arada Zehra, Suphi’nin katibi Muhsin ile evlenmiştir. Yeni kocası bir süre sonra ölür. Zehra yalnız kalır. Ayrıca, Suphi’nin başına gelenleri öğrenince sinirleri büsbütün bozulur. Çünkü, için için, hâlâ onu sevmektedir. Bir gün sokakta giderken, bir dilenci kadının ansızın düşerek öldüğünü görür. Dikkatle bakınca yerdeki kadının Suphi’nin annesi olduğunu anlar. Ardından, hastalanıp yatağa düşer. Bir ay kadar ateşler içinde yatar, sonra da ölür.




    Açıklama : Zamanın Rusya'sını iyisiyle kötüsüyle anlatan bir eser. İnsanın olduğu yerde eksik olmayan aşk, hırs, iyilik, düşmanlık ve entrika. Bir yanda ne için yapıldığı bir türlü bilinmeyen ve onca insanın ölmesine sebep olan savaşlar; diğer yanda "barış"ın küçük bir sınıfın daimi kaderi oluşu... Savaşta da barışta da dürüstlüğü ilke edinmiş kahramanlar... Hep aykırı bir tip olan Piyer Bezukof ve onun şahsında iyiliğin üstünlüğü... Kadınların genel konumlan ve çıkar çevrelerinin ince hesapları... "Kanlı sargılar içindeki bütün bu bozuk insan etleri..." cümlesiyle özetleyebileceğimiz Savaş; balolar, partilerle süslenen Barış... Kısacası; Strakof'un deyimiyle "Hayatın, zamanın Rusya'sının, tarihin, sınıf kavgalarının olağan üstü bir tablosu; insana insanlığa ait ne varsa; insanın mutluluğunun ve büyüklüğünün; felaketinin ve küçüklüğünün mükemmel bir tanımı nedir? Derseniz cevabı şudur: "Savaş ve Barış"
    Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/turkce-dersi/7507-kitap-ozetleri-post11546.html

    "Tolstoy'un Savaş ve Barış'ı son bin yılda yazılan en büyük on edebiyat eserinden biridir. Bütün 19. yüzyıl romanları içerisinde Tolstoy'un Napolyon'un Rusya'yı işgalini anlatan panoraması, hacmi, insan anlayışı, kahramanlarının soluğu ve tarih üzerine düşüncelerinin akışı bakımından en büyüğüdür. Resmin büyüklüğüne rağmen bireysel fırça darbeleri de her zaman kesin, doğru ve vecizdir."
    John Updike



    SAVAŞ VE BARIŞ (2 CİLT)
    Savaşla barış birbirini izler, savaş sahneleri ardından aile sahneleri karşımıza çıkar. Romanın başında Nataşa Rostov henüz bir çocuktur, oysa genç Piyotr Bezuhov çoktan evli bir erkektir ama mutsuzdur; karısı, herkesi aynı gülüşle selamlayan güzel prenses Helena'dan ayrılır. Ama Helena ölür. Nataşa'ysa Piyotr'un arkadaşı Prens Andrey Bolkonskiy'le nişanlıdır. Helena, nişanlısının yokluğunda erkek kardeşi Anatol Kuragin'e aşık olur ve onunla kaçmaya kalkışır. Daha sonra Prens Bolskonskiy'in ağır biçimde yaralanması üzerine, Nataşa ona ne kadar derin bir aşkla bağlı olduğunu anlar ve ondan af dilemek ister.

    Ancak, Nataşa Piyotr ile evlenip, kendisini ailesine adar ve Dekabrist ayaklanmasına katılan kocası, 14 Aralık 1825' te Sibirya'ya sürülünce onun peşinden gider.

    Savaş ve acı dolu sahnelere karşın,"Savaş ve Barış" a egemen olan renk aşk ve yaşamla doludur. Tolstoy, "roman yazarken sanatçının amacı bir sorunu tartışılmaz biçimde kökünden çözmek değil, ama sayılamayacak kadar çok, bitmek tükenmek ilmez tezahürleri içinde yaşamı sevindirmektir" der.

  3. #3
    **NUR** Beyza - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    10 Eylül 2006
    Yer
    Konya, Turkey
    Mesajlar
    4,214
    Tecrübe Puanı
    100

    Standart --->: Roman Özetleri



    “Benim Arapça, Türkçe, Kastilya dili, Berberi dili, İbranice, Latince, sokak İtalyancası konuştuğumu duyacaksınız; çünkü bütün diller ve dualar benim dillerim ve dualarım Fakat ben hiçbirine ait değilim. Ben yalnızca Tanrıya ve dünyaya aidim; ve yakında bir gün yine onlara döneceğim”.

