1) Sanayi siyaseti: ülkeleri sanayi ülkeler kılma temeline kurulmalıdır. Bunun için
tek yol takip edilir. O da, ilk önce mekanik parçalar sanatı icat etmektir. Mekanik
parçalardan sonra diğer sanatlar icat edilir. Yani her şeyden önce mekanik parçalar
yapan fabrikalar kurmak gerekir. Ondan sonra bu mekanik parçalar alınarak diğer
fabrikalar yapılır. Ülkeleri, sanayi ülkeler kapasitesine getirmek için ilk önce
mekanik parçalar sanatından başlamanın dışında başka hiç bir yol takip edilmez.
Kurulacak herhangi bir fabrika, ülkede yapılan mekanik parçalara dayalı olmalıdır.
Fakat mekanik parçalar sanatının kurulmasının uzun zamana ihtiyacı vardır, bu yüzden
ilk önce esasî ihtiyaçlardan işe başlamamız gerekir denirse, deriz ki, böyle
söylemek veya düşünmek saçmalıktır, aldatmacadır, mekanik parçalar sanatına engel
olmak ve ülkeyi tüketim mallarına yönlendirmek amacıyla söylenmiş sözlerdir veya
düşüncelerdir. Böyle düşüncelerin veya sözlerin arkasında yatan gerçek, İslâmi
ülkeleri Batı’nın ve Doğu’nun pazarı olarak devam etmelerini
sağlamaktır. Ayrıca yine mekanik parçalar sanatı, mühendisler, işçiler ve
sanatkârlar v.s gibi sanayi ortamın icat edilmesine muhtaçtırlar sözü de mugalâtadır
ve saptırmadır. Sanayi devletlerin fazlalık mühendisleri ve sanatkârları vardır.
Derhal onlardan yüzlercesini getirmek, hatta yüzlerce Müslüman çocuklarını, ağır
mühendislik sanatını öğrenmeleri amacıyla oralara göndermek çok kolay ve imkân
dâhilindedir. Bunun da ötesinde bugün mühendislik ve teknoloji alanlarında binlerce
Müslümanların çocuklarının Batı’ya veya Amerika’ya göç ettiklerine şahit
olmaktayız. Onları göç etmeye sevk eden hususların başında devletlerin takip etmiş
olduğu siyaset ve hizmet edecekleri istihdam alanlarının olmamasıdır.
Öyleyse sadece tüketim mallarına yönelmek doğru değildir. Bu yönde bir adım atmak
ümmetin sürekli sömürülmesi için atılmış bir adım sayılır. O halde meseleyi, mekanik
parçalar sanatı icat etmeye münhasır kılmalıdır. Belirlenmiş iktisat siyasetini
gerçekleştirmek ülkeyi, ancak sanayi ülke kılmakla mümkündür. Başka değil. İşte bu
yüzden, meseleye ilk önce mekanik parçalar sanatından başlanmalıdır. Başlangıç,
sanayi devrimle ve inkılabî bir şekilde olmalıdır. Yoksa sanayi de mesafe kat etmek
veya seyrimizle alakası olmayan hayali merhaleler şeklinde çizilen planları tedricî
veya bekleme yoluyla uygulamakla değil. Bu yolu takip etmek, sanayi devrim yapmamıza
engeldir.
Şuanda Müslümanlarda sahip oldukları tüketim mallarına gelince; geliştirilmelerine
ve bulundukları hal üzere devam ederler. Daha büyük mesafe kat etmek amacıyla
adımlar atılmaz ve mevcut olanların dışında yenileri inşa edilmez. Var olanlarla
yetinmek ve hemen köklü bir şekilde yol değiştirilerek, mekanik parçalar sanatı inşa
etmeye yönelinir. Bunun yanında İslam’daki iktisat siyaseti gereği ithalat
kapısı da açık bırakılır ki, ürettiğimiz mekanik parçaları satma olanağımız olsun.
