Giriş


REFORMTÜRK 17. YIL


Sayfa 12/13 İlkİlk ... 210111213 SonSon
129 sonuçtan 111 ile 120 arası
  1. #111
    ReLaKsT - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    10 Eylül 2006
    Yer
    Uzaklardan
    Yaş
    37
    Mesajlar
    424
    Tecrübe Puanı
    22

    Standart --->: :::::::...Sağlık makaleleri...:::::::

    Boğulma ve böcek sokma uyarısı

    --------------------------------------------------------------------------------

    Yazın sıcakların artmasıyla birlikte halsiz ve yorgun oluruz. Çok terleriz, böceklerle boğuşuruz, serinlemek için girdiğimiz deniz ve havuzlarda boğulma tehlikesiyle karşı karşıya kalırız. Tüm bu tehlikelerine karşı herkesin en sevdiği mevsimlerden biri olan yazı bu yıl sağlıklı geçirmeye ne dersiniz?


    Uzm. Dr. Hasan Aslan, İHA muhabirine yaptığı açıklamada, suda boğulmanın, yaz aylarında çok sık görülen bir kazayla ölüm sebebi olduğuna dikkat çekerek, iyi yüzme bilenlerin de tanımadıkları bölgelerde yüzerken dalga, akıntı, girdap ve kramp girmesi gibi sebeplerle boğulma tehlikesiyle karşılaşabileceği uyarısında bulundu.


    Kişi yüzme bilmiyorsa veya tecrübesizse su kanalları, göletler ve havuzlarda boğulabileceğini vurgulayan Uzm. Dr. Aslan, küçük çocukların deniz kıyısında, suyun derin olmadığı yerlerde de kolayca bu tehlikeyle karşı karşıya kalabileceğini belirtti.

    BOĞULANA İLK YARDIM
    Uzm. Dr. Hasan Aslan, denizde veya başka yerde boğulmak üzere olan birinin yardımına giderken, suya atladıktan sonra kazazedeye doğru yüzülmesi gerektiğini ifade ederek, "Amacınız, hiç vakit kaybetmeden onu sudan çıkarmak olmalı. Sudan çıkardıktan sonra, bilinci yerindeyse ve solunum güçlüğü yoksa onu sakinleştirip ısıtın. Kazazede baygın olmakla birlikte solunumu varsa, kendisini yan yatırın, bu sayede, yuttuğu su dışarı çıkabilir ve suyun akciğerlere gitmesi önlenebilir. Ağızdan ağza suni solunum yapılırken, göğüs kafesine düzenli aralıklarla bastırılarak kalp masajı uygulanır. Ancak kalp masajı, sadece kalp atımı ve nabız alınmadığı hallerde yapılmalıdır. Boğulan kişi, akciğerlerinde suyun yol açtığı hasarı değerlendirmek amacıyla mutlaka hastaneye kaldırılmalı ve 48 saat süreyle kontrol altında tutulmalıdır" dedi.

    BÖCEK SOKMALARI
    Böcek sokmalarının, özellikle yaz ve sonbahar başlarında tarlada çalışan, tatil ve piknik yapan insanlar için keyif kaçırıcı bazen de hayatı tehdit edici bir sorun olduğunu kaydeden Uzm. Dr. Aslan, "Böcek sokması olan bölgeden uzakta şişme, kızartı, ürtiker, kaşıntı, kolik şeklinde karın ağrısı, kusma, ishal, göğüste sıkışma hissi, nefes almada zorluk, hırıltılı solunum, at sesi (larinks ödemi bulgusu), dilde şişme olabilir. Bu bulgular, ciddi alerjik reaksiyon ve anafilaksi bulgularıdır ve birkaç dakika içinde ortaya çıkar. Nabzın alınamaması ve kan basıncının düşmesi, bilinç bulanıklığı ve kalp durması, hayatı tehdit eden bulgulardır" diye konuştu.


    Uzm. Dr. Hasan Aslan, karınca ile sokulmadan 30-60 dakika sonra yerel kaşıntı ve küçük su toplamış kabarcık (vezikül) ortaya çıktığını bildirerek, "Bunu 8-24 saat sonra püstül oluşumu izler. Karınca sokmasından sonra ikincil enfeksiyonlara engel olmak için bol su ve sabunla yıkanmalı, içi su dolu kabarcık sıkılmamalıdır. Topikal steroidli merhemler ve ağızdan H1 antihistaminikler kaşıntıyı azaltmak için kullanılabilir" dedi.
    Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/showthread.php?p=2215

    AKREP VE YILAN SOKMALARI
    Akrep sokmalarında da yara üzerine konan küçük bir buz parçasının ağrıyı azaltabileceğini söyleyen Uzm. Dr. Aslan, "Yara temizlendikten sonra üzerine kortizonlu veya antihistaminik merhemler sürülebilir. Akrep sokmaları, tansiyon yükselmesi ve kas spazmları gibi ciddi reaksiyonlara sebep olabileceği için mutlaka bir sağlık merkezine başvurulmalıdır. Ağır vakalarda akrep panzehiri (antiskorpiyonik serum) uygulanabilir. Zehirli yılan sokmalarında da, sokulan kısım kalp seviyesinin altında tutularak hasta en yakındaki sağlık merkezine -xxx--xxx--xxx-ürülmelidir" diye konuştu.


    Uzm. Dr. Hasan Aslan, güneş çarpmasının ise, kızgın güneş altında uzun süre kalanlarda ve daha çok çocuklarda görülen bir yaz hastalığı olduğunu hatırlatarak, "Şiddetli baş ağrısı, bulantı, kusma ve yüksek ateşle kendini gösterir. Hasta serin bir yere -xxx--xxx--xxx-ürülmeli, vücudu sıkan giysiler çıkarılmalı, başına soğuk kompres veya buz torbası konulmalıdır. Ateş çok yüksekse, vücut ıslak bir çarşafla sarılmalı, hasta havadar bir yerde tutulmalı ve serin bir cankurtaranla hastaneye taşınmalıdır" ifadelerini kullandı.

  2. #112
    ReLaKsT - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    10 Eylül 2006
    Yer
    Uzaklardan
    Yaş
    37
    Mesajlar
    424
    Tecrübe Puanı
    22

    Standart --->: :::::::...Sağlık makaleleri...:::::::

    Hipertansiyon tedavisinde Value çalışması

    --------------------------------------------------------------------------------

    Value çalışması 14 Haziran'da Paris'te Avrupa Hipertansiyon Kongresi'nde açıklandı. Bu çalışmada valsartanın kan basıncını düşürmenin ötesinde kardiyak koruma sağladığı ve yeni diyabet gelişimini yüzde 23 azalttığı ortaya kondu.
    Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/showthread.php?p=2216

    Bu yılki Avrupa Hipertansiyon Topluluğu Kongresi'nde (ESH), yüksek kan basıncı ile ilgili en geniş çaplı, karşılaştırmalı çalışmalardan biri olan Value çalışmasının sonuçları açıklandı. Value en sık kullanılan iki hipertansiyon ilacının, valsartan ve amlodipine'in eşit kan basıncı kontrolü sağlandığı durumda kalp krizi, kalp yetersizliği gibi kalbe bağlı ölümler üzerindeki etkinliğini karşılaştırdı. Çalışma, Türkiye dahil 31 ülkedeki 934 merkezde, yüksek risk grubundaki 15245 hipertansiyon hastası ile yürütüldü.

    Şimdiye kadar yapılan geniş çaplı araştırmalarla karşılaştırıldığında en iyi kan basıncı kontrolü Value çalışmasında sağlandı. Her iki ilaç da kalbe bağlı ölümleri ve hastalık gelişimini önlemede eşit etkin çıkarken, yan etkiler nedeniyle tedaviyi bırakma oranı valsartan grubunda daha düşük oranda gerçekleşti.

    Yeni gelişen diyabet konusunda, valsartan ile tedavi edilen grupta amlodipin grubuna kıyasla yüzde 23'lük bir düşüş sağlandı. Value baş araştırmacısı Michigan Üniversitesi, Dahiliye ve Fizyoloji Profesörü Stevo Julius, Michigan Üniversitesi Hipertansiyon Profesörü Frederick G. Huetwell "Önceki araştırmalarda çalışılan hipertansiyon tedavilerinin diabet riskini artırabildiği ve ampolidipinin de glukoz metabolizması için nötr olduğu bilindiği için, Value'nin bu bulgusu gelişmiş ülkelerde bu durumun rastlanırlığının arttığı bir dönemde son derece önemlidir" yorumunda bulundular.

    Yüksek tansiyon dünya çapında 1 milyar kişiyi etkileyen bir kamu sağlığı sorunu. Kalp hastalıklarının en yaygını olan hipertansiyon tedavi edilmediği takdirde beyne, böbreklere, gözlere ve kalbe ulaşan kılcal kan damarlarına zarar verebilmekte, kalp krizine ve buna benzer pek çok ölümcül komplikasyona neden olabiliyor. Verilere göre, yaklaşık sekiz ölümden biri yüksek kan basıncına dayanıyor.