    Afrikalı Leo’nun ilk sayfasında karşılaşacağınız bu sözler tüm kitabı özetliyor sanki. Gerçek bir yaşamdan çıkarılmış bir öykü olan bu kitapta Endülüslü bir tüccarın hayatı anlatılıyor. Kahramanımızın asıl adı Hasan olmasına rağmen romanda bir kaç kez ismi değişiyor.

    1489’da Granada’da doğan Hasan 1488’den başlayarak 1527’ye kadar her geçen yılı oğluna, kendi yaşadıklarını, anne ve babasından dinlediklerini tarihi gelişmelerle birlikte dört kitap şeklinde anlatıyor. Granada, Fas, Kahire ve Roma kitapları...

    1492 yılında Endülüs’ün son kalesi olan Granada’nın da Kastilyalılar tarafından alınmasıyla bir uygarlığın nasıl yok olduğunun hikayesiyle başlıyor her şey... Endülüs’te barış içinde yaşayan Müslüman Hıristiyan ve Yahudi halkın karşı karşıya kaldığı durum ve bir vatanı, bir hayatı bırakıp kaldıkları yerden nasıl devam etmeleri gerektiği konusunda düştükleri ikilemler anlatılıyor Granada kitabında.

    O büyük görkemli uygarlık Endülüs artık hiç bir güce sahip değildir. Çoğu Müslüman olan halk ellerinde yapacak hiçbir şey olmadığı için gözyaşları içinde de olsa evlerini terk edip Endülüs’ten ayrılma kararı ver. Elhamra’da varılan sonuç da kan dökülmeden önce vatanı terk etmek gerektiğidir. Ama bazı insanlar kararsızdır veya bir yolculuğu kaldıracak ne maddi ne de manevi güçleri kalmıştır. Ama elinden gelen herkes hicret etmelidir. Çünkü inancın alaya alındığı bir ülkede yaşamayı kabul ederseniz “o gün ölüm meleği size soracak; “Allah’ın toprakları yeterince geniş değil mi barınak bulmak için anayurdunuzu bırakıp başka yere gidemez miydiniz? Böylece sizin yeriniz cehennem ateşi olur.” ayetiyle Kur’an da başınıza ne geleceği kısaca anlatılmıştır. Bu yüzden Yahudi, Müslüman bir çok Endülüslü kendilerine verilen süre zarfında Granada’dan ayrılarak Fas’a göç eder.
    1494’te kendilerinin de Fas’a göç etmeleriyle Fas kitabına geçiyor Hasan.

    Bu kitapta Hasan’ın babası Muhammet’in mutluluğu yakalamak için verdiği uğraşlar, Hasan’ın büyüyüp bir hafız olması bu sırada en iyi arkadaşı olacak Gelincikle, kız kardeşi Meryem’in başından geçenler, Hasan’ın tüccarlık macerasının başlangıcı, dayısıyla birlikte Fas Sultanı’na verdiği hizmetler, Hasan’ın ilk aşkı ve geçirmiş olduğu ilk evlilik anlatılıyor kahramanımızla birebir ilişkili. Tabi yine tüm bunlarla bir örgü içinde Granada’da yaşanan içler acısı durum da gözler önüne serilmekte. Endülüs’te kalan Yahudi ve Müslümanların zorla vaftiz edilmesi daha sonra gerçekten değil de görünüşte Hıristiyan oldukları öne sürülerek canlarına kıyılması, bu olaylardan Fas’taki Endülüslülerin duyduğu üzüntü ve Kastiyalıların yakında Fas’a da gelecekleri korkusu kısaca bu kitaptaki başlıca olaylar denilebilir.

    Hasan’ın Zervali adındaki zalim kişilik, Gelincik ve Meryem’in arasında geçenler yüzünden Fas’tan ayrılması ile Fas kitabı da kapanıyor ve Hasan’ın bir sonraki durağı Kahire oluyor.
    Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/turkce-dersi/7507-kitap-ozetleri-post11547.html
    Hasan Kahire kitabında ilk kitaplarda olduğundan daha da içinde bulunuyor tarihin.

