--->: Türk Klasikleri Yazarları ve Şiirleri
YATTIĞIM KAYA
Bu akşam o kadar durgun ki sular
Gömül benim gibi kedere diyor.
İçimde maziden kalma duygular
Ağla geri gelmez günlere diyor.
Ey gönül, gidenden ümidini kes!
Kaçan bir hayale benziyor herkes,
Sanki kulağıma gaipten bir ses
Buluşmalar kaldı mahşere diyor.
Enginden engine koşarken rüzgâr,
Bende bir yolculuk heyecanı var...
Yattığım kayaya çarpan dalgalar
Çıkıver bir sonsuz sefere diyor.
--->: Türk Klasikleri Yazarları ve Şiirleri
YOLCULUK
Yolculuk, her zaman düşündüm onu;
İçimde bu azgın dâvet ne demek?
Oraya, nerdeyse güneşin sonu,
Uçmak, kayıp gitmek, kaçıp dönmemek.
Altımdan kaydırdı bir el minderi;
Herkes yatağında, ben ayaktayım.
Bir gece, rüyada gördüğüm yeri,
Gözlerim yumulu, aramaktayım.
Beni çağırmakta yabancı dostlar;
Bu dostlar ne güzel, dilsiz ve adsız.
Eski evde, şimdi bir başka ev var:
Avlusu karanlık, suları tadsız.
Her akşam, aynı yer, aynı saatta,
Güneşten eşyama düşen bir çubuk;
Yangın varmış gibi, yukarı katta,
Arkamdan gel diyor, sessiz ve çabuk!
Başım; artık onu taşımak ne zor!
Başım, günden güne kayıtsız bana.
Dalında bir yaprak gibi dönüyor,
Acı rüzgârların çektiği yana...
--->: Türk Klasikleri Yazarları ve Şiirleri
YUNUS EMRE
Kaç mevsim bekleyim daha kapında,
Ayağımda zincir, boynumda kement?
Beni de, piştiğin belâ kabında,
O kadar kaynat ki, buhara benzet!
Bekletme Yunus'um, bozuldu bağlar,
Düşüyor yapraklar, geçiyor çağlar;
Veriyor, ayrılık dolu semalar,
İçime bayıltan, acı bir lezzet.
Rüzgâra bir koku ver ki, hırkandan;
Geleyim, izine doğru arkandan;
Bırakmam, tutmuşum artık yakandan,
Medet ey dervişim, Yunus'um medet
--->: Türk Klasikleri Yazarları ve Şiirleri
ZEHİR*
Çocukken haftalar bana asırdı;
Derken saat oldu, derken saniye...
İlk düşünce, beni yokluk ısırdı:
Sonum yokluk olsa bu varlık niye?
Yokluk, sen de yoksun, bir var bir yoksun!
İnsanoğlu kendi varından yoksun...
Gelsin beni yokluk akrebi soksun!
Bir zehir ki, hayat özü fâniye...
--->: Türk Klasikleri Yazarları ve Şiirleri
ZİNDANDAN MEHMED'E MEKTUP
Zindan iki hece. Mehmed'im lâfta!
Baba katiliyle baban bir safta!
Bir de, geri adam, boynunda yafta...
Halimi düşünüp yanma Mehmed'im!
Kavuşmak mı?.. Belki... Daha ölmedim!
Avlu... Bir uzun yol... Tuğla döşeli,
Kırmızı tuğlalar altı köşeli.
Bu yol da tutuktur hapse düşeli...
Git ve gel... Yüz adım... Bin yıllık konak
Ne ayak dayanır buna, ne tırnak!
Bir âlem ki, gökler boru içinde!
Akıl, almazların zoru içinde.
Üstüste sorular soru içinde:
Düşün mü, konuş mu, sus mu, unut mu?
Buradan insan mı çıkar, tabut mu?
Bir idamlık Ali vardı, asıldı
Kaydını düştüler, mühür basıldı.
Geçti gitti, birkaç günlük fasıldı
Ondan kalan, boynu bükük ve sefil;
Bahçeye diktiği üç beş karanfil...
Müdür bey dert dinler, bugün "maruzât"!
Çatık kaş... Hükûmet dedikleri zat...
Beni Allah tutmuş, kim eder azat?
Anlamaz; yazısız, pulsuz dilekçem...
Anlamaz! ruhuma geçti bilekçem!
Saat beş dedi mi, bir yırtıcı zil;
Sayım var, maltada hizaya dizil!
Tek yekûn içinde yazıl ve çizil!
İnsanlar zindanda birer kemmiyet;
Urbalarla kemik, mintanlarla et.
Somurtuş ki bıçak, nâra ki tokat;
Zift dolu gözlerde karanlık kat kat...
Yalnız seccademin yönünde şefkat
Beni kimsecikler okşamaz mâdem;
Öp beni alnımdan, sen öp seccadem!