Hatta iktisat siyaseti sanatı, demir v.s ihraç etmek gibi hususların devletin
mülkiyetinde olmasını zorunlu kılar. Çünkü devlet, bu maddeleri ihraç etmek için
fabrikalar satın almaz. Çünkü bu husus, onu, mekanik parçalar fabrikası kurmaktan
alı kor ve sanayi devrimine mani olur. Aksine devlet, ilk önce mekanik parçalar
fabrikası kurmak için hammadde satın alır, sonra petrol, demir v.s ihraç edecek
fabrikalar kurar. Bunun yanında mekanik parçalar kurmak için ülkedeki mevcut
fabrikalar genişletilmeksizin olduğu gibi bırakılırlar.
2) Projeler sübvanse etmek: Şüphesiz, İslam’daki iktisat siyaseti devletin ve
fertlerin yükleneceği projeleri sınırlandırmıştır... Ziraat siyaseti, özel sektör
alanındadır ve fertler yüklenirler. Üretim projeleri değil de, medeni projeler inşa
etmek ve ziraatçıların hibe ettiği yardımlar hariç ziraat siyasetinde kamu sektörüne
yer yoktur. Sanayi siyasetindeki kamu sektörü boyutu kamu mülkiyetine dâhil işleri
yapan sanatlarla sınırlıdır. Bunların dışında kalanlar özel sektör alanıdır.
Bu projeler, ister kamu sektöründe olsun ister özel sektörde olsun icra
edilebilmeleri için paraya muhtaçtırlar. Öyleyse bu projeleri sübvanse etmek nasıl
olacaktır? Buna şöyle cevap verilir: Özel sektörle ilgili olanlar, her ferdin veya
şirketin veya grupların inisiyatifine bırakılırlar. Uygun gördükleri üsluplarla
onları sübvanse ederler. Bu, borçlanma veya meşru olan diğer yollar olabilir. Kamu
sektörüyle ilgili olanlarda ise; Yabancı borçlanma yoluyla projeleri sübvanse etmek
doğru değildir. Çünkü bu durum, sömürgeciliğe, hegemonya kurmaya, nüfuzunu yaymaya
ve fakirliğin artmasına yol açar. Üstelik borçlanma ancak faizle alınır ki, buda
haramdır. Dolayısıyla kamu sektörü projeleri, zorla ümmet üzerine vergi koymak ve
sanayi devrimi ihdas etmeye yeterli miktarda vergi koymak şeklinde de olsa ülkenin
kendisi tarafından sübvanse edilir. Şer’i hüküm vergilendirmede bunları
açıklamıştır. Bu projeleri güvene dayalı yolla sübvanse etmekte mümkündür. Zira bu
dış ticaretten sayılır. Yalnız mekanik parçalar, mevcut fiyattan kat kat fazla
fiyata olsa da taksitle alınması gerekir. Söylendiği gibi bu alış veriş faiz
yöntemiyle değil, alış-veriş usulüyle yapılmış olmalıdır.
3) Dış pazarlar icat etmek: Ülkenin servetini artıran en önemli hususlardan üretimin
sarf edilmesidir. Önceden ve günümüzde devletler üretimleri için pazarlar icat
etmeye önem göstermişlerdir. Hatta devletlerin birbiriyle savaşmalarının
nedenlerinden birisi, ürettikleri malları pazarlamak veya pazarların, kendi
mallarına açılmasını sağlamaktır. Bugün bazı büyük devletlerin, dış ticaretini
korumak ve ürettikleri mallar için pazarlar icat etmek amacıyla siyasi manevralar
yaptıklarını görmekteyiz. O halde İslamî âlemin ürettikleri için dış pazarlar icat
etmeye çalışılmalıdır. Ancak şurası bilinmelidir ki, üretimleri satmak için pazarlar
icat etmek tek başına gaye olmamalıdır. Hedeflerden bir hedef olmalıdır. Meselâ
sanayi devrimine lazım olan mallar elde etmek veya Müslümanların çocuklarını
mühendislik, tıp ve diğer ilimlerden gerekli olanları öğrenmeleri amacıyla göndermek
gibi...
