ONBAŞI — Hiç,vallâhi,bizim şeye,kaymakama,sonra, şeye,şey maarif memuruna filân uğradım da.
MUHTAR — (Kendi kendine) “Bizim kaymakam.” Boyun kopsun.
ONBAŞI — Sonra da mal müdürünü ziyaret ettim. “Artık bizim,şeyleri anlayıverin,vergileri versinler.” diyor.Tahsildarı dayıyacak kapıya…
MUHTAR — Topluyoruz.Daha ekin gelmedi.Bankanot kesmiyoruz ya.
ONBAŞI — Size bir haberim de var.
HOCA — Hayrola,”Hayırlı olsun.” deyin.
ONBAŞI — Köye bir muallim veriyorlar,maarif memuru söyledi;şöyle bir çıtlatıverdi.
MUHTAR — Oh,ne iyi.
HOCA — (Keser.) Malimi nidecek,elli altmış haneli köy.Para para;mektep yaptılar.Bizim hoca parasını zor veriyorlar.Para veren yok ya.Al sana bir batman buğday,biraz da fasulye…”Peki para?” “Ha, o yok.” Bir de malim besleyecekler. “Malim,malim,öğl e namazı kaç rekattır?”desem,apışı p kalır.
DERVİŞ AĞA — Duy,hoca,sahih,onbaşı ne zaman veyecekler?
Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/piyesler/52920-amma-da-aldanmisiz-iki-perdelik-oyun-komedi.html#post108858
ONBAŞI — Durun söyliyeceğim,şu şey memuru,neydi o muhtar,dilimin ucunda,ha,evet,maarif memuru var ya,burnundan konuşan adam,dedi kiBurundan konuşarak taklidini yaoar.) “Şey sizin köye yeni bir öğretmen veriyoruz.”
KAHVECİ — (Yanaşarak) Onbaşı,çayı yeni demledim?
HEPSİ — Aman…
KAHVECİ — Ha?Yeni demledim,vallâhi.
ONBAŞI — Dur konuşuyoruz,şey görüyorsun.
KAHVECİ — Taze değil mi?Demin attım çayı.Kan gibim,tavşan kanı,muhtar.Tavşan kanı.(Gider.)
MUHTAR — Peki,peki…Getir bir çay…Tavşan gibim…Sen tavşanı nerde gördün?Sanki.
ONBAŞI — Evet,kaymakam dedi ki…şey,ben de şeyini şey yaptım…Mal müdürü…tüf…İyice şey oldum.
MUHTAR — Evet,maarif memuru?
ONBAŞI — Hey babana rahmet.Maarif şeyi…öğretmen,yani malim gelecek dedi.Sizin şeye,köye…
ALİ AĞA — Anladık,efendime söyliyeyim.Geç.Sonra?
ONBAŞI — İşte,o şey,malim,şey,daha mektebinden yeni mezunmuş…
HEPSİ — Yeni mi mezunmuş?
ONBAŞI — Şey,maarif şeyi dedi ki “Çekeceğiniz var…o şeyden.”
HOCA — İşte buna “hoşafın yağı kesilmek” denir.
ONBAŞI — Hem bu köydenmiş…
MUHTAR — Bu köyden mi?Yo,yo…öğretmen mektebine bizim uşaklardan kimsecik gitmedi.
ONBAŞI — Şeyini,neydi o?Şeyini muhtar,ismini söyledi maarif şeyi amma unuttum.
MUHTAR — Bizim köyden kimse gitmedi oraya.
ONBAŞI — Adını dedi,unuttum.
DERVİŞ AĞA — Onbaşım.Hatıylamaya çalış,onbaşım.
ALİ AĞA — Efendime söyliyeyim.bu yeni yetişme malimler de çok tuhaf,efendime söyliyeyim.Çocuklara bir şey öğretmezler.
ONBAŞI — (Kendini zorlamaktadır.) Adını hatırlayamadım.Şey,,, şeye,yere batsın şeyi…Muhtar,bana şeyli,mimli bir isim söyle…şeyli…
ALİ AĞA — Mimli isim mi?Efendime söyliyeyim.O da ne demek?
