Islam´ın Iktisat Siyaseti
Bugün İslâmî âlemin tamamı, çok kötü bir iktisadî buhran içerisinde yaşamaktadır.
Bunun yegâne sebebini, Müslümanlar üzerine hükmedilen iktisadî nizamın tabiatında
aramak gerekir. Bu iktisadî nizamı zorla, zorbalıkla, dolandırıcılıkla ve alavere
dalavere yoluyla doğrudan uygulayan Müslümanların yöneticileridirler. Sömürgeciler,
istediği iktisat nizamına bakış açısını dikta etmek amacıyla onları bir maşa olarak
kullanmaktadırlar. Hedefleri, İslâmî âlemi, nüfuzları, hegemonyaları ve tasallutları
altında bırakmaktır. Nihayet Amerika ve benzeri sömürgeci devletler, İslâmî âlemi
çarkları gibi kendilerine bağlamışlar ve oraları ürettikleri sanayi mallar ve
tamahları için bir pazar ve hammadde kaynağı olarak devamını sağlamaya
çalışmaktadırlar. Bunun alt yapısını da hazırlamak için iktisadî kalkınma ve
iktisadî planlama hakkında bir kamuoyu icat etmeye koyulmuşlardır. Komünizmin etkin
olduğu yıllarda ilk önce sosyal adalet ve devlet sosyalizmi gibi fikirlere, son
yıllarda da gayri safi milli hâsılayı artırmak, özelleştirme ve serbest Pazar
ekonomisi gibi düşüncelere terviç etmişler ve onları desteklemişlerdir. Nitekim
Müslümanları, sanayi ilerlemeye ve gelişmeye ulaşmaları için bir takım merhalelerde
seyretmelerinin kaçınılmaz olduğuna inandırmak için iktisadi kalkınma ve iktisat
hakkında piyasaya batı tarafından kitaplar sürülmüştür.
Gayri safi milli hâsılayı artırmayı iktisadi nizamın esası kılmak fikri yanlıştır.
Sosyal adalet, liberalizm, serbest piyasa gibi düşünceler de hatalı ve vakıaya
muhaliftir. Ayrıca kalkınmak için yapılan iktisadi reform fikirleri de sırf
kapitalizm sisteminin ömrünü uzatmaya veya ümmetin malını kâfirlere peşkeş çekmeye
yöneliktir. Yoksa insanların gayri safi milli hâsıladan daha çok pay almaları için
yapılmış reformlar değillerdir.
Müslümanların beldelerinde uygulanan siyasetin bozukluğunu anlamak için
Batı’daki iktisat siyasetinde ve hayatında mevcut olan bozukluğun temelini ve
bu nizamın üzerine kurulu olduğu esası bilmek gerekir. O esası da iktisadi maddeye
bakış, maddenin kıymetlendirilmesine bakış ve o maddenin topluma dağıtılmasına bakış
olarak özetlemek mümkündür. İşte onların bu bakışları bozuk ve yanlıştır. Yanlışlığı
şuradan kaynaklanmaktadır:
1) İktisadı maddenin üretilmesinde ve dağıtım metodunda meydana gelen karışıklık.
Öyle ki onlar, iktisadi problemin çözüm metodunu ele almadan önce iktisadi problemin
çözümü ve iktisadi probleminin kendisini ele almaları, eksiklik ve ziyade açısından
maddeyi göreceli kabul etmeleridir. Yani iktisadi problem batılılara göre nispi
azlıktır, yani mal ve hizmetlerin her gün çeşitlenen, yenilenen ihtiyaçları
karşılayamamasıdır. Bu bakış onları üretimi artırmaya sevk etti. Bununla birlikte
problem eksileceği yerde daha da fazlalaştı, fakirler daha fakir zenginler daha da
zenginleşti. Problemi çözmek yerine iyice karıştırdılar.
2) Batılıların iktisadi maddeye bakışları. Yani iktisadi maddeye tanımlamaları.
