Tek Perdelik Oyun
Nurettin Kurtuluş
Not: Bu Oyunu Oynamayı Düşünürseniz Yazarla İrtibata Geçemeniz gerekmektedir.

Z A M A N S I Z

Ortada yuvarlak bir masa, üstünde renkleri solmuş eski bir örtü. Eski bir vazo boynu bükük soluk çiçekler... Kolların dayanacağı çıkıntıları olan, minderleri yıpranmış eski iki iskemle. Erkeğin oturduğu sandalyenin arkasında bir parka asılıdır. Solda bir etejer, üstünde eski bir Gramafon... Bir camekânlı dolap...

Sesyayarlardan; Frédéric Chopin’in Piyano Konçertosu No,1 Op.11’inden alıntılar çalmaktadır. Erkek elindeki bir derğiyi okumaktadır. Oyun içindeki şarkılara kadar derinden devam edebilir...

Yaşlı bir Erkek – Yaşlı bir Kadın

E – (Oturmaktadır, kadına bakmadan) Herşey eskidi, şuraya bak.
K – (Dışardan gelir oturur)Niye eskisinmiş ?
E– (Derginin sayfalarını çevirir)Yıllardır yeni birşeyler alamıyoruz, gücümüz kalmadı.
K – Ne gereği var, yetiyor bize tüm bunlar.
E – Kitaplarımı da attın, bak duvarlar bomboş, gölgelerini sayıyorum.
K – (Birbirlerine bakmadan konuşurlar)Salonu karartıyor, daraltıyorlar dı. Hem eskimişlerdi ! Herhafta gelen yeni dergilerini oku, yetmez mi?

E – Kitap eskimez, okunmakla eskimez, şimdi aşağıda yalnızlar, eskiyorlar... Dergiler de eskisi gibi, aynı şeyleri tekrarlayıp duruyorlar.

K – (Kendinden emin)Kitaplar ne öğretecekti? Yaşıyoruz ! Bodrumda, git O’nlarla kal... Resimlerden hiç bahsetmiyorsun? O’nları da indirdim aşağıya.

E – O resimlere bakmaktan ar duyuyordum artık, her baktığımda bana sorular yöneltiyorlardı. (İç geçirerek) Herşey eskidi.... biz de.
K – (Erkeğe bakar)Ben öyle görmüyorum, eskimedik.
E – Dünya da.
K – Eskiydi zaten.
E – Biz eskittik, üzerinde tepine tepine.
K – Başka galaksiler arayanlar...

E – Eskitenlerden, yenisini arıyorlar eskitmek için... O’nlar da eskiden kalma...

K – Eskimemişler öyleyse...
E – Eskidiler, bencillik en eski olanı bu dünyada...
K – Erekleri var...
E – Ulaşamadılar... sonlarına...mümkün de değil..
K – Erinçliler de ama..
E – Öyle olsa, biz bitmiş olurduk...
K – Veya bölek.
E – Biz mi ?... mümkün değil, herşey eskisi gibi devam edecek... bir süre daha !
K – Şarabın eskisi?...
E – Yıllanmışı.

K – (Erkeğe döner ses tonu serttir)Tamam , ne geveliyorsun gene. Her akşam karanlık ekiyorsun... İçim daralıyor.

E – (Rahat,sanki yıldızları sayar)Akşamlar hep karanlık doğar, bir o eskiydi, hiç eskimeyen de o kaldı, ama gece gibi de kokmuyor artık ! Toprak ta, eskisi gibi ayaklarımıza sarılmıyor, daha da eskidi.

K – Sen de asfaltta yürü veya toprak yolları bul !

E – Toprak kalmadı ki, bırakmadık. Üstünü örttük veya onu kana boğduk, topraklıktan çıkardık. Hainliklerimizi görüyor ve o da arada silkeleniyor, isyan ediyor.

K – Asi toprak !

E – Asfaltları, kaldırımları toprak rengine boyayalım, üstlerine de plâstik ağaçlar dikelim, tüm binaları plâstik sırnaşıklarla kaplayalım...

K- (Araya girer)Sarmaşıklarla !
E - ... beton görüntülerini yok edelim, hem yaz kış canlı kalırlar, yağmurda da yıkanır pırıl pırıl olurlar, ortalığı bir boka benzetelim... Olmaz mı ?

K – Yağmur yalana gelmez, duaya da. Ortalık toprağa değil, boka kokar ozaman...
E – Haklısın, fakat kan kokusundan daha iyi bir dünya olur...
K – Sonra güvercinler de açlıktan ölebilir, bok kokulu asfaltı gagalarken.