Çaycı, getir, ilâç kokulu çaydan!
Dakika düşelim, senelik paydan!
Zindanda dakika farksız aydan
Karıştır çayını zaman erisin;
Köpük köpük, duman duman erisin!
Peykeler, duvara mıhlı peykeler;
Duvarda, başlardan, yağlı lekeler,
Gömülmüş duvara, baş baş gölgeler...
Duvar, katil duvar, yolumu biçtin!
Kanla dolu sünger... Beynimi içtin!
Sükût... Kıvrım kıvrım uzaklık uzar;
Tek nokta seçemez dünyada nazar.
Yerinde mi acep, ölü ve mezar?
Yeryüzü boşaldı, habersiz miyiz?
Güneşe göç var da, kalan biz miyiz?
Ses demir, su demir ve ekmek demir...
İstersen demirde muhali kemir,
Ne gelir ki elden, kader bu, emir...
Garip pencerecik, küçük daracık;
Dünyaya kapalı, Allah'a açık
Dua, dua, eller karıncalanmış;
Yıldızlar avuçta, gök parçalanmış.
Gözyaşı bir tarla, hep yoncalanmış...
Bir soluk, bir tütsü, bir uçan buğu
İplik ki incecik, örer boşluğu
Ana rahmi zâhir, şu bizim koğuş;
Karanlığında nur, yeniden doğuş...
Sesler duymaktayım; Davran ve boğuş!
Sen bir devsin, yükü ağırdır devin!
Kalk ayağa, dimdik doğrul ve sevin!
Mehmed'im, sevinin, başlar yüksekte!
Ölsek de sevinin, eve dönsek de!
Sanma bu tekerlek kalır tümsekte!
Yarın elbet bizim, elbet bizimdir!
Gün doğmuş, gün batmış, ebed bizimdir
--->: Türk Klasikleri Yazarları ve Şiirleri
Faruk Nafiz Çamlıbel'in Hayatı (1898 - 1973)
İstanbul'da doğmuş (1898), ilk ve orta öğretimini Bakırköy Rüştiyesi ile Hadika-i Meşveret İdadisi'de tamamlamıştır. Daha sonra Tıp Fakültesi'ne girmiş, ancak tamamlamadan ayrılmıştır. Ati gazetesine girerek yazı işlerinde çalışmıştır. (1917 - 1918). Aynı gazetenin temsilcisi olarak Ankara'ya girmiştir (1922). Çamlıbel sonraki yıllarda Kayseri (1922 - 24), Ankara (1924) ve İstanbul'da (1932 - 1946), çeşitli okullarda edebiyat öğretmenliği yapmıştır.
Daha sonra politikaya atılan Çamlıbel DP'de İstanbul Milletvekili olarak parlamentoya girmiştir (1946). 27 Mayıs 1960 askerî müdahalesine kadar aralıksız milletvekilliği yapan Çamlıbel, müdahale sonunda öteki DP milletvekilleriyle birlikte tutuklanarak Yassıada'ya gönderilmiştir. 15 ay tutuklu kaldıktan sonra suçsuz görülerek serbest bırakılmış, sonraki yıllarını Arnavutköyü'ndeki evinde geçirmiştir. Faruk Nafız Çamlıbel, bir gezi sırasında Samsun vapurunda ölmüştür (8 Kasım 1973).
Yazarın Yaşamı
Çamlıbel, şiire daha 14 - 15 yıllarında iken başlamış, "Saat" adlı ilk şiiri de kendisinin söylediğine göre Çocuk Dünyası'nda çıkmıştır (1914). Ancak, araştırmacı Fevziye Abdullah Tansel, şairin okul kitaplarına girmiş olan bu şiirinin basılan ilk ürün olmadığını belirtmektedir. Tansel'in belirlemesine göre Çamlıbel'in "Eserlerimin Ruhu" adlı yayımlanan ilk şiiri Peyâm gazetesinin edebiyat ekinde (1913) çıkmıştır. Çamlıbel'in Celal Nuri (İleri)'nin çıkardığı Edebiyat-ı Umumiye dergisinde yayımlanan "Şarkın Sultanları" adlı şiiri, onun yazın çevrelerinde kendine yer açmasını sağlayan ilk ürünü olmuştur.
Henüz 20 yaşında olan Çamlıbel aruz vezniyle yazdığı bu dönem şiirlerini daha sonra İleri (1017 - 18), Yeni Mecmua (1918), Ümid (1919 -1921), Şair (1918 - 1919), Edebî Mecmua (1919), Büyük Mecmua (1919), Nedim (1919), Temâşâ (1920), Yarın (1921 - 22) gibi yayın organlarında yayımlamıştır.
İlk kitabı Şarkın Sultanları'dır (1918). Kurtuluş Savaşından önce yayımladığı öteki iki kitabı ise Dinle Neyden (1919) ile Gönülden Gönüle (1919)'dir.