MUHTAR — Mehmet,Mahmut…
HOCA — Muhammet.
MUHTAR — Macit,şu meşhur bir avcı var ya…
DERVİŞ AĞA — Bildim,biliyim ben onu.
HOCA — Mevlût…
KAHVECİ — (Yerinden fırlar.) Suya gitti. Ne edeceksiniz?
HOCA — Kimi?
KAHVECİ — Suya gitti.Ne edeceksiniz?Mevlût suya gitti.
MUHTAR — Kim çağırdı,Hayri Ağa?
KAHVECİ — Suya gitti.Ne edeceksiniz?Mevlût suya gitti.
HOCA — Haydi git,otur,git.Mevlût’ü filan çağıran yok.
KAHVECİ — Suya gitti.(Diye söylenerek yerine oturur.)
ONBAŞI — Şey mimli isimleri sayardık…
MUHTAR — Evet,Mehmet,Muhammet…
HOCA — Mahmut,Mevlût.
KAHVECİ — (Yerinden,kızgın) Suya gitti…
ONBAŞI — Değil,şey,durun şeyinin,neydi muhtar,babasının ismini de deyiverdi.Şey Veli mi dedi,deli mi dedi…Şeymiş,çoban,ebe t çobanmış şeyde.
MUHTAR — Kör Veli mi?
DERVİŞ AĞA — Evet,onun biy oğlu vaydı…Adı Muyat,evet.Muyat.
MUHTAR — Tamam,ben de hatırladım,bir gün ava çıkarken torbayı unutmuştum da alıp getirmişti evden…Fakat o bacak kadar çocuktur be.
ALİ AĞA — Efendime söyliyeyim,yani Kör Veli öldüğü zaman çocuk,efendim söyliyeyim,pek ufaktı,yani,onu bir tahsildar aldı gitti kasabaya.
MUHTAR — Evet,hatırladım.Bir gün avda bizim köpek,vik vik tavşanı kovalıyordu…Tavşan kulaklarını şöyle dikmiş…Tam önüme geldi.Çifteyi omuzladım.Bir de ne göreyim?O dediğiniz çocuk çiftenin ucunda görünüyor.Tavşanı da kaçırdık.
ALİ AĞA — Vay anasını,demek o çocuk gelecek.O hırsızın biridir.Kala kala,efendime söyliyeyim,koca köy ona mı kaldı?
ONBAŞI — Ben kör şeyi,neydi o?Şey…
MUHTAR — Veli.
ONBAŞI — Evet,ben kör Veli’yi filân bilmem.Yalnız şunu bilirim.Şu çiçeği şeyinde,burnunda yeni öğretmenler nereye giderlerse şey yapıyorlarmış,şey kök söktürüyorlarmış.Ya.
ALİ AĞA — Efendime söyliyeyim,ben şimdi iyi hatırladım,efendime söyliyeyim,o çocuğu…
DERVİŞ AĞA — Tüh canına be.Ben neden hatıylamıyum.
MUHTAR — Derviş Ağa,nasıl hatırlamazsın.Hani çoban Kör Veli vardı.Bir gözü sakattı.Köyün davarını güderdi.
ALİ AĞA — Şöyle böyle on beş yıl önce,efendime söyliyeyim.
DERVİŞ AĞA — (Kendini zorlar.) Köy Veli…Köy Veli…Hah!Bildim.Kâzı m Ağanın çobanı idi önce.
MUHTAR — Hah,ayağını bastın,kaldır.
DERVİŞ AĞA —Çocuğu da hatıyladım.Amanın,bu hükûmet ne ettiğini bilmiyoy.Yahu o çocuk öğretmen olayak buyaya göndeyiliy mi?
Ali AĞA — Efendime söyliyeyim,buraya gönderilmesini bırak.Onu örtmen yapanlarda kabahat.
HOCA — Ağalar,deminden beri dinlerim.Hele bana da çıtladın da şu malim denen adamın cemazülevvelini biz de öğrenelim.Değil mi ya?Biraz sonra köye gelecek,caminin karşısındaki mektebinde bizim gibi kâmil bir hoca ile aşık atmaya kalkacak.Atamaz ya,baklava hakkı için,atamaz ya,sözün gelişi.Biz nerde,malim nerde?
