Giriş


REFORMTÜRK 17. YIL


3 sonuçtan 1 ile 3 arası
  1. #1
    ReformTürk Yöneticisi Mustafa Uyar - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    10 Eylül 2006
    Yer
    Ilgın, Konya
    Mesajlar
    13,663
    Tecrübe Puanı
    100

    Standart ZAMANSIZ (tek perdelik oyun)

    Tek Perdelik Oyun
    Nurettin Kurtuluş
    Not: Bu Oyunu Oynamayı Düşünürseniz Yazarla İrtibata Geçemeniz gerekmektedir.

    Z A M A N S I Z

    Ortada yuvarlak bir masa, üstünde renkleri solmuş eski bir örtü. Eski bir vazo boynu bükük soluk çiçekler... Kolların dayanacağı çıkıntıları olan, minderleri yıpranmış eski iki iskemle. Erkeğin oturduğu sandalyenin arkasında bir parka asılıdır. Solda bir etejer, üstünde eski bir Gramafon... Bir camekânlı dolap...

    Sesyayarlardan; Frédéric Chopin’in Piyano Konçertosu No,1 Op.11’inden alıntılar çalmaktadır. Erkek elindeki bir derğiyi okumaktadır. Oyun içindeki şarkılara kadar derinden devam edebilir...

    Yaşlı bir Erkek – Yaşlı bir Kadın

    E – (Oturmaktadır, kadına bakmadan) Herşey eskidi, şuraya bak.
    K – (Dışardan gelir oturur)Niye eskisinmiş ?
    E– (Derginin sayfalarını çevirir)Yıllardır yeni birşeyler alamıyoruz, gücümüz kalmadı.
    K – Ne gereği var, yetiyor bize tüm bunlar.
    E – Kitaplarımı da attın, bak duvarlar bomboş, gölgelerini sayıyorum.
    K – (Birbirlerine bakmadan konuşurlar)Salonu karartıyor, daraltıyorlar dı. Hem eskimişlerdi ! Herhafta gelen yeni dergilerini oku, yetmez mi?

    E – Kitap eskimez, okunmakla eskimez, şimdi aşağıda yalnızlar, eskiyorlar... Dergiler de eskisi gibi, aynı şeyleri tekrarlayıp duruyorlar.

    K – (Kendinden emin)Kitaplar ne öğretecekti? Yaşıyoruz ! Bodrumda, git O’nlarla kal... Resimlerden hiç bahsetmiyorsun? O’nları da indirdim aşağıya.

    E – O resimlere bakmaktan ar duyuyordum artık, her baktığımda bana sorular yöneltiyorlardı. (İç geçirerek) Herşey eskidi.... biz de.
    K – (Erkeğe bakar)Ben öyle görmüyorum, eskimedik.
    E – Dünya da.
    K – Eskiydi zaten.
    E – Biz eskittik, üzerinde tepine tepine.
    K – Başka galaksiler arayanlar...

    E – Eskitenlerden, yenisini arıyorlar eskitmek için... O’nlar da eskiden kalma...

    K – Eskimemişler öyleyse...
    E – Eskidiler, bencillik en eski olanı bu dünyada...
    K – Erekleri var...
    E – Ulaşamadılar... sonlarına...mümkün de değil..
    K – Erinçliler de ama..
    E – Öyle olsa, biz bitmiş olurduk...
    K – Veya bölek.
    E – Biz mi ?... mümkün değil, herşey eskisi gibi devam edecek... bir süre daha !
    K – Şarabın eskisi?...
    E – Yıllanmışı.

    K – (Erkeğe döner ses tonu serttir)Tamam , ne geveliyorsun gene. Her akşam karanlık ekiyorsun... İçim daralıyor.

    E – (Rahat,sanki yıldızları sayar)Akşamlar hep karanlık doğar, bir o eskiydi, hiç eskimeyen de o kaldı, ama gece gibi de kokmuyor artık ! Toprak ta, eskisi gibi ayaklarımıza sarılmıyor, daha da eskidi.

    K – Sen de asfaltta yürü veya toprak yolları bul !

    E – Toprak kalmadı ki, bırakmadık. Üstünü örttük veya onu kana boğduk, topraklıktan çıkardık. Hainliklerimizi görüyor ve o da arada silkeleniyor, isyan ediyor.

    K – Asi toprak !

    E – Asfaltları, kaldırımları toprak rengine boyayalım, üstlerine de plâstik ağaçlar dikelim, tüm binaları plâstik sırnaşıklarla kaplayalım...

    K- (Araya girer)Sarmaşıklarla !
    E - ... beton görüntülerini yok edelim, hem yaz kış canlı kalırlar, yağmurda da yıkanır pırıl pırıl olurlar, ortalığı bir boka benzetelim... Olmaz mı ?

    K – Yağmur yalana gelmez, duaya da. Ortalık toprağa değil, boka kokar ozaman...
    E – Haklısın, fakat kan kokusundan daha iyi bir dünya olur...
    K – Sonra güvercinler de açlıktan ölebilir, bok kokulu asfaltı gagalarken.

    E – Yeşile aldanan serçeler, kazlar da şaşkınlıktan. Yeni bir dünya için çanak yalayıcılara iyi bir iş çıkardım galiba !
    K – Yeni bir dünya ? (Dudak büker) Dünya bizden de eski aldatmak kolay !
    E – Biz dünyadan daha eski değiliz, ne acı.
    K – Dünyaya mı acıyorsun, kendine mi ?
    E – (Kadına döner)Kendime acısaydım ağlardım...
    K – Çocuklar yeni...

    E – O’nlar için ağlamak ta kendine acımaktır, hiçbirşey yapamamanın ezikliği... O’nlar da eskiyecek. (Kaldırıp gösterir)Bak, çay bardağım yıllardır hep aynı, simsiyah oldu içi. Ama olsun, bazan dalıp bakıyorum, içinde pırıl pırıl afrikanın kara insanlarını görüyorum, gülüyorlar umut veriyorlar...

    K – Eskitemedin gitti şu çay bardağını. Kıralım istersen, yenisini alırız. Beyaz insanların kahırlarını görürsün belki.

    E – Süresi dolmadan mı, eskitmeden mi ?

    K – Hiç olmazsa, yeni birşeyim var diye sevinirsin. (Güler)Eskitmen için de süren uzar!

    E – Tutumlu olmak daha iyi. Eskitmek için de direneceğim...Şuraya bak, yıllardır aynı perdelere bakmaktan içim eskidi. Holdeki ayna bile eskimiş.

    K – Ne eskimesi, daha yeni aldık.(Öfkeyle) İkide bir çatlatıyorsun karşılarına geçip !

    E – Göstermiyorlar beni !

    K – Sen de bakma, arama kendini, yok mu bakacak başka şey.

    E – Diğer eskilere mi ?

    K– Televizyona bak sen de, hep yenilikler gösteriliyor. (Küçümser)Yeni filmler, yeni şarkılar, yeni kadınlar... yeniler... falan...

    E – Eskiler daha iyiydi göbekleri görünmüyordu, daha çok tahrik oluyorduk! (İç geçirirken yapmacıktır) Şimdikiler zaten slikonlu... her yanları...oraları buraları şişirilmiş balon...gibi !...(Alay eder) Tesettür bıyıklı olup ta bir yaklaştın mı... infilâk ederler... kan, şey.. silikonlar gövdeyi götürür !

    K – O eskide televizyon varmıydı? Yoksa tepsinin içinde dansözler türbanla mı kıvırtıyordu.... o eskilerde, hıı ?

    E – Şarkıların da, sevgilerin de eskileri. Gramafonumdaki hışırtılar bile beni alıp götürüyor yanlarına.

    K – Beni dinlemiyorsun, tavanda mı geziniyorum ?... Hepsini verem ettin, sesleri kapı gıcırtısı gibi çıkmaya başladı, bir bilseler... Eskide kaldın, yenile kendini...