    Novartis yüksek tansiyonu ve kalp rahatsızlığı olan hastaların tedavisini iyileştirmek konusuna odaklanarak 50.000 hastanın dahil olduğu dünyanın en büyük klinik araştırma programını yarattı. Bu mega program Value dışında kalp krizi sonrası yüksek riskli hastaları içeren Vailant çalışması ve kalp yetmezliği olan hastaları içeren Valheft çalışmasını kapsıyor. Kardiyovasküler rahatsızlığı olan diyabet öncesi hastaları içeren Navigator ise programın devam eden çalışmaları arasında yer alıyor. Value sonuçları tüm bu mega programın açıklanan diğer çalışmaları ile birlikte kardiyovasküler risk taşıyan hastalarda Diovan'ın klinik faydalarını destekliyor.

  3. #113
    ReLaKsT - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    10 Eylül 2006
    Yer
    Uzaklardan
    Yaş
    37
    Mesajlar
    424
    Tecrübe Puanı
    22

    Standart --->: :::::::...Sağlık makaleleri...:::::::

    Yaz aksilikleri için ilkyardım

    --------------------------------------------------------------------------------

    Yaz mevsiminde, hiç umulmadık durumlarda bayılma, burkulma-kırılma, boğulma tehlikesi, yanıklar ve arı sokması gibi vakalarla karşılaşmak mümkün. Bu tür olaylarda ilk yardım kurallarına uyularak yapılacak bir müdahale hayat kurtarıcı olabileceği gibi bilgisizce yapılacak işler, hastayı veya kazaya uğrayanı daha kötü duruma düşürebiliyor.


    Bayılmalar: Acıbadem Bakırköy Hastanesi Acil Tıp Uzmanı Dr. Serpil Yaylacı, İHA muhabirine yaptığı açıklamada, bayılan veya kendini kaybeden birine su içirmeye çalışmanın yanlışlığına temas ederek, "Nefes borusuna su kaçmasına ve hastanın ölümüne yol açabilirsiniz. Sara hastasının ellerinde, kollarında kasılmalar izlenir ve ağzından köpükler sızar. Nöbeti durdurmaya çalışmayın, hastanın başını koruyarak kontrolsüzce yere çarpmasını önleyin. Nöbetlerin neredeyse hepsi kendiliğinden durur. Hastanın ağzına bir şeyler sokmaya çalışmayın, çünkü soluk borusuna kaçabilir. Parmağınızı ısırıp koparabilir. Ağzında köpükler veya kusmuk varsa, soluk borusuna kaçmasın diye kişiyi yan çevirmek yeterli" dedi.


    Boğulma Tehlikesi: Boğulduğu düşünülen kişiye, ilk yardım bilmeyenlerin yardım etmeye çalışmaması gerektiğini kaydeden Dr. Yaylacı, "Kime suni solunum, kime kalp masajı yapılacağının bilinmesi büyük önem taşıyor. Çok iyi bir yüzücü de denizde kalp krizi veya felç geçirdiği için veya dalarken, atlarken boynu zedelendiği için boğulma tehlikesi yaşayabilir. Tüm hastalara boynu zedelenmiş gibi dikkatli davranmak gerekiyor. Boğulan bir kişiyi ters çevirmek, kollarından rastgele tutup yere yatırmak, ters döndürerek ağzından su çıkarmaya çalışmak o kişiye zarar vermekten başka bir işe yaramaz" diye konuştu.


    Yanıklar: Dr. Serpil Yaylacı, yanık oluştuysa, ısısı artan derinin, musluğun soğuk tarafı açılarak yanma hissi geçene kadar suyun altında tutulması gerektiğini belirterek, "Yanmış cilde direkt buz sürmeyin. Yanığı musluktan akan suya tuttuktan sonra üzerine temiz bir bez kapatın ve doktora başvurun. Yanığın üzerine yoğurt, salça, diş macunu veya herhangi bir krem sürmeyin. Yabancı maddeler, doktorun yanığın derinliğini anlamasını engeller. Enfeksiyon riskini arttırır ve zaten ağrılı olan yara bakımını zorlaştırır" diye uyardı.


    Burkulma-Kırılmalar: Bu gibi bir durumda alınacak ilk ve en basit tedbirin, zedelenen bölgeyi hareketsiz kılmaktan geçtiğini söyleyen Dr. Yaylacı, "Bunu yapmak için de karton, mukavva, gazete, güneşlik, üçgen bant kullanılabilir. Eğer ön kolda bir kırık varsa, kolu bir eşarp veya kravatla boyna asıp, yanına iki güneşlik veya karton konularak hareket etmesi önlenmiş olur. Eğer vücutta açık bir kırık varsa ve kemik dışarı çıkmışsa içeri itilmemesi, hareketsiz kalacak şekilde sabitlenmesi gerekiyor. Burkulmalarda ise ayak bileğinin üzerine basılmaması ve buz uygulanması önem taşıyor. Buzu bir beze veya havluya sararak uygulamak daha doğru. Burkulan eklemi yukarda tutmak, sarkıtmamak şişmeleri önler" dedi.
    Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/showthread.php?p=2217


    Arı Sokması: Acil Tıp Uzmanı Dr. Serpil Yaylacı, arı sokmasına bağlı olarak nadir de olsa hastanın tansiyonunun düştüğünü, yığılıp kaldığını, dudağında ve yüzünde şişlikler, kızarıklar oluşabildiğini ifade ederek, "Hasta hızlı ve sıkıntılı nefes alıp verir. Temel hayat desteğini başlatıp suni solunum, gerekiyorsa kalp masajı yapmak ve hastayı hızla hastaneye götürmek gerekir" diye konuştu.


    Böcek Sokmaları: Yılan, akrep ve böcek sokması halinde bölgenin emilmemesi ve bıçakla kesilip kanatılmaması gerektiğini vurgulayan Dr. Yaylacı, "Zehirli bölgeye bir şey sürmeyin. Temiz bir bezle üzerini kapatıp hemen doktora başvurun. Sokulan bölgede kızarma, şişme ve yanma olabilir. Genel durum kötüleşirse hastayı doktora götürün" dedi.

  4. #114
    ReLaKsT - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    10 Eylül 2006
    Yer
    Uzaklardan
    Yaş
    37
    Mesajlar
    424
    Tecrübe Puanı
    22

    Standart --->: :::::::...Sağlık makaleleri...:::::::

    Kolesterolü diyetle düşürme önerileri

    --------------------------------------------------------------------------------

    Millet olarak en çok, 'kolesterolümüzün yüksekliğinden' şikayetçiyiz. Kolesterolü düşük tutmanın yolu ise bilinçli bir diyetten geçiyor. Diyette posalı besinlere bol miktarda yer verilmesi, meyve-sebzenin daha çok tüketilmesi ve kızartmadan uzak durulması öneriliyor.


    Acıbadem Hastanesi Kadıköy Beslenme ve Diyet Uzmanı Şengül Sangu, İHA muhabirine yaptığı açıklamada, kolesterolün, hayvansal besinlerde ve tüm hücrelerde bulunan mum yapısında yağa benzer bir madde olduğunu belirterek, "Kolesterol hepimizin vücudunda bulunur. Hem vücudumuzda üretilir hem de dışarıdan hayvansal besinlerle alınır" dedi.


    Kolesterolün, vücuda 'LDL' olarak bilinen düşük dansiteli lipoproteinler ile taşındığını vurgulayan Sangu, "LDL, kolesterolden en zengin lipoproteindir ve kötü kolesterol olarak bilinir. Normalde dokulara hücre zarı yapımı için gerekli kolesterolü taşır fakat fazlası damar duvarlarında kolesterol birikmesine neden olur. Bu da kalp hastalıkları riskleri açısından önemlidir. Kolesterol ayrıca, vücudumuzda HDL olarak bildiğimiz yüksek dansiteli lipoproteinler ile taşınır. Bu, iyi kolesterol olarak bilinir. HDL, dokularda biriken kolesterolü toplayarak parçalanmak üzere karaciğere taşır. Bu sebeple LDL kolesterolün düşürülüp HDL kolesterolünün arttırılması, kolesterol düşürücü diyette hedef alınmaktadır" diye konuştu.

    ZEYTİNYAĞI TÜKETİMİNDE SINIR YOK
    Diyez Uzmanı Sangu, zeytinyağının, kolesterolü düşürdüğü için sınırsız olarak tüketilmesinde sakınca bulunmadığını ifade ederek, "Günlük alınan enerjinin yüzde 25-30'u yağlardan gelmeli. Bu yağların da yaklaşık yüzde 7-10'u doymuş, yüzde 10'u tekli doymamış, yüzde 10-15'i çoklu doymamış yağ asitlerinden karşılanmalı. Zeytinyağı tekli doymamış yağ asidi olduğu için mutlaka diyette yer verilmeli fakat çoklu doymamış yağ asitlerini unutmamak kaydıyla. Bunun dışında günlük yağ ihtiyacı için zeytinyağı (yerine fındık yağı) ile birlikte mısırözü yağını (veya yerine soya veya ayçiçek yağı) eşit oranda karıştırıp yemeklerde ve salatalarda bu yağ karışımı kullanılmalı" dedi.
    Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/showthread.php?p=2218


    Fındık, ceviz, badem gibi yağlı tohumlar, kalp sağlığı açısından değerli yağ asitlerine sahip olduğundan beslenmede yer verilmesi gerektiğini kaydeden Sangu, "Ancak, yağlı tohumların yağ içeriğinin yüksek olması nedeniyle fazla miktarlarda tüketilmesi kan kolesterol oranını düşürmüyor. Günlük 6-8 adet fındık veya 2 adet ceviz yeterli" diye konuştu.


