(3)

K – Bazı insanlar için de, meselâ ben, öteki tarafın neresinde olursam olayım, bazı insanlarla beraber olma ezincine katlanamam, çünkü zaten burada onlarla beraber olmanın cehennemini yaşamışım.

E – İsim vermeyeyim hepiniz bilirsiniz, O’nlarda isimlerini bellemişlerdir.

K – Bu konu üzerine hayvanlar da kafa yoruyorlardır belki,
meselâ;
< öteki tarafı da ortak kullanacak olursak
biz insanların hangi türüyle beraber olup
cehennem azabına devam edeceğiz >
diye..

E – Cehenneme düşen yılan insana sarılır, insanda bu dünyada olduğu gibi yılana sarılır herhalde, alışmış bir kez seçeneği yok.

K –Ve ortaklık orada da başlar mı ? Niçin cehennem korkusu var da cennet korkusu yok. Hayvanlarda da cehennem korkusu var mı, ne günah işliyorlar burada acaba, hangi bağıntılara göre yazılıyor sol omuzlarına ?

E- Meselâ, barış istemek, özgürlük demokrasi gibi, şarap içmek gibi veya ırza geçme, orospuluk, zina gibi falan, idam cezaları da verirler mi acaba suçsuz hayvanlara ?

K – Dünyanın bir başka yerindeki hayvanlara, hayvanlar savaş açarlar mı canları diledikçe, çıkarları için ? Yapmışlarsa, can alanlar, aç, yoksul bırakanlara ne gibi cezai müeyyide uygulanmıştır. Birleşmiş Hayvanların mavi kukuletalı başbuğları, ramboları varmıydı ?

E- Öteki tarafta da insan yasakları, tanrı yasakları, günah korkusu varmıdır, günah işlenirse ne olur acaba, sonranın sonrası da var mı dır ?


K – Henüz öteki tarafa gitmemiş insanlar
< bu sorularına mukaddes kitaplar cevap veriyor >
diyorlar da
niçin okudukları gibi değil de, işlerine geldiği gibi, bilmediklerini anlatıyorlar benim gibi cahil insanlara ?

E – Tanrıya sormak yasaktır günahtır, bilmek yasaktır günahtır, düşünmek yasaktır, düşünmek günahtır, bilim düşman doludur
henüz rahmete kavuşmamış O’nlara göre,
önce cehennemi görmek isterim, bilmediğime sonradan gitmesem de olur...

K – (Kalkar ve bardağını masaya bırakır)Tanrıya sormak tehlikelimidir?

E – Ne soracaksın ki? Kullarının yasalarına bak, korkunun kopyaları !

K – Yani ?

E – Önce kulları tehlikelidir, cevher yumurtlamaya kalkarlar, ardından ceza ...

K - Öğütçüler... eskiden beri !

E – Eskiden kalma, eskimişler zamanında.

K– (Otururken sandalyesini biraz daha öne iter)Yarım bilenler nedense hep öğütçü oluyorlar, karmaşalarını gizlemeye çalışıyorlar. Yabancı değiller, toplumun her kesiminde bulunurlar.

E – (Sandalyeler masa ile geniş açılı bir üçgen oluşturmuştur)Öğütçüler ! Bir adam bir işi becerebiliyorsa dar kafalıdır, çünkü; o işten başkasına yeteneği yoktur, bir adam beceriksizse bir işe yaramıyorsa çok akıllı ve çok zeki olduğunu düşünür, çünkü; her işte önce kendinin üstün olduğunu görür ve öyle kalır,

K - O’nlar, öğütçüler yaşamları boyunca aldıklarını satarlar.
Yapamadıklarını başkalarına salık verirler,

E – Öğütçülük gelenekselleştiği toplumlarda tehlikeler yaratıyor.
Ve olumsuzluklar, başarısızlıklar, hayalcilik birbirini izliyor.

K – öğütçüler arada kendilerini örnek gösterirler, öğünürler;
şimdiki kafam olsaydı diyerek te yerinirler,

E – eylemsiz ,etkisiz, edilgendirler ve de yargılarlar...

K – öğütçüler; özgür değillerdir, barışı öğütlerken savaşı örgütlerler.