Faruk Nafiz, manzum oyunlar, çocuk oyunları ve iki roman yazmıştır.
Yapıtları:
Şiir: Şarkın Sultanları (1918), Dinle Neyden (1919), Gönülden Gönüle (1919), Çoban Çeşmesi (1926), Suda Halkalar (1928), Bir Ömür Böyle Geçti (1932), Elimle Seçtiklerim (1935), Boğaziçi Şarkısı (1936 - S. Kaynak'la birlikte), Akar Su (1936), Tatlı Sert (1938 - Mizahi Şiirler), Akıncı Türküleri (1938), Heyecan ve Sükun (1959 - Seçmeler), Zindan Duvarları (1967).
Oyun: İlk Göz Ağrısı (1922 - adapte), Sevk-i Tabii (1925 - S. M. Alus'la birlikte adapte), Canavar (1926), Akın (1932), Özyurt (1932), Kahraman (1933), Ateş (1936), Ayşe'nin Doktoru (1949).
--->: Türk Klasikleri Yazarları ve Şiirleri
ALÇIDAN HEYKEL
Tanıştığım günden beri enginle
Bir taşın üstünde hayale daldım.
Bulacaksın koymuş gibi elinle,
Ben nerde doğmuşsam o yerde kaldım.
Kimi esti başucumdan yel gibi,
Kimi sızdı bir toprağa sel gibi...
Yalnız ben, alçıdan bir heykel gibi
Sonsuzluğu dinlemekten tat aldım.
Ses topladım, renk topladım derinden,
Geniş his ve hayal bahçelerinden...
Fakat artık en görünmez yerinden,
Yaralanmış bir kap gibi boşaldım.
--->: Türk Klasikleri Yazarları ve Şiirleri
ALİ
Namluya dayanır yola dalarsın
Duruşun bakışın yaman be Ali
Boşuna tetiği ne kurcalarsın
Var daha ateşe zaman be Ali
Yıllanmış bir çınar pusuluk yerin
Neredeyse gelecek beklediklerin
Var iki atımlık canı kederin
Desene işleri duman be Ali
O'nu sen büyütte söğüt boyunca
Kendini ellere versin o gonca
Sözüne kanmadın bunu duyunca
Gönlündü gözünü yuman be Ali
Geldiler beklenen çiftler ormana
Duruyor iki genç ne hoş yanyana
Bir kurşun kadına bir de çobana
Çınlasın yıllarca orman be Ali
Görünce uzanmış yar kucağına
Boynunu dolamış zülfü bağına
Kurşunu kahpeye atacağına
Kendine çevirdin aman be Ali
--->: Türk Klasikleri Yazarları ve Şiirleri
ALLAHAISMARLADIK
Elimi beş yerinden dağladı beş parmağın,
Bağrımda da yanmadık bir yer bırakmadan git...
Bir yarın göçtüğünü,çöktüğünü bir dağın
Görmemek istiyorsan ardına bakmadan git!
Yavrusunun yoluna dalan bir dul bakışı
Andırıyor ışıksız evinde pencereler.
Biraz yeşermek için beklesin artık kışı
Çağlayansız yamaçlar,suyu dinmiş dereler.
Bir sarı yaprak gibi düştü gönlüm yoluna,
Buğulu gözlerimden geçmediğin gün olmaz:
Benim kadar titremez hiç bir yiğit oğluna,
Hiç bir ana kızına bu kadar düşkün olmaz.
Bin fersahtan duyarım kimle gülüştüğünü,
Alnından öz kardeşim öpse ben irkilirim.
Değil yalnız ardına kimlerin düştüğünü,
Kimlerin rüyasına girdiğini bilirim.
Gözlerimi gün gibi kamaştıran yüzünü
Daha candan görürüm senden uzaklaşınca.
Sararırsın dönüşte görünce öksüzünü:
Bir gelinlik kız olur aşkım senin yaşınca.
Elimi beş yerinden dağladı beş parmağın,
Bağrımda da yanmadık bir yer bırakmadan git.
Bir yarın göçtüğünü,çöktüğünü bir dağın
Görmemek istiyorsan ardına bakmadan git!
--->: Türk Klasikleri Yazarları ve Şiirleri
ARDINDA
Yaktı yanardağ gibi can yurdunu son bakış,
Ve gönlüm koşmaz oldu maceralar ardında.
Önünde dün beyazlar giyinirken karakış
Bugün sensiz kalan yaz kara bağlar ardında.
Siyah kanatlarını batıya açtı kuşlar,
Benden sana haberdir bu çığlıklı uçuşlar.
Dereler ardın sıra akmağa koyulmuşlar,
Arıyor batan güneş seni dağlar ardında.
Gezdirir rüzgar gibi üstünde yamaçların,
Boynuma çifte zincir çift örgülü şaçların.
Ateşimden yanarken dalları ağaçların,
Gözlerimin sel gibi yaşı çağlar ardında.