    Hasan Kahire’ye ayak bastığında halk vebadan kırılmış vaziyettedir ve geri kalan halkın çoğu canını kurtarmak için bir bir göç etmektedirler. Şans eseri tanıştığı bir Kahirelinin evine yerleşen Hasan hem veba tehlikesi geçene kadar Kahire’den ayrılan ev sahibinin evine göz kulak olacak hem de bu süre zarfında hiç bir ücret ödemeden barınak ihtiyacını çok iyi bir şekilde karşılayacaktır.

    Hasan kısa sürede bir iş kurar ve bu arada Yavuz Selim’in yeğeni Alaettin’in vebadan ölmesi üzerine dul kalmış olan eşi Çerkez güzeli Nur’la bir yakınlaşması olur. Yanlarında bir Osmanlı veliahdı, Alaettin’in oğlu Bayezitle birlikte maceralı anlar yaşarlar.

    Mısırdaki Memluk egemenliğine son veren Osmanlıdan intikam almak ve vatanı geri alabilmek için Tumanbay adlı saray katibi ve diğer Mısırlıların verdiği mücadele sonrasında gelişen olaylar ve bir şekilde Hasan’ın Roma’ya kaçırılması ile kahramanımızın Kahire macerası da son buluyor.

    Ana kitaba adını veren Afrikalı Leo Romalıların Hasana taktığı bir lakap. Papaya bir armağan olarak sunulan hasan, öğretmen oluyor, öğrenci oluyor, vaftiz ediliyor hatta papanın evlat edinmesiyle soylu sınıfına dahil ediliyor. Tabi vaftiz olunca adı da Giovanni Leonne de la Medicci oluyor. Fas’tan geliyor olması nedeniyle de ona kısaca Afrikalı Leo deniliyor.

    Roma kitabında da böyle başlıyor olaylar. Papalığın başından geçenler Fransa, Macar Kralı ve Sultan Süleyman arasındaki ilişkiler, Leo’nun Maddelena’yla yaşadığı aşk, çevirmenlik yaparak ilişkilerde oynadığı rol ve Lütherci’lerin kiliseye başkaldırısı anlatılıyor takibinde.
    Kitabın son sayfasında şu cümleler var:
    Sen Roma’da Afrika’lı Leo’nun oğluydun, Afrika’da Rumi’nin oğlu olacaksın. Nereye gidersen git birileri sana derinin rengini ve dualarını soracak.

    .....
    İster Müslüman, ister Hristiyan, ister Yahudi olsunlar seni olduğun gibi kabul etmeliler ya da seni yitirmeyi göze almalılar.
    Bu sözleri Amin Maalouf’tan sık sık duyacaksınız. Romanlarında vermek istediği ve denemesi “Ölümcül Kimlikler”in de ana temasını oluşturan aidiyet ve kimlik kavramları onun tüm cümlelerine bir şekilde işliyor.

    Amin Maalouf’un ilk romanı olan Afrikalı Leo 1986’da yayımlandığında Fransız-Arap dostluk ödülünü kazandı. Bu kitapta Maalouf gerçek tarihi kişilikleri de roman kahramanları arasına alarak tarihi onlar aracılığıyla anlatıyor, tabi Leo’nun yorumlarının da unutmamak lazım. Kahramanız Leo zeki, başarılı, her gittiği yerde kendini kabul ettirmeyi beceren ve yazgısına rağmen ne yapıp edip hayattan zevk alıp mutluluğu bulabilen bir kişi, bir çok özelliği ile özenilecek biri olarak işlenmiş. Aşk unsuru da nerede ne durumda olursa olsun Leo’nun peşini hiç bırakmıyor.

  4. #4
    **NUR** Beyza - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    10 Eylül 2006
    Yer
    Konya, Turkey
    Mesajlar
    4,214
    Tecrübe Puanı
    100

    Standart --->: Roman Özetleri


    Kitap Hakkında:

    Gustave Flaubert gerçekçilik akımının öncüsüdür.
    Madam Bovary romanı ise, edebiyatta çağ başlatan bir başyapıttır.
    Madam Bovary bir dramdır; kentsoylu yaşamın batağında, romantik düşlerin peşinde koşan bir kadının dramı.
    Doyumsuz tutkuların ağında mutluluk hayalleri kuran Emma Bovary, gördüğü bayağılık ve ihanetle yıkılır.
    Asla yaşayamayacağı bir aşk için, şöhretini ve gururunu ayaklar altına alır, hayatını feda eder.
    Var olduğunu sandığı büyük insani duygular ve değerler, küçük çıkarlar ve para karşısında tuz-buz olur.
    Sonunda aşk acılarıyla kıvranarak romantik düşlerini yitirir, her şeyden duyduğu korku ve pişmanlık içinde hayatına son verir. Evet, Madam Bovary kadın ruhunun (aşk) acılarını eşsiz bir güçle anlatan muazzam bir romandır.
    Hala ruhunu yitirmeyen kadınlara ve erkeklere ithaf olunur.

