Fatih Sultan Mehmed Han, gayesine, harb etmeden erişmeyi tercih ederdi... Çünkü böylece, kendi kuvvetlerini korumuş olduğu gibi; fethettiği memleketin mâli kaynakları da zedelenmiyordu. Ancak ilk (tekliflerin reddi) halinde, harb etmek zaruri idi... Bilindiği gibi Müslüman-Türk orduları, düşmanla karşılaştıkları zaman; mutlaka şu teklifde bulunma sünnetini terk etmemişlerdir.
''Gelin Müslümanlığı kabul edin, kardeş olalım...
Kabul etmezseniz, hâkimiyetimize girip cizye (vergi) verin; sizi koruyalım...
Bu tekliflerin reddi üzerine, mecburen harb edilirdi. Taarruzdan önce askere anlatılırdı ki: ''Bu fetih müyesser olursa, ele geçecek ganimetin 1/5 [beytül-mâl] hissesi ayrıldıktan sonrası, gâziler arasında taksim edilecektir.'' İstanbul, Sırbistan, Bosna ve Mora'da birçok kalenin zaptı böyle olmuştur.
Fatih Sultan Mehmed Han, ekseriya veziriâzam vasıtasıyla, can ve mal emniyetini garanti ederek, Hükümdar veya kale komutanına valilik ve ''Dirlik'' (devlet arazisi) vaadiyle; harpsiz teslimi temin ederdi. Enez limanı, 1456'da Mora'nın ekseri kaleleri 1460'da, Güğercinlik kalesi ile Semendire 1459'da, böyle fethedilmiştir.
Emniyet gâyesiyle, teslim olan Müslüman Beylerine; Rumelinde ''Dirlik'' verirdi. Kastamonu (Candarlı) Beyi İsmail Beye, Filibe'de bazı yerleri; Alâiye Beyi Kılıç Arslan'a Gümülcüne'yi, Karamanoğlu'na Çirmen Sancağını; Şebin-Karahisar Beyi Dârâb beye aynı sancağı, timar olarak vermiştir.
Bu usul, kalelerin zaptına umumiyetle, yardımcı olmuştur.
Harp daima, son çare; daha doğrusu (çaresizlik) halinde başvurulan bir yoldu...
Fatih Sultan Mehmed Han daima, İslâm- Türk Hukukunun (harp ve sulh) kaidelerine tâbi olmuştur.
Avrupa'da ''anveten'' (zorla) yapılan fetihlerde; kanuna göre toprak ve emlâk, devlet malı oluyor. Halk da devlet himâyesine giriyordu. Müslüman olanlar, Osmanlı vatandaşlığının bütün hak ve vecibelerine sahip sayılıyordu. Gayrimüslim tebaa ise, sadece cizye (cüz'i bir vergi) ödemek şartıyla, canını ve malını Osmanlı himâyesine kavuşturuyordu. Bunlara İslâmî (emân) hükümleri tatbik ediliyordu.
(Aman) verilenlerin, hayatına dokunulamazdı. Bu sebeple Sadrazam Mahmud Paşa'nın ''aman'' verdiği Bosna Kralı; Fatih sultanın arzusuna rağmen, idam edilemedi... Kendi vatandaşlarının ihbarıyla bu kralın, öz babasını katlettiği ortaya çıkınca; ''kısas'' teklif edildi. Fakat Sultan Mehmed Han, bu şartlarda ''kısas'' tatbikinde bile tereddüt ediyordu. Meşhur Müfti El- Bistâmi'nin fetvâsı üzerine, mesele hallolabilmiştir.
Osmanlı Gâzilerinin zaman zaman, sert hareket ettiğini söyleyenlere de, şu cevap verilebilir: Burada gâye, sadece İlây-i kelimetullah'tır. Allah'ın ismini ve hâkimiyetini, dinini yaymaktır. O yerlerin fethi ve dolayısıyla İslâm'a kavuşturulması gerçekleştirilmek istenmiştir.
''Dârülharp'' (düşman memleketleri) içinde, Osmanlı akınları yapılırken; ancak ''Dârülislâm''a geçmekle, sulh ve adâletin gerçekleşebileceği anlatılmak isteniyordu.
Fatih Sultan Mehmed Han da, diğer birçok Osmanlı sultanları gibi, sertlikten nefret etmiştir. Sertliği, akıllı bir hareket de kabul etmezdi. Nitekim Mora'da fazla sert davrandığı için, düşmanı; ümitsiz ve canını dişine takarak mukavemete sevk eden, Zağanos Paşa'yı azletmiştir...
Kaleler sertlikle alınabilir. Ancak adaletle muhafaza edilebilir. O, böyle düşünüyordu.