    Beslenme ve Diyet Uzmanı Şengül Sangu, süt ve süt ürünlerinin sağlık açısından, diğer besin gruplarından farklı olarak tüm besin öğelerini içerdiğini hatırlatarak, "Bu sebeple, doymuş yağ oranı yüksek bu besinlere mutlaka günlük beslenmede sınırlı olarak yer verilmeli. Bu besinlerdeki görünmeyen doymuş yağları azaltmak için süt, peynir ve yoğurdu az yağlı veya yağsız olarak tercih edilmeli" dedi.


    Tavuk ve balığın da kırmızı et gibi hayvansal gıdalar kapsamına girdiğini anlatan Sangu, "Bu grup besinler belirli miktarlarda kolesterol içeriyorlar. Bu nedenle hiç bir hayvansal besin sınırsız yenilemez. Önemli olan, bu besinlerin yenilme sıklığı ve miktarı. Yağsız kırmızı et haftada 1-2 kez olmak üzere ortalama 100 gr kadar tüketilmeli" diye konuştu.

    YUMURTANIN FAZLASI ZARARLI
    Diyez Uzmanı Sangu, bir büyük yumurtanın 213-220 mg kolesterol içerdiğini belirterek, "Haftada 1-2 kez haşlanmış 1 yumurtanın 1 kibrit kutusu beyaz peynir yerine yenmesi yararlı kabul ediliyor. Yumurta haşlanmış, yağsız tavada omlet veya bol sebzeli menemen şeklinde tercih edilebilir. Dikkat etmeniz gereken, o hafta başka besinlerin içerisinde yumurta almamak" dedi.


    Kolesterol düşürücü diyet uygulanırken dikkat edilmesi gereken önemli noktayı, 'posalı besinlerin arttırılması' olarak açıklayan Sangu, "Yulaf, arpa, pirinç kabuğunda bulunan posanın karaciğerde kolesterol sentezini engelleyerek kan kolesterolünün düşürülmesinde etkili olduğu kanıtlandı. Posa, kolesterolün vücuttan atılmasına yardımcı olduğu için daha çok tüketmeliyiz" diye konuştu.


    Diyet Uzmanı Şengül Sangu, meyve, sebze ve salatanın daha çok tüketilmesini, beyaz ekmek yerine kepekli, çavdar veya yulaf ekmeğinin tercih edilmesi gerektiğini bildirdi. Sangu şöyle dedi:


    "Kabukları ile yenebilen meyveleri kabuğuyla birlikte tüketmeli, meyve suları yerine meyvenin kendisi yenmeli, pirinç pilavı yerine bulgur pilavını tercih etmeli, aynı zamanda protein içeriği yüksek kuru baklagillere beslenmemizde haftada 2-3 kez yer vermeliyiz. Tatlı tüketmek istediğinizde, ağır hamur tatlıları yerine protein ve kalsiyum içeriği yüksek sütlü tatlıları haftada 1-2 gün tercih edebilirsiniz. Kilo fazlanız varsa sofra şekerini kullanmayıp, içeceklerinizi şekersiz veya tatlandırıcı kullanarak tercih etmelisiniz."

  5. #115
    ReLaKsT - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    10 Eylül 2006
    Yer
    Uzaklardan
    Yaş
    37
    Mesajlar
    424
    Tecrübe Puanı
    22

    Standart --->: :::::::...Sağlık makaleleri...:::::::

    Aspirin cinsel dürtüleri azaltıyor

    --------------------------------------------------------------------------------

    Aspirin cinsel dürtüleri azaltıyor


    Aspirin ve Paracetemol gibi yaygın biçimde kullanılan ağrı kesici ilaçların, ana karnındaki bebeklerin beynini etkilediği, doğup büyüdükten sonra erkek cinsel dürtülerini zayıflattığı belirtildi

    BBC'den Ania Lichtarowicz'in haberine göre, Nature Neuroscience adlı tıp dergisinde yayınlanan, fareler üzerinde yapılmış araştırmanın sonuçları, bu ilaçların ana rahmindeki bebeklerin gelişimini etkilediğini gösteriyor.
    Amerika'nın Baltimore şehrinde Maryland Üniversitesi uzmanları fareler üzerinde Aspirin ve benzeri ilaçlarla deneyler yaptılar.
    Deneyler sonucunda bu ilaçların, erkek farelerin beynini etkileyip, erkeklik hormonu testosteronun işlevini aksattığını ortaya koydular. Annelerine hamileyken bu ilaçlar verilen erkek fareler, doğunca, seks ihtiyacı duymuyor.
    Daha ayrıntılı incelendiğinde bunların beyinlerinin dişi farelerin beyinlerine benzediği ortaya çıktı.
    Araştırmada bu ilaçların insanları nasıl etkileyebileceğine dair sorular ortaya atılıyor.
    Aspirin düşükleri veya kanın pıhtılaşmasını önlemek için hastalara verilebiliyor. Fareler üzerinde incelenen diğer ilaçlar da hamile kadınlara erken doğumu önlemek için verilen ilaçlardan.
    Araştırmacılar, insanın beyninin nasıl geliştiğinin henüz tam olarak bilinmediğini vurguluyor. Kesin hükme varmak için daha çok çalışma yapmak gerektiğini belirtiyorlar.
    Ama bu rapor, geleneksel bir tavsiyeyi, hamile kadınlara gerekmedikçe ilaç verilmemesi fikrini destekliyor.

    Aspirin ve Paracetemol gibi yaygın biçimde kullanılan ağrı kesici ilaçların, ana karnındaki bebeklerin beynini etkilediği, doğup büyüdükten sonra erkek cinsel dürtülerini zayıflattığı belirtildi

    BBC'den Ania Lichtarowicz'in haberine göre, Nature Neuroscience adlı tıp dergisinde yayınlanan, fareler üzerinde yapılmış araştırmanın sonuçları, bu ilaçların ana rahmindeki bebeklerin gelişimini etkilediğini gösteriyor.
    Amerika'nın Baltimore şehrinde Maryland Üniversitesi uzmanları fareler üzerinde Aspirin ve benzeri ilaçlarla deneyler yaptılar.
    Deneyler sonucunda bu ilaçların, erkek farelerin beynini etkileyip, erkeklik hormonu testosteronun işlevini aksattığını ortaya koydular. Annelerine hamileyken bu ilaçlar verilen erkek fareler, doğunca, seks ihtiyacı duymuyor.
    Daha ayrıntılı incelendiğinde bunların beyinlerinin dişi farelerin beyinlerine benzediği ortaya çıktı.
    Araştırmada bu ilaçların insanları nasıl etkileyebileceğine dair sorular ortaya atılıyor.
    Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/showthread.php?p=2219
    Aspirin düşükleri veya kanın pıhtılaşmasını önlemek için hastalara verilebiliyor. Fareler üzerinde incelenen diğer ilaçlar da hamile kadınlara erken doğumu önlemek için verilen ilaçlardan.
    Araştırmacılar, insanın beyninin nasıl geliştiğinin henüz tam olarak bilinmediğini vurguluyor. Kesin hükme varmak için daha çok çalışma yapmak gerektiğini belirtiyorlar.
    Ama bu rapor, geleneksel bir tavsiyeyi, hamile kadınlara gerekmedikçe ilaç verilmemesi fikrini destekliyor.

  6. #116
    ReLaKsT - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    10 Eylül 2006
    Yer
    Uzaklardan
    Yaş
    37
    Mesajlar
    424
    Tecrübe Puanı
    22

    Standart --->: :::::::...Sağlık makaleleri...:::::::

    Yaz Zatürresine dikkat

    --------------------------------------------------------------------------------

    İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet Rasim Küçükusta zatürrenin, daha çok bir kış hastalığı olarak bilindiğini ancak Legionella bakterilerinin neden olduğu zatürrenin, insanların su ile ve klimalarla temaslarının daha fazla olduğu yaz aylarında daha sık görüldüğünü açıkladı.

    Legionella'lar durgun sularda üreyen ve suyun havaya saçılması sırasında solunum yoluyla akciğerlere girerek zatürreye yol açan bir bakteridir.

    İlk kez 1976 ylında Philadelphia'da bir otelde toplantı yapan lejyonerler arasında çıkan zatürre salgını ile tanınan hastalığa neden olan mikroba lejyonerlerden esinlenilerek 'Legionella' ismi verilmiştir. Sonraki yıllarda yapılan araştırmalarda, Legionella bakterilerinin 20'den fazla türü olduğu belirlenmiştir.

    Legionella bakterilerinin kaynağı neresidir?