    E – Neremi ?
    K – Kalbini...
    E – Kalbim hiç eskimedi, eskide kaldı.
    K – Eskimişti... hani eskimiştin ?
    E – (Bir eliyle göğsünü tutar) Organik olarak evet... Tamir atölyesine yatırdık ve yamadılar ya...
    Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/piyesler/69658-zamansiz-tek-perdelik-oyun.html#post134136
    K – Eskitemediğin ne kaldı peki ?
    E – Bu dünyayı sevmediğim!
    K – Eskiden beri dilinden düşmeyen...

    E – (Kadına bakarken)Öyleyse geçerliliğini halâ koruyor. Gözlerimizi açtık kan, dinmedi durmadı, toprak bile bıktı, kan içinde. Oysa o toprak bize neler vermiyor, açlık O’nun utancı değil...

    K – Bir de eskiyi eskitemedin gitti...
    E – Evet eskisi gibiyim.
    K – Bu yeni bir şey değil.

    E – Ömürboyu hüküm giymişim eskiye. Zamanı kullanamamak ne kötü birşey. Hep zamana köle olduk, bizi istediği gibi kullandı, dilediğini de elde etti.

    K – Kullandırtmasaydın kendini. Eski günleri düşleyerek eskide kalıyorsun, bırak artık, bugünlere bak, hiç olmazsa zamanı şimdi kullan.

    E – (Dalgın, hayal gibi) Herşey bölük pörçük toparlayamıyorum, paramparça olmuş anılar. Anamın Babamın gömütlerinin yanında mı yatıyorum, Haliç’in boklu suyunun içine mi gömülmüşüm. Furukolar sarmış etrafımızı, ağızlarından salyalar akıyor. Kızılay Meydanında elimde dergiler, çekiniyor millet, kızlar oğlanlar birbirlerini avlıyorlar bulvarda, demokrasi devrim bacak aralarında sulanıyor. (Ses tonu yükselir) Hacıbayram Camisinin avlusunda Mustafa Kemal’in piç olduğunu anırıyor yobazın biri. Ulusta’ki atlı Atatürk yontusunun altında Kürt Memet nöbette, Frukolar iz inde.

    K – Sırası mı şimdi tüm bunların, yıpratıyorsun kendini de zamanı da...

    E – Zamanı yıpratmak mı ? Zamanı durduramadığıma, geriye de alamadığıma göre... zamanı kullanmak istiyorum. Hiç olmazsa eskileri anarak ve zamanı boş geçirmeyerek.

    K – (Erkeğe bakar)Tavla oynasaydık zaman değer kazanır dı..
    E – Zamanın da istediği o, değerini bilmek !

    K – ( Bakmadan sorar )Seni tanıdığımdan beri alkol içmediğini, “alkol bütün kötülüklerin anasıdır” dediğini unutmadım.

    E – Sen de, alkolü evlendiğimizin ikinci gününde ve sonra, sadece yılbaşlarında birer bardak köpüklü şarap içerek kullandın. Fakat bizim kuşak ben dahil, o zamanlar arjantinle arkadaştık. Paramız yetmediği günlerde sinekli Tekel Çubuk şarabı içerdik. Ama, o alkolü biz kullandık, o bizi değil...

    K – Kalp ameliyatı olduktan sonra faydası olduğu için arada bir şarap içmeye alıştırdım seni. Bu akşam şarap içmek istermisin, (Ayağa kalkar) eskimemiş... yıllanmışından !...

    E – İlâç niyetine. (Güler) Dur ben getireyim istersen...(Ayağa kalkmak ister yapmacık)Benim gibi mi ?(Elindeki dergiyi masaya bırakır)
    K – (Dolaptan önce bardakları getirir)Nasıl ?
    E – Uzaktan konuşurken sesini biraz yükselt. Eskimemiş, yıllanmışı ?
    K – ( Şişeyi getirir ve açar)Evet en yıllanmışı, tamam mı, senin gibi...
    E – Su bardağına koyuyorsun, niye?.
    K – Ufak mı geldi, tencereler kırıldı !...
    E – Bu yarım gülüşünde bile gözlerin parlıyor.Yıllanmışın tadı başkadır...
    K – ( Bardağını alır iskemlesini masaya biraz uzaklaştırır)Haah...ne demek istiyorsun gene ?
    E – Senin gibi ?
    K – Beni mahzende mi buldun sen ?
    E – (Kadına dönerek)Hayır, mahzende yaşattım ? Eskimişliğimize.
    K – (Bardağı kaldırır) Eskimişliğine prosit...Evet doğru, toz içinde bırakarak ?
    E – Toz kondurmadan, çamur sıçratmadan...(Bardağını kadına doğru kaldırır) Prosit...
    K – Ben hep uzak durdum o tür şeylerden. Sen... sen de mi ?
    E – Çamurlardan uzak durduk...
    K – (Bakmadan) Şarap nasılmış ?
    E – (Kadına döner) Mahzendeki gibi... durmuyor... başımı döndürüyor... sun...
    K – (Bardağı masaya bırakır)Beni tanımadan önce de böylemiydin ?

    E – (Bardak elinde)O günleri, seni ve şarabı sanki aynı anda tanımışım gibi.Tekel’in ucuz Çubuk şarabında duygularımla bilerek belki de umutla oynuyorum, sevgi, üzüntü, neşe, kaygı, çoşku, korku, kurgu yaşamı bir şişenin içinden çıkarmaya çalışıyordum, kimi kez Chopin’in Piyano Konçertosuyla. Anamın güçlü Balkan sesi takılıyor yüreğime “Bu Son Fasıldır Ey Ömrüm”. (Ayağa kalkar, bardak elindedir)Sesçalardaki iğne Babadan kalma taşplâğın neredeyse tersinden çıkmış Rodrigonun Gitar Konçertosunda. (Kadın’a doğru yürür, tekrar geriye döner)Beethoven Taksim Tepesinde dolaşıyor, Ruhi Su o güzelim Ermeni sesiyle Büyük Sinemada Anadolu Manifestosunu okuyor. ( Şarabını bitirir, bardağı masaya bırakır, iskemlesini nasadan biraz uzaklaştırır)
    Tekel’in ucuz şarabı yüreğimi dağlıyor Fransız, İngiliz, İspanyol, Yunan, Kuzey Güney Amerikalı, Afrikalı dostlarımız da şarabı içlerinde eritiyorlardır.....
    Düşünmeyi unutmaya çalışıyorum, olmuyor. Hele demlendikçe daha da çok dalıyorum. (İskemleye oturur)

    K – Düşünmeyi unutmak ? olmaz öyle şey ... tıpkı...
    E – Düşünmeden yazmak, yazmadan düşünmek gibi.. bir boşluk..bir yokluk...
    K – (Bardağını kaldırır)Haydi ozaman sarhoş olmamak için, sadece başımız dönecek kadar...
    E – Zamanı ve şarabı kullanarak...
    K – Zamanı da eskiterek...
    E – Nasıl ?
    K – Zamanın önüne geçerek...
    E – Olmaz...
    K – Niye ?
    E – Zamanın önüne sadece tanrı geçer... zamanı da o ayarlıyor..

    K – (Sandalyesini biraz daha uzaklaştırır masadan)Boşuna kürek çekiyoruz senin kuramına göre. Zamanı ayarlayan o, yazan çizen o, bize ne kaldı ?...

    E – Eskimek.
    K – (Ayaktadır, sandalyesini masanın önüne doğru biraz daha uzaklaştırır) Tanrı bize zamanı da vermiş, herşey gibi.. akıllı ol demiş...
    E – Birilerine de yürü ya kulum demiş.
    K – Başımıza buyurgan lar dikmiş.
    E – Kötühuylu kanser gibi girmiş bu dünyaya, O buyurgan/lar.
    K – Nereden atıldıysa bir başka yerden çıktı.

    E – Nagazaki, Hiroşima, süttozundan tanıdım ilk onu, içim almadı, o gündür süt içemem.

    K – Zayıf hücrelerini almış ülkemin, kemirip duruyor bitiremedi.
    E – Bir de soktu ay em ef denilen her derde deva, dozu O’nda başa belâ.
    K – Ama birilerine yediremedi.
    E – Kore, Vietman nereden atıldıysa bir başka yerden çıktı.