Kıymeti olan şeyi anlamaya çalıştılar. Neticede saptılar ve koydukları, inandıkları
esasta reformlara gittiler. Meselâ onların bakışlarına göre talep edilen her şey
faydalıdır ve iktisadi bir değeri vardır. O iktisadi maddenin toplum üzerinde
bıraktığı etkiyi hiç dikkate almadılar. Bu bağlamda içkilerin, uyuşturucuların ve
kadın tüccarlığının onlara göre bir değeri vardır ve iktisadi bir maddedir. Çünkü
talep görmektedir ve ihtiyaçları doyurmaktadır. Bu yanlış bakış, batılıların
hayatları üzerinde helak edici izler bıraktı. Bunun için bu işlere bir dur demek
gerektiğini söylemeye başladılar. Sonra reformlar ve esastan dışarı çıkan kanunlar
geldi. Meselâ uyuşturucu tacirlerini cezalandırmak ve onu elde etme yollarını
yasaklamak gibi... Bu yanlış bakıştan doğan bir başka neticede batılların, uğrunda
kurban olma ve gayret sarf edilmesi gereken ruhi ve ahlaki kıymetleri ihmal
etmeleridir. Bu gibi kıymetler iktisadi maddeyi tahakkuk ettirmediğinden dolayı,
başka bir anlamda maddi ihtiyaçları doyuran menfaatler olmadıklarından gereken
önemi.
3) Fiyata bakışları. Batılılar nazarında fiyat, üretim ve dağıtım aracıdır. Bir
diğer ifadeyle “ Üretimi haczeden ve dağıtımı düzenleyendir.” Üretenin
maddi mükâfatı vardır. Üretmeyen ise, ihtiyaçlara sahip olamaz veya hizmetleri elde
edemez. Bu bozuk bakışın hem üretim hem de dağıtım üzerinde tehlikeli etkileri
vardır. Bu bakıştan hareketle kişi sadece maddi mükâfat gerçekleştirmek için bir işe
koyulur. Fiyata sahip olmayan tüketici isteklerini doyuramaz. İşte insanı, üretime
iten ahlaki kıymeti ihmal etmelerinin sonucu, fiyata sahip olmayan insanların ölmesi
veya maddi hizmetlerden mahrum bırakılmaları gerektiğine hükmettiler. Herbert
Spencer ve ardılı William Graham Summer “devlet müdahalesi, en güçlünün, en
yeteneklinin, en beceriklinin yaşamasını öngören doğal evrim kanununa aykırıdır.
Yoksulluk; becerisizlik, güçsüzlük ve karakter zayıflığı yüzünden ortaya çıkar.
Devlet yoksulların, mutsuzların durumunu düzeltmek için müdahale ettiği zaman,
insanları hatalarından sorumlu tutan, zayıfların bertaraf edilmesini sağlayan doğal
evrim kanununa karşı gelmektedir” derler.
Bu, batı iktisadinin üzerine kaim olduğu esasa ve ondan doğan neticelere kısaca bir
bakıştı. Bu izahattan sonra şimdi İslam’ın iktisadi bakışına ve ondan doğan
neticelere bakalım.
Herhangi bir ülkenin, mesela İslâmî âlem gibi, sabit iktisat siyaseti mutlaka insan,
hayat, kâinat ve bunların hepsinin dünya hayatının öncesi ve sonrası ile olan
münasebetleri hakkındaki külli fikirden fışkırmış olması gerekir. İslâmî ülkeler
için sabit olmayan ve İslâm’dan fışkırmayan iktisat siyaseti resmetmek akıl
işi değildir. Bilakis iktisat siyasetleri İslâmî akide esası üzerine bina
edilmelidir, yani başka bir ifadeyle “İslâmî âlemin iktisat siyaseti, Kitap,
sünnet, Kitap ve sünnetin irşat ettiği hususlardan istinbat edilmiş şer’i
hükümler olmalıdır”
İslâm’daki iktisat siyasetindeki esas, şu dört hususa bakış üzerine kaimdir.