E – Yeşile aldanan serçeler, kazlar da şaşkınlıktan. Yeni bir dünya için çanak yalayıcılara iyi bir iş çıkardım galiba !
K – Yeni bir dünya ? (Dudak büker) Dünya bizden de eski aldatmak kolay !
E – Biz dünyadan daha eski değiliz, ne acı.
K – Dünyaya mı acıyorsun, kendine mi ?
E – (Kadına döner)Kendime acısaydım ağlardım...
K – Çocuklar yeni...

E – O’nlar için ağlamak ta kendine acımaktır, hiçbirşey yapamamanın ezikliği... O’nlar da eskiyecek. (Kaldırıp gösterir)Bak, çay bardağım yıllardır hep aynı, simsiyah oldu içi. Ama olsun, bazan dalıp bakıyorum, içinde pırıl pırıl afrikanın kara insanlarını görüyorum, gülüyorlar umut veriyorlar...

K – Eskitemedin gitti şu çay bardağını. Kıralım istersen, yenisini alırız. Beyaz insanların kahırlarını görürsün belki.

E – Süresi dolmadan mı, eskitmeden mi ?

K – Hiç olmazsa, yeni birşeyim var diye sevinirsin. (Güler)Eskitmen için de süren uzar!

E – Tutumlu olmak daha iyi. Eskitmek için de direneceğim...Şuraya bak, yıllardır aynı perdelere bakmaktan içim eskidi. Holdeki ayna bile eskimiş.

K – Ne eskimesi, daha yeni aldık.(Öfkeyle) İkide bir çatlatıyorsun karşılarına geçip !

E – Göstermiyorlar beni !

K – Sen de bakma, arama kendini, yok mu bakacak başka şey.

E – Diğer eskilere mi ?

K– Televizyona bak sen de, hep yenilikler gösteriliyor. (Küçümser)Yeni filmler, yeni şarkılar, yeni kadınlar... yeniler... falan...

E – Eskiler daha iyiydi göbekleri görünmüyordu, daha çok tahrik oluyorduk! (İç geçirirken yapmacıktır) Şimdikiler zaten slikonlu... her yanları...oraları buraları şişirilmiş balon...gibi !...(Alay eder) Tesettür bıyıklı olup ta bir yaklaştın mı... infilâk ederler... kan, şey.. silikonlar gövdeyi götürür !

K – O eskide televizyon varmıydı? Yoksa tepsinin içinde dansözler türbanla mı kıvırtıyordu.... o eskilerde, hıı ?

E – Şarkıların da, sevgilerin de eskileri. Gramafonumdaki hışırtılar bile beni alıp götürüyor yanlarına.

K – Beni dinlemiyorsun, tavanda mı geziniyorum ?... Hepsini verem ettin, sesleri kapı gıcırtısı gibi çıkmaya başladı, bir bilseler... Eskide kaldın, yenile kendini...

E – Neremi ?
K – Kalbini...
E – Kalbim hiç eskimedi, eskide kaldı.
K – Eskimişti... hani eskimiştin ?
E – (Bir eliyle göğsünü tutar) Organik olarak evet... Tamir atölyesine yatırdık ve yamadılar ya...
Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/showthread.php?p=134136
K – Eskitemediğin ne kaldı peki ?
E – Bu dünyayı sevmediğim!
K – Eskiden beri dilinden düşmeyen...

E – (Kadına bakarken)Öyleyse geçerliliğini halâ koruyor. Gözlerimizi açtık kan, dinmedi durmadı, toprak bile bıktı, kan içinde. Oysa o toprak bize neler vermiyor, açlık O’nun utancı değil...

K – Bir de eskiyi eskitemedin gitti...
E – Evet eskisi gibiyim.
K – Bu yeni bir şey değil.

E – Ömürboyu hüküm giymişim eskiye. Zamanı kullanamamak ne kötü birşey. Hep zamana köle olduk, bizi istediği gibi kullandı, dilediğini de elde etti.

K – Kullandırtmasaydın kendini. Eski günleri düşleyerek eskide kalıyorsun, bırak artık, bugünlere bak, hiç olmazsa zamanı şimdi kullan.

E – (Dalgın, hayal gibi) Herşey bölük pörçük toparlayamıyorum, paramparça olmuş anılar. Anamın Babamın gömütlerinin yanında mı yatıyorum, Haliç’in boklu suyunun içine mi gömülmüşüm. Furukolar sarmış etrafımızı, ağızlarından salyalar akıyor. Kızılay Meydanında elimde dergiler, çekiniyor millet, kızlar oğlanlar birbirlerini avlıyorlar bulvarda, demokrasi devrim bacak aralarında sulanıyor. (Ses tonu yükselir) Hacıbayram Camisinin avlusunda Mustafa Kemal’in piç olduğunu anırıyor yobazın biri. Ulusta’ki atlı Atatürk yontusunun altında Kürt Memet nöbette, Frukolar iz inde.