    KARAKTERLER:

    Emma Bovary : Romanın baş kahramanıdır. Romantik istekleri mantığının önüne geçmiş, güzel bir kadındır. Daima gözü yükseklerdedir. Elindeki ile yetinmeyi bilmeyen, doymayan bir kişiliğe sahiptir o nedenle hayatta hiçbir zaman mutlu olamamıştır.

    Charles : Tembel bir kocadır. Hayatı boyunca hep annesinin istediklerini yapmaya mecbur kalmıştır. Çocukluk yıllarından kalma bu eziklik onu zayıf karakterli biri yapmıştır.

    Homais : Meraklı ve misafirperver bir eczacıdır.

    Rodolphe: Zengin ve çapkın bir erkektir.

    Lheureux : Çıkarcı bir insandır. İnsanların hayatına karışan bir satıcıdır. Aynı zamanda çok paragözdür.

    Rollet Ana : Dürüst bir hizmetkardır. İşini sevmemesine rağmen güvenilir bir sütannedir.

    Leon : Yakışıklı ve saf bir duygusaldır. Emma Bovary’e aşıktır.

    ÖZET:

    Charles Bovary, orta halli bir ailenin oğludur. Annesi oğluna ne kadar düşkünse babası da o kadar ilgisizdir. Annesinin kendisine düşkünlüğü nedeniyle arkadaşlık ilişkilerinde zorluk çeker ve annesi onu sürekli yönlendirmektedir. Charles annesini baskısıyla tıp okur ve dul bir kadınla evlenir. Kısa bir süre sonra Charles’ın hasta karısı ölür. Bu arada Charles bir çiftlikte Rouault Baba’ya bakmaktadır. Bu çiftlikte tanıştığı Roualut Baba’nın kızı Emma ve Charles arasında bir yakınlaşma başlar ve evlenirler. Emma Bovary, zengin olma hayalleriyle yıllar geçtikçe

    bunalıma girer. Charles karısı için çok üzülmektedir ve hava değişikliğinin iyi geleceğini düşünerekten Yonville’e taşınmaya karar verirler. Başta çok mutlu olan evlilikleri Emma Bovary’nin avunmaması nedeniyle gittikçe kötüleşir. Zengin olma hayalleri onu mutsuzluğa itmektedir.

    Güzelliğinin yanında iyi bir eğitim alması ve terbiyesi ile çevresindekileri etkilemeye başlar. Genç ve yakışıklı Leon da bunların arasındadır,ama Madam Bovary’den beklediği karşılığı bulamaz ve böylece Yonville’i terk eder. Kısa bir süre sonra Emma, Rodolphe adlı bir adama aşık olur ve onunla ilişkiye girer. Rodolphe için her tür fedakarlığı göze alır ve o kadar çok para harcar ki, son olarak elinde sadece imzaladığı senetler kalmıştır. Bu ilişki Emma’ya zarar vermeye başlamıştır. Rodolphe Emma’yı terk eder ve Emma Bovary ciddi bir bunalıma girer. Charles karısını iyileştirmek için her türlü çareye başvurmuştur; fakat sonuç alamamıştır. Ödenmeyen senetler sonucunda evlerine haciz konur. Bu acılara dayanamayan Emma Bovary ilaç içerek intihar eder. Charles Bovary de karısının acısına dayanamaz ve kısa bir süre sonra o da ölür.

  5. #5
    **NUR** Beyza - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    10 Eylül 2006
    Yer
    Konya, Turkey
    Mesajlar
    4,214
    Tecrübe Puanı
    100

    Standart --->: Roman Özetleri

    Açıklama :
    “Talat ve Fitnat’ın Aşkları” anlamında bir ad taşıyan bu roman, Türk edebiyatının ilk yerli romanıdır. Asıl önemi bundan kaynaklanmaktadır. Acemice yazılmış, teknik yönden birçok zayıf yönü bulunan bu roman, romantizmin bir ürünü sayılabilir. Eser toplumun önemli sorunlarından biri olan görücü usulü ile evliliğin sakıncalarını konu edinmektedir. Romanın dili dönemine göre oldukça sade sayılır.