İşte buna binaen dış Pazar icat etme siyaseti, sadece ticarî esas üzerine değil
sanayi esas üzerine kurulmalıdır. Herhangi bir ülkeyle olan ticarî bütçeye çok fazla
önem gösterilmez veya bütün ülkelerle olan umumi ticarî bütçeye o kadar ehemmiyet
verilmez. Bilakis dış siyasetin tahakkuku şartıyla ihracatımızın, ithalatımızdan
daha fazla veya eşit veya daha az olması caizdir. Sanayi ticaret, ister ticari bütçe
bizim yararımıza olsun isterse yararımıza olmasın, İslâm Risaletini taşımayı ve
hidayeti insanlar arasında yaymayı kolaylaştırma çalışmasına dayalı olmalıdır. Fakat
şu husus göz önünde bulundurulmalıdır. Bizim ticaretimizde üzerinde seyrettiğimiz
esas, diğer bütün devletlerin üzerinde seyrettikleri esastan farklıdır. Bütün
devletler şuanda tacirin yurdu esası üzerine değil, malların menşei esasına göre
seyretmektedirler. Milton Friedman “Kapitalizm ve Özgürlük” adlı
kitabında şöyle der: “Ekmek satın alan için, ekmeğin yapıldığı buğdayın
üreticisinin beyaz mı, zenci mi, Hıristiyan mı, Yahudi mi, olduğu hiç önemli
değildir”. Biz ise, malların menşei esası üzerine değil, malın ve tacirin
tebaa esası üzerine göre seyretmekteyiz. Yani biz, ekmek satan kimsenin, ekmeğin
yapıldığı buğdayın üreticisinin tebaamız olup olmadığı esasına göre hareket
etmekteyiz. Bu yüzden ticari antlaşmalar yaparken bu hususu göz önünde bulundururuz.

Tebaamızdan olan tacirler, mutlak mubahlık esasına göre ve şeran kıymeti olan
maddelerde diğerleriyle ticaret yaparlar. Lakin diğer ülkelerin tacirleriyle,
devletin dış siyasetine göre alış-veriş yapılır. Böyle yapmakla servetin
geliştirilmesi amellerinden önemli bir amel icra edilmiş olur.
İşte bu güzide ve ender nizam Nebi (sav)’in Medine’yi Münevver’de
İslâm devletini ikame etmesinin ardından uzun zaman uygulana gelmiştir. Hatta
Osmanlı Hilafet devletinin sonlarına doğru dahi bu iktisat nizamı tatbik edilmiştir.
O dönemlerde Müslümanlar İslam nizamı ve hükümleri dışında başka hükümler
bilmiyorlardı. Müslümanlar, uzun zaman İslamî iktisadi nizamın gölgesi altında, bazı
kötü tatbik veya kusurlu uygulamaya bakmaksızın, refah, huzur ve ferah içerisinde
yaşamışlardır. Bu nizam toplumun her tarafına adaleti, emniyeti ve hayrı yaymıştır.
Buna en güzel örnek, bırakmış oldukları eserlerin hâlâ günümüze kadar mevcudiyetini
sürdürmüş olmalarıdır. Yetimhanelere, Darülacezelere, Ana yollar üzerine kurulmuş
konaklara, hanlara, hamamlara ve fakirhanelere her şehirde rastlamak mümkündür.
Bu iktisat siyasetini biz sırf çözümlerde İslam’ın metodundan sapma olduğundan
dolayı ve eğri hattın yanında doğru hattı resmetmek amacıyla beyan ettik. Bu konuda
örneğimiz Allah’ın Resulü’dür. Rivayet edilen bir hadiste O eline bir
çubuk alarak toprağa eğri hatlar ve yanında da dosdoğru hattı çizdi ve: “Bu
dosdoğru Allah’ın yoludur. Bu da diğer yollardır. O yolların her birinin
başında Şeytan vardır ve onlara davet eder.” Dedi sonra şu ayeti okudu:
“Şüphesiz bu, benim dosdoğru yolumdur. Buna uyun. (Başka) yollara uymayın.
Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/islami-bilgiler/36388-islam%B4-iktisat-siyaseti-post77969.html
Zira o yollar sizi Allah'ın yolundan ayırır. İşte sakınmanız için Allah size bunları
emretti.” (Enam 153)
Bugün bu sapmadan ötürü zulümleri, haksızlıkları ve fakru zarureti görmekteyiz.
İnşallah bu genel olarak bütün Müslümanlara, özel olarak daveti yüklenenlere Allah-u
Teâla’nın istediği mevkie, sahih bu nizamı koymaya koşmaları için bir çağrı
mesabesinde olur.
"…İşte yarışanlar ancak onda yarışsınlar" (Mutaffifin 26)