    K – Farkındadır muhakkak, hiç sevilmedi Asya, Afrika, Güney Amerika, Avrupa, Ortadoğu’ya kötühuylu kanser gibi girmiş.

    E – Kime sordu ki bu başat, O’na mı kalmış götürmek o az bilinmeyenli demokrasiyi. Bir zamanlar komunism korkusuyla beslediği dünyaya, bugün kendisinin uydurduğu, yarattığı islami-cihad islâmistler öcüsünü dayatıyor. Her ikisinde de aynı patriyotistin, o eski bildiğimiz korku yayıcının işi değil mi ?

    K – Barıştan yana nasibini almamış savaşın terörün “ namussuzluğun son sığınağında ” ki zavallı patriyotu.

    E – Küçük mariyonettelerini de yanına alarak ?
    K – Her huyun çaresi vardır, o da insanlardır, O’na da savaşa da hayır.
    E – Sadece hayır değil, terör O’nun işiyse barış ta bizim, işine gelirse...

    K - Dünyanın ortak bir dili olduğunu düşünüyorum;
    ba r ı ş ve ö z g ü r l ü k, ikiz kardeş olduklarından kuşkum yok. İkisinden birinin eksikliği diğerinin de yokluğu oluyor.
    Özgürlüğün olmadığı yerde barış, barışın olmadığı yerde özgürlük mü olurmuş ?

    E – Demokrasiyi uzuvlarının bir veya birkaçı eksik olan kardeşleri olduğuna inanıyorum özgürlük ve barışın.
    Bugün eksik uzuvlu bir dünya dayatılıyor insanlığa, özgürlük ve barışın olmadığı bir yerde demokrasi hangi insanların yönetimi olabilir.

    K – (Sandalyeden kalkar, masaya gider bardağını alır)Zaman niye tanrının gerisinde, anlayamadım bir türlü ?

    E – Kullanılmak için !..
    K – Kullanılan herşey eskimez mi ?

    E – (Masaya gider, bardağına şarap doldurur sandalyesine yaklaşır, biraz daha uzaklaştırır masadan, oturur)Zaman daha çok genç, çok da az kullanıldı.
    O bizi kullandığı için hep genç kaldı, viyagra, gençlik aşısı gibi...
    K – Zamana uyalım biz de.
    E – Öyle yapıyoruz ya, onun da istediği yıpranmamak...
    K – (Boş bardağını masaya bırakır, ayaktadır) Biz şimdi oturmuş sohbet ediyoruz, şarap içiyoruz, zaman...
    E – Belki de doğru birşey yapıyoruz, yapabileceğimizi yapıyoruz...
    K – Yapmamız gereken bu mu ?
    E – Olmayabilir, eğriyle doğru, çirkinle güzel, sapla saman, falanla filan gibi... zamanı değerlediriyoruz...
    K – (Sandalyesini biraz daha açar masadan, oturur)Öyle ya boşa oturmaktansa ...
    E – Boş şeyler yapmak, boş şeyler konuşmak.
    K – Peki bizim yaptığımız ne ?
    E – Boşluğu doldurmak, geriye sayarken !
    K – Hep öyle olmadı mı ?
    E – Evet, zamanla bunu daha iyi anlıyoruz.
    K – Vakit geçirmek, vakit doldurmak,vakitsizlik, boşluktan...

    E – (Boş bardağı masaya götürür)Zamanı kullanmadığın sürece boşluklar hep kalacaktır.(Döner ve sandalyesini biraz daha öne alır)Şu anda da belki zamansız, bu yaptığımızı zamanında önümüze koymalıydık.

    K – Zamanı kullanmak, diline yapıştı, bu deyim yetti artık...

    E – Geriye dönüp baktığımızda yapılması gerekenler nerede duruyor, eksik yarım kalanlar, hiç el sürülmeyenler ?

    K – Sakıncalı olmak...
    E – Oturduğun, alnını değil ellerini kaldırdığın zaman da sakıncalı değilmisin ?
    K – Kime karşı ?
    E – Kendine ve Kentine karşı...
    K – O sorumlulukları yerine getirmedik mi ?
    E – Getirmeye çalıştık... yarım kaldı.
    K – İstersen yeniden başlayalım .

    E – Neden olmasın, bizim de yapacaklarımız vardır. Dünyanın herbir yanında insanlar ayakta, sistemler çatırdıyor, dağlar şehirler sarsılıyor. Ölenleri yüreğimize gömüyoruz, yorulanlar bıkanlar dönenler kaçanlar da oluyor güneşten, kalanlar durmuyor yürüyorlar, sevgilerin aşkların en güzelini yaşayarak bıkmadan, yorulmadan direniyorlar.

    K – dı .... abartma... alabıkları da unutma !...

    E – (Kesin ve yargılıdır sesi)Biz oradaydık, karşı duvarın dibinde, bizi herkes gördü, sokaklar bizi soruyor.

    K – (Yukarıya bakar, hayale dalar gibidir)Sahil denizin üstüne çıkmış, ölü balık kokusu sarmış yosunları, deniz ölü bakıyor, deniz ölüme korkuyor.

    E – Sokaklar bizi soruyor, ıslık çalarak dolaştığımız, deniz ıslağı avuçlarımız. Taksim tepesine çıkarken söz verdiğimiz günler nerede? İnsanlar arıyor, dev adımlardan yorulmuş yollar, izlerimize bizi sayıyor.

    K – Saklanmış biryerlere o sokaklar, sevgileri de yanında, yol vermiyor Taksim tepesine, inişi yok çıkışı var sokaklar deniz kokuyor.

    E – Argın ve bıkmadan bizi sınıyor o sokaklar, gitarı kesilmiş elinden Jara içimize sarkmış Taksim tepesinde bizi bekliyor. İnsanlar bizi soruyor, sokaklar sarhoş olmuş bu arada sarhoş taşımıyor.

    K – Sokaklar bizi yoruyor deniz sokaklara bizi soruyor...

    E – Halâ güzel insanlar var, başımız ağrıdıkça alınacak ilâç ta bulunuyor.
    K – Tesiri geçtikten sonra başağrısına devam.

    E – Sinekli şarap diyorlardı Çubuk için. Sinekler sarhoş oluyorlardı şişenin içinde zevkten ölüyorlardı, özgürlükleri içime boşalıyordu.

    K – (Eskiyi anımsar)Ülkede korku kol geziyor. Kimin ne olduğu anlaşılmıyor, karanlıkta gölgeler tepişiyor. Köşedeki simitçi neredeyse para almayacak. Doğu işkembecisindeki yeni garson çok acemi. Korku dalga geçiyor, kavga da büyüyor, büyüdükçe boşluklar çıkıyordu. İkinci paylaşım savaşı sırasındaki Parti arayışları halâ devam ediyor. İşçiler emekçiler umutsuz, etkin olamamanın burukluğunu yaşıyor.

    E – Zaman bizi kullanıyor.... Yağmurun dinlenmediği günler yaşanıyor İstanbulda. Sokaklarda ıslak sigara soluklamanın tutkunluğu Çiçek Pasajına dek uzanmaya başladı. Votkalı arjantin mi yoksa şarap mı?.. Şarap neyle içilir, tabii ki bardakla ama şekli nasıldır birilerinden öğrenmek gerekli mi, mezesi nedir kuru gidiyor hep ?.. Şarap sarmış dudaklarımı dilimi, boğazım ıslak şarap sağanağında.

  2. #2
    ReformTürk Yöneticisi Mustafa Uyar - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    10 Eylül 2006
    Yer
    Ilgın, Konya
    Mesajlar
    13,663
    Tecrübe Puanı
    100

    Standart

    (2)

    K – (Erkeğe bakarak)Eve gelmişler di.
    E – (Kadına bakarak, karşılıklı bakışırlar) Kim , kimler ?
    K – Seni sordular odana girdiler. “ gâvur tohumu ” dediler, çok ağırıma gitti.
    E – Babama da demişlerdi.
    51’de.
    O’nlar ne tohumuy du ?
    K – Çok konuşma , yerin kulağı var.
    E – Ölümden öte ne var ki.