    Özet:
    Talat, küçük yaşta babasız kalır ve annesi tarafından büyütülür. İşyerine gidip gelirken Hacı Mustafa’nın dükkânına uğrar. Hacı Mustafa, Fitnat’ın üvey babasıdır. Fitnat’ın annesi, Fitnat’a hamileyken kocasından ayrılmış, Hacı Mustafa ile evlenmiştir. Bu evlilikten birkaç yıl sonra Fitnat’ın annesi ölmüş, Fitnat öksüz kalmıştır.

    Talat, Hacı Mustafa’nın üvey kızı Fitnat’ı tesadüfen görür ve ona âşık olur. Sevgisi karşılıksız kalmaz; Fitnat da Talat’a tutulur. Hacı Mustafa, kızı Fitnat’ı hiç dışarı çıkarmamakta, adeta evde hapis tutmaktadır. Talat, bir gün çarşaf giyer, kadın kılığına girer ve Fitnat’ın yanına çıkar. İki sevgili birbiriyle konuşurlar.
    Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/turkce-dersi/7507-kitap-ozetleri-post11549.html

    Hacı Mustafa, Fitnat’ı Ali Bey adında zengin ve yaşlı bir adamla evlendirmeyi düşünmektedir. Fitnat ise buna yanaşmaz; çünkü Talat’ı sevmektedir. Sonunda Hacı Mustafa’nın dediği olur; fakat Fitnat buna dayanamaz ve intihar eder. Fitnat’la evlenen Ali Bey, Fitnat’ın boynuna takılı muskayı açıp okur ve deliye döner. Çünkü öz kızıyla evlenmiştir. Ali Bey bir süre sonra delirir ve ölür. Ardından bütün bu olanlara dayanamayan Talat da yatağa düşer; çok geçmeden o da yatağa düşer; çok geçmeden o da ölür. Roman, bu acıklı sonla biter.

  6. #6
    **NUR** Beyza - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    10 Eylül 2006
    Yer
    Konya, Turkey
    Mesajlar
    4,214
    Tecrübe Puanı
    100

    Standart --->: Roman Özetleri


    Kuzeyin ormanlarında yaşam kavgası... Açlık ve hayatta kalma çabası... Beyaz Diş, bir kurt kırması; damarlarında hem kurt hem de köpek kanı taşıyor. Ormanda yapayalnız, hayatta kalmaya çalışıyor. Bir gün, o ana dek yaşadığı mağaranın duvarını geçip hayata atılıyor ve her şeyi en baştan keşfetmeye koyuluyor. Vahşî doğanın çetin şartları, yaratılışındaki sertliği gün geçtikçe daha çok besliyor. Ve sonunda Beyaz Diş, amansız bir kurt oluyor. Derken efendiyi, yani insanı tanıyor.

    Usta yazar Jack London, Beyaz Diş'te bir kurt ve ona 'sahip çıkan' farklı efendiler üzerinden evcilleşmenin imkânını sorguluyor.

    Jack London’ın klasikleşmiş ölmez eseri Beyaz Diş’... Derleme ya da uyarlama değil bu yapıt. Günümüz Türkçesiyle, duru, akıcı bir dille yapılmış, yepyeni bir çeviri. Yazarın en önemli başarılarından olan bu yapıt, Kuzey Amerika yerli yaşamının ve altına hücum yıllarının capcanlı bir aktarımı değil yalnızca. Vahşi dünyada aidiyetini kaybetmemek için mücadele eden ama nice güçlük ve eziyetlerden sonra katıksız ve koşulsuz bir sevgiyle yeni bir özgürlüğü kazanan kurt köpeğinin kimliğinde, benliğimizi oluşturmada çevremizin etkilerinin de çarpıcı bir incelemesi aynı zamanda.
    London, çetin ve acımasız bir ortamda türler arasındaki hayatta kalma savaşının vahşi gerçeklerini sürükleyici ayrıntılarla gözler önüne seriyor. Önce kurt olarak doğup sonra köpeklerin ve insanların dünyasını tanıyan Beyaz Diş’in öyküsü son derece çarpıcı.
    Beyaz Diş, cesaret ve bağlılığın, tehlike ve maceranın öyküsü olduğu kadar, insan kalbinin derinliklerine işleyen bir kurtuluş ve sevgi hikayesi aynı zamanda.