    Legionella bakterileri, durgun sularda ürerler ve buradan su damlacıkları ile havaya karışarak insanlara bulaşırlar. Otel, iş merkezi, gökdelenler gibi büyük binaların havalandırma sistemlerinin su bölmeleri, havuzlar, su depoları gibiortamlarda çoğalan bakteriler, o binada bulunan pek çok insanda hastalığa yol açabilirler. Açık alanlardaki göl, dere, çamur, ve kaplıca sularındaki bakteriler, havada hemen dağıldıkları için hastalık yapıcı özellikleri yoktur. Legionella bakterleri suyun içilmesi ile ya da insandan insana da bulaşmazlar.

    Legionella bakterilerinin üremesi için ideal ısı 40°C'dir, ama 0-63°C arasındaki ısılarda aylarca canlılıklarını korurlar.

    Kimler risk altındadır?

    Legionella bakterilerinin neden olduğu zatürre, erkeklerde, sigara içenlerde, alkoliklerde, bazı hastalıkları olanlarda (kalp ve damar hastalığı, kronik bronşit, şeker hastalığı, böbrek hastalığı) ve bağışıklık sistemi baskılanmış olanlarda, kortizon kullananlarda daha sık görülür ve daha ağır seyreder.

    Legionella bakterilerinin neden olduğu hastalıklar nelerdir? Legionellalar başlıca iki farklı tipte hastalığa yol açarlar. Bunlardan biri Pontiac Ateşi ve diğeri de Lejyoner Hastalığı'dır.

    Pontiac Ateşi ismi, hastalık ilk kez USA'nın Pontiac şehrinde tanındığı için verilmiştir. Bu hastalık ani olarak yüksek ateş, baş ve yaygın kas ağrıları, halsizlik gibi belirtilerle gribal infeksiyon gibi başlar.

    Bazı hastalarda öksürük, ishal, boğaz ağrısı ve bilinç bulanıklığı görülebilir, ancak bunlar çok şiddetli belirtiler değildir. Pontiac ateşinin gerçek bir infeksiyon olmayıp Legionella bakterilerinin neden olduğu bir aşırı duyarlılık reaksiyonu sonucu geliştiği düşünülmektedir. Pontiac Ateşi tehlikeli değildir, tedavi edilmese bile bir hafta içinde tamamen düzelmektedir.

    Lejyoner Hastalığı, çok ağır ve özellikle de vaktinde tanınıp tedavi edilmediğinde ölüm ihtimali yüksek olan bir zatürre türüdür.

    Hastalık yüksek ateş, üşüme, titreme, kuru öksürük, halsizlik, iştahsızlık gibi belirtilerle başlar. Kanlı balgam, bıçak batar tarzda göğüs ağrısı da olabilir. Birkaç gün içinde bunlara karın ağrısı, bulantı, kusma, ishal gibi sindirim sistemi ve baş ağrısı, uyuklama, dengesiz hareketler, hallüsinasyonlar, bilinç bulanıklığı gibi çeşitli sinir sistemi belirtileri de eklenir.

    Hastaların genel durumları, olağan bir zatürrede beklenenden çok daha kötüdür. Bazı hastalarda idrar yolları kanaması ve dializi gerktirecek derecede böbrek yetersizliği, karaciğer hasarı ve akciğer ödemi de gelişebilir.

    Nasıl teşhis edilir?

    Lejyoner Hastalığı tanısı için hastanın balgamında Legionella bakterilerinin kültürde üretilmesi, ya da hastanın kanında Legionella bakterilerinin antijenlerinin veya bunlara karşı oluşmuş antikorların saptanması gerekir. Hastaların idrarlarında yapılan incelemelerle de teşhise gidilebilir.

    Nasıl tedavi edilir?

    Legionella bakterilerine karşı çok etkili antibiyotikler (eritromisin, kinolon grubu) vardır. Önemli olan tanının gecikilmeden konması ve uygun tedavinin hemen başlanmasıdır. Tedavi süresi hastanın tüm şikayetleri ortadan kalksa bile 3 haftadan az olmamalıdır, aksi takdirde hastalığın tekrarlaması ihtimali vardır.

    Zatürre tedavisinde çok kullanılan ve birçok bakteriye karşı da oldukça etkili olan penisilin sınıfı antibiyotikler Legionella bakterilerine hiç etki etmezler. Bu nedenle, penisilin ile zatürre tedavisi gören ve bu tedaviye cevap vermeyen hastalarda Lejyoner Hastalığı düşünülmelidir.

    Nasıl korunmalıdır?
    Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/showthread.php?p=2220

    Bu ciddi ve ölümcül zatürrelerin önlenebilmesi için, bakterilerin bulunabileceği ortamların saptanması ve uygun şekilde dezenfeksiyonu çok önemlidir. Havalandırmam sistemlerinin su bulunan kısımları (soğutma kuleleri), su depoları, kapalı alanlardaki havuzlar, duş başlıkları ile bazı tıbbi aletler (nebülizatör, nemlendirici) bulaşıcılık açısından dikkatle konrtol edilmelidir.

    Acil durumlarda, suyun 70°C üzerinde ısıtılması ve muslukların, duş başlıklarının, basınçlı sıcak su ile 30 dakika süreyle yıkanması en çok başvurulan yöntemlerdir.

    En etkili temizleme yöntemi ise metalik iyonizasyon yöntemidir. Eskiden önerilen klorlama ise bugün artık terkedilmiştir, çünkü hem çok etkili bir temizlik sağlanamadığı gibi hem de pahalı ve kanser yapıcı etkisi olan bir yöntemdir.

  7. #117
    ReLaKsT - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    10 Eylül 2006
    Yer
    Uzaklardan
    Yaş
    37
    Mesajlar
    424
    Tecrübe Puanı
    22

    Standart --->: :::::::...Sağlık makaleleri...:::::::

    Performans Anksiyetesi


    Performans anksiyetesi, cinsel yaşamlarında sorun yaşayan erkekler kadar kadınların da en büyük kaygılarından biri. Üstelik bu durumdan şikâyet eden kadınların sayısı hızla artıyor.

    Kaynağında da büyük oranda orgazm olamama korkusu yatıyor. Bu sorunun üstesinden nasıl gelinir? İşte cevapları...

    Cinsel yaşamda "performans anksiyetesi" denilince aklınıza ne geliyor? Erkeklerin ereksiyon sorunları üzerine duydukları kaygı mı? Yoksa, ön sevişme sırasında eşlerini tatmin edememe korkuları mı? Evet, cinsel yaşamda 'performans' denilince hep 'erkekler' geliyor aklımıza, değil mi? Ancak, bu kez konumuz erkeklerde değil, kadınlarda ortaya çıkan 'performans anksiyetesi'. 'Biz kadınların böyle bir sorunu yok ki?' demeyin. Bir düşünün bakalım. Örneğin, tek gecelik ilişkilerin hızla yayıldığı, çok eşliliğin daha çok tercih edildiği günümüzde, "kıyaslanma" kaygısına kapıldığınız olmadı mı hiç? Veya, orgazm sorunu yaşadığınızda, bir sonraki ilişkinizde "Ya, yine orgazm olamazsam" kaygısıyla ilişkiye başlayıp, aynı sorunla karşılaştığınız bir durum? Belki, siz bu kaygıların üzerinde pek fazla durmadığınız için cinsel yaşantınızda bir sorun yaşamıyor olabilirsiniz. Ancak, günümüzde pek çok kadın artık 'performans anksiyetesi'nden yakınıyor. Peki, kadınlar cinsel yaşamlarında ne zaman performans kaygısı taşıyorlar ve bu kaygılarından nasıl kurtulabilirler? Acıbadem Hastanesi Cinsel İşlev Bozuklukları Merkezi'nden Psikiyatri Uzmanı Doç. Dr. Cem İncesu, kadınlarda ortaya çıkan 'performans anksiyetesi' üzerine bilinmesi gereken her şeyi sizler için anlattı. Gelelim, performans anksiyetesinin oluşma nedenlerine...
    Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/showthread.php?p=2221

    Uyarılma ve orgazm sorunu

    Uyarılma ve orgazm güçlüğü, performans anksiyetesinin en önemli nedenlerinden birini oluşturuyor. Anatomik sorun, diyabet, koroner kalp hastalıkları gibi fiziksel sorunlar ya da psikolojik kökenli sorunlar, orgazm güçlüğüne yol açabiliyor. Bunların yanı sıra, kadının yeterli cinsel deneyimi olmaması, dikkatini cinsel ilişkiye verememesi veya partneri tarafından şu ya da bu nedenle yeterince uyarılamaması da beraberinde orgazm güçlüğünü getiriyor. Orgazm sorunu yaşayan kadında bir süre sonra olumsuz beklenti, yani 'Yine orgazm olamayacağım'kaygısı ortaya çıkmaya başlıyor. Bu durum bazen şiddetli boyutlara ulaşarak 'takıntıya' dönüşebiliyor. Kadının orgazma ulaşmasında sadece partnerinin dokunuşları yeterli gelmiyor. Aynı zamanda vajinal bölgesine yeterli düzeyde kanın ulaşması gerekiyor. Ancak, kadın çeşitli nedenlerden dolayı orgazm olmakta güçlük çektiğinde, stres devreye giriyor ve bu sorun karşısında vajinal bölgede kanlanmayı engelleyen 'adrenalin' hormonu salgılanmaya başlıyor. Bunun sonucunda, kadın yine orgazm olmakta güçlük çekiyor. Yani, bir kısırdöngü oluşmaya başlıyor.