    K – Böyle söyleme . Okul, askerlikle ilişkin kalmadı. İşin de var fakat rahatın yoktu. Seni götürürlerse bir daha izini bulamazdık. Bu adamlar artık gitmeyecekler, zindan edecekler bu memleketi bize, demiyormuydum.. Gördük işte vatan millet sevgilerini, yetmişin devamı seksen, devam ediyor.

    E – Hayır , zindanlar müze olacaklar hepsi, aydınlanacak, hepimizin kardeşçe yaşadığı bir ülke olacak orası da.

    K – Kimlerle kardeşçe yaşayacaksın ? bu insanlar Demokrasiyi bilmiyorlar, demokrasiyi sevmiyorlar, demokrasiyi istemiyorlar. Demokrasi alınır, istenmez de. Adamı görmüyormusun başımıza geldiğinde ilk icraatı “ Bu demokrasi elbisesi millete bol geliyor ” diyerek Anayasayı kökünden kazıdı. Suçsuz insanları darağacında katletti... Kırk yıl da başımızdan gitmedi. Kim ses çıkardı, çıkan sesler nereye vardı ? Birşeyler yapmalıyız... İstersen gidelim dışarıya diyordum. Her akşam ben bunu konuşuyorum kendimle ve aklımıza en yatkını da bu değilmiy di ?....

    E – Hayır buna kaçmak derler.
    K – Kaçmak değil , kendimizi kollamak tı bu.

    E – (Ayağa kalkar masaya giderek bardağına şarabın sonunu boşaltır)Balıklar hiç kaşınır mı ?
    K – Kaçıncı bardaktasın, yoksa ben gelmeden de mi içtin ?
    E – (Ayaktadır)Ağzım kokar dı, gizleyemem ki.
    K - Cin içmişindir kokmaz. Ne biçim soru o peki ?
    E – Hiiiç öyle sorasım geldi. Demin akvaryuma yem atarken düşündüm de...
    Komşunun köpeğini nerede görsem kaşınıyor...
    K – Seni görünce mi ?
    E – Ne bileyim ben, öyle işte.
    K – Bitlenmiştir.
    E – İki ayaklı değil ki o...
    K – Doğru O’nların kaşıntısı başka oluyor , eskisi gibi !
    E – Aklıma takılmışken sorabilirmiyim ?
    K – Eyvah !
    E – (Sandalyesini daha öne ittirir)Holdeki Akvaryumu salona alabilirmiyiz, hem büyük ışıkları yakmayız, hem... iktisatlı olmuş... oluruz. Hem... televizyona da az bakarız, ne dersin ?

    K – Hayır, bu yaştan sonra iktisat... gözlerimi yormak istemiyorum !...
    E – Suyun altında uçarlarken öyle güzel görünüyorlar ki.
    K – Yüzerlerken, denizlerin suların üstünde uçulur.
    E – (Oturur )Suyun üstüne çıkmıyorlar ki !...

    K – (Kesin bir tavırla) Hayır ben burada uyuyorum arada, O’nların gürültüsü rahatsız ediyor beni !... Salonda daralıyor sonra...

    E – At mı koşturacaksın bu salonda? Sanki icra memuru gelmiş gibi bomboş.

    K – Temizliği kolay oluyor ! Gelen birşey aramaya gerek duymadan çekip gider...

    E – Yurtdışına son akından payını alanlar karşıma dizilmişler birkaç saat sonra kalkacak olan uçağın tek gidiş biletlerini onaylatıyorlar. Hepsinin gözlerinde umut var ama mutluluk okunmuyor. Bayramlıklarını giymişler, bayrama gitmediklerini çok iyi biliyorlar “ elin gâvuruna ”ayıp olmasın !... Daha yeni kazanmışlardı sağlık-sağlamlık kontrollerini, Alman doktorların onayını alarak sanayi üretimine katılacaklardı.

    K – Çoğu kırsal kesimden gelmiş şehiryüzü bile görmemiş bu son binler düşlerindeki küçük şeyleri kısa bir sürede elde ettikten sonra döneceklerini yineliyorlardı hep.
    Oysa O’nlardan öncekiler bir çift öküz için gideli yıllar olmuştu. Memnunlar ki yerlerinden eksileceklerine çoğalıyorlardı.

    E – Yeşilköy Havalimanı alabildiğine dolu yine. Gurbetçiler tatilden geldikleri ülkelere geri dönüyorlar.Günlerdir uçak bekleyenler var. Köhne havalimanı leş kokuyor, tuvaletler temizlenmiyor. Bavullardan akan salçalar, zeytinyağlar etrafa saçılmış, tarhanalar sidik sularına karışmış.

    K – Pilli radyo-kasetçalarları omuzlarında, tavuk tüylü Fötr şapkalarıyla Galata köprüsünün üzerinde çekinerek biraz da kabararak dolaşıyorlar.

    E – Yüksekkaldırım, Abanoz Sokağı O’nlara tuzak kaldığından olsa gerek ! Karaköy kerhanelerinde beş Mark’la eskimiş orospuların “ gılsız ” apışaralarına turlarını tamamlayınca Sirkeci’de bol soğanlı tükürük köfteleriyle karınlarını doyurarak, (Gülüşürler) Hadarpaşaya sallantılı takalarda içlerinde ne varsa boğaz sularına dökerek ulaşıyorlar. Karga sesli güzel gözlü martılar tepelerinde bir tur atıyor ve elleri boş, kara boğaz kokusuna küsüyorlar.

    K – Bu geri kalmış düzen halkları pazarlıyor. Uçaklar yetişmiyor insan taşımaya, trenler seferlerini çoğalttı, Avrupa’nın zaptı yakın... Nato için de Kore’ye asker göndermişlerdi Saylavlar, Yemen’e gidenlerin çoğu dönememişlerdi. O’nların çocukları, torunları şimdi bir başka savaşın içine itiliyorlar, anamalcıların kucağına en azından “ bir çift öküz ” yoksulluğunda.

    E – Havalimanında hergün biriken bu yığına bağırasım geliyordu; << Biz sizleri satmak için bu düzene karşı gelmedik, hepimizin insanca yaşamasını istedik, siz sizler köleliğe bile “ çok şükür ” demeyi benimsediniz, haydi gidin oralarda da çok şükürlere devam edin >> ....

    K – (Erkeğe döner) O’nları sorgulama, asıl hesap verecekleri ve düzeni kenara bırakıyorsun.

    E – (Kadına)Düzen O’nlar değil mi, düzene alkış tutan O’nlar değil mi ?

    K – Ne verdik , ne istiyoruz ?

    E – Onbinleri, yüzbinleri katıyorduk yanımıza.

    K – Neredeler şimdi ? Kaç işçi, kaç köylü var dı o rakamların içinde. Onlara soruyormuyduk, danışıyormuyduk. İşimize geldiği zaman arıyorduk O’nları, dayanışma, yürüyüş vs vs !

    E – Meydanı boş bulanlar O’nlara sahip çıktılar, yanlarına aldılar...şimdilik beraber yürüyorlar...

    K – Neden tüm bunlar ?...
    E – Düzeni sorgulamak, evet doğru olanı da bu.... Ama önce kendimizi..
    K – Kendini ve Kentini sorgulamak.... tamam anladık ta... düzeni nasıl...
    E – Kendimizi sorguladık mı önce, aklandık mı?.
    K – Galiba !.. tam değil.. galiba..

    E– (Boş bardağı masaya götürür)Hayır, kendimizden korkuyoruz... başkalarını suçlayarak , hep kendimizi haklı çıkarmaya çalışıyoruz... kendimizi eskittik, eskitiyoruz... kendimizi aldatarak...(Otururken sandalyeyi yine öne götürür) biraraya geldiğimizde eskide kalan bazı güzel günlerden dem vuruyoruz, eskiyle yaşamaya çalışıyoruz, kendimizi zorluyoruz eskimeye... bu dünya...

