Küçüktür bahanesiyle mekânlarını genişleterek huzura kavuşmak isteyen insanların, iç dünyaları sükûnete ermemişse, pirinç ve altın kaplamalı kapılardan geçirerek muhteşem salonlarda ağırlasanız, harika bahçeleri olan şatolarda uyutsanız, göğü şilte olarak altına serseniz yine de tatmin olmaları mümkün değildir.

Çünkü tatminsizlik, sahibini esir alan öyle bir şehvettir ki, gören gözü kör, duyan kulağı sağır, konuşan dili lal yapar. Huzuru kendi içi yerine dışarının –başkasına ait olanın- geniş ve rahatlatıcı, göz alıcı nesneleri üzerine kurduğu için hiçbir zaman mutmain olamaz. Her şeye sahip olmakla kalbini tatmin edeceği yanılsaması üzerine kurulu bir dünya tasavvur eder; hâlbuki bu öyle bir dünyadır ki, örümceklerin ağından daha zayıftır.
Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/hikayeler-yazilar/5746-mekan-genisligi-ruh-darligi.html#post8504

Geçtiği yolları gül suyuyla yıkayanların, üzerine konan sinekleri yelpazeyle kovanların, hapşırdığında ipekten mendilini uzatanların, aşağıladığında yüceldiğini sananların, etrafında meşk ettikleri kör âşıkların hayranlığı büyük bir akıl tutulması yaşatır kendisine; ne var ki, vaktin bereketiyle yücelmiş güzelliklerdir diye hayra yorar bütün bunları. Kendine huzur dağıtan ardıllarının her türlü methiyesi onun mekân tasavvurunun genişlemesine yarayacaktır. Her methiye bir müdahale fikrini güçlendirecek, her müdahale yeni bir tatmin kapısı aralayacaktır.

Mekânın genişliğiyle mekânın sağladığı ufuk genişliği birbirine karıştırılmamalı. Geniş mekânı isteyen insan ruh darlığı yaşıyorsa, istediğiniz kadar geniş mekân verin, asla bir ufuk genişliğine sahip olamayacaktır o. Kendi içinde dar bir alana hapsedilmiş ruh taşıyan birinin geniş mekân arayışı bir ‘huzur’ bulma endişesinden de kaynaklanmamaktadır. Böyle bir mekâna ‘sahip’ olduğunda dikkat edin, asacağı tablolardan koltuklara, masalardan sehpalara, perdelerden biblolara kadar bir zevk sarhoşluğu yaşayacaktır.

Mekânın genişliğinden çok ufuk genişliğini içselleştirmiş bir yönetici düşünün; onun çok farklı şekilde temayüz edeceğini söyleyebiliriz. Böyle bir yöneticinin şehrinde ağaçlar meyve vermiyorsa o kendini çocuğu olmayan bir baba gibi hisseder. Onun şehrinin musluklarından su akmıyorsa, arıtılarak buzdolaplarında soğutulmuş suyu kana kana içmeyi zül kabul eder. Kalın ve görünmez camların arkasına saklanarak halkına selam vermekten imtina etmez. Sanayideki eli nasırlı ustayla tokalaştığında emeğin kutsallığını hatırlar. Gecekondularda dizi dizine değerek oturduğu ev sahibinin ruh genişliğini hisseder. Kendine hatırlatılan bir sözü ‘nasihat’ diyerek öpüp başının üzerine, sonra da kalbinin en müstesna yerine kazır.

Fransız edebiyatçılardan Andre Gide’nin meşhur kitabında belirttiği gibi, ‘Dar Kapı’dan girmeyi başardıktan sonra ruh genişliğine –ilâhi huzura- kavuşmak mümkün olabilir ancak. Bu kapıdan giren insanların nasıl bir müşkülat yaşacakları malumdur. İki kişilikle olmaz, incelmeden olmaz, çabasız olmaz… Öyle bir insiyak ile oraya adım atılır ki, bu kapıdan geçildikten sonra kişi tatminsizlik halinden, bir ruh dinginliğine, bir ermişlik haline kavuşmuş olabilir. Mekân genişliğinin ruh darlığına dönüşmemesinin illa bir ‘dar kapı’dan geçmeyi zorunlu kıldığı şuuru diri tutulduğu zaman, yüzlere yansıyan kasvet dağılır, göle şavkı vuran ayın huzurlu temaşası gibi bakanını büyük bir ürpertiye gark eder.

Bizim kültürümüzde ‘geniş mekân’ insana huzur ve saadet sağlayan bir imkân olarak yüceltilmiştir. Evlerin, işyerlerinin, büroların geniş olması hareket alanını rahatlattığı için insana naif gelen tarafı çoktur. Ancak, o mekânı kullanan kişi veya kişilerin ruh dünyaları bu genişliğe, dinginliğe erişmemişse, bunun bir fayda sağlamayacağı gibi, imkânların berhava edilmesi de söz konusudur. Kur’an’da ‘geniş mekân’ sahiplerinin nasıl ruh darlığı yaşadıkları kıssalarını ibretle okumuşuzdur. Kehf Suresi’nin 32-42 ayetlerinde bahsi geçen kişinin ruh darlığı yaşayarak her türlü meyvenin bulunduğu ‘geniş’ bağının kendi eseri olduğuna kibirle inanması, oraya hiçbir gücün zarar veremeyeceği düşüncesi kınanmaktadır. Arkadaşı ona nasihat ederek, bütün güç ve kudretin Allah’ın olduğunu hatırlatır. Arkadaşının yaşadığı ruh genişliği halinden bihaber ve söz dinlemez olduğu için Allah bir gazap ile bağını yerle bir eder.

Bu kıssadan da anlaşılacağı gibi, dünyaya ait emellerimiz hangi boyutta olursa olsun, kendimize ait övündüğümüz eserlerimiz, aslında bizi ateşe yaklaştıran birer düşmandırlar. O eserlere karşı gösterdiğimiz arzularımız bir süre sonra yakıcı bir ateş olarak bize dönecektir. Hangi konumda olursak olalım, mesuliyetlerimizi yerine getirirken evveliyatta ait olduğumuz yeri unutmamalıyız. Hepimiz bir ‘dar kapı’dan dünyaya adım atıyoruz ve dünyanın aldatıcı ‘genişliği’ ile avunuyoruz. Dünyanın bize sunduğu ‘geniş mekânların’ halvetiyle derin bir unutuş hali yaşıyor ve kibirle mayalanmış bir ruh darlığına esir oluyoruz.