MUHTAR — Çok güzel söyledin,hoca…Hele böylesine malim.(Kızgın) Ne malimi canım,öğretmen…Evet,d ediğim gibi.Bunun ne anasında ne babasında hayır vardı.Baba içkici,sarhoş,eli uzunun biri…Anayı hiç sorma.Köyden atacaktık da araya ölüm girdi…Bizi bu rezillikten kurtardı.Ava giderken,kaç kez,kaldır çifteyi vur şu kadını,diye düşünmüşümdür.
HOCA — Vay vay,demek böyle?
DERVİŞ AĞA — Böyle ya…Çocuğa ne deysin?Aymut dibime düşey…Atalay sözü bu.
ALİ AĞA — Efendime söyliyeyim,köyde biraz daha kalsaydı,efendime söyliyeyim,bütün çocukları da kendisi gibi yapacaktı.İmdada o şişman tahsildar yetişti,aldı götürdü.Efendime söyliyeyim,çocuklarım ız kurtuldu.
DERVİŞ AĞA — Yanlış söyledin.Kuytulmadı.İ şte şimdi kapana giydi çocuklayımız.
DİĞER ÜÇÜ — Çok doğru dedin.
HOCA — Vay,vay…Böyle bir adamı buraya malim veriyorlar.Tüh,tüh.Kı yamet ağalar,kıyamet…Evvelk i gece bizim kaşık düşmanı,tavuklu bir pilâv yapmıştı.Mevlût okumuştum ya…Sabrilerde…Bir tavuk göndermişler…Bakkala da yasin okuduk;bir yarım okka pirinç…Pilâv yerken…Budu şöyle yakaladım..Derken “Kadın,kalk bir su ver.” dedim…Sofraya otururken suyu almaz yanına.Ne derse beyenirsiniz? “Görüyorsun yemek yiyeceğim,sabreyle…Ye mek yerken su içilmez.” Dünya değişti…Kıyamet.Şuna bak,hırsız,uğursuz bir ananın,hırsız uğursuz oğlunu böyle namuslu bir köye malim veriyorlar.Sonra da malim dikilir başına.Ne.Ben öğretmenin…Öğretmen değil,oyuncu bunlar.Masum sabü sübyana köçeklikten başka bir şey öğretmezler.
MUHTAR — Ne oyunlar,hoca,görsen…
HOCA — Allah göstermesin!
MUHTAR — Zımbırtı etmekten başka bir şey bilmezler…Bilseler…Am enna,başımızın üstünde yerleri var…Ne gezer onlarda bilgi…Mektep dediğin sessiz gerek…Bunlar da öyle şey arama,Bir gürültü bir patırdı.Çalgılar,davu llar.Bakın geçenlerde kaynatamın köyüne gittim ya…Beraber ava gidecektik olmadı…O köyde bir mektep var…Bir de kıranta bir malim…Malim değil tam malim beg…Mektepte tek gürültü yok…Çocuk tıs der,yapıştırırmış tokadı…Yana yattın tokat…Çamura battın tokat…Bizim kaynata dedi ki çocukları dövmek için öyle kabahatler yüklüyormuş ki…Kaynatam bile bulamazmış o kabahatleri…Bilirsini z ne keskin avcı olduğunu hâlbuki…E,köylü memnun…Çocuk dediğin dayakla terbiye edilir…Bunlarda öyle mi ya?Talebesi çalar,malimi,müdürü oynar.
ALİ AĞA — Efendime söyliyeyim.Muhtar,yân i,efendime söyliyeyim,çok doğru lâf ettin.Mektep dediğin yerden çıt çıkmaz…
HOCA — Öyle,baklava hakkı için söyle…Mektepte şöyle bir değnek bulunur…Babası çocuğu elinden tutar,getirir hocanın önüne,çocuk zırıl zırıl titrer.Babası: “Al,der,hoca efendi…Al,eti senin,kemiği benim.” “Et” dedim de aklıma geldi…Ne iyi…
ONBAŞI — (Keser.) Ağalar,ne diyecektim,tam dilimin ucundaydı.Lâfa boğulduk…Ne edelim de şu şey,malim bu köye gelmesin…Geldi mi,şey,şeyi gürültüyü sen seyret o zaman.