    K – Kirletilen bir dünya.
    E – Kirletilen ve eskitilen.
    K – Zamanında kullanılamayan.

    E – Zamansız, birçok şeyi zamansız mı yapıyoruz ?
    Yalanlarla yoğrulan zaman. Bizi aldatan kendini kullandırtmayan zaman.
    K – Kirli zaman.
    E – Kirletilen zaman, onu biz kirletiyoruz. Eskittiğimiz dünya gibi.

    K – Senin Gramafona bir plâk koyayım mı, değişiklik olur şarabın yanında, zaman eskimeden ?

    E – Kolu dönmüyor, vidası gevşemiş herhalde...
    K – (Güler)Senin, seninkinin değil mi ?
    E – Evet, gramafon benim olduğuna göre!...
    K – Yenilersin... yağlarsın olmaz mı ?
    E – Niye güldün gene ? İğnesi de eskide kaldı bulunmuyor !..

    K – Zamanında eskitmeseydin... peki, eskiden kalma coşkunla sen söyle bir şarkı, ne kurmaya ve ne de iğneye gerek kalmasın...

    E – Sen de katılırmısın...
    K – Eskisi gibi...

    E – (Ayağa kalkar, sandalyenin arkasındadır)
    nereden alıştırdın beni
    dünyayı
    bu kadar güzel sevmeye
    haydi
    bu güne de
    tangoyla girelim
    ne dersin
    günler sazımızda
    akordeon ve keman
    seslerinin
    köpüğünde yüzdüğü
    arjantin biraları
    yanımızda,

    K – (Ayaktadır, sandalyeyi kucaklamış dans eder)
    dostlar sarmış çevremizi
    binlerce köşesinden
    ülkemin
    yeryüzünün,
    geliyorlar
    sanki
    O’nlar değil
    bunca yılın
    kahrını çekmiş
    türkü söylüyor
    dans ediyorlar,


    E – bir elim omuzunda
    avuçlarım terliyor
    sıcaklığına,
    ak
    saçlarımıza
    dalmışlar
    arada
    kıskanıyorlar,
    düzenin
    bizi tüketmesine
    yol vermediğimiz
    şimdi bizim olan
    geniş
    upuzun
    akşamlarda
    ıslak ve karanlık
    parke taşlarına sıralanmış
    taksiler
    boşuna bekler
    biz
    yorulmaya
    inat
    gidiyoruz
    K – (Sandalyeyi bırakır, arkasında dikilir)
    ve
    büyük
    taksim
    tepesinde
    küfürün
    yumruğun
    sesi
    kaybolan
    insan dolu
    gece yarılarında
    hırçın çocuklar gibi
    şarkılar söylüyoruz

    E+K-
    ve
    acıyı yemiş
    acıları yenmiş
    yürek yaraları
    bir yerlerimizde
    korkmadan
    yürüyoruz...

    K – (Oturur sandalyesine, nefes nefesedir)Umutlumusun o günleri göreceğimize?..
    E – (Ğösünü tutar sandalyesine otururken)Neden olmasın, balon şişiyor muhakkak bir gün biryerde patlayacak...
    K – Umut yine biryerlerde, birilerinde mi ?
    E – Zaman,
    K – Kullanılmıyor ?...
    E – Evet, zamanı hesaplayanlar var..
    K – Kullananlar var.

    E – Hayır, kullanmaya çalışıyorlar. Zaman yine de onları kullanıyor, yine zamansız, birileri ve bizler...

    K – Herşey zamana bırakılıyor.
    E – Zaman bize bırakmıyor...
    K – Zamanla herşey geçer..
    E – Zaman içinde eskidi gitti o şarkı da...
    K – Zaman yalnız kalıyor, eskiyerek... kirlenerek... bir aşk gibi...
    E – ... Yalan..
    K – Ne... yalan olan ne ?
    E – Aşk ... kendini ağılamaktan başka birşey değil...
    K – İnanmıyormusun ?
    E – neye ?
    K – Aşk...

    E – Bir ekmek bütününden hergün bir lokma yediğin midende eksildikçe, kasıklarında kösnümüdür ve beslenen iniltilerin bir matemi midir bu aşk dediğin...

    K – Aşk...
    E – ...kaç saniyeliktir ?
    K – Evet sen eskimişsin. Gerçekten de eskimişsin.
    E – Getir yenisini, ben açarım yine.
    K – (Dolaptan bir şişe şarap getirir)Aşka inanmayan insan mı olurmuş, inanamıyorum... Al, yıllanmışından..
    E – (Rahattır ve masaya giderek şişeyi açar, bardakları doldurur)Aşkı bana tarif edermisin...
    K – (Adamın getirdiği bardağı alır)Aşırı sevgi, aşırı bağlılık duygusu...
    E – Aşırı ... aşırı solcu, aşırı sağcı, aşırı dinci gibi mi ?
    K – Aşırı şarapçı...
    E – Aşk yapmak ?
    K – Aşık olmak !
    E – ...cinsel ilişkide bulunmak, sevişmek... en eskisi gibi...eskimiş yani !
    K – Olur mu ?
    E – Sevmek ?
    K – Sevişmek mi ? karıştırdım !
    E – Birine sevgiyle bağlanmak, gönül vermek.
    K - Sevgi ?

    E – (Sandalyesine oturur)İnsanı bir şeye veya bir kimseye karşı yakın ilgi ve bağlılık göstermeye yönelten duygu.

    K – Aşk, sevmek, sevgi... mahzende dursaydı daha iyi olurdu !
    E – Mutluluk ?
    K – Mutluluk ?
    E – Özlemlere ulaşılma duygusu...sevgide de...

    K – Ama ilk kadın ilk erkek, aşık değillermiydi, bize onlardan miras kalmadı mı aşk ? Elmayı niye ısırmış Adem, Havva’ya aşık olduğundan herhalde, yoksa durup dururken cehennemi boylamayı niçin benimsesin ?

    E – Bak dinle, bu daha duymadığın bir şarkım...
    (Ayağa kalkar, bardak elindedir)
    Adam ile Eva’nın
    nikâhlarını kim
    kıydı
    resmi mi
    imam
    nikâhlımıydı
    yoksa
    Havva Adem’e mi
    kıydı
    nikâhsız sa
    Adem Havva’yı
    vesikasız yarim mi
    saydı
    bu kadar çok
    çocuklar
    O’nların
    nikâhsız-ları-mıy dı ?.....

    K – Sakıncalı olduk gene !(Bardağını kaldırır) Prosit ...

    E – (Kadına)İnsanlar her zaman birbirlerine karşı sakıncalı olabiliyorlar. Hepimizin istemediği birşeyler var, istenmeyeni de yapanlar, işte ozaman sakıncalı olmak başlıyor. Her insan yanlış veya doğru birşeyler sorabilir, söyleyebilir. (Masaya bardağını bırakır)Önyargıları unutarak, hoşgörü, anlayış, karşılıklı saygı ve sevgi sakıncaları ortadan kaldıracaktır. Bunun ortası yok, birtaraftan biri sakıncayı yok edecek, ve sakıncasız bir dünya, zaman kullanılır hale gelecek. Dünya eskimeyecek, kirlenmeyecek. Kendini ve Kentini sorgulamak karşımızda, ayakta dikiliyor.
    Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/piyesler/69658-zamansiz-tek-perdelik-oyun.html#post134137

    K – O’nlar mutlumuydular acaba, Adem ile Havva?

    E – (Geriye döner ve sandalyesine oturur)Bilmem, ben onlarla beraber değildim, belkide mutluluklarından değil, çok çocukları olsun diye, çok torunları olsun diye... bizler olduk... elmayı ısırtmıştır, ısırmıştır...

    K – Saçmalama, korkudandır belki de !
    E – Kimden ?
    K – Cennetten !...

    E – (Birbirlerine bakmadan devam ederler konuşmalarına)Varmıydı acaba O’nların zamanında ? Yoksa üremeler çoğalınca mı çıktı ortaya.