K – Sırası mı şimdi tüm bunların, yıpratıyorsun kendini de zamanı da...

E – Zamanı yıpratmak mı ? Zamanı durduramadığıma, geriye de alamadığıma göre... zamanı kullanmak istiyorum. Hiç olmazsa eskileri anarak ve zamanı boş geçirmeyerek.

K – (Erkeğe bakar)Tavla oynasaydık zaman değer kazanır dı..
E – Zamanın da istediği o, değerini bilmek !

K – ( Bakmadan sorar )Seni tanıdığımdan beri alkol içmediğini, “alkol bütün kötülüklerin anasıdır” dediğini unutmadım.

E – Sen de, alkolü evlendiğimizin ikinci gününde ve sonra, sadece yılbaşlarında birer bardak köpüklü şarap içerek kullandın. Fakat bizim kuşak ben dahil, o zamanlar arjantinle arkadaştık. Paramız yetmediği günlerde sinekli Tekel Çubuk şarabı içerdik. Ama, o alkolü biz kullandık, o bizi değil...

K – Kalp ameliyatı olduktan sonra faydası olduğu için arada bir şarap içmeye alıştırdım seni. Bu akşam şarap içmek istermisin, (Ayağa kalkar) eskimemiş... yıllanmışından !...

E – İlâç niyetine. (Güler) Dur ben getireyim istersen...(Ayağa kalkmak ister yapmacık)Benim gibi mi ?(Elindeki dergiyi masaya bırakır)
K – (Dolaptan önce bardakları getirir)Nasıl ?
E – Uzaktan konuşurken sesini biraz yükselt. Eskimemiş, yıllanmışı ?
K – ( Şişeyi getirir ve açar)Evet en yıllanmışı, tamam mı, senin gibi...
E – Su bardağına koyuyorsun, niye?.
K – Ufak mı geldi, tencereler kırıldı !...
E – Bu yarım gülüşünde bile gözlerin parlıyor.Yıllanmışın tadı başkadır...
K – ( Bardağını alır iskemlesini masaya biraz uzaklaştırır)Haah...ne demek istiyorsun gene ?
E – Senin gibi ?
K – Beni mahzende mi buldun sen ?
E – (Kadına dönerek)Hayır, mahzende yaşattım ? Eskimişliğimize.
K – (Bardağı kaldırır) Eskimişliğine prosit...Evet doğru, toz içinde bırakarak ?
E – Toz kondurmadan, çamur sıçratmadan...(Bardağını kadına doğru kaldırır) Prosit...
K – Ben hep uzak durdum o tür şeylerden. Sen... sen de mi ?
E – Çamurlardan uzak durduk...
K – (Bakmadan) Şarap nasılmış ?
E – (Kadına döner) Mahzendeki gibi... durmuyor... başımı döndürüyor... sun...
K – (Bardağı masaya bırakır)Beni tanımadan önce de böylemiydin ?

E – (Bardak elinde)O günleri, seni ve şarabı sanki aynı anda tanımışım gibi.Tekel’in ucuz Çubuk şarabında duygularımla bilerek belki de umutla oynuyorum, sevgi, üzüntü, neşe, kaygı, çoşku, korku, kurgu yaşamı bir şişenin içinden çıkarmaya çalışıyordum, kimi kez Chopin’in Piyano Konçertosuyla. Anamın güçlü Balkan sesi takılıyor yüreğime “Bu Son Fasıldır Ey Ömrüm”. (Ayağa kalkar, bardak elindedir)Sesçalardaki iğne Babadan kalma taşplâğın neredeyse tersinden çıkmış Rodrigonun Gitar Konçertosunda. (Kadın’a doğru yürür, tekrar geriye döner)Beethoven Taksim Tepesinde dolaşıyor, Ruhi Su o güzelim Ermeni sesiyle Büyük Sinemada Anadolu Manifestosunu okuyor. ( Şarabını bitirir, bardağı masaya bırakır, iskemlesini nasadan biraz uzaklaştırır)
Tekel’in ucuz şarabı yüreğimi dağlıyor Fransız, İngiliz, İspanyol, Yunan, Kuzey Güney Amerikalı, Afrikalı dostlarımız da şarabı içlerinde eritiyorlardır.....
Düşünmeyi unutmaya çalışıyorum, olmuyor. Hele demlendikçe daha da çok dalıyorum. (İskemleye oturur)