DERVİŞ AĞA — Öyle,öyle ya.Yayın bizim oğlan: “Baba” deyecek, “E?Bak ben çalıyoyum.Sen kalk da oyanayıvey…” Öyle malimin yetiştiymesi böyle oluy,istemeyiz.O malimi…
MUHTAR — İstemeyiz ya…Fakat ne edelim de şu adamı sokmayalım köye?
ALİ AĞA — Efendime söyliyeyim,kaymakam,y ani bir istida pulluyalım.16 kuruşluk bir pul,efendime söyliyeyim…
MUHTAR,ONBAŞI — Kaymakama mı?
MUHTAR — Yooo,olmaz.Gelir buraya vermeyiz çocukları okula.
DERVİŞ AĞA — Sen deme muhtay,böyle…Zoyla alıylay.Hapse atıyoylay,sen biliysin…
ONBAŞI — Durun,ne diyecektim?Ha,Ali Ağanın dediği doğru.Benim şeyime,aklıma da hoş geliyor.Şeye bir istida verelim,kaymakama.
MUHTAR — Ne yazacağız?
HOCA — “Kötü bir adam olma ve aynı zamanda köy ehalisi tarafından böyle tanınma hasebiyle buraya tayin edilmemesi.” Filân yazarız…
MUHTAR — Peki kim yazacak?
HEPSİ — Kim mi yazacak?Ya…
MUHTAR — Hiçbirimizin eli kalem tutmaz.
ALİ AĞA — Çok kötü,efendime söyliyeyim.Koskoca köyde yani,efendime söyliyeyim,bir eli kalem tutanımız yok.
MUHTAR — Kasabaya inince bu işi yapalım.Orada bir arzuhalci var,topal.Hükûmet dairesinin yanında.Ona götürürüz bir tavuk,biraz da yumurta;olur biter…
ONBAŞI — Şey,ne diyecektim?Hepsini yazarız,vallâhi.”Şey deriz,şeyli onu şey yapmıyor,istemiyor köylü.”
MUHTAR — Onları uydurmak kolay…
ONBAŞI — Bakın ben size şey yaptım söylemeyi unuttum.Şey,öğ… malim ne demiş maarif memuruna biliyor musunuz?
MUHTAR — Ne demiş?
ONBAŞI — “Bilirim,şey o köyde bataklık vardır…Şey sıtımadan,ehali kırılır.Evleri berbattır.Çocukları,ş eydir,hayduttur.Ben hepsini şey yaparım.” demiş,islâh edecekmiş…
HOCA — Şu zıpçıktıların lâfına bak…Eğer gelirse,çocuklar,bakl ava hakkı için,camiyi taşlarlar.Namazda rükûya vardığımızda: “Bak,bak şu adamlar ne yapıyorlar?” deye arkamızdan alay ederler…
MUHTAR — Öyle olur.O öğretmenin yetiştireceği çocuk da kendi gibi olur.Dediğimiz gibi,yapalım.İstemiyo ruz,vesselâm…İstemiyo ruz.Az derdimiz var,bir de onunla mı uğraşacağız?Sonra çocuklar okumuş okumamış ne olacak?
DERVİŞ AĞA — Dağda koşulacak öküz,kıyda otlatılacak koyunlay olduktan sonya çocuklay bize gerek…
(Koşa koşa sığırtmaç içeri girer.Soluk soluğadır.)
SIĞIRTMAÇ — Aman muhtar emmi,koşun koşun…
MUHTAR — Ne oldu?
SIĞIRTMAÇ — Oh,yoruldum,çok koştum…
HOCA — Ne,de bakalım?Meraktayız?
SIĞIRTMAÇ — Benim kara koç var ya…Bilirsiniz delikanlı gibidir.Onunla Şükrü’nünkünü dövüştürüyorduk..Beni mki bir kalktı…Böyle bir gerindi.
MUHTAR — Amma da uzattın…Kısa kes…
SIĞIRTMAÇ — Anlatıyorum…Benim delikanlı…Şöyle bir gerindi…Geçen sene Memiş’inkini de böyle yere sermişti.