--->: Islam´ın Iktisat Siyaseti
Bunlar:
a) Her bir ferde bakış. Dolayısıyla ihtiyaçları doyurmak noktasında o ferdidir.
b) Esasî ihtiyaçları külli bir şekilde doyurmaya bakış. Böylece her ferdin hayatı
korunmuş olsun.
c) Rızk için çalışmanın mubah oluşu ve tebaanın bütün fertleri arasındaki mubahtaki
eşitliğe bakış. Çünkü bu, her bir kimseye servetten dilediğini alma imkânı verir ve
onu refaha doğru seyrettirir.
d) Yüksek değerlerin, bütün fertler arasında kaim olan alakalar üzerine egemen
olmasına bir bakış.
Buradan hareketle İslâm’daki iktisat siyaseti, her bir ferdin insan olması
itibariyle esasi problemlerini çözmek ve her bir ferdin de fert olması itibariyle
kendi refahını gerçekleştirmek ve yaşam seviyesini yükseltmeye imkân vermek içindir.
Böylece her ferde refaha ulaşma ve bu refahtan bilfiil dilediği nasibi alma olanağı
verir. Yine İslâm’daki iktisat siyaseti, fertler arasında kaim olan alakalar
üzerine yüce değerleri egemen kılmak içindir.
Buna binaen İslâmî âleme konması gereken iktisat siyaseti gayri safi milli hâsılayı
artırmak veya sosyal adalet veya serbest piyasa v.s icat etmek olmamalıdır. Aksine
iktisat siyaseti, ümmetin bütün fertlerine ülkenin dâhili ve harici servetlerini
dağıtmayı garanti etmesi gerekir. Şöyle ki, tebaanın bütün fertlerinin esasi bütün
ihtiyaçlarını külli bir şekilde doyurmayı garanti etmeli ve bütün lüks ihtiyaçlarını
doyuracak şekilde her bir ferde en azami olanağı sunmalıdır. Mademki servetlerin
dağıtımından maksat, onların kaynaklarına haiz olma keyfiyetini beyan etmektir.
Öyleyse servetleri geliştirmek, tâbi olarak bu haiz olma keyfiyetinden gelmelidir.
Meselâ kendisiyle toprağa sahip olma keyfiyeti doğal olarak ondan faydalanmaya ve
üretimini artırmaya sevk eder... Bu yüzden İslâmî ülkelerdeki iktisat konusunun
çözümü birbirinden kopuk ve birinin diğeriyle alakası olmamak üzere iki kısımda
toplanmalıdır.
Birincisi: İktisat siyaseti
İkincisi: Servetleri artırmak yani iktisadi gelişme.
İktisat siyasetinin çözümü şu iki hususta gizlidir:
A. İktisat kaynakları için genel hatlar.
B. Esasi ihtiyaçları garanti etmek için genel hatlar.
Servetleri artırmanın çözümü ise, başka bir konudur. O, servetleri çoğaltmak
içindir. Yoksa insanın iktisadi problemlerini çözmek için değildir. Dolayısıyla o,
bir ülkeden başka bir ülkeye göre değişir... İslâmî ülkelerdeki servetleri artırmak,
sanayi üretimdeki bir devrime bitişik olarak ziraî üretimdeki artırmayı icat etme
esası üzerine çözümlenir. Ta ki sanayi, iktisadi gelişmede köşe taşı olsun. Bu da
dört bahiste çözümlenir. Bunlar:
1) Ziraat siyaseti,
2) Sanayi siyaseti,
3) Projeleri sübvanse etmek,
4) Dış Pazar icat etmek,
1) Ziraat siyaseti; o, aslında ziraî üretimi artırma üzerine kuruludur ve bunun için
âdeten şu iki yol takip edilir:
Birincisi: AR-GE yoluyla toprağın üretimini artırmak.
İkincisi: Ziraat alanlarını genişletme çalışması,
AR-GE yoluyla toprağın üretimini artırma hususu, ziraatçılar arasında modern
üslupları yaymak, kimyevî maddeler kullanmak, tohumları artırmaya ve geliştirmeye
önem vermekle hâsıl olur. Devlet, aciz kimselere üretimi artırmak amacıyla
kendilerine lazım olan mekanik parçaları, tohumu ve kimyevi maddeleri satın almaları
için borç olarak değil, hibe olarak parasal yardımda bulunur. Sonra bunları satın
almaya muktedir olanları da etkin bir şekilde teşvik eder.
a) Ziraat alanlarını genişletme çalışması ise, ölü arazileri ihya etmeye ve onları
parsellemeye teşvik etmekle ve devletin ziraata muktedir olup ta toprağa sahip
olmayanlara veya az ekim alanlarına sahip olanlara arazi ikta etmesiyle hâsıl olur.
