Annesine kızıp otobüs kaçırdı
3 Mayıs 2000 günü, Fukuoka otobüsünde 20 yolcuydular. Saat tam 12.56’da binen, temiz giyimli, masum yüzlü genç adamın yanında bir ekmek bıçağı olduğunu kim bilebilirdi ki. O gün, Fukuoka otobüsünün 70 dakikalık yolculuğu, tam 15 saat sürdü. Gazeteler, Hiroşima yakınlarında 200 kadar polisin katıldığı operasyonla ancak durdurulabilen otobüste, 6 yaşındaki bir kız çocuğunu rehin alan, bir kadını öldüren, dördünü ağır yaralayan gencin, bir hikikomori olduğunu yazdılar. Üç yıldır odasından çıkmadığını, günlerini çizgi film seyrederek ve internette sohbet ederek geçirdiğini, iki ay önce tedavi için hastaneye yatırıldığını, kendisini terk eden annesinden intikam almak için kadınları öldürmeye kalkıştığını söylemişti.
Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/garip-ama-gercek-olaylar/21442-yatak-odasindaki-hikikomori.html#post40599
Japonların içine hikikomori kokusunu salan olayların ilki değildi bu. 13 Kasım 1990’da, 9 yaşındaki kız çocuğu Sano Fusako’yu kaçıran ve yaşlı annesinin bilgisi dahilinde, 10 yıla yakın bir süre odasında hapis tutan Nobuyuki Sato’ya ne demeli. Ana oğulun paylaştığı iki katlı evin, polis karakoluna sadece 200 metre uzaklıkta olması bir yana, yaşlı kadının, köşebaşındaki marketten yıllar boyu genç kız iççamaşırları ve hijyenik ped satın almasıyla da kimse ilgilenmemişti.
Polis müdürü Koji Kobayashi’nin istifasına, pek çok polisin görevden el çektirilmesine yol açan soruşturma sırasında, kızı kaçıranın bir hikikomori olduğu ortaya çıkmıştı. Sano Fusako’nun kaçırılışını ve uzun yıllar bir odada tutulmasını, 1998’de 10 yaşındayken ortadan kaybolan, 2006 Ağustos’unda kaçarak kurtulan Avusturyalı kız Natascha Kampusch’a benzetmek doğru olmaz. Natascha’yı kaçıran Wolfgang Priklopil, eve kapanmış bir hikikomori değildi, bir telefon teknisyeniydi ve düzenli biçimde işe gidip gelirdi.
Ancak, Japonların gönlüne dehşet salan, ne otobüsün kaçırılması, ne de esir tutulan kızın olayıdır.
Drakula cinayetleri
23 Temmuz 1989 günü, evlerinin hemen karşısındaki parkta oynayan iki kız çocuğunun yanına, elinde fotoğraf makinesiyle genç bir adam yaklaştı. Küçüğünü kolundan çekip götürdü. Adam, ablanın eve koşup haber verdiği baba tarafından yakalandığında, küçük kızı çırılçıplak soymuş, bacaklarının arasının fotoğrafını çekmekteydi. İşte Tsutomu Miyazaki, diğer adıyla Drakula böyle yakalandı. Götürüldüğü karakolda, küçük kızların fotoğrafını çekmekle yetinen sıradan bir pedofil sanıldı. Halbuki iş çok başkaydı.
El ve ayaklarında doğuştan şekil bozuklukları olan Miyazaki, önceleri çok başarılı bir öğrenciydi. Lise sonlarına doğru notları düşmeye başladı. Yıllardır hayalini kurduğu Meiji Üniversitesi İngilizce Bölümü’ne giremeyince, fotoğrafçı teknisyeni oldu, çalışmaya başladı, sessiz, sakin, itaatkar bir elemandı.
Birkaç yıl içinde Miyazaki değişecek, işi bırakacak, küçük kız çocuklarının yer aldığı cinsel içerikli çizgi roman ve video kasetleri ile birlikte korku filmleri koleksiyonculuğuna başlayacak, günler ve geceler boyu bunları seyredecekti. 1988 yılı boyunca ortadan kaybolan, yaşları 4-7 arasında değişen dört kız çocuğunu onun kaçırdığından kimse şüphelenmemişti. Parktaki fotoğraf işi sırasında yakalandığında anlatmasaydı eğer, çocukları sadece kaçırmadığı, öldürdüğü, ırzına geçtiği, küçük bedenler çürüdükten sonra el ve ayaklarını yediği, bütün bunları videoya kaydettiği, cesetlerden arta kalanları mutfak fırınında yaktığı ve ailelere gönderilen imzasız mektupları onun yazdığı, kim bilir ne zaman ortaya çıkardı.
Uzmanların aksini söylemelerine karşın, işini terk edip eve kapandığı için, Japon basınının hikikomori yaftasını yapıştırdığı Miyazaki, yüzyılın başında, çocukları öldürdükten sonra pişirip yiyen, tüm ayrıntıları da ailelere gönderdiği mektuplarda sıralayan Amerikalı seri katil Albert Fish’ten esinlendi mi bilinmez. Fish, 16 Ocak 1936’da, Sing Sing cezaevinde elektrikli sandalyeyi boylamıştı. Miyazaki, 17 Ocak 2006’dan bu yana asılmayı bekliyor.
Miyazaki, Amerikalı seri katilden etkilenmemiş olsa da, onun mağdur ailelerine mektup yazma merakının, cinsel içerikli çizgi roman ve film koleksiyonculuğunun başka Japonları, üstelik pek küçüklerini etkilediği muhakkak.
Baş kesen çocuk
Jun Hase, 11 yaşında bir ilkokul öğrencisiydi. 27 Mart 1997 sabahı, okulun bahçesinde kafası bulundu. Kulağı kesilmiş, gözleri oyulmuş, ağzına bir kağıt tıkıştırılmıştı. "Bu daha oyunun başı" diye yazıyordu kırmızı mürekkeple. "Polis becerirse, yakalasın beni". İmza: Sakakibara. Katil, gazetelere gönderdiği, yine kırmızı mürekkeple yazdığı mektuplar sayesinde, aynı yılın haziranında yakalandı. 14 yaşında bir çocuktu, Jun Hase’yi öldürmekle kalmadığını, bir süredir kayıp olan 10 yaşındaki küçük kız, Ayaka Yamashita’yı da öldürdüğünü itiraf etti.
Kendisine, Sakakibara denmesini isteyen çocuk, altı yaşından beri sınavlara giriyordu. Annesi durmadan daha çok çalışması için baskı yapıyor, iyi bir üniversiteye girebilmesi için, iyi bir anaokulu, iyi bir ilkokul, iyi bir liseyi bitirmesi gerektiğini yineleyip duruyordu. Sakakibara 12 yaşına geldiğinde, artık okula gitmek istemedi. Bir hikikomori olmaya karar verdi. Çizgi romanlara ve filmlere tutuldu. Yakalandıktan sonra odasında yapılan aramada, büyük bölümünü internetten sağladığı binlerce cinsel içerikli kaset ele geçti. Onun yüzünden, Japonya’daki ceza ehliyeti yaşı 16’dan 14’e indirildi ve Sakakibara, 8 yıl cezaevinde tutulduktan sonra 1 Ocak 2005’te serbest bırakıldı. Küçük katilin asıl adı Sakakibara değil. Japon yasaları, 18 yaşından küçüklerin adlarının açıklanmasına izin vermiyor.