HOCA — Ey,senin koyunun da,sen de…Anlat,anlat…Son ra ne oldu?
SIĞIRTMAÇ — Anlatıyorum ya…Benimki gerindi…Delikanlıdır be…”Heyt arslanım!” dedim…
HEPSİ — Anlat!...
SIĞIRTMAÇ — Deliçay taştı!...Nu tarafa doğru geliyor!
HEPSİ — Deliçay mı?
SIĞIRTMAÇ — Evet ya…O kazdığınız hendekleri,benim delikanlı gibi kolayca aşıverdi…
MUHTAR — Bir bu eksikti…
DERVİŞ AĞA — Geçen yıl ne kaday çok uğyaşmıştık.
ALİ AĞA — Efendime söyliyeyim,su gelmez deye köylü oraları hep ekti…Ne ziyan,ne zarar…
MUHTAR — O hendekler için çok uğraşmıştık…
ALİ AĞA — Şimdi ne yapacağız?
HOCA — Ovayı su basacak…Evker yine göçecek,yazın da ısıtma,sazlık…Bak oğlum,bizim yoğurt ne oldu?Sizin köyde hep “Getireceğiz.” derler de getirmezler mi?Böyle olmaz.
MUHTAR — Haydi ağalar,şöyle gidelim de bakalım,köye gelmesi yakın mıdır?
HOCADAN GAYRİSİ — Haydi…
DERVİŞ AĞA — Bakayız tabii.Ama bakmakla usta olunsaydı,köpekley hep kasap oluydu.
(Çıkarlar.Hoca yalnız kalır.Bir iki kere gerinir.Öğürür,esner. )
HOCA — İhtiyarlık.Benim o yerlerde ne işim var?Of,mis gibi bir şey koktu.Neymiş bu acaba?Of,ne koku,ne koku…Oğlum Mevlût,Mevlût oğlum,Mevlût…
ÇIRAK — Efemdim,hoca efendi?
HOCA — Oğlum,bak bakalım bu koku nerden geliyor?Ne kokusu desem.Tereyağ değil…Sovan,hadi canım o da değil…Helvaya benziyor…Helva kavuruyorlar…Git,oğlu m,bak,kim kavuruyor?
ÇIRAK — Hoca efendi,bir yerin mi…
HOCA — Bak edepsize,git oğlum,git dediğimi yap…(Çırak çıkar.)
HOCA — Baklava hakkı için,bu koku pek hoş…Fakat bu karnım bir türlü aman derman vermiyor…Of,of burgu burgu dönüp duruyor.Ö…Ö…Ö…Hey körr şeytan,nerden yersin o kadar…
(Çırakla yabancı içeri girerler…Çırak yabancının elinden tutmaktadır.)
ÇIRAK — Hoca efendi,bak…
HOCA — Ne oğlum?Hemen gönderdiler mi?(Arkası dönük) Ö…Ö…Yaladın mı yolda?Ö…Ö..Helva mı imiş?
ÇIRAK — Hoca efendi,bak,bak…
HOCA — Peki,anladık.Ö…Ö…Ö…Am an zaman vermiyor şu öğürtü…Helva mı,oğul?
ÇIRAK — Hoca efendi,bak kim…
HOCA — (Döner.) Vay,arslanım,buyrun…
YABANCI — Rahatsız etmiyeyim?
HOCA — Estağfurullah…Buyrun. Sandalyeyi çek,Mevlût…
ÇIRAK — Buradan geçiyordu,muhtar emmiyi sordu da getirdim…(Sandalyeyi çeker.)
YABANCI — (Elindeki bavulu yere,kenara bırakır,sandalyeye oturur.) Selâmualeyküm.
HOCA — Vealeyküm selâm…Muhtarı mı aradın,oğul?Onlar ağalarla beraber,suya gittiler.Sorma bu günlerde başımız dertte.
YABANCI — Hayrola?
HOCA — Sorma,oğul,sorma…Bizi m bir Deliçayımız vardır.Boyna taşar…Baharın suya boğar,yazın da sıtmaya…Bu dert yetmiyormuş gibi ikinci bir dert daha çıktı başımıza…