İSPANYA

Yüzölçümü : 504.750 km²

Nüfus : 39.784.000

Başkent : Madrid

Önemli Şehirler : Madrid, Barcelona, La Corona, Oviedo, Sevilla, Valencia, Vizcaya, Saragoza, Malaga, Teledo, Bilbao, San Sebastian.

Yeri : Doğu ve güneydoğusunda Akdeniz, kuzey, kuzeybatı ve güneybatısını Atlas okyanusu çevreler. Kuzeydoğu sınırında Fransa ve Andorra Cumhuriyeti batı sınırında ise Portekiz vardır. Ayrıca Akdeniz'deki Balear, Atlas okyanusu'ndaki Kanarya Adaları da İspanya'nındır.

Din : Katolik

Dil : İspanyolca

Para birimi : Peseta

Önemli coğrafi yerler : Pirene sıradağları, Ebro deltası, Galta burnu.

LA SAGRADA FAMILIA (1884 İspanya)

Barselona'nın merkezinin kuzeyinde, Paseo del Emperador ile Calle de Mallorca'nın kesiştiği yerde.

Sagrada Familia'nın (Kutsal Ailenin Kilisesi) yapımına 1884'te başlandı ve bugüne dek devam etti. Yaşayan Roma Katolik inancının sembolü olması amaçlanan kilise, içinde okulların ve atölyelerin de yer aldığı bir merkez olacaktı. Tamamlanmamış bina tüm dünyada, mimar Antoni Gaudi'nin belli başlı eseri olarak biliniyor.
Bu, ziyaretçiyi şaşırtacağına kesin gözüyle bakılan bir yapı. Devasa ve bereketli, İsa'nın doğumunu anlatan cephesi, geleneksel ve tanıdık Hıristiyan sanatını ele alıp saygıdan kusur etmeden, tamamen özgün ve neredeyse sürreal bir ifadeyle ortaya koyuyor. Gaudi'nin çalışmalarında bariz bir Fas etkisi hissedilir. Ayrıca sanatçının Raphael öncesi akım ile John Ruskin ve William Morris'in yazılarına yakınlık duyduğu bilinir. Art Nouveau'ya eğilimi olsa da onunki hiç şüphesiz, mimariyi özgün bir ele alış biçimiydi. O binayı organik saydı -taş canlı bir form alıyor ve içinden bir çiçeğin filizlendiği gibi süsler çıkıp yayılıyor. Üzerinde çalıştığı projelerin ince çizimleri yerine karalamalar yaptığı gibi hep sahada olup binanın şekil almasını izlemeyi ve başkalarına bırakmaktansa istediğinde üzerinde değişiklikler yapmayı tercih etti. Bu çalışma metodu, Sagrada Familia'nın neden tamamlanamadığını açıklıyor. Gaudi, 1891’de daha ilk günlerinde projeyi aldı, 1914’ten sonra gelen diğer tüm teklifleri geri çevirerek ona inanılmaz bir enerji harcadı. 1926'da bir tramvayın altında kalıp öldüğünde, diğer başka birinin binayı tamamlamasına imkan yoktu. Gaudi'nin niyetinin kiliseye üç anıtsal cephe yapmak olduğu biliniyor. İsa'nın doğumu, Tutku ve İsa'nın dirilişi. 1950'lerde İsa’nın doğumu bölümünde yapıldığı gibi, her üç cephenin dört devasa kulesi olacaktı. Mimar bir mükemmeliyetçi idi. Örneğin Mısır'a Uçuş’u yaparken, heykeli için tam aradığı bitkin görünüme sahip bir eşeğin, sahibinden izin alarak, alçıdan kalıbını çıkardığı söylenir. Gaudi kiliseyi tamamlayacak kadar yaşasaydı, büyük olasılıkla binanın taşları, ilk baştaki renklerini muhafaza edemeyecekti. Doğal şeylerin formlarından olduğu kadar renklerinden de etkilenen Gaudi'nin çalışmalarının çoğu farklı ton, desen ve farklı tip yüzeylerin karışımı.
Mimar, başarılı bir sanatçı ve zanaatkardı. Mobilya ile, demir kapı ve parmaklıklar tasarladı. Tüm binaları arasından, Barselona'daki Casa Batllo ve Casa Mila -ikisinde de özel daireler var- özellikle etkileyici olanlar. Gaudi'nin eserini tamamlama konusu çok tartışıldı -bazıları bunun Venus de Milo’ya kol takmak gibi bir şey olacağını, ya da bu kavramdan vazgeçilmesi gerektiğini, veya İsa'nın doğumu bölümünün kendi başına bir esere çevrilmesi gerektiğini söyler. Ancak bugün, Gaudi'nin orijinal tasarımının bir kısmını gizleyen, tamamen yeni bir Tutku cephesi inşa edildi. Diğer yandan, mimarın takdire değer vizyonu, sonradan onu tamamlama girişimlerinin yanında daha da etkileyici.

ESCORIAL SARAYI (1563-1584 İspanya)

Escorial Sarayı, Madrid'in 40 km kuzeybatısında, Sierra de Guadarrama'nın eteklerinde.

İspanya’da dünyanın sekizinci harikası diye bilinen Escorial Sarayı'nın kaleyi andıran bir yanı var. Çok geniş dikdörtgen yapısı, 207'ye 153 metre boyutlarında dış duvarlar ve cephelerin fazla düzenli görüntüsü bazılarına göre çok süssüz olabilir. Kapı ve pencereleri sayma girişimi genelde sonuçsuz kalsa da, kapı sayısının 1.250, pencere sayısı ise 2.500 civarında.

Binanın yapımında iki mimar görev aldı. 1559'da binanın ilk planlarını çizen Toledolu Juan Bautista, Roma'da bulunan St. Peter'deki çalışmalarından etkilenmişe benziyor. Juan Bautista öldükten sonra binayı Juan de Herrera tamamladı.
Escorial Sarayı, 1563 ile 1584 yıllan arasında yapıldı. Kralın kendisi de projenin gelişimiyle yakından ilgilendi. Kraliyet daireleri öyle bir tasarlanmıştı ki, kral kendi odasından kiliseye girebiliyordu. Hasta ve yaşlı bir adam olarak da, yatağından yüksek minberi görebiliyordu. Philip'in, kilisenin doğu tarafına eklenen ve binanın çıkıntısı gibi duran sarayına St. Lawrence'ın ızgarasının kolu deniyordu. Philip'in, daha geniş ve zengin görünümlü dairelerde yaşamak isteyen ve minferi görmeye pek meraklı olmayan halefleri, kilisenin kuzeyine ek kraliyet daireleri yaptırdı. Kilisenin güneyinde, iki katlı bir manastır yer alıyor. Orta avlu, buradaki heykellerden dolayı Evanların Avlusu adını taşıyor.
Saray ve manastırın yanında, Escorial Sarayı aynı zamanda İspanya krallarının kabriydