Bayan Kazumi’ye, Suvarnabhumi Oteli’nde rastlamıştım. "Rahatsız etmezsem, şuraya oturabilir miyim" demişti, yumuşacık bir sesle. Tayland’ın başkenti Bangkok’a geleli birkaç saat olmuştu, bir sonraki uçağıma 10 saat gibi bir süre vardı, kimseyle çene çalacak halim yoktu. "Bir sürü boş masa varken neden karşıma oturdu ki, inşallah çabuk kalkar" diye geçirdim içimden. Saatler geçti, bayan Kazumi kalkamadı. Bir hikikomori’nin annesiydi ve ben gitmesini hiç istemiyordum.

Taro, Bayan Kazumi’nin en büyük oğluydu. 18 yaşındaydı, dört yıl önce dersleri iyi gitmemeye başlamış, birkaç kez okuldan kaçmış, bir öğleden sonra eve gelmiş, kendisini yatak odasına kapatmış ve bir daha çıkmamıştı. "İçeriye kimseyi sokmaz. Hemen odasının yanındaki tuvalete gider. Altı ayda bir yıkanır. Gündüzleri çizgi roman okur. Gecelerini bilgisayar başında geçirir. Benden başka kimseyle konuşmaz. Yemeğini tepsi içinde kapının önüne bırakıyorum. Ara sıra elini uzatır. Avuçlarımın arasına alıp öperim. Hiç çıkmasa da olur, ona ölünceye dek bakarım" diyordu, Bayan Kazumi. Gözyaşlarımı zor tutuyordum.

TARO’NUN ÖYKÜSÜ

Başlangıçta başarılı bir öğrenciydi Taro. Hali vakti yerinde bütün Japon ailelerin çocukları, hele ilk erkek çocukları gibi, onun da iyi bir eğitim alabilmesi için hiçbir şey esirgenmemişti. Anaokuluna bile sınavla giriliyordu. Rekabet yüksekti. Özel dersler ve kurslarla geçmişti çocukluğu. "Yatak odasına kapandığı gün, ağlayarak eve gelmişti" diye anlattı annesi. "Sınıftaki çocuklardan biri alay etmiş, arkadaşlarının yanında küçük düşürmüş. Bir süredir çantasına hakaret dolu imzasız mektuplar koyuyor, bahçe duvarına onunla dalga geçen yazılar yazıyorlarmış. Çok iyi bir öğrenciyken, birden kırık notlar getirmeye başlamıştı. Okula gidiyor sanıyorduk. Meğer gitmezmiş."

BİR MİLYON KAYIP İNSAN

Taro bir "hikikomori." Japonya’da kendisini toplumdan soyutlayan çocuklara böyle deniyor. Evin banyosu, mutfağı ya da bir diğer odasına kapanan gençlerin sayısı belli değil. Sağlık Bakanlığı’nın bu konudaki ilk verisi 2001’e ait. Ülke genelindeki 697 sağlık merkezine kayıtlı 6 bin 151 hikikomori olgusu bulunduğu bildirilmişti. Bakanlığın 2006 yılı verilerine göreyse 14 bin. Bunların beşte biri, aile bireylerine karşı şiddete başvurduğundan tedavi görüyor. Akademik çevrelerin tahmini ise bu sayıların çok üzerinde.

Japonya’da her yıl 30 bin kadar kişi intihar ediyor. Bunların bine yakını öğrenci. Gerçi hikikomoriler arasında intihar oranı yüksek değil ama, çocukların intiharına ya da okula gitmek istemeyip, eve kapanmasına, eğitim sistemindeki sınav çokluğunun, ağır rekabetin ve ailelerin ders çalışmaları yönünde baskılarının yol açtığını öne süren çok kişi var.

"Hikikomori" terimini ilk kullanan Sofukai Sasaki Hastanesi başhekimi, psikiyatr Dr. Tamaki Saito ise, hikikomorinin temelinde Japon kültürü ve özellikle yalnızlığı öne çıkartan, teşvik eden geleneksel Japon müziği ve şiirinin olduğunu söylüyor. Büyük çoğunluğu 14-20 yaşlarında erkekler olan mağdurların sayısını 500 bin ila 1.2 milyon kişi olarak hesaplıyor. Bunu destekleyen pek çok araştırıcı var. Eğer öngörülen sayı doğruysa, bu kişilerin bir bölümü yeniden sosyal yaşama dönse de, ülkede çok ciddi bir işgücü kaybı gözlenecek ve devlet, en az 30 yıl boyunca, çalışmayan, vergi vermeyen, yüz binlerce kişiye bakmak zorunda kalacak.

KABAHAT ANNELERDE Mİ?

Bu durumdan, oğullarını şımartan anneleri sorumlu tutan pek çok uzman var. Savaş sonrası dönemde, erkeklerin sadece işle ilgilenmesi ve kadınların evde kalıp çocukların bakımından ve özellikle eğitiminden sorumlu tutulması yüzünden, anne ile çocuk, özellikle erkek çocuk arasında çok yakın bağların oluştuğu söyleniyor. Koşullar çok değiştiği halde, bu bağın hálá sürdürülmeye çalışıldığı ve annelerin, işe gitmeyen, bekar, 30-40 yaşına gelmiş erkek çocuklarının dahi bakımını üstlenmek istediği öne sürülüyor.

Batılı uzmanlar ise hikikomori sorununu anlamakta güçlük çekiyor. Örneğin, konuyla ilgili geniş çalışmaları olan Maryland Üniversitesi psikologlarından Dr. Henry Grubb, dünyanın her yerinde okula gitmekten ya da sokağa çıkmaktan korkan çocuklara rastlandığını, ancak hikikomorinin sadece Japonya’da görülen çok özel bir durum olduğunu söylüyor. "Çocuğum bir odaya kendisini kapatacak ve ben buna izin vereceğim, öyle mi? Kapıyı kırar, içeri girerim" diyor. Kendisini odaya kapatmış bir gencin durumunu, tıpkı benim konuşma fırsatını bulduğum Bayan Kazumi gibi, "Zamanla geçer, sabretmek gerekir" diyerek yıllarca geçiştirenleri affetmiyor ve esas hastaların, ebeveynler olduğunu söylüyor.
Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/showthread.php?p=40598

Son yıllardaki bazı vahşi cinayetleri işleyenlerin, aslında birer hikikomori olduğunun ortaya çıkması üzerine, görsel ve yazılı basın, toplum için büyük tehdit oluşturan bu kişilerin akıl hastası olduğuna, yüksek güvenlikli hastanelerde tutulmaları gerektiğine yönelik yayınlar yapmıştı. Sağlık Bakanlığı ısrarla, hikikomorinin bir ruh hastalığı değil, sosyal bir sorun olduğunu, sosyal kapanma ile şiddet arasında mutlak bir ilişki bulunmadığını ve çocuklarla birlikte aile bireylerinin psikolojik destek alması gerektiğini bildirse de, toplumda oluşan önyargı ve korkuyu silmek mümkün olmuyor. Çocuklarının ellerinden alınacağından çekinen aileler, bu yüzden, evde bir hikikomori olduğunu gizliyorlar.