Bu sadece devletin eli altındaki arazilerden ve üç sene peş peşe arazisini ihmal
eden her kimseden derhal ve cebren araziyi almasıyla olur. İşte bu iki hususla:
Geliştirme ve genişletme ile ziraî üretimin artırımı hedeflenir ve ziraat
siyasetindeki asıl gerçekleşir. Fakat burada ziraat siyasetinin furuatı konumunda
olan hususlar vardır. Bunlar üretimi artırma düşüncesinden sonra gelirler. Bunlar da
bir üretim türüdür. Aynı şekilde bunun yanında ziraat siyasetindeki serveti artırma
siyaseti maddi ilerleme esası üzerine kurulu olmalıdır. İlerlemede sanayi, köşe taşı
olması şartıyla ziraat devriminin yanında sanayi devrimde yapılır. Bütün bunlardan
dolayı, ziraat siyaseti şu üç hususta üretimi artırmayı hedeflemesi gerekir:
b) Yiyecek maddelerinde üretimi artırmak. Çünkü bu maddeler halkın yiyeceğini
artırmak, kıtlık veya kuraklık veya ekonomik ambargo halinde ülkeden açlık
tehlikesini uzaklaştırmak için zaruri ihtiyacı maddelerdir. Buradan hareketle ister
ziraî servette ister hayvanî servette olsun gıda maddeleri alanında üretimi artırma
amacıyla bütün gayretin harcanması zorunludur.
c) Yün, ipek ve keten gibi giyim için lazım olan maddelerde üretimi artırmak. Zira
dışarı bağımlı olmamamız, insanları çıplak bırakmamak ve ekonomik ambargo halinde
giyeceğe ihtiyaç bırakmamak nedeniyle bunlar olmazsa olmaz esasi
ihtiyaçlardandırlar.
d) İster gıda maddeleri türünden olsun isterse giyim maddeleri türünden olsun veya
isterse turuncugiller, hurmalar, meyveler, konserve yiyecekleri gibi v.s...
türlerden olsun ülke dışında pazarı olan maddelerde üretimi artırmak.
Yapılan bu açıklama üretimi artırma bakımındandı. Mimari ve medeni projelere
gelince; meselâ barajlar, kanallar, kuyular, artezyen kuyuları ve benzeri hususlar,
bunlardan zaruri olanların yapılması kaçınılmazdır ve bunlar olmazsa olmaz
türlerindendirler. Çünkü maksat sadece, ziraat serveti kurmak değildir. Aksine hedef
sanayi servet kurmaktır. Ziraat servetine önem vermek, üretimi artırmak için
yeterlidir. Zira gaye maddi ilerleme meydana getirmektir. Bu da ancak sanayi
devrimle olur.
İslamî ülkeler, maddi olarak geri kalmış ülkelerdir. Oraların serveti genelde
ziraata dayalıdır. Nerdeyse sanayi yok denecek kadar azdır. Bunun içindir ki, sanayi
devrimi yapmak ve sömürgeci devletlerin, İslamî ülkeleri sürekli batıya muhtaç
bırakmak nedeniyle sanayi ilerlemelerine engel olup, ziraata yönlendirme planlarına
muhalefet etmek amacıyla bütün gayretler sarf edilmelidir. Bu hususla ilgili
şer’i hükmü gözetmek gerekir. Şer’i hüküm diyor ki: “Parasal
harcama karşılıksız olarak maslahat ve menfaat tahakkuk ettiriyor ve ümmette onun
yokluğundan zarar görmüyorsa parasal harcama yokluk halinde değil, varlık haliyle
mukayyettir.”