K – Düşünmeyi unutmak ? olmaz öyle şey ... tıpkı...
E – Düşünmeden yazmak, yazmadan düşünmek gibi.. bir boşluk..bir yokluk...
K – (Bardağını kaldırır)Haydi ozaman sarhoş olmamak için, sadece başımız dönecek kadar...
E – Zamanı ve şarabı kullanarak...
K – Zamanı da eskiterek...
E – Nasıl ?
K – Zamanın önüne geçerek...
E – Olmaz...
K – Niye ?
E – Zamanın önüne sadece tanrı geçer... zamanı da o ayarlıyor..

K – (Sandalyesini biraz daha uzaklaştırır masadan)Boşuna kürek çekiyoruz senin kuramına göre. Zamanı ayarlayan o, yazan çizen o, bize ne kaldı ?...

E – Eskimek.
K – (Ayaktadır, sandalyesini masanın önüne doğru biraz daha uzaklaştırır) Tanrı bize zamanı da vermiş, herşey gibi.. akıllı ol demiş...
E – Birilerine de yürü ya kulum demiş.
K – Başımıza buyurgan lar dikmiş.
E – Kötühuylu kanser gibi girmiş bu dünyaya, O buyurgan/lar.
K – Nereden atıldıysa bir başka yerden çıktı.

E – Nagazaki, Hiroşima, süttozundan tanıdım ilk onu, içim almadı, o gündür süt içemem.

K – Zayıf hücrelerini almış ülkemin, kemirip duruyor bitiremedi.
E – Bir de soktu ay em ef denilen her derde deva, dozu O’nda başa belâ.
K – Ama birilerine yediremedi.
E – Kore, Vietman nereden atıldıysa bir başka yerden çıktı.

K – Farkındadır muhakkak, hiç sevilmedi Asya, Afrika, Güney Amerika, Avrupa, Ortadoğu’ya kötühuylu kanser gibi girmiş.

E – Kime sordu ki bu başat, O’na mı kalmış götürmek o az bilinmeyenli demokrasiyi. Bir zamanlar komunism korkusuyla beslediği dünyaya, bugün kendisinin uydurduğu, yarattığı islami-cihad islâmistler öcüsünü dayatıyor. Her ikisinde de aynı patriyotistin, o eski bildiğimiz korku yayıcının işi değil mi ?

K – Barıştan yana nasibini almamış savaşın terörün “ namussuzluğun son sığınağında ” ki zavallı patriyotu.

E – Küçük mariyonettelerini de yanına alarak ?
K – Her huyun çaresi vardır, o da insanlardır, O’na da savaşa da hayır.
E – Sadece hayır değil, terör O’nun işiyse barış ta bizim, işine gelirse...

K - Dünyanın ortak bir dili olduğunu düşünüyorum;
ba r ı ş ve ö z g ü r l ü k, ikiz kardeş olduklarından kuşkum yok. İkisinden birinin eksikliği diğerinin de yokluğu oluyor.
Özgürlüğün olmadığı yerde barış, barışın olmadığı yerde özgürlük mü olurmuş ?

E – Demokrasiyi uzuvlarının bir veya birkaçı eksik olan kardeşleri olduğuna inanıyorum özgürlük ve barışın.
Bugün eksik uzuvlu bir dünya dayatılıyor insanlığa, özgürlük ve barışın olmadığı bir yerde demokrasi hangi insanların yönetimi olabilir.

K – (Sandalyeden kalkar, masaya gider bardağını alır)Zaman niye tanrının gerisinde, anlayamadım bir türlü ?

E – Kullanılmak için !..
K – Kullanılan herşey eskimez mi ?

E – (Masaya gider, bardağına şarap doldurur sandalyesine yaklaşır, biraz daha uzaklaştırır masadan, oturur)Zaman daha çok genç, çok da az kullanıldı.
O bizi kullandığı için hep genç kaldı, viyagra, gençlik aşısı gibi...
K – Zamana uyalım biz de.
E – Öyle yapıyoruz ya, onun da istediği yıpranmamak...
K – (Boş bardağını masaya bırakır, ayaktadır) Biz şimdi oturmuş sohbet ediyoruz, şarap içiyoruz, zaman...
E – Belki de doğru birşey yapıyoruz, yapabileceğimizi yapıyoruz...
K – Yapmamız gereken bu mu ?
E – Olmayabilir, eğriyle doğru, çirkinle güzel, sapla saman, falanla filan gibi... zamanı değerlediriyoruz...
K – (Sandalyesini biraz daha açar masadan, oturur)Öyle ya boşa oturmaktansa ...
E – Boş şeyler yapmak, boş şeyler konuşmak.
K – Peki bizim yaptığımız ne ?
E – Boşluğu doldurmak, geriye sayarken !
K – Hep öyle olmadı mı ?
E – Evet, zamanla bunu daha iyi anlıyoruz.
K – Vakit geçirmek, vakit doldurmak,vakitsizlik, boşluktan...