    K – Günahlar, korkular, dayaklar... İlk bunları öğreniyoruz, eskiden beri.

    E – Ciddi bir konu üzerine, ciddi ciddi konuşalım mı ne dersi ?

    K – Zaten öyle değilmiydik şu ana kadar, eskisi gibi...

    E - Eskide kalalım, eskisi gibi..

    K – Öyle olsun devam et...

    E – Cennet ve cehennem sadece insanlar için mi ?

    K – Henüz ölmeyenlerin anlatılarına bakacak olursak.

    E – Ortaklaşa yaşadığımız bu dünyada hayvanlarla ayırım orada da devam mı edecek, onlar için üçüncü bir yer mi var ?

    K – Eğer öteki tarafı da hayvanlarla paylaşacaksak, onların yeri neresi ?

    E – Henüz ölmeyen insanlar bu konuda bir açıklamada bulunmuyorlar.

    K – Yoksa, tanrı cennet ve cehennemi sadece insanlar için mi inşa etmiş ?

    E – Tanrının yasaklarına uymayanlar ateşte yanacak bir müddet günahları kadar diyorlar, öteki dünyaya göçetmemiş insanlar...

    K – O işi tanrının bir çok kulu da yapmış tı, dünyayı cehennem ateşine çevirip
    insanları yakmış tı.

    E - Meselâ bazı insanlar için, öteki tarafın herhangi bir yerinde hayvanlarla beraber olmak, meselâ yılan akrep vesaire gibi, cehennem azabı olabilir.

  3. #3
    ReformTürk Yöneticisi Mustafa Uyar - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    10 Eylül 2006
    Yer
    Ilgın, Konya
    Mesajlar
    13,663
    Tecrübe Puanı
    100

    Standart

    (3)

    K – Bazı insanlar için de, meselâ ben, öteki tarafın neresinde olursam olayım, bazı insanlarla beraber olma ezincine katlanamam, çünkü zaten burada onlarla beraber olmanın cehennemini yaşamışım.

    E – İsim vermeyeyim hepiniz bilirsiniz, O’nlarda isimlerini bellemişlerdir.

    K – Bu konu üzerine hayvanlar da kafa yoruyorlardır belki,
    meselâ;
    < öteki tarafı da ortak kullanacak olursak
    biz insanların hangi türüyle beraber olup
    cehennem azabına devam edeceğiz >
    diye..

    E – Cehenneme düşen yılan insana sarılır, insanda bu dünyada olduğu gibi yılana sarılır herhalde, alışmış bir kez seçeneği yok.

    K –Ve ortaklık orada da başlar mı ? Niçin cehennem korkusu var da cennet korkusu yok. Hayvanlarda da cehennem korkusu var mı, ne günah işliyorlar burada acaba, hangi bağıntılara göre yazılıyor sol omuzlarına ?

    E- Meselâ, barış istemek, özgürlük demokrasi gibi, şarap içmek gibi veya ırza geçme, orospuluk, zina gibi falan, idam cezaları da verirler mi acaba suçsuz hayvanlara ?

    K – Dünyanın bir başka yerindeki hayvanlara, hayvanlar savaş açarlar mı canları diledikçe, çıkarları için ? Yapmışlarsa, can alanlar, aç, yoksul bırakanlara ne gibi cezai müeyyide uygulanmıştır. Birleşmiş Hayvanların mavi kukuletalı başbuğları, ramboları varmıydı ?

    E- Öteki tarafta da insan yasakları, tanrı yasakları, günah korkusu varmıdır, günah işlenirse ne olur acaba, sonranın sonrası da var mı dır ?


    K – Henüz öteki tarafa gitmemiş insanlar
    < bu sorularına mukaddes kitaplar cevap veriyor >
    diyorlar da
    niçin okudukları gibi değil de, işlerine geldiği gibi, bilmediklerini anlatıyorlar benim gibi cahil insanlara ?

    E – Tanrıya sormak yasaktır günahtır, bilmek yasaktır günahtır, düşünmek yasaktır, düşünmek günahtır, bilim düşman doludur
    henüz rahmete kavuşmamış O’nlara göre,
    önce cehennemi görmek isterim, bilmediğime sonradan gitmesem de olur...

    K – (Kalkar ve bardağını masaya bırakır)Tanrıya sormak tehlikelimidir?

    E – Ne soracaksın ki? Kullarının yasalarına bak, korkunun kopyaları !

    K – Yani ?

    E – Önce kulları tehlikelidir, cevher yumurtlamaya kalkarlar, ardından ceza ...

    K - Öğütçüler... eskiden beri !

    E – Eskiden kalma, eskimişler zamanında.

    K– (Otururken sandalyesini biraz daha öne iter)Yarım bilenler nedense hep öğütçü oluyorlar, karmaşalarını gizlemeye çalışıyorlar. Yabancı değiller, toplumun her kesiminde bulunurlar.

    E – (Sandalyeler masa ile geniş açılı bir üçgen oluşturmuştur)Öğütçüler ! Bir adam bir işi becerebiliyorsa dar kafalıdır, çünkü; o işten başkasına yeteneği yoktur, bir adam beceriksizse bir işe yaramıyorsa çok akıllı ve çok zeki olduğunu düşünür, çünkü; her işte önce kendinin üstün olduğunu görür ve öyle kalır,

    K - O’nlar, öğütçüler yaşamları boyunca aldıklarını satarlar.
    Yapamadıklarını başkalarına salık verirler,

    E – Öğütçülük gelenekselleştiği toplumlarda tehlikeler yaratıyor.
    Ve olumsuzluklar, başarısızlıklar, hayalcilik birbirini izliyor.

    K – öğütçüler arada kendilerini örnek gösterirler, öğünürler;
    şimdiki kafam olsaydı diyerek te yerinirler,

    E – eylemsiz ,etkisiz, edilgendirler ve de yargılarlar...

    K – öğütçüler; özgür değillerdir, barışı öğütlerken savaşı örgütlerler.

    E – Kendilerinden başkasını beğenmezler, insan sevgisinden hiç bahsetmezler
    ölümü sevmezler ölümsüzdürler
    ölenlerin yanına gömülmezler...

    K – Eskitemediklerimizden mi bunlar ?..
    E – Zaman hem O’nları, hem de bizi kullandı, yıpranmamış ve genç kalmak için.

    K – Hiç yıpranmamış olur mu ? Tamam, eskimemiştir az eskimiştir veya, hep taze bir gelin kalacak değil herhalde !.

    E – O gelin bile olamadı daha, ama yıpranmış, dokunulmuş bir bakire denilebilir.
    K – Mutludur, zaman mutludur bence.
    E – Neden, neden mutludur ?

    K – Dokunulmuş ve yıpranmış bir bakire bile kalsa, eskitilmiş bir gelinden daha mutludur...

    E – Güzel bir gece geçiriyoruz, zamansız da olsa mahzenin tozları arasında kalmaktan daha iyidir. Şarap ısıtıyor, seni de !.

    K – Sen ?
    E – Beni de...
    K – Ben hanidir ısınıyordum, ringe çıkmaya hazırlanan boksörler gibi.
    E – Fakat, rakibini birtürlü göremiyordun ortalıkta, değil mi ?

    K– Hayır, O ringteydi... ama ben O’nu ne zaman devirebilirimin hesaplarını yapıyordum, eskiden beri.

    E – Sen ve zaman O’nu eskitinceye kadar beklediniz, işbirlikçiler sizi ! Bir açık, bir kroşe nakavt ! Ama zamanaşımı diye birşey var unutma.

    K – (Sandalyesini de çevirerek erkeğe döner)Zannetmiyorum...hayır... tam zamanı.
    E - (Kadına bakmadan)Ringteyiz yani.
    K – Evet...
    E – Eskitmeye ?
    K – Bitirmeye !
    E – Mutluluğu da mı ?
    K – Ben seninle hiç mutlu olmadım ki !
    E – ......zamansız.
    K – Tam zamanında !
    E – Sadece beni bitirmiyorsun. Rakibin benmiyim, eminmisin ?
    K – Evet.