E – Kendilerinden başkasını beğenmezler, insan sevgisinden hiç bahsetmezler
ölümü sevmezler ölümsüzdürler
ölenlerin yanına gömülmezler...

K – Eskitemediklerimizden mi bunlar ?..
E – Zaman hem O’nları, hem de bizi kullandı, yıpranmamış ve genç kalmak için.

K – Hiç yıpranmamış olur mu ? Tamam, eskimemiştir az eskimiştir veya, hep taze bir gelin kalacak değil herhalde !.

E – O gelin bile olamadı daha, ama yıpranmış, dokunulmuş bir bakire denilebilir.
K – Mutludur, zaman mutludur bence.
E – Neden, neden mutludur ?

K – Dokunulmuş ve yıpranmış bir bakire bile kalsa, eskitilmiş bir gelinden daha mutludur...

E – Güzel bir gece geçiriyoruz, zamansız da olsa mahzenin tozları arasında kalmaktan daha iyidir. Şarap ısıtıyor, seni de !.

K – Sen ?
E – Beni de...
K – Ben hanidir ısınıyordum, ringe çıkmaya hazırlanan boksörler gibi.
E – Fakat, rakibini birtürlü göremiyordun ortalıkta, değil mi ?

K– Hayır, O ringteydi... ama ben O’nu ne zaman devirebilirimin hesaplarını yapıyordum, eskiden beri.

E – Sen ve zaman O’nu eskitinceye kadar beklediniz, işbirlikçiler sizi ! Bir açık, bir kroşe nakavt ! Ama zamanaşımı diye birşey var unutma.

K – (Sandalyesini de çevirerek erkeğe döner)Zannetmiyorum...hayır... tam zamanı.
E - (Kadına bakmadan)Ringteyiz yani.
K – Evet...
E – Eskitmeye ?
K – Bitirmeye !
E – Mutluluğu da mı ?
K – Ben seninle hiç mutlu olmadım ki !
E – ......zamansız.
K – Tam zamanında !
E – Sadece beni bitirmiyorsun. Rakibin benmiyim, eminmisin ?
K – Evet.

E – (Sandalyesini kadına doğru çevirir) Otuz yılın ardından “ben seninle hiç mutlu olmadım” diyebilmek hangi mantıkla açıklanabilir bulamıyorum,

K – Biraz daha şarap içermisin ?
E – Hayır, şarap... bardak sarhoş olmasın !

K – (Ayaktadır Adama bakmadan)Kendimi durasız sorguluyordum, sonuç bu. Niye parkanı giyiyorsun yine, nasıl olsa nakavt olacaksın !

E – (Ayağa kalkar parkasını giyer ve tekrar oturur)Oyun dışı kalmadım daha...Borcumu ödeyinceye dek parkam çıkmayacak üzerimden.

K – Kime borcun ? Kentine mi ?

E – Önce kendime ve inandığım doğrulara.... (Acı bir gülüşle) Bir insan otuz yıl mutsuz nasıl yaşayabilir, bu çile nasıl çekilir, mutsuzluğa bağımlı kalabilmek, mutsuzkolik olmak, sağlık ve ruhbilimcilere araştırma konusu olmalıdır diye, düşünüyorum.

K – Ruhbilimciler önce kendilerine baksın, O’nlar da birer öğütçü sadece. Bundan sonra daha fazla oturup düşünmeyeceğim, ne neolacak, nasıl olacak diye!

E – Belki de şimdikinden...

K – (Keser)Hayır eminim buna. Berbat bir yaşamı kökünden söküp atacağım.

E – Berbat..mı ? Atamazsın aldatma kendini, anılar var ne olursa olsun onları yokedemezsin. Hakimler her zaman doğru karar vermezler!

K – Verdikleri hüküm geçerlidir. Sen kavgalarına, ben yoluma.

E – Ben kavgama. (Yavaşça kendi kendine) Bir felsefemiydi yoksa bu süre, dile sarmadığın? Hani öteki dünyaya hazırlık burada çekmek ve sonra cennete gitmek! Otuz yıl mutsuzkolikliği gizlemek, otuz yıl karşı tarafı aldatmak, yazılacak ve sahnelenecek bir oyunmuydu,(Ellerini havaya açarak)
ey sevgili yaşam kaç bölümsün ?