    NASA uydusu, Kuzey Kutbu’nda buzların derinliklerine gömülü az bulunur bir nesnenin varlığını belirleyince herkes şaşkına döner. Uzun süredir yeni arayışlar içinde bocalayan Uzay Dairesi bu buluşu bir zafer olarak niteler. Bu durum, ABD uzay politikası ve eli kulağındaki başkanlık seçimlerini derinden etkileyecek bir zaferdir aynı zamanda.
    Oval Ofis’in yeni sahibinin kim olacağı belli değildir, ama Başkan, Beyaz Saray Gizli Servis Analizcisi Rachel Sexton’ı, bu yeni buluşun gerçekliğini kanıtlaması için Milne buzuluna gönderir. Karizmatik bilim adamı Michael Tollan ve uzmanlardan oluşan bir ekip eşliğinde Rachel akla hayale gelmeyen ve tüm dünyayı korkunç ihtilaflara sürükleyecek bilimsel bir sahtekarlığı ortaya çıkarır.


    Rachel, Başkan’la iletişim kurmadan önce, Michael ile birlikte ölümcül görev gücünün saldırısına uğrar. Gerçeği gizlemek uğruna hiçbir engel tanımayan esrarengiz bir güç kırıcı ve suikastçılardan oluşan özel ekip onları ortadan kaldırmaya çalışmaktadır.
    Ekibin, ölümcül olduğu kadar ıssız bir ortamda canlarını kurtarmaya çabalarken, hayatta kalabilmek için tek bir umutları vardır: Bu korkunç tuzağın perde arkasında kimin olduğunu bulmak. Gerçeği öğrendiklerinde ise akıllara durgunluk veren bir ihanet ile karşılaşacaklardır.


    Ünlü yazar Dan Brown, İhanet Noktası ile okuyucularını çok gizli ulusal keşif dairesinden kuzey kutbunun devasa katmanlarına ve oradan da tekrar Beyaz Saray Batı Kanadı’nın buram buram güç kokan koridorlarına taşıyor.
    Bilim, tarih ve politikayı harmanladığı ünlü romanı Melekler ve Şeytanlar’dan sonra, Brown hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığını anlatan her köşenin ardından şaşırtıcı sürprizlerle dolu müthiş bir gerilim romanı ile bir kez daha okurlarıyla buluşuyor. İhanet Noktası, ustaca yazılmış bir gerilim romanı.




    Hat sanatının büyülü dünyasında bir kadın ...
    “Hattatlar içlerinden yazar, sonra kararan bedenlerinden küçücük bir parçayı harfler aracılığıyla dışa yansıtırlar.”

    Yasmine Ghata, Türk hat sanatının 20. yüzyıldaki önemli temsilcilerinden olan büyükannesi Rikkat Kunt’un hayatından esinlenerek, onun dilinden yazdığı bu ilk romanında şiirsel ve yalın anlatımı ile büyülü bir atmosfer yaratıyor. Yaşamdaki düş kırıklıklarının acısını sanatı ile dindirmeyi başarmış duyarlı bir kadının iç dünyasını yansıtırken, eski önemini yitiren bir sanat dalını incelikli bir yaklaşımla anıyor.
    ‘Hattatların Gecesi’, yazıya tutulmuş bir ayna. İçte ve dıştaki yolculuklarımızın tanıklığı aynı zamanda.


    Fransa’da en çok satanlar listesine giren ve 2004 yılı Renaudot Ödülü’ne aday gösterilen bu roman, yazarın hiç tanımadığı büyükannesine ulaşma isteğinin, onunla paylaştığı hat sanatı aşkının ürünü.


    1975 doğumlu, Türk-Lübnan asıllı bu genç yazarın romanı, ilginç bir tesadüf sonucu yazılmış. Sorbonne Üniversitesi’nde sanat tarihi okuyan ve İslam sanatları üzerine uzmanlaşan genç kadın, Louvre Müzesi’ndeki Sabancı Koleksiyonu hat sanatları sergisini gezerken tanıdık bir isme rastlamış. Büyükannesi Rikkat Kunt’un önemli bir hat sanatçısı olduğunu bu sayede keşfetmiş. ‘Hattatların Gecesi’, dilindeki ustaca yalınlık ve anlatımındaki şiirsellik ile “kadın kitabı” betimlemesini bambaşka bir düzleme taşıyan, edebi değeri yüksek bir yapıt. Duyarlı bir kadının hayata, sanatına bakışındaki özgünlük, yaşadığı acıları anlatırken kendine acımaktan uzak ifadesi, düşük kırıklıklarının tesellisini sanatında buluşu... Bir solukta okunan, sürükleyici, etkileyici bir roman.