--->: Islam´ın Iktisat Siyaseti
1) Sanayi siyaseti: ülkeleri sanayi ülkeler kılma temeline kurulmalıdır. Bunun için
tek yol takip edilir. O da, ilk önce mekanik parçalar sanatı icat etmektir. Mekanik
parçalardan sonra diğer sanatlar icat edilir. Yani her şeyden önce mekanik parçalar
yapan fabrikalar kurmak gerekir. Ondan sonra bu mekanik parçalar alınarak diğer
fabrikalar yapılır. Ülkeleri, sanayi ülkeler kapasitesine getirmek için ilk önce
mekanik parçalar sanatından başlamanın dışında başka hiç bir yol takip edilmez.
Kurulacak herhangi bir fabrika, ülkede yapılan mekanik parçalara dayalı olmalıdır.
Fakat mekanik parçalar sanatının kurulmasının uzun zamana ihtiyacı vardır, bu yüzden
ilk önce esasî ihtiyaçlardan işe başlamamız gerekir denirse, deriz ki, böyle
söylemek veya düşünmek saçmalıktır, aldatmacadır, mekanik parçalar sanatına engel
olmak ve ülkeyi tüketim mallarına yönlendirmek amacıyla söylenmiş sözlerdir veya
düşüncelerdir. Böyle düşüncelerin veya sözlerin arkasında yatan gerçek, İslâmi
ülkeleri Batı’nın ve Doğu’nun pazarı olarak devam etmelerini
sağlamaktır. Ayrıca yine mekanik parçalar sanatı, mühendisler, işçiler ve
sanatkârlar v.s gibi sanayi ortamın icat edilmesine muhtaçtırlar sözü de mugalâtadır
ve saptırmadır. Sanayi devletlerin fazlalık mühendisleri ve sanatkârları vardır.
Derhal onlardan yüzlercesini getirmek, hatta yüzlerce Müslüman çocuklarını, ağır
mühendislik sanatını öğrenmeleri amacıyla oralara göndermek çok kolay ve imkân
dâhilindedir. Bunun da ötesinde bugün mühendislik ve teknoloji alanlarında binlerce
Müslümanların çocuklarının Batı’ya veya Amerika’ya göç ettiklerine şahit
olmaktayız. Onları göç etmeye sevk eden hususların başında devletlerin takip etmiş
olduğu siyaset ve hizmet edecekleri istihdam alanlarının olmamasıdır.
Öyleyse sadece tüketim mallarına yönelmek doğru değildir. Bu yönde bir adım atmak
ümmetin sürekli sömürülmesi için atılmış bir adım sayılır. O halde meseleyi, mekanik
parçalar sanatı icat etmeye münhasır kılmalıdır. Belirlenmiş iktisat siyasetini
gerçekleştirmek ülkeyi, ancak sanayi ülke kılmakla mümkündür. Başka değil. İşte bu
yüzden, meseleye ilk önce mekanik parçalar sanatından başlanmalıdır. Başlangıç,
sanayi devrimle ve inkılabî bir şekilde olmalıdır. Yoksa sanayi de mesafe kat etmek
veya seyrimizle alakası olmayan hayali merhaleler şeklinde çizilen planları tedricî
veya bekleme yoluyla uygulamakla değil. Bu yolu takip etmek, sanayi devrim yapmamıza
engeldir.
Şuanda Müslümanlarda sahip oldukları tüketim mallarına gelince; geliştirilmelerine
ve bulundukları hal üzere devam ederler. Daha büyük mesafe kat etmek amacıyla
adımlar atılmaz ve mevcut olanların dışında yenileri inşa edilmez. Var olanlarla
yetinmek ve hemen köklü bir şekilde yol değiştirilerek, mekanik parçalar sanatı inşa
etmeye yönelinir. Bunun yanında İslam’daki iktisat siyaseti gereği ithalat
kapısı da açık bırakılır ki, ürettiğimiz mekanik parçaları satma olanağımız olsun.
Hatta iktisat siyaseti sanatı, demir v.s ihraç etmek gibi hususların devletin
mülkiyetinde olmasını zorunlu kılar. Çünkü devlet, bu maddeleri ihraç etmek için
fabrikalar satın almaz. Çünkü bu husus, onu, mekanik parçalar fabrikası kurmaktan
alı kor ve sanayi devrimine mani olur. Aksine devlet, ilk önce mekanik parçalar
fabrikası kurmak için hammadde satın alır, sonra petrol, demir v.s ihraç edecek
fabrikalar kurar. Bunun yanında mekanik parçalar kurmak için ülkedeki mevcut
fabrikalar genişletilmeksizin olduğu gibi bırakılırlar.