K – (Adama bakarak)Otuz yıl ne yaptın, bizim dışımızdaki insanları düşünmekten başka ? O’nları kurtarmak, güzel günlerde beraber olmak falan filan, umurunda bile değil O’nların.... Dün devrimci saflarda olanlar, yön değiştirip ırkçıların yanına katıldılar, demokrasiye şimdi de başka pencereden bakıyorlar, yeni libasları yeni gözlükleriyle, yüzlerini saklayarak... O’nlara kimliklerini bile veremedik, öğretemedik !

E – Herşey zamansız, sen değilmiydin ‘ne verdik ne istiyoruz’ diyen?
K – (Oturur) Birşeyler vermedik mi ?
E – Diğerlerinin ki daha iyi geldi demek şükürlerine !
K – Tamam zamansız, Kendini ve Kentini Sorgulamak...
E – Alay etmen için söylememiştim tüm bunları.
K – Kendimizi kendimiz için sorguladık mı ?

E – Ötekiler gibi olmak istemedim hiçbir zaman. Köşeyi dönenlerin arasında olmak zor birşey değil di. Düzenin iti olmak benim işim olamaz dı...

K – Aldığımız işçi maaşlarımızla mı devrim yapacaktık ? Zamansız...
E – Yalnızdık, bizi besleyenler yoktu !

K – Beslenenler var dı, “iyibilen” adam oturmuş biryerlerde yönergeler yağdırıyor du, biz de kopyacılık yapıp uyguluyorduk... sözde. Biz savaşların adını koyuncaya, darbelerin ne olduğunu yorumlayıncaya veya “iyibilen- iyibilenler” bizlere dikte ettirinceye kadar, atı alan Üsküdarı geçiyor du... Vazgeç bu sevdadan, bak halâ yakası yağlı parkanı saklıyorsun, eskisi gibi!

E – Dünyanın en dayanıklı tüketim..(Duraklar, düşünür, ne söyleyeceğini arar. Kadın nerakla bekler. Bulmuştur, hızla konuya girer)maddesi insan ! Evet, dünyanın en dayanıklı tüketim maddesi insanmış, diyebilirim ...

K – (Keser, bilgiçtir) Ona mal’ı derler, maddesi değil.

E – Peki mal diyelim, dünyanını en dayanıklı tüketim malı insandır !

K – Ben mal değilim.

E – Ben sana malsın demedim ki, evet insansın.

K – En dayanıklı tüketim...insan... yine yeni bir uydurman, haydi bakalım hayırlısı. Altından ne çıkacak... bekliyorum...

E – İnsanlar ürettikleri taşınır malların, yenilir içilir şeylerin geçerlilik, dayanıklılık süresini yazıyorlar biryerlerine. Bazılarının garanti süreleri var, dilediğin gibi kullan, süresi doluncaya dek.

K – Yazgıları insanlar belirliyor.

E – Kullanılmaya bağlı.

K - Eskiden böyle birşey yoktu.

E - Herşey eskitilince, yenilikler getirildi !

K – İnsanlarında mı kullanılmaya bağlı geçerlilik süreleri?

E – İnsanlar arası ilişkiler belirleyici oluyor çoğunlukla.

K – Nasıl ?

E – Kimimiz sıfır yaşta gönderiliyoruz, yada şansa kalırsak tüketilmemiz uzayıp gidiyor. İnsanlar eksildikçe yönetilmesi de kolaylaşıyor, bölüyorlar, eksiltiyorlar ve yönetiyorlar ! En pahalı üretim maddeleri silâh ve ilâç.. En ucuzu ise insan !... Ucuza gidiyoruz eskisi gibi...

K – Yazgı, vade !

E – O yazgıları, vadeleri yerine getirmek için insanlar tayin ediliyor, görevlendiriliyor...

K – Kimin tarafından ?
E – Bazı insanlar acımasız !

K – Benimle, bizimle konumuzla alâkası ne şimdi bu anlattıklarının? Ne yumurtluyorsun gene. Gene sakıncalı oluyorsun, üsttekine de alttakine de !

E – Hiçbir sakıncası yok, sakıncanın da önemi hiç yok... Bence dünyanın en dayanıklı tüketim insanı sensin !

K – Evet, biraz anlar gibiyim ne demek istediğini.