    E – (Sandalyesini kadına doğru çevirir) Otuz yılın ardından “ben seninle hiç mutlu olmadım” diyebilmek hangi mantıkla açıklanabilir bulamıyorum,

    K – Biraz daha şarap içermisin ?
    E – Hayır, şarap... bardak sarhoş olmasın !

    K – (Ayaktadır Adama bakmadan)Kendimi durasız sorguluyordum, sonuç bu. Niye parkanı giyiyorsun yine, nasıl olsa nakavt olacaksın !

    E – (Ayağa kalkar parkasını giyer ve tekrar oturur)Oyun dışı kalmadım daha...Borcumu ödeyinceye dek parkam çıkmayacak üzerimden.

    K – Kime borcun ? Kentine mi ?

    E – Önce kendime ve inandığım doğrulara.... (Acı bir gülüşle) Bir insan otuz yıl mutsuz nasıl yaşayabilir, bu çile nasıl çekilir, mutsuzluğa bağımlı kalabilmek, mutsuzkolik olmak, sağlık ve ruhbilimcilere araştırma konusu olmalıdır diye, düşünüyorum.

    K – Ruhbilimciler önce kendilerine baksın, O’nlar da birer öğütçü sadece. Bundan sonra daha fazla oturup düşünmeyeceğim, ne neolacak, nasıl olacak diye!

    E – Belki de şimdikinden...

    K – (Keser)Hayır eminim buna. Berbat bir yaşamı kökünden söküp atacağım.

    E – Berbat..mı ? Atamazsın aldatma kendini, anılar var ne olursa olsun onları yokedemezsin. Hakimler her zaman doğru karar vermezler!

    K – Verdikleri hüküm geçerlidir. Sen kavgalarına, ben yoluma.

    E – Ben kavgama. (Yavaşça kendi kendine) Bir felsefemiydi yoksa bu süre, dile sarmadığın? Hani öteki dünyaya hazırlık burada çekmek ve sonra cennete gitmek! Otuz yıl mutsuzkolikliği gizlemek, otuz yıl karşı tarafı aldatmak, yazılacak ve sahnelenecek bir oyunmuydu,(Ellerini havaya açarak)
    ey sevgili yaşam kaç bölümsün ?

    K – (Adama bakarak)Otuz yıl ne yaptın, bizim dışımızdaki insanları düşünmekten başka ? O’nları kurtarmak, güzel günlerde beraber olmak falan filan, umurunda bile değil O’nların.... Dün devrimci saflarda olanlar, yön değiştirip ırkçıların yanına katıldılar, demokrasiye şimdi de başka pencereden bakıyorlar, yeni libasları yeni gözlükleriyle, yüzlerini saklayarak... O’nlara kimliklerini bile veremedik, öğretemedik !

    E – Herşey zamansız, sen değilmiydin ‘ne verdik ne istiyoruz’ diyen?
    K – (Oturur) Birşeyler vermedik mi ?
    E – Diğerlerinin ki daha iyi geldi demek şükürlerine !
    K – Tamam zamansız, Kendini ve Kentini Sorgulamak...
    E – Alay etmen için söylememiştim tüm bunları.
    K – Kendimizi kendimiz için sorguladık mı ?

    E – Ötekiler gibi olmak istemedim hiçbir zaman. Köşeyi dönenlerin arasında olmak zor birşey değil di. Düzenin iti olmak benim işim olamaz dı...

    K – Aldığımız işçi maaşlarımızla mı devrim yapacaktık ? Zamansız...
    E – Yalnızdık, bizi besleyenler yoktu !

    K – Beslenenler var dı, “iyibilen” adam oturmuş biryerlerde yönergeler yağdırıyor du, biz de kopyacılık yapıp uyguluyorduk... sözde. Biz savaşların adını koyuncaya, darbelerin ne olduğunu yorumlayıncaya veya “iyibilen- iyibilenler” bizlere dikte ettirinceye kadar, atı alan Üsküdarı geçiyor du... Vazgeç bu sevdadan, bak halâ yakası yağlı parkanı saklıyorsun, eskisi gibi!

    E – Dünyanın en dayanıklı tüketim..(Duraklar, düşünür, ne söyleyeceğini arar. Kadın nerakla bekler. Bulmuştur, hızla konuya girer)maddesi insan ! Evet, dünyanın en dayanıklı tüketim maddesi insanmış, diyebilirim ...

    K – (Keser, bilgiçtir) Ona mal’ı derler, maddesi değil.

    E – Peki mal diyelim, dünyanını en dayanıklı tüketim malı insandır !

    K – Ben mal değilim.

    E – Ben sana malsın demedim ki, evet insansın.

    K – En dayanıklı tüketim...insan... yine yeni bir uydurman, haydi bakalım hayırlısı. Altından ne çıkacak... bekliyorum...

    E – İnsanlar ürettikleri taşınır malların, yenilir içilir şeylerin geçerlilik, dayanıklılık süresini yazıyorlar biryerlerine. Bazılarının garanti süreleri var, dilediğin gibi kullan, süresi doluncaya dek.

    K – Yazgıları insanlar belirliyor.

    E – Kullanılmaya bağlı.

    K - Eskiden böyle birşey yoktu.

    E - Herşey eskitilince, yenilikler getirildi !

    K – İnsanlarında mı kullanılmaya bağlı geçerlilik süreleri?

    E – İnsanlar arası ilişkiler belirleyici oluyor çoğunlukla.

    K – Nasıl ?

    E – Kimimiz sıfır yaşta gönderiliyoruz, yada şansa kalırsak tüketilmemiz uzayıp gidiyor. İnsanlar eksildikçe yönetilmesi de kolaylaşıyor, bölüyorlar, eksiltiyorlar ve yönetiyorlar ! En pahalı üretim maddeleri silâh ve ilâç.. En ucuzu ise insan !... Ucuza gidiyoruz eskisi gibi...

    K – Yazgı, vade !

    E – O yazgıları, vadeleri yerine getirmek için insanlar tayin ediliyor, görevlendiriliyor...

    K – Kimin tarafından ?
    E – Bazı insanlar acımasız !

    K – Benimle, bizimle konumuzla alâkası ne şimdi bu anlattıklarının? Ne yumurtluyorsun gene. Gene sakıncalı oluyorsun, üsttekine de alttakine de !

    E – Hiçbir sakıncası yok, sakıncanın da önemi hiç yok... Bence dünyanın en dayanıklı tüketim insanı sensin !

    K – Evet, biraz anlar gibiyim ne demek istediğini.

    E – Otuz, otuziki, hattâ otuzdört yıl böylesi bir yaşama direnmek, ancak bu şekilde açıklanabilir diye düşünüyorum.

    K – Bir savaşın içindeydim !

    E – Muzaffer kumandan... Otuziki yılın lirik sevişmeleri sonucunda alınan meyveleri unutmak ve şimdi karşındakine ve kendine bir kıyınç değilmidir ?

    K – Asıl kıyınç otuz yılda her gün bu günü düşlemek ti... (Acı bir gülüşle)Evet, kapan buraya manastır gibi, kavganı kendi içinde yap. Otur, yanına bir de şarap fıçısı al, bir çuval da tütün, borçlarına zehirlen ve daha çok borçlan !(Hiddetle) Bulabilirsen eskilerden birkaçını da al yanına...

    E – (Ayağa kalkar)Otuz yılın bir de öncesi var, tartışmasız bir sevgi olduğuna inanıyorum, belki mantıklı değildi fakat sevgiydi, en azından benimki, seni kimse zorlamadı, bizi kimse zorlamadı, peki neden bu günler, bu bir yalan mıy dı, evlilik sevginin ölüm hükmünü onaylamak mıy dı ?

    ne yazlar döküldü üstümüze
    kıştan devam
    kışın kıskandığı
    kuşların süzdüğü
    yağmuru özleyerek,
    martıları görmedik
    sevişirlerken kıyıda
    onlarda bizim,
    ben de anımsamıyorum
    o kara yazların
    alt alta
    üst üste
    yüzümüzde terlediğini
    yüreğimizde gizlediğimiz,
    bir görevdi sanki
    ıslak denizden çıkıp
    suskun kumsalda yürümek
    yazın azgınlığında
    dinlenmek
    gölgenin
    karanlığında
    ne yazlar dizilmiş
    içimize
    dinginliğini
    kimseye teslim
    etmediğimiz...