2) Projeler sübvanse etmek: Şüphesiz, İslam’daki iktisat siyaseti devletin ve
fertlerin yükleneceği projeleri sınırlandırmıştır... Ziraat siyaseti, özel sektör
alanındadır ve fertler yüklenirler. Üretim projeleri değil de, medeni projeler inşa
etmek ve ziraatçıların hibe ettiği yardımlar hariç ziraat siyasetinde kamu sektörüne
yer yoktur. Sanayi siyasetindeki kamu sektörü boyutu kamu mülkiyetine dâhil işleri
yapan sanatlarla sınırlıdır. Bunların dışında kalanlar özel sektör alanıdır.
Bu projeler, ister kamu sektöründe olsun ister özel sektörde olsun icra
edilebilmeleri için paraya muhtaçtırlar. Öyleyse bu projeleri sübvanse etmek nasıl
olacaktır? Buna şöyle cevap verilir: Özel sektörle ilgili olanlar, her ferdin veya
şirketin veya grupların inisiyatifine bırakılırlar. Uygun gördükleri üsluplarla
onları sübvanse ederler. Bu, borçlanma veya meşru olan diğer yollar olabilir. Kamu
sektörüyle ilgili olanlarda ise; Yabancı borçlanma yoluyla projeleri sübvanse etmek
doğru değildir. Çünkü bu durum, sömürgeciliğe, hegemonya kurmaya, nüfuzunu yaymaya
ve fakirliğin artmasına yol açar. Üstelik borçlanma ancak faizle alınır ki, buda
haramdır. Dolayısıyla kamu sektörü projeleri, zorla ümmet üzerine vergi koymak ve
sanayi devrimi ihdas etmeye yeterli miktarda vergi koymak şeklinde de olsa ülkenin
kendisi tarafından sübvanse edilir. Şer’i hüküm vergilendirmede bunları
açıklamıştır. Bu projeleri güvene dayalı yolla sübvanse etmekte mümkündür. Zira bu
dış ticaretten sayılır. Yalnız mekanik parçalar, mevcut fiyattan kat kat fazla
fiyata olsa da taksitle alınması gerekir. Söylendiği gibi bu alış veriş faiz
yöntemiyle değil, alış-veriş usulüyle yapılmış olmalıdır.
3) Dış pazarlar icat etmek: Ülkenin servetini artıran en önemli hususlardan üretimin
sarf edilmesidir. Önceden ve günümüzde devletler üretimleri için pazarlar icat
etmeye önem göstermişlerdir. Hatta devletlerin birbiriyle savaşmalarının
nedenlerinden birisi, ürettikleri malları pazarlamak veya pazarların, kendi
mallarına açılmasını sağlamaktır. Bugün bazı büyük devletlerin, dış ticaretini
korumak ve ürettikleri mallar için pazarlar icat etmek amacıyla siyasi manevralar
yaptıklarını görmekteyiz. O halde İslamî âlemin ürettikleri için dış pazarlar icat
etmeye çalışılmalıdır. Ancak şurası bilinmelidir ki, üretimleri satmak için pazarlar
icat etmek tek başına gaye olmamalıdır. Hedeflerden bir hedef olmalıdır. Meselâ
sanayi devrimine lazım olan mallar elde etmek veya Müslümanların çocuklarını
mühendislik, tıp ve diğer ilimlerden gerekli olanları öğrenmeleri amacıyla göndermek
gibi...