E – Otuz, otuziki, hattâ otuzdört yıl böylesi bir yaşama direnmek, ancak bu şekilde açıklanabilir diye düşünüyorum.

K – Bir savaşın içindeydim !

E – Muzaffer kumandan... Otuziki yılın lirik sevişmeleri sonucunda alınan meyveleri unutmak ve şimdi karşındakine ve kendine bir kıyınç değilmidir ?

K – Asıl kıyınç otuz yılda her gün bu günü düşlemek ti... (Acı bir gülüşle)Evet, kapan buraya manastır gibi, kavganı kendi içinde yap. Otur, yanına bir de şarap fıçısı al, bir çuval da tütün, borçlarına zehirlen ve daha çok borçlan !(Hiddetle) Bulabilirsen eskilerden birkaçını da al yanına...

E – (Ayağa kalkar)Otuz yılın bir de öncesi var, tartışmasız bir sevgi olduğuna inanıyorum, belki mantıklı değildi fakat sevgiydi, en azından benimki, seni kimse zorlamadı, bizi kimse zorlamadı, peki neden bu günler, bu bir yalan mıy dı, evlilik sevginin ölüm hükmünü onaylamak mıy dı ?

ne yazlar döküldü üstümüze
kıştan devam
kışın kıskandığı
kuşların süzdüğü
yağmuru özleyerek,
martıları görmedik
sevişirlerken kıyıda
onlarda bizim,
ben de anımsamıyorum
o kara yazların
alt alta
üst üste
yüzümüzde terlediğini
yüreğimizde gizlediğimiz,
bir görevdi sanki
ıslak denizden çıkıp
suskun kumsalda yürümek
yazın azgınlığında
dinlenmek
gölgenin
karanlığında
ne yazlar dizilmiş
içimize
dinginliğini
kimseye teslim
etmediğimiz...

E – (Yerine oturur, kadına bakarak) Toplumsal bir korkumuydu bana anlatmadığın ve yenik düştüğün duygular mı vardı, çelişkilerini algılayamadığım? Belki açık değildin, şimdi niye bu keskinlik, tüm bunlar yaşanmalı mıydı hakettik mi, hakettim mi ?

K – (Ayağa kalkar erkeğe yaklaşır)Gençtim, sonradan yargıladım. Korkan ve korkutulan bir toplumun içinden geliyordum. Seni evlenmeden bıraksaydım, tekrar o toplumun içine nasıl girerdim, bana hangi gözle bakarlar dı ? (Yerine otururken) Zamanı kullanamadan da bir oğlumuz oldu ve o zamanı bu günde kullanıyorum.

E – Peki, o toplumun içine şimdi nasıl gireceksin ?

K – (Erkeğe bakmadan) Kimseye muhtaç değilim, ekonomik bağımsızlığım var. Sorumluluğum yok artık, çocuklar da kendilerini kurtardılar, ama O’nlar için yapmam gereken herşeye yine katlanırım.

E – (Kadına dönerek) Bu kadar basit mi, o korktuğun toplumdan kaçmayacakmısın yine? Gizlenmeyecekmisin O’nlardan, gizlemeyecekmisin nedenleri ? Bu savunduklarına kendini inandırabildin mi?

K– (Rahat ve kararlıdır) Önemli olan özgürlüğüm. Bu yaştan sonra çile çekemem artık. Kendine bakıcı tutarsın, yaşlılar yurdu... Umurumda bile değil artık, az kullanılmış bakire zamanını çözebiliyorum !

E – (Geçmişi anımsar, anımsatır)Çok genç, güzel ve özverili bir anneydin. Çok çalışkan bir kadındın işinde ve evinde. En zor günlerimizde bir tas çorbamız, bir bardak çayımız eksilmiyordu soframızdan. Bir de zamanında kızımız da oldu.

K – Zamansız...Zamanı tam kullanacağım anda !

E – Bendeki eksiklik yanlışlık fazlalık sadece sevgiydi, başka ne verebilirdim,
herşeyimi verdim olanlarım bunlar dı, seninle başlayan yeni bir dünya, bir umut, bir dalga önümde yolumu açan kaybolup gitmeyecek gibi görünen sapık doğa erinçsizliğine...

K – Olmayan şeylerini verdiğini sanıyorsun, sevgi paylaşmaktır her şeyi, sen !