    Vajinismus

    Vajinismus, pek çok kadının karşı karşıya kaldığı bir sorun. Öyle ki, ülkemizde cinsel terapi merkezlerine en sık başvurma nedenini oluşturuyor. 'Vajinismus', vajinal bölgedeki kasların kasılarak cinsel birleşmeyi engellemesiyle karakterize edilen bir hastalık. Bu hastalık kadınlarda da, performans anksiyetesine zemin hazırlayan bir diğer önemli unsuru oluşturuyor. Ancak vajinismus şikâyetinde performans anksiyetesi ön plana çıkmıyor. Çünkü vajinismus sorunundan yakınan kadın, her cinsel ilişki öncesinde 'Yine başarılı olamayacağım' kaygısıyla atağa girse de, "korku" ya da "acı hissi" daha ön plana çıkıyor.

    Eşlerin ereksiyon sorunu

    Performans anksiyetesi, eşleri "erektil disfonksiyon" sorunu yaşayan kadınlarda da gelişiyor. Bu sorun genellikle cinsel yaşamla ilgili "mitlerden", yani yanlış inançlardan kaynaklanıyor. Toplumda çok yaygın görülen bir inanışa göre, erkeğin ereksiyon sorunu yaşaması, tahrik olamadığına işaret ediyor. Bunun sorumlusu olarak da, onu tahrik edemediği düşünülen kadın gösteriliyor. Ülkemizde çok yaygın olan bu yanlış inanç yüzünden, eşleri ereksiyon sorunu yaşayan kadınlar, öncelikle kendilerini sorumlu tutuyor. Erkeğin ereksiyon sorunu devam ettikçe de, kadında bir süre sonra takıntı oluşmaya başlıyor. Öyle ki, kadın önsevişme öncesinde bile 'Sertleşme olacak mı, olmayacak mı?', 'Onu tahrik edecek miyim, edemeyecek miyim?' kaygısını duymaya başlıyor. Sürekli bu kaygıyla yaşayan kadında da bir süre sonra cinsel isteksizlik ve işlev bozukluğu gibi sorunlar oluşmaya başlıyor.

    Kıyaslanma korkusu

    Artık kadınların da cinsellikte her şeyi erkekten bekleyip, pasif bir tutum takınmaları devri geride kaldı; özellikle de genç kuşaklarda. Günümüzün erkekleri, cinsel yaşamda artık daha aktif ve katılımcı bir kadınla birlikte olmayı tercih ediyor. Bu beklenti aslında sadece erkeklerde değil, aynı zaman kadınlarda da çok sık görülmeye başlandı. İste, bu beklentilerin yayılmasıyla birlikte performans anksiyetesi de daha sık ortaya çıkıyor. Çünkü günümüzün modern kadını, ön sevişmeden tutun da oral sekse, eşin ereksiyonundan boşalmasına kadar her aşamada 'mutlu' ve 'uyumlu' bir cinselliğin yaşanmasında kendilerinin de sorumlu olduklarının bilincinde. Öyle ki, 'Tartışmamızın nedeni, cinsel yaşantımızda bir sorun oluştuğuna mı işaret ediyor?" diye düşünmeye başlayan kadınların sayısı da hızla artıyor. Cinsel yaşama daha aktif giren kadın, zevk almaya başlayınca da, doyuma ulaşması gerektiğinin bilincine varıyor ve doğal olarak erkeklerden daha fazla performans bekliyor. Günümüzde çok eşliliğin ve günlük ilişkilerin artması da, beraberinde kıyaslanma korkusunu getiriyor. Çünkü insanlar artık tek eşlilikten uzaklaşmaya başladıkları için, birlikte oldukları partnerlerini diğerleriyle kıyaslamaya başlıyor.

    Kaygısız bir cinsel yaşam için...

    Performans anksiyetesi nedeniyle cinsel terapi merkezine başvuran çiftler olmasa da, cinsel işlev bozukluklarının ardında bazen bu sorun ilk sırada yer alıyor. Doç. Dr. Cem İncesu, cinsel işlev bozukluğuyla başvuran çiftlerde performans anksiyetesi tespit ettiklerinde, bu soruna yönelik tedavi uyguladıklarını belirtiyor. Bu sorun karşısında öncelikle "performans anksiyetesini" çözmeye yönelik ev ödevleri ve egzersizler veriliyor. Çünkü, sorun çözülmedikçe, çiftin asıl başvurma nedeni olan 'erektil disfonksiyon' ya da 'orgazm bozukluğu' gibi şikayetler ortadan kalkmıyor. Performans anksiyetesi bir çeşit 'takıntı' olduğu için tedavisi uzun uğraş ve zaman gerektirebiliyor. Tedavide, psikoterapiden çok, 'ev ödevleri' ve 'egzersizler' daha ön plana çıkıyor. Çünkü kişi bunu takıntı haline getirdiği için siz ne söylerseniz söyleyin, deneyimlerine odaklanmış oluyor. Dolayısıyla, tedavide temel prensip, kişiye takıntılarının tersi olan deneyimlerin yaşatılması. Örneğin, erektil disfonksiyon sorunu yasayan erkeklerin en büyük korkularından biri, cinsel birleşme sırasında ereksiyonlarını kaybetmeleri. İşte, bu noktada çiftlere cinsel birleşmeye girmeleri yasaklanarak, sadece ilişkiden zevk almaları isteniyor. Bunun sonucunda erkek cinsel birleşmeye değil, sadece zevke odaklandığı için ereksiyon sorunu ortadan kalkıyor. Böylesi bir paradoks yaşatmak, cinsel işlev bozukluklarında çok güçlü bir etki yaratıyor.

  8. #118
    ReLaKsT - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    10 Eylül 2006
    Yer
    Uzaklardan
    Yaş
    37
    Mesajlar
    424
    Tecrübe Puanı
    22

    Standart --->: :::::::...Sağlık makaleleri...:::::::

    Uyumlu cinsellik

    Zaman ne kadar hızlı ilerlese ve modern anlayış yerleşse de kulaktan kulağa yayılan bazı bilgiler varlığını hala koruyor. Ancak çoğu yanlış bilgiden başka bir şey ifade etmeyen bu hurafeler, cinselliğe dair olursa, bakın nasıl hatalar yapılıyor?
    "Limon yedi, kızlık zarı esnek kaldı", "Oral seks hamile bırakır", "Mastürbasyon, erkeklerde güç kaybına ve kısırlığa neden olur, kadınların da bakireliğini bozar", "Cinsel ilişkiden alınan zevk, penisin boyutuyla doğru orantılıdır" vb... Ne mutlu ki, günümüzün modern kadını, bu inanışların ne denli yanlış olduğunun artık bilincinde! Öyle ya, kim oral seks yaparken hamile kaldı?! Ya da kim sevgi dolu sözcükler ve duygu yüklü dokunuşlarla zirveyle tanışırken partnerinin penis boyutunu sorun yaptı?! Veya düzenli olarak mastürbasyon yaptığı için kısır kalan bir erkek tanıyor musunuz? Tabii ki, hayır!
    Yıllarca doğruluğuna inandığımız pek çok düşüncenin aslında hurafeden başka bir şey olmadığını hepimiz gayet iyi biliyoruz. Ancak cinsel yaşantımızla ilgili bazı soruların yanıtlarını hala bulamadık. Örneğin; erkeklerin aldatma nedeni 'genleri' mi, yoksa bu, çapkınların uydurduğu bir bahane mi? Peki, ya mastürbasyon ve erotik fantezilerin ardında yatan gerçek nedir? Artık partnerimizi sevmediğimizin bir göstergesi olabilir mi? Biz de, bu yazımızda size, cinsel yaşam üzerine söylenen 6 yanlışı ortaya çıkarmak ve doğrularını tüm çıplaklığıyla gözönüne sermek için yatak odasını büyüteç altına aldık!