    Yazar, ölmüş büyükannesi ile iletişim kurma arzusunu yansıtırcasına, kitabın anlatıcısı olarak büyükannesinin ruhunu seçmiş. Daha ilk cümleden bize ölümünü haber veren Rikkat Kunt, ilk evliliğinden başlayarak hayat hikayesini anlatıyor. Yaşarken sık sık ölmüş hattatların ruhları onu ziyarete geliyor, sanatına yön veriyorlar.

    Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/turkce-dersi/7507-kitap-ozetleri-post11550.html

    Harf devrimi ile birlikte bu sanatın yok olmaya yüz tutmasından ve hattatların terk edilmişliklerinden bahseden Yasmine Ghata’nın geçmişe özlemi kuşkusuz sanatsal ve duygusal açıdan değerlendirilmeli. Yazar da önemi eleştirme yetkinliğini kesinlikle kendinde görmediğini açıkça ifade ediyor ve “Acı çeken bir meslek grubu, Cumhuriyet’teki gelişmeler karşısında önemsiz kalıyor” diyor.


    Duyarlı, acılarını içine gömen, gerçek bir sanatçının öyküsünü anlatan ve kuşkusuz edebi açıdan da değerlendiren bir kitap...

  7. #7
    **NUR** Beyza - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    10 Eylül 2006
    Yer
    Konya, Turkey
    Mesajlar
    4,214
    Tecrübe Puanı
    100

    Standart --->: Roman Özetleri


    Babasından duyduklarının ışığında Nazi kamplarında can veren dedesiyle babaannesinin anılarını ve başka insanların anılarını romanlaştırarak genç yaşta ün kazanan bir yazar olan 39 yaşındaki Joshua Seigl, bekâr bir erkek olarak çok değer verdiği bağımsızlığından ödün vermesini elden giden sağlığına yormak zorunda kalır. Kafasını toplayamamaktan, işlerini bitirememekten şikâyetçidir. Kendini daha çok kitaplara ve araştırmalara vermiştir. Yaşamının bu evresinde heyecan aramakta, aynı zamanda bundan kaçınmaktadır; artık alışkanlığa dönüşen yalnızlığından aslında pişmandır. Kendine bir asistan arayışına girişmekle ayrıcalıklı yaşantısının en tehlikeli serüvenine atıldığının farkında değildir.

    Vücudunun çeşitli yerlerindeki tuhaf dövmeleriyle hoş, çekici genç bir kadın olan Alma Busch Seigl’de karmaşık duygular uyandırır. Acıma? Arzu? Sorumluluk? Suçluluk? Kızın hazin geçmişinden ve sorunlu kişiliğinden habersiz onu asistanı olarak işe alır. Seigl ve Alma birlikte atıldıkları yanlış anlamalarla, bilinmezlerle, keskin dönemeçler dolu serüvenlerinde el yordamıyla ilerlerken sürüklendikleri beklenmedik ama kaçınılmaz sonun ardından gelen son perde hiç beklemediğimiz bir kapanıştır.


    Joyce Carol Oates gizemli gerilim ve şaşırtıcı duygusallık arasında ustaca bir denge kurarak etnik nefretin çağdaş tragedyasını irdelemekte ve arzularımızın kabul edilmiş sınırlarını sorgulamaktadır. Dövmeli Kız Oates’un en aykırı romanlarından biridir.

    Joyce Carol Oates
    Joyce Carol Oates kısa öykü dalında National Book Ödülü ile PEN Yazarlar Derneği’nin Malamud Ödülü’nü almış bir yazardır. Çağımızın en kalıcı öykülerinin yazarı olan Oates’un We Were Mulnaveys ve Blonde adlı kitapları Amerika Birleşik Devletleri’nde çok satan kitaplar arasına girmiş, aynı zamanda National Book Ödülü’ne aday gösterilmiştir. Joyce Carol Oates, Princeton Üniversitesi Eski Yunan Klasikleri Bölümü’nde öğretim görevlisi, aynı zamanda 1978 yılından bu yana Amerikan Sanat Akademisi üyesidir.