E – Paylaşmadığım bir şey bırakmadım, sensiz hiçbir şeyi kullanmadım, zaman hariç, O’nu ikimiz de kullanamadık ve eskidik !

K – Sen...

E – Evet haklısın eskiyen bendim...Yargının önünde ben niye yoktum, niçin kendi tüzelerine göre yargıçlık yaptın, cezamın kesildiğini niçin otuz yıl sonra öğreniyorum, suçlu olduğumu yargılandığımı bilmiyordum, otuz yıl sonra ceza mı çekilir ?

K – Haketmedim hakettin, cezanın ilamını alabilirsin !
E – Zamansız...

K – Otuzdört yıldır birbirimizi tanıyoruz, otuziki yıllık evliyiz. Otuz yıldır aralıksız çalışıyorum, sen eksinlik nedeniyle genç yaşta emekli oldun. Kalbin taşımadı yükleri. İkimiz de değişik vardiyalardaydık. Sen evde ben işte, sen işte ben evde. Sen fabrikadan çıkınca, yüzelli kilometre ötedeki başka bir şehre her gün, hafta sonları gidip kurslar verdin yıllarca. Nasıl dayanırmış o yürek, işte seni yarı yolda bıraktı... Altı ay hastahanede yattın, kim aradı seni, çıkarları olmayan eski iş arkadaşlarından başka? Saygım vardı verdiğin, verdiğiniz uğraşlara, umutla inançla iyi günleri bekledim. Sana nekadar destek olsam bile, dünyam ayrıydı benim. Oniki yıl ülkemize gidemedik, sen anneni babanı mezarlarına taşıyamadın. Ben böyle eskimek istemedim. Ben...

E – Çocuklar, çocuklarımız için bu hayata katlandık. O’nlara kirletilmemiş bir dünya bırakmak istiyorduk. 1990 Millenium’unun şokunu atlatamadı demokrasi isteyenler. Barış içinde, tüm çocuklar insanlar birlikte yaşasın istiyorduk...

K – (Adama bakmadan)Temiz dünya halâ birilerinin ! Savaş için savaşıyorlar, bir de aklın mantığın kabul edemeyeceği, din terörü polemiğini dayatıyorlar. Valinin kızları (Alay eder) dışarda, <özgürlükler ülkesinde> gurbette, ama gurbetçi değiller. Burada kazanıp orada yiyorlar valinin kızları. Barış ise, nereye gömüldüyse, nereye gömdülerse aramak halâ bizlerin işi. Buyrukçular durmadan değişiyor, biz eskiyoruz O’nlara sadece kızarak... Hiç hesab ettin mi, bu otuz yılda birlikteliğimiz kaç gün, kaç saat ? Oturup sorunlarımızı konuşacak, dertleşecek ne zamanımız var dı , ne de gücümüz. Sen arta kalan zamanlarında kendini bu insanlara adadın, işte buradayız, bu kadarız. Kendini sorgula... Kazandıklarının ve kaybettiklerinin, yorumunu sana bırakıyorum. Parkanı giymişsin, gidebilirsin... Evet herşey zamansız !...

E – (Ayaktadır, kadın oturmaktadır, donuk gözlerle boşluğa bakar )Ben, seni, ve insanları sevdiğim ve parkamı çıkarmayacağım için onurluyum, işte birtek bu bende eskimedi... Şimdi tekrar, şarabı da seviyorum, açılıp kapanan göğüs tahtamın sebeplerini de bir yana bırakıyorum ;

yalnız değilim
sigaramı tütürüyorum
tüm dostluğunu
içime doldurarak,
Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/piyesler/69658-zamansiz-tek-perdelik-oyun-post134138.html
yıllardır terketmem
isteniyor seni
yapamam,
kalleşliği, ikiyüzlülüğü
şerefsizliği, dönekliği
hainliği olmayan
seni seviyorum
ne zaman bunalsam
seni alıyorum
duman olmuş sevdan
gözlerim yaşarıyor
sona gün sayıyorum
biliyorum
bir gözümü kör ettin
seninle zehirleniyorum
ufak ufak
nasıl atarım seni biryana
“ yalnızlık tanrıya mahsus ” muş
ben
yalnız
kalmak
istemiyorum....

Ve ben cezamı çektim gidiyorum...




P E R D E