    YANLIŞ 1

    Kadınlar genetik olarak sadakate, erkekler ise aldatmaya programlanmıştır. Bu cümle, tüm Kazanovaların bir bahanesi mi, yoksa biyolojik bir gerçek mi? Pek çok bilim adamı, aldatmanın kalıtımsal olabileceği olasılığı üzerinde duruyor! Bu görüşü benimseyen uzmanların teorisine göre, erkekler için önemli olan 'nicelik'! Yani erkekler, soylarının devam etmesini sağlamak amacıyla içgüdüsel olarak mümkün olduğunca çok kadını hamile bırakmak istiyor. Kadınlar ise tam aksine, cinsel yaşamlarında 'niteliği' ön planda tutuyor! Onlar, özenle çocuklarına baba olabilecek en iyi genetik materyali bulmak için cinselliği yaşıyor. Dolayısıyla erkekler, biyolojik çağrılarına uyarak çok sayıda kadınla ilişkiye girerken, kadınlar ise monogomide ısrar ediyor. Aile terapisti Terry Burnham, "Genlerimiz" adlı kitabında, bu görüşün neden doğru olmadığını şöyle açıklıyor: 'Biz, çocuğumuzun sorumluluğunu alabilmek için biyolojik olarak uzun süre tek bir partnerle yaşamaya programlandık. Ama monogaminin genetik olarak kodlanmış olması, ne kadınlar ne de erkekler için geçerli olabilir! Zaten son zamanlarda yapılan araştırmalar da bu görüşü destekliyor. Öyle ki, araştırmalara göre; kadınların yüzde 42'si yaşamlarının bir döneminde eşlerini aldatmışlar! Erkeklerin yüzde 46'sının sadakatsiz olduğunu düşünecek olursak, kadınların da aldatmaya meyilli olduğu apaçık ortada!' Tabii bu rakamlar, yabancı ülkelerdeki kadınlar için geçerli! Ancak uzmanlarımıza göre, ülkemizde eşlerini aldatan kadınların sayısı da gün geçtikçe artıyor. O halde, kadınların monogomiyi benimsediği nereden çıktı? Yanıtı, çok basit! Kadınlar, yüzyıllar boyunca cinsel arzularını hep gizlemek zorunda kaldı. Bunun en önemli nedeni de toplum baskısıydı. Bir başka neden de kadınların, ekonomik olarak erkeklere bağımlı olmaları ve evlilik dışı bir ilişkiden hamile kalma korkularıydı. Ancak günümüzün modern kadını, ekonomik özgürlüğünü eline aldı, doğum kontrol yöntemleri konusunda aydınlandı ve toplum için değil, öncelikle kendisi için yaşamanın gerekli olduğunun farkına vardı! Dolayısıyla cinselliğini de korkusuzca yaşamaya başladı!

    DOĞRU 1

    Sadakatsizliğin genlerle pek ilgisi yok aslında. Aldatmanın en önemli nedeni, hiç kuşkusuz, yeni bir maceraya doğru yol almak; heyecan, korku ve tutkunun cazibesine kapılmak. Günümüzün kadınları da artık ilişkilerinde yolunda gitmeyen bir şeyler olduğunda, erkekler kadar olmasa da macera peşinde koşabiliyor!

    YANLIŞ 2

    Mastürbasyon yapan, eşinden hoşnutsuzdur.
    Yatakta tek başına... İşte, konuşulması adeta tabu olan bir konu! Öyle ya, kim mastürbasyon yaptığını çevresiyle paylaşabilir ki! Peki, ya partnerimizin zaman zaman yatakta tek başına cinselliği yaşadığını fark ettiğimizde? İşte o an beynimizi bir kurt kemirmeye başlıyor adeta! "Artık beni çekici bulmuyor mu?","Başka bir kadın mı var?" düşüncesi, hemen paniğe kapılmamıza neden olur! Oysa korkmaya hiç gerek yok! Çünkü mastürbasyon, partneriniz için aslında bir gevşeme yönteminden başka bir şey değil. Yapılan araştırmalar, erkeklerin yüzde 92'sinin ve kadınların yüzde 60'ının yaşamlarının bir döneminde en az bir kez mastürbasyon yaptıklarını ortaya koyuyor. Peki, tek başına seks yapmak neden daha cazip gelebiliyor? Şöyle açıklanabilir... Nihayet kendinizle ve fantezilerinizle başbaşa kalabildiniz. Partnerinizin ihtiyaçlarını düşünmeden, onun tepkilerine konsantre olmadan, özgürce, istediğiniz gibi hareket edebilirsiniz! Araştırma sonuçlarına göre, kadınların yüzde 83'ü mastürbasyonla orgazma ulaşıyor. Bunun aksine, partneriyle cinsel ilişkiye giren kadınların zirveye ulaşma oranı ise sadece yüzde 29. Eee, hal böyle olunca da zaman zaman tek kişilik heyecanı yaşamanın ne zararı olabilir ki! Üstelik kendini tatmin etmek, cinsel açlığa işaret etmiyor; hatta yatakta her şeyin yolunda gittiğini kanıtlıyor! Nitekim seksologlar, düzenli bir cinsel yaşamın libidoyu kışkırtarak cinsel isteği arttırdığı görüşünde.

    DOĞRU 2

    Ara sıra yaşanan 'tek kişilik heyecan' sizi korkutmasın. Üstelik mastürbasyon yaparken edindiğiniz tecrübeler ve fantezilerinizden ikili ilişkilerinizde de yararlanabilirsiniz. Cinsel yaşantınıza daha fazla heyecan katmak fena mı olur?

    YANLIŞ 3

    Başkalarıyla erotik fantezi kuran, partnerine aşık değildir
    Kesinlikle doğru değil! Araştırmalara katılan pek çok erkek, Julia Roberts ile yatağa girmeyi hayal ettiklerini, kadınlar da aynı şekilde, düşlerinde Brad Pitt ile seviştiklerini belirtmiş. Hadi itiraf edelim, belki barda karşılaştığımız karizmatik bir genç, belki de evimize servis getiren güleç yüzlü pizzacı... Hangimiz düşüncelerimizde kaçamak yapmadık ki? Bu, eşimizin artık bize yetmediğinin bir işareti olabilir mi? Olağan durumlarda tabii ki hayır! Fantezi kurmak, düşüncelerimizde çeşitli rollere girmemizi ve pratikte yapamadıklarımızı teorik olarak uygulayabilmemizi sağlar. Ara sıra zihinde yaşanan kaçamaklar ise hem kendinizin hem de partnerinizin cinsel arzusunu kamçılayabilmeniz için en iyi metot aslında. Ancak bu bir süre sonra zorunluluğa dönüşmemeli! Eğer iş yerindeki arkadaşınızı düşünmeden partnerinizle sevişemiyorsanız, o zaman durum değişir! Bu, cinsel yaşantınızda ciddi bir sorunla karşı karşıya kaldığınızın bir işareti olabilir.
    Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/showthread.php?p=2222

    DOĞRU 3

    Heyecan dolu fanteziler, cinsel birlikteliğinizin daha tutkulu yaşanmasını sağlıyor. Rutinleşen cinsel yaşantınız yeniden renkli ve uyumlu bir birlikteliğe dönüşüyor.

    YANLIŞ 4

    Aldatmak ilişkinin sonudur!
    Gözyaşları, bağrışmalar, isyan ve kin... Ama ilişkiye nokta koymak için gerçekten yeterli bir neden mi sizce? Üstelik aldatmanın aslında doğamızda var olduğunu biliyorken... Bazen yasakların ne kadar çekici geldiğinin farkındayken... Nedeni ne olursa olsun, aldatmak kabullenilmesi zor bir durum! Ama bunu büyük bir drama dönüştürmenin gereği var mı? Çevrenizde, bu sorunu aşarak yeniden tek bir kalp ve tek bir ruh olmayı başaran pek çok çift var. Peki, bunu başarmanın formülü ne olabilir? Eğer ilişkiniz her konuda iyi gidiyorsa, aldatmayı, anlık olarak gelişen yanlış bir adım olarak değerlendirebilirsiniz. İyi giden bir ilişkide, bu istenmeyen durum, problemlerin aşılmasını sağlayabilir. Bu yüzden karşılıklı konuşmayı deneyin ve ilişkinizi gözden geçirin. Aldatılan taraf sizseniz, aşmanız gereken büyük bir sorun var; o da partnerinize yeniden güven duymak! Eskisi gibi aynı değeri vermeyi başarır, kızgınlık ve acıyı yener, ona biraz olsun anlayış gösterirseniz, ayrılmanız için bir neden yok aslında. Ama ilişkinizde uzun zamandır sorun yaşıyorsanız, o zaman sevinin; çünkü nihayet ayrılmak için bir nedeniniz var demektir!

    DOĞRU 4

    Yıpratıcı da olsa, aldatılmak herkesin başına gelebilir. Ancak eşiniz sizi sık sık aldatıyorsa, onu affederek boşuna kürek çekiyorsunuz. Siz en iyisi, biraz cesaret ve biraz da kararlı adımlarla yeni bir yola doğru yelken açın!

    YANLIŞ 5

    Partnerinizi seviyorsanız, yatakta ne istediğini bilirsiniz!
    Kesinlikle doğru; ancak gerçek yaşamda değil, filmlerde! Herkes filmlerdeki kadar uyumlu ve eğlenceli bir cinsel ilişki yaşamak istiyor. Yakışıklı bir erkek, güzel bir kadına aşık oluyor ya da tam tersi. Bu ikili yatakta olduğu sürece izlediğimiz tek şey, bulutların üzerinde uçan ikili. Üstelik de hiç konuşmadan! Peki, ya gerçek yaşamda cinsel birliktelik aynı uyum ve keyifle mi yaşanıyor? Durum, hiç de filmlerdeki gibi değil ne yazık ki! Kelimelerin yer almadığı cinsel yaşam, insanı genellikle bulutların üzerinde filan uçurmuyor! Çünkü sevgi, partnerinizin neyi sevdiğini, nelerden nefret ettiğini bilmenize yeterli gelmiyor. Cinsel ilişki sırasında birbirinizle konuşmayı deneyin. Böylece kelimelerin gücüyle partnerinize pek çok şey öğretebilirsiniz. Oysa yatakta adeta sessiz film oynayan ikili, zevkin doruğuna ulaşmaktan mahrum kalma riskiyle karşı karşıya kalabilir!