İşte buna binaen dış Pazar icat etme siyaseti, sadece ticarî esas üzerine değil
sanayi esas üzerine kurulmalıdır. Herhangi bir ülkeyle olan ticarî bütçeye çok fazla
önem gösterilmez veya bütün ülkelerle olan umumi ticarî bütçeye o kadar ehemmiyet
verilmez. Bilakis dış siyasetin tahakkuku şartıyla ihracatımızın, ithalatımızdan
daha fazla veya eşit veya daha az olması caizdir. Sanayi ticaret, ister ticari bütçe
bizim yararımıza olsun isterse yararımıza olmasın, İslâm Risaletini taşımayı ve
hidayeti insanlar arasında yaymayı kolaylaştırma çalışmasına dayalı olmalıdır. Fakat
şu husus göz önünde bulundurulmalıdır. Bizim ticaretimizde üzerinde seyrettiğimiz
esas, diğer bütün devletlerin üzerinde seyrettikleri esastan farklıdır. Bütün
devletler şuanda tacirin yurdu esası üzerine değil, malların menşei esasına göre
seyretmektedirler. Milton Friedman “Kapitalizm ve Özgürlük” adlı
kitabında şöyle der: “Ekmek satın alan için, ekmeğin yapıldığı buğdayın
üreticisinin beyaz mı, zenci mi, Hıristiyan mı, Yahudi mi, olduğu hiç önemli
değildir”. Biz ise, malların menşei esası üzerine değil, malın ve tacirin
tebaa esası üzerine göre seyretmekteyiz. Yani biz, ekmek satan kimsenin, ekmeğin
yapıldığı buğdayın üreticisinin tebaamız olup olmadığı esasına göre hareket
etmekteyiz. Bu yüzden ticari antlaşmalar yaparken bu hususu göz önünde bulundururuz.
Tebaamızdan olan tacirler, mutlak mubahlık esasına göre ve şeran kıymeti olan
maddelerde diğerleriyle ticaret yaparlar. Lakin diğer ülkelerin tacirleriyle,
devletin dış siyasetine göre alış-veriş yapılır. Böyle yapmakla servetin
geliştirilmesi amellerinden önemli bir amel icra edilmiş olur.
İşte bu güzide ve ender nizam Nebi (sav)’in Medine’yi Münevver’de
İslâm devletini ikame etmesinin ardından uzun zaman uygulana gelmiştir. Hatta
Osmanlı Hilafet devletinin sonlarına doğru dahi bu iktisat nizamı tatbik edilmiştir.
O dönemlerde Müslümanlar İslam nizamı ve hükümleri dışında başka hükümler
bilmiyorlardı. Müslümanlar, uzun zaman İslamî iktisadi nizamın gölgesi altında, bazı
kötü tatbik veya kusurlu uygulamaya bakmaksızın, refah, huzur ve ferah içerisinde
yaşamışlardır. Bu nizam toplumun her tarafına adaleti, emniyeti ve hayrı yaymıştır.
Buna en güzel örnek, bırakmış oldukları eserlerin hâlâ günümüze kadar mevcudiyetini
sürdürmüş olmalarıdır. Yetimhanelere, Darülacezelere, Ana yollar üzerine kurulmuş
konaklara, hanlara, hamamlara ve fakirhanelere her şehirde rastlamak mümkündür.
Bu iktisat siyasetini biz sırf çözümlerde İslam’ın metodundan sapma olduğundan
dolayı ve eğri hattın yanında doğru hattı resmetmek amacıyla beyan ettik. Bu konuda
örneğimiz Allah’ın Resulü’dür. Rivayet edilen bir hadiste O eline bir
çubuk alarak toprağa eğri hatlar ve yanında da dosdoğru hattı çizdi ve: “Bu
dosdoğru Allah’ın yoludur. Bu da diğer yollardır. O yolların her birinin
başında Şeytan vardır ve onlara davet eder.” Dedi sonra şu ayeti okudu:
“Şüphesiz bu, benim dosdoğru yolumdur. Buna uyun. (Başka) yollara uymayın.
Zira o yollar sizi Allah'ın yolundan ayırır. İşte sakınmanız için Allah size bunları
emretti.” (Enam 153)
Bugün bu sapmadan ötürü zulümleri, haksızlıkları ve fakru zarureti görmekteyiz.
İnşallah bu genel olarak bütün Müslümanlara, özel olarak daveti yüklenenlere Allah-u
Teâla’nın istediği mevkie, sahih bu nizamı koymaya koşmaları için bir çağrı
mesabesinde olur.
"…İşte yarışanlar ancak onda yarışsınlar" (Mutaffifin 26)