E – (Boş bardağı masaya götürür)Zamanı kullanmadığın sürece boşluklar hep kalacaktır.(Döner ve sandalyesini biraz daha öne alır)Şu anda da belki zamansız, bu yaptığımızı zamanında önümüze koymalıydık.

K – Zamanı kullanmak, diline yapıştı, bu deyim yetti artık...

E – Geriye dönüp baktığımızda yapılması gerekenler nerede duruyor, eksik yarım kalanlar, hiç el sürülmeyenler ?

K – Sakıncalı olmak...
E – Oturduğun, alnını değil ellerini kaldırdığın zaman da sakıncalı değilmisin ?
K – Kime karşı ?
E – Kendine ve Kentine karşı...
K – O sorumlulukları yerine getirmedik mi ?
E – Getirmeye çalıştık... yarım kaldı.
K – İstersen yeniden başlayalım .

E – Neden olmasın, bizim de yapacaklarımız vardır. Dünyanın herbir yanında insanlar ayakta, sistemler çatırdıyor, dağlar şehirler sarsılıyor. Ölenleri yüreğimize gömüyoruz, yorulanlar bıkanlar dönenler kaçanlar da oluyor güneşten, kalanlar durmuyor yürüyorlar, sevgilerin aşkların en güzelini yaşayarak bıkmadan, yorulmadan direniyorlar.

K – dı .... abartma... alabıkları da unutma !...

E – (Kesin ve yargılıdır sesi)Biz oradaydık, karşı duvarın dibinde, bizi herkes gördü, sokaklar bizi soruyor.

K – (Yukarıya bakar, hayale dalar gibidir)Sahil denizin üstüne çıkmış, ölü balık kokusu sarmış yosunları, deniz ölü bakıyor, deniz ölüme korkuyor.

E – Sokaklar bizi soruyor, ıslık çalarak dolaştığımız, deniz ıslağı avuçlarımız. Taksim tepesine çıkarken söz verdiğimiz günler nerede? İnsanlar arıyor, dev adımlardan yorulmuş yollar, izlerimize bizi sayıyor.

K – Saklanmış biryerlere o sokaklar, sevgileri de yanında, yol vermiyor Taksim tepesine, inişi yok çıkışı var sokaklar deniz kokuyor.

E – Argın ve bıkmadan bizi sınıyor o sokaklar, gitarı kesilmiş elinden Jara içimize sarkmış Taksim tepesinde bizi bekliyor. İnsanlar bizi soruyor, sokaklar sarhoş olmuş bu arada sarhoş taşımıyor.

K – Sokaklar bizi yoruyor deniz sokaklara bizi soruyor...

E – Halâ güzel insanlar var, başımız ağrıdıkça alınacak ilâç ta bulunuyor.
K – Tesiri geçtikten sonra başağrısına devam.

E – Sinekli şarap diyorlardı Çubuk için. Sinekler sarhoş oluyorlardı şişenin içinde zevkten ölüyorlardı, özgürlükleri içime boşalıyordu.

K – (Eskiyi anımsar)Ülkede korku kol geziyor. Kimin ne olduğu anlaşılmıyor, karanlıkta gölgeler tepişiyor. Köşedeki simitçi neredeyse para almayacak. Doğu işkembecisindeki yeni garson çok acemi. Korku dalga geçiyor, kavga da büyüyor, büyüdükçe boşluklar çıkıyordu. İkinci paylaşım savaşı sırasındaki Parti arayışları halâ devam ediyor. İşçiler emekçiler umutsuz, etkin olamamanın burukluğunu yaşıyor.

E – Zaman bizi kullanıyor.... Yağmurun dinlenmediği günler yaşanıyor İstanbulda. Sokaklarda ıslak sigara soluklamanın tutkunluğu Çiçek Pasajına dek uzanmaya başladı. Votkalı arjantin mi yoksa şarap mı?.. Şarap neyle içilir, tabii ki bardakla ama şekli nasıldır birilerinden öğrenmek gerekli mi, mezesi nedir kuru gidiyor hep ?.. Şarap sarmış dudaklarımı dilimi, boğazım ıslak şarap sağanağında.