    DOĞRU 5

    Çoğumuz yatakta kelimelerin gücünün farkında değiliz maalesef! Siz siz olun, uyumlu bir cinsel ilişki için kendinize engeller koymadan, sıkılmadan, ona nelerden hoşlandığınızı açıkça ifade edin. Kullandığınız kelimeler ve ses tonunuzun partneriz üzerinde adeta afrodizyak etkisi yaratacağını da unutmayın!

    YANLIŞ 6

    Erkek sevişmiyorsa, alarm sinyalleri çalıyor demektir!
    "Beni rahat bırak, başım ağrıyor" Partnerinizin dudaklarından süzülen bu kelimeler, alarm sinyalleri veriyor! Onun bu isteksizliğinin altında mutlaka ciddi bir problem yatmalı. Çünkü size göre, yatakta sadece kadınların başı ağrır, erkeklerin değil! Ona, seksoloğa gitmeyi teklif etmeden önce biraz düşünün! Çünkü büyük bir olasılıkla terapiler hoşuna gitmeyecektir. Ayrıca sadece sizin değil, partenirinizin de aklını pek çok şeyin meşgul edebileceğini düşünün. Evet, siz yoğun iş temposu, alışveriş, ev işlerinin sorumluluğu derken aklınızı pek çok şeye birden vermek zorunda kalıyor olabilirsiniz. Peki, ya partneriniz? O da iş projeleri, maddi endişeler ya da arkadaşıyla yaşanan sorunlar altında eziliyor olabilir! Bu durumda, doğal olarak cinsel yaşam, onun hayatında ilk sıralarda yer almayabilir. Ama bu, sizin cinsel çekim gücünüzün azaldığı anlamına gelmez! Yapılan araştırmalar da erkeklerin zaman zaman cinsel soğukluk yaşayabileceğini destekliyor zaten. Öyle ki, araştırmalara göre erkeklerin yüzde 22'si ara sıra cinsel ilişkiye karşı isteksizlik duyuyormuş. Partneriniz yatakta buz kesildiğinde ne yapmanız gerektiğine gelince... Güzel bir masaj, mum ışığında bir akşam yemeği, evde birlikte izlenen bir komedi filmi, partnerinizi biraz olsun rahatlatacaktır. Mumlar, tütsüler ve kırmızı şarap eşliğinde yapılan köpüklü banyo keyfi de eşinizde adeta afrodizyak etkisi yaratacaktır. Deneyin, pişman olamayacaksınız! Ancak, tüm çabalarınıza rağmen cinsel yaşama olan isteksizliği hala devam ediyorsa, en sevdiği iç çamaşırlarınıza bile sırtını dönüyorsa, o zaman durum ciddi demektir!

    DOĞRU 6

    Hepimiz zaman zaman çeşitli sorunlar altında eziliyor, cinsel soğukluk yaşayabiliyoruz. Dolayısıyla partneriniz de içinde bulunduğu sıkıntılı durumu bazen yatak odasına taşıyabilir. Ancak artık televizyon karşısından ayrılmıyor ve yatağa girer girmez size sırtını dönmeye başlıyorsa, bir uzman yardımı almayı düşünün.

  9. #119
    ReLaKsT - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    10 Eylül 2006
    Yer
    Uzaklardan
    Yaş
    37
    Mesajlar
    424
    Tecrübe Puanı
    22

    Standart --->: :::::::...Sağlık makaleleri...:::::::

    'Güneş çarpması' öldürüyor

    --------------------------------------------------------------------------------

    37 dereceye kadar normal olan vücut ısısı, çok sıcak havalarda ve rutubetin arttığı durumlarda 40-41 dereceye kadar yükselebiliyor. Bu durum hücrelerde özellikle de beyin hücrelerinde tahribat yapıyor. Aşırı sıcağa maruz kalan bir kişinin, beynindeki ısı ayarlama merkezinin fonksiyonu bozuluyor ve 'güneş çarpması' denilen ciddi sağlık sorunu ortaya çıkıyor. Bu sebeple, sıcak çarpması belirtilerine karşı uyanık olunması ve alınan tedbirlerle hasta düzelmezse doktora haber verilmesi, büyük hayati önem taşıyor.


    Uzmanların belirttiğine göre, ilerlemiş sıcak çarpması çok tehlikeli olup tedavi edilse bile hastaların yüzde 20'si ölüyor. İyileşenlerin ise sinir sisteminde kalıcı hasarlar oluşabiliyor, denge ve koordinasyonlarının normale dönmesi aylar alıyor. İlk belirtiler görüldüğünde teşhis konur ve şuur kaybından önce tedaviye başlanırsa iyileşme şansı oldukça yüksek.


    Sıcak çarpmasının ilk belirtilerini, 'Çok yüksek ateş (40-41 derece), terleyememe, komaya kadar giden sinir sistemi bozuklukları, halsizlik, baş ağrısı, baş dönmesi, kusma-bulantı, nabız hızlanması ve cildin kuruması' olarak sıralayan uzmanlar, 'Algılama ve koordinasyon yeteneğinin azalması, görme netliğinin bozulması, göz çukurlarının belirginleşmesi ve bilincin kaybolması' gibi ileri belirtiler ortaya çıkar çıkmaz derhal doktor çağırılması gerektiğini kaydediyor.


    Uzmanlar, böyle bir vakayla karşılaşıldığında, hastanın hemen serin ve hava akımı olan bir yere alınması gerektiğini ifade ederek, "Sıkı giysileri gevşetilmeli. Hastanın solunumu kontrol edilmeli (Gerekirse hava yolu açılıp suni solunuma başlanmalı). Hasta su veya vantilatörle soğutulmaya çalışılmalı. Ateşi 39 dereceye düşünceye kadar soğutma işlemine devam edilmeli. Acil olarak hastaneye götürülmelidir" önerisinde bulunuyor.


    Mecburiyet olmadıkça, güneş sıcaklığının en belirgin olduğu 11.00-15.00 saatleri arasında dışarıya çıkılmaması gerektiğini vurgulayan uzmanlar, özellikle çocuklar, yaşlılar, kalp ve şeker gibi kronik hastalığı olanların buna özellikle dikkat etmeleri gerektiğini bildiriyor.


    Uzmanlar, aşırı sıcaklarda bol sıvı ve mineral içeren içecekler tüketilmesi gerektiğini belirterek, "Kalp hastalığı veya hipertansiyonu olup tuzsuz diyet alan kişiler dışında gıdalarla tuz alımı arttırılmalıdır. Tuz kısıtlaması olanlar ise sıvı ve tuz kaybı yönünden çok dikkatli olmalıdır. (Susamamış olsanız bile sık sık su için çünkü susamak vücudunuzun su ihtiyacını belirten güvenli bir işaret değildir.) Alkollü içecekler kullanmayın. Hafif yemekler, sulu yiyecekler (meyve, salata, çorba vb.) yenmeli. Yağlı ağır yemeklerden ve tıka basa yemekten kaçınılmalı" diyorlar.


    İnce, açık renk ve bol giysiler giyilmesi gereğine de işaret eden uzmanlar, "Giysiniz güneş ışığının sizi yakmasını önlesin ama terletip su kaybettirmesin. Geniş kenarlı şapka giyin, yüzünüz doğrudan güneş altında kalmasın. Sık sık duş yapıp serinlemeye çalışın. Dışarıda aktif olarak çalışması gerekenlerin mümkün oldukça güneş altında korunmasız kalmamaya, ağır eforlardan kaçınmaya ve sık sık, bol bol sıvı tuzlu gıdalar almaya daha çok dikkat etmeleri gerekir" ifadesini kullanıyor.

  10. #120
    ReLaKsT - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    10 Eylül 2006
    Yer
    Uzaklardan
    Yaş
    37
    Mesajlar
    424
    Tecrübe Puanı
    22

    Standart --->: :::::::...Sağlık makaleleri...:::::::

    Dalmak' için nelere dikkat etmeli?

    --------------------------------------------------------------------------------

    Dalgıçlık, günümüzde 'dalma donanımı' ve bir ekiple yapılan gözde bir spor ve hatta bir meslek oldu. Ancak dalgıçlık dikkat edilmezse tehlikeli bir spor olabilir.

    Denizlerin derinlikleri yüzyıllardan beri insanların ilgisini çekmiştir. Geçmişte daha çok nefes tutularak yapılan dalgıçlık, günümüzde 'dalma donanımı' ve bir ekiple yapılan gözde bir spor ve hatta bir meslek olmuştur.

    İnsanlar hiç bir alet kullanmadan 20-40 metre derine dalabilmektedirler, ancak 30 metreden daha fazla derine inme ciddi tehlikeler de beraberinde getirir. Nefes almayı, görmeyi sağlayan ve vücut ısısının düşmesini önleyen dalma donanımı ile çok daha derinlere inmek mümkündür, ama bu dalışların ölüme kadar gidebilen çok ciddi tehlikeleri olduğu unutulmamalıdır.

    Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet Rasim küçükusta, son yıllarda giderek daha çok insan tarafından yaygın olarak yapılan bir uğraş haline gelen dalgıçlık, dalma ile ilgili sağlık problemleri ve kazaların da armasına yol açtığına dikkat çekiyor.