    ‘Batak’, çırpınan fakat ilerleyemeyen bir kişinin hikayesini anlatır. Romanın hemen başında aynı zamanda romanın kahramanı da olan Gide arkadaşı Hubert’e şunları söyler: “‘Batak’, özellikle seyahat edemeyen birinin hikayesi, Virgilius onu Tityre diye isimlendirmişti. ‘Batak’, Tityre’inkine benzer bir tarlaya sahip, oradan çıkmaya çalışmak bir yana tam tersine orada kalmaktan mutlu olan bir adamın hikayesi. İşte, hikayenin özeti.” Gide, ‘Batak’ adlı bu eserinde, Romalı düşünür ve edebiyatçı Virgilius’un ‘Kır Şiirleri’ isimli eserinden sıklıkla alıntılar yapar; Virgilius’un çobanlık yapan kahramanı Tityre ile kendi kahramanı arasında benzerlikler kurar.

    ‘Batak’ aynı zamanda, Andre Gide’in yazma sanatını da ortaya koymaktadır. Çünkü yazmak, roman yazmak ayrıntıları yakalamakla alakalıdır. Gide’in bu eseri de diğer romanlarında yaptığı gibi kurmaca dilinin hikâyesi üzerinedir. Andre Gide’in kendi kendini hicvettiği tek eser olan ‘Batak’ın satirik yönü, eseri, narsistik bir hale de sokuyor.
    Çağdaş Fransız romancısı varoluşçu yazar Andre Gide’in yoğun sembollerle ördüğü ‘Batak’, sanatsal üretimin ne kadar sancılı olduğunu da ortaya koyuyor.
    Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/turkce-dersi/7507-kitap-ozetleri-post11551.html



    Colum McCann’ın dahi dansçı Rudolf Nureyev’in yaşamından yola çıkarak kaleme aldığı dansçı, Püren Özgören’in çevirisi ile Can Yayınları tarafından basıldı. Dansçı, bir Nureyev biyografisi olma iddiası taşımıyor, ancak Nureyev’i tanıyan kişiler tarafından onu en iyi anlatan roman olarak nitelendirilmiş. Yazar, Nureyev’in çocukluğunu, aldığı ilk bale derslerini, babasının baskısına rağmen Leningrad Bale Okulu’na gidişini, bu inatçı Tatar gencin çevresindekilerin tanıklığından aktarırken, 1961’de Batı’ya iltica edişinden sonraki dönem daha çok dansçının kendi ağzından anlatmış. Özlelikle birinci bölümdeki Sovyetler Birliği tablosu, ayrıntılara yer verilerek gerçekçi bir şekilde çizilmiş. İlerleyen bölümlerde ise, Avrupa’daik sanat ortamı ve bu ortamdaki pek çok ünlüyü yakından tanımak mümkün. Nureyev’in sahnede kusursuz olmak için gösterdiği insanüstü çabanın, küstahlığının, acımasızlığının yanısıra içindeki bitmez tükenmez aile özlemini, babasının onu bir kez bile var olduğu yer olan sahnede görmemiş olmalarının üzüntüsü kusursuz bir akıcılıkla kaleme alınmış. Aşırılıklarla dolu yaşamını 54 yaşında 1993’te AIDS hastalığı ile noktalayan Nureyev’in, sahnedeyken izleyicilerin dikkatini mıknatıs gibi üzerine çekişi, dans ederken büründüğü vahşi güzellik, bir bakıma hem Dionysos, hem de Apollon oluşu son derece başarılı bir dille betimlenmiş., Geniş bir repertuara sahip olan Nureyev’in rollerini gerçekçi bir biçimde sahneye koymak için gösterdiği çabaya ve koreografi yeteneğine de değinilen roman, bale sanatının bu köşe taşını tanımak isteyenler için zengin bir kaynak.

Benzer Konular

  1. Rüzgârla Gelen - Cathy Lamb Kitap Özetleri
    By Mustafa Uyar in forum Kitap Özetleri
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 19.Nisan.2015, 11:13
  2. Nehirlerin Kadını - Philippa Gregory Kitap Özetleri
    By Mustafa Uyar in forum Kitap Özetleri
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 19.Nisan.2015, 11:12
  3. Sensiz Bir İlkbahar - Agatha Christie Kitap Özetleri
    By Mustafa Uyar in forum Kitap Özetleri
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 19.Nisan.2015, 11:11
  4. Gitmene Asla İzin Vermeyeceğim - Hope Tarr Kitap Özetleri
    By Mustafa Uyar in forum Kitap Özetleri
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 19.Nisan.2015, 11:11
  5. kitap özetleri ...
    By soleil in forum Kitap Özetleri
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 21.Ocak.2009, 23:13

Bu Konudaki Etiketler


Search Engine Optimization by vBSEO 3.6.0 PL2 ©2011, Crawlability, Inc.