    E – (Yerine oturur, kadına bakarak) Toplumsal bir korkumuydu bana anlatmadığın ve yenik düştüğün duygular mı vardı, çelişkilerini algılayamadığım? Belki açık değildin, şimdi niye bu keskinlik, tüm bunlar yaşanmalı mıydı hakettik mi, hakettim mi ?

    K – (Ayağa kalkar erkeğe yaklaşır)Gençtim, sonradan yargıladım. Korkan ve korkutulan bir toplumun içinden geliyordum. Seni evlenmeden bıraksaydım, tekrar o toplumun içine nasıl girerdim, bana hangi gözle bakarlar dı ? (Yerine otururken) Zamanı kullanamadan da bir oğlumuz oldu ve o zamanı bu günde kullanıyorum.

    E – Peki, o toplumun içine şimdi nasıl gireceksin ?

    K – (Erkeğe bakmadan) Kimseye muhtaç değilim, ekonomik bağımsızlığım var. Sorumluluğum yok artık, çocuklar da kendilerini kurtardılar, ama O’nlar için yapmam gereken herşeye yine katlanırım.

    E – (Kadına dönerek) Bu kadar basit mi, o korktuğun toplumdan kaçmayacakmısın yine? Gizlenmeyecekmisin O’nlardan, gizlemeyecekmisin nedenleri ? Bu savunduklarına kendini inandırabildin mi?

    K– (Rahat ve kararlıdır) Önemli olan özgürlüğüm. Bu yaştan sonra çile çekemem artık. Kendine bakıcı tutarsın, yaşlılar yurdu... Umurumda bile değil artık, az kullanılmış bakire zamanını çözebiliyorum !

    E – (Geçmişi anımsar, anımsatır)Çok genç, güzel ve özverili bir anneydin. Çok çalışkan bir kadındın işinde ve evinde. En zor günlerimizde bir tas çorbamız, bir bardak çayımız eksilmiyordu soframızdan. Bir de zamanında kızımız da oldu.

    K – Zamansız...Zamanı tam kullanacağım anda !

    E – Bendeki eksiklik yanlışlık fazlalık sadece sevgiydi, başka ne verebilirdim,
    herşeyimi verdim olanlarım bunlar dı, seninle başlayan yeni bir dünya, bir umut, bir dalga önümde yolumu açan kaybolup gitmeyecek gibi görünen sapık doğa erinçsizliğine...

    K – Olmayan şeylerini verdiğini sanıyorsun, sevgi paylaşmaktır her şeyi, sen !

    E – Paylaşmadığım bir şey bırakmadım, sensiz hiçbir şeyi kullanmadım, zaman hariç, O’nu ikimiz de kullanamadık ve eskidik !

    K – Sen...

    E – Evet haklısın eskiyen bendim...Yargının önünde ben niye yoktum, niçin kendi tüzelerine göre yargıçlık yaptın, cezamın kesildiğini niçin otuz yıl sonra öğreniyorum, suçlu olduğumu yargılandığımı bilmiyordum, otuz yıl sonra ceza mı çekilir ?

    K – Haketmedim hakettin, cezanın ilamını alabilirsin !
    E – Zamansız...

    K – Otuzdört yıldır birbirimizi tanıyoruz, otuziki yıllık evliyiz. Otuz yıldır aralıksız çalışıyorum, sen eksinlik nedeniyle genç yaşta emekli oldun. Kalbin taşımadı yükleri. İkimiz de değişik vardiyalardaydık. Sen evde ben işte, sen işte ben evde. Sen fabrikadan çıkınca, yüzelli kilometre ötedeki başka bir şehre her gün, hafta sonları gidip kurslar verdin yıllarca. Nasıl dayanırmış o yürek, işte seni yarı yolda bıraktı... Altı ay hastahanede yattın, kim aradı seni, çıkarları olmayan eski iş arkadaşlarından başka? Saygım vardı verdiğin, verdiğiniz uğraşlara, umutla inançla iyi günleri bekledim. Sana nekadar destek olsam bile, dünyam ayrıydı benim. Oniki yıl ülkemize gidemedik, sen anneni babanı mezarlarına taşıyamadın. Ben böyle eskimek istemedim. Ben...

    E – Çocuklar, çocuklarımız için bu hayata katlandık. O’nlara kirletilmemiş bir dünya bırakmak istiyorduk. 1990 Millenium’unun şokunu atlatamadı demokrasi isteyenler. Barış içinde, tüm çocuklar insanlar birlikte yaşasın istiyorduk...

    K – (Adama bakmadan)Temiz dünya halâ birilerinin ! Savaş için savaşıyorlar, bir de aklın mantığın kabul edemeyeceği, din terörü polemiğini dayatıyorlar. Valinin kızları (Alay eder) dışarda, <özgürlükler ülkesinde> gurbette, ama gurbetçi değiller. Burada kazanıp orada yiyorlar valinin kızları. Barış ise, nereye gömüldüyse, nereye gömdülerse aramak halâ bizlerin işi. Buyrukçular durmadan değişiyor, biz eskiyoruz O’nlara sadece kızarak... Hiç hesab ettin mi, bu otuz yılda birlikteliğimiz kaç gün, kaç saat ? Oturup sorunlarımızı konuşacak, dertleşecek ne zamanımız var dı , ne de gücümüz. Sen arta kalan zamanlarında kendini bu insanlara adadın, işte buradayız, bu kadarız. Kendini sorgula... Kazandıklarının ve kaybettiklerinin, yorumunu sana bırakıyorum. Parkanı giymişsin, gidebilirsin... Evet herşey zamansız !...

    E – (Ayaktadır, kadın oturmaktadır, donuk gözlerle boşluğa bakar )Ben, seni, ve insanları sevdiğim ve parkamı çıkarmayacağım için onurluyum, işte birtek bu bende eskimedi... Şimdi tekrar, şarabı da seviyorum, açılıp kapanan göğüs tahtamın sebeplerini de bir yana bırakıyorum ;

    yalnız değilim
    sigaramı tütürüyorum
    tüm dostluğunu
    içime doldurarak,
    Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/piyesler/69658-zamansiz-tek-perdelik-oyun.html#post134138
    yıllardır terketmem
    isteniyor seni
    yapamam,
    kalleşliği, ikiyüzlülüğü
    şerefsizliği, dönekliği
    hainliği olmayan
    seni seviyorum
    ne zaman bunalsam
    seni alıyorum
    duman olmuş sevdan
    gözlerim yaşarıyor
    sona gün sayıyorum
    biliyorum
    bir gözümü kör ettin
    seninle zehirleniyorum
    ufak ufak
    nasıl atarım seni biryana
    “ yalnızlık tanrıya mahsus ” muş
    ben
    yalnız
    kalmak
    istemiyorum....

    Ve ben cezamı çektim gidiyorum...




    P E R D E

Benzer Konular

  1. ACİL SERVİS (2 Perdelik Komedi)
    By Mustafa Uyar in forum Piyesler
    Cevaplar: 6
    Son Mesaj: 24.Ocak.2016, 14:08
  2. Anneler Günü (İki perdelik oyun)
    By Mustafa Uyar in forum Piyesler
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 24.Ocak.2016, 14:04
  3. İstiklal Marşı(1 perdelik piyes)
    By Beyza in forum Piyesler
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 06.Kasım.2008, 23:17
  4. ANSİKLOPEDİK (Tek Perdelik Piyes)
    By Beyza in forum Piyesler
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 08.Ağustos.2008, 14:06
  5. Cevaplar: 4
    Son Mesaj: 08.Ağustos.2008, 14:05

Bu Konudaki Etiketler


Search Engine Optimization by vBSEO 3.6.0 PL2 ©2011, Crawlability, Inc.