    Bunların çoğu, dalgıçlık konusunda yeterli bilgi ve deneyime sahip olmayan acemi kişilerde görüldüğünü ifade eden Küçükusta, "İyi eğitim almış tecrübeli dalgıçlarda da zaman zaman çeşitli problemler ortaya çıkabilmektedir" dedi.

    Dalmaya bağlı sağlık sorunlarının çoğu panik, yorgunluk, alkollü olarak dalma ve dalma donanımının yetersizliğinden kaynaklanır.

    Dalmaya bağlı sağlık sorunlarını 5 başlık altında toplayabiliriz:

    -Mekanik hasarlar

    -Azot narkozu

    -Akciğer yırtılması

    -Hava embolisi

    -Dekompresyon hastalığı

    MEKANİK HASARLAR
    Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/showthread.php?p=2226

    Derine inildikçe çevre basıncı artar ve bu basınç değişikliği vücut dokuları ve sıvılarına da yansır. Üst solunum yolları infeksiyonu, sinüzit ve orta kulak iltihabı olanlarda, hava içeren kulak ve sinüs boşluklarında negatif basınç gelişerek burada kan ve sıvı toplanmasına neden olur. Şiddetli ağrıya neden olan bu durum, deneyimsiz bir dalgıçta şaşkınlık ve paniğe neden olur.Bundan dolayı, kulak hastalıkları ve sinüzüti olanlar bu rahatsızlıklarını tedavi ettirmeden asla dalmamalıdırlar.

    Dış kulak yolundaki hava sıkıştıkça, soğuk su kulak yoluna girerek kulak zarını etkiler ve baş dönmesine neden olur.

    Orta kulaktaki havanın sıkışması durumunda ise, kulak zarı içeri doğru çöker, ağrı, işitme kaybı ve huzursuzluğa yol açar. Bu şikayetler, kapalı gırtlağa karşı nefes verme çabası (ıkınır gibi yaparak) ile düzeltilebilir.

    Dalgıçlarda en sık rastlanan tablo orta kulak baro-travmasıdır. Belirtileri, basınç hissi, giderek artan işitme kaybı ve baş dönmesidir. Kulak zarı birden yırtılabilir ki, o zaman da ağrı tamamen geçer.

    Her iki kulaktaki basınç artışlarının farklı olması ise, bulantı, kusma ve şaşkınlık haline neden olur. Bu durum, suyun akciğerlere kaçması ve boğulmaya kadar gidebilir.

    AZOT NARKOZU

    Derinlere indikçe akciğerlerdeki azot gazı basıncı artar ve azot akciğer damarlarına geçerek kanla tüm vücuda dağılır. Azot daha çok yağlı dokularda depolanır. Azot depolanan dokunun hacmi hafifçe artar. Bu artış sinir zarlarında olduğunda çok önemlidir, çünkü buradaki azot miktarı fazlalaştıkça sinir iletisi de bozulmaya başlar ve giderek de tamamen kesilir.

    Komprese edilmiş hava ile dalanlarda, sinir iletisindeki bozulma 20 metreden itibaren kendini gösterir ve 45 metrenin altında da tehlike başlar. Azot narkozu birkaç dakika içinde gelişir ve dalgıç tarafından her zaman farkedilmeyebilir.Dalan kişide sarhoşluk, dalgınlık, umursamazlık hali vardır ve giderek şuur kaybı gelişir.

    Böyle bir durum hissedildiği zaman, dalgıç hemen 45 metrenin üzerine getirilmeli ve hava yerine helyum-oksijen gazları karışımı solutulması gerekir. Böyle kişilerin doğrudan hemen su yüzeyine çıkarılması sakıncalıdır.

    AKCİĞER YIRTILMASI

    Dalmanın en ciddi ve en sık rastlanan zararlarından biridir ve birkaç metrelik derinliklerde bile meydana gelebilir. Daha çok, panikleyen ve hızla yukarı çıkarken nefeslerini tutan deneyimsiz dalgıçlarda rastlanan bir durumdur. Tüm deneyimli dalgıçlar, serbest çıkışlarda sürekli olarak nefes verirler.

    Akciğer yırtılmasının belirtileri öksürük, nefes darlığı ve solunum yollatı kanamsıdır. Ses kısıklığı, yutma güçlüğü, ensede veya göğüs kemiği arkasında dolgunluk da olabilir. Bu belirtiler, yukarı çıkarken veya su üstüne çıktıktan sonra da gelişebilir.

    Akciğer yırtılmasıyla ortaya çıkan hava akciğer zarları arasında birikebeileceği gibi (pnömotoraks), deri veya deri altı dokularda da toplanabilir (ciltaltı amfizemi).

    Tedavi, 2-3 gün sürekli oksijen verilmesidir. Akciğerlerdeki yırtık kendiliğinden tamir olur. Akciğer zarları arasındaki hava fazla ise, göğüs boşluğuna tüp takılması gerekir.

    HAVA EMBOLİSİ

    Zedlenen akciğerlerden çıkan hava, kan dolaşımına karışırsa, hava embolisi meydana gelir. Yetersiz eğitim, uygunsuz araç kullanımı, su altında gelişen ani durumlar veya dalma sırasında dalgıcın havayı korumak amacıyla soluğunu tutması sonucu oluşur.

    Hava embolisi oldukça hızlı gelişir ve beyin damarlarının hava kabarcıkları ile tıkanması sonucu çeşitli belirtiler oluşur: Sarhoşluk hali, el ve ayaklarda karncalanma ve uyuşukluk, kişilik değişiklikleri, konuşma bozuklukları, güçsüzlük ve felçler, kas kasılmaları, şuur kaybı. Böyle bir durumda kişi derhal sol tarafı üzerine baş aşağı gelecek şekilde yatırılır, kalça yukarı kaldırılır. Bu pozisyon, gaz kabarcıklarının beyine gitmesini güçleştirir. Aynı zamanda hemen oksijen de verilmelidir.

    DEKOMPRESYON HASTALIĞI

    Bu hastalık halk arasında vurgun adıyla bilinir. Dalan kişi su latında uzun süre kaldığında, vücudunda fazla miktarda azot çözünür. Bu kişi, aniden su yüzeyine çıkarsa, hücre içi veya hücre dışı vücut sıvılarında önemli miktarda azot kabarcıkları oluşur ve bunların miktarına göre vücudun hemen her yerinde hafif veya ağır zaralar ortaya çıkar.

    Dalgıç denizin derinliklerinde kaldığı sürece vücudun dışındaki basınç, çözünmüş gazları sıvı şekilde tutmaya yetecek bir şekilde bütün vücut dokularını sıkıştırır. Dalgıç aniden su yüzeyine çıkarsa, vücudun dışındaki basınç sadece 1 atmosfer olur ve bu sırada vücut sıvılarının içindeki basınç vücudun dışındaki basınçtan daha fazladır. Bu yüzden çözünmüş durumdaki gazlar kabarcık hailine gelirler.

    Vurgunun belirtileri, çıkıştan sonraki birkaç dakika ile birkaç saat içinde ortaya çıkar. Nadiren de belirtilerin görülmesi için 6 saatten fazla zaman geçmesi gerekir.

    Vurgunun belirtileri şunlardır: Deride kaşıntılı lekeler, kas ve eklemlerde şiddetli ağrılar, duyu bozuklukları ya da felçler, şiddetli yorgunluk, göğüste rahatsızlık, öksürük, nefes darlığı, şok ve şuur kaybıdır.

    Vurgunun tedavisi 'basınç odası' adı verilen özel bir odada yapılır. Dalgıç deniz dibinde çok derinde ve uzun süre kalmış ise, basınç odasında saatlerce kalması gerekir. Tedaviye belirtilerin görülmesinden sonraki ilk 6 saat içinde başlanmalıdır. Önce, 2.5-3 atmosfer basıncındaki oksijen 2-4 saat süreyle verilir ve daha sonra belirtiler giderilinceye kadar tedaviye devam edilir.

    Daldıktan sonraki 12 saat içinde uçağa binenlerde vurgun ihtimali çok yüksek olduğundan, dalgıçların 12 saat geçmeden uçağa binmeleri son derecede sakıncalıdır.

Sayfa 12/13 İlkİlk ... 210111213 SonSon

Benzer Konular

  1. Sağlık Göstergesi Dil
    By Mustafa Uyar in forum Sağlık
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 28.Ağustos.2007, 12:31
  2. sağlık ocağı
    By Kıvırcık in forum Komik Yazılar
    Cevaplar: 3
    Son Mesaj: 23.Kasım.2006, 11:50
  3. Oruçta sağlık var!
    By vergun in forum İslamın Şartları
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 24.Ekim.2006, 02:58
  4. Cildiniz & Sağlık
    By vergun in forum Kadınlar Kulübü
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 22.Ekim.2006, 06:23
  5. çocukla ilgili sağlık makaleleri aileler için
    By ReLaKsT in forum Anne - Baba ve Çocuk
    Cevaplar: 7
    Son Mesaj: 22.Ekim.2006, 05:57

Bu Konudaki Etiketler


Search Engine Optimization by vBSEO 3.6.0 PL2 ©2011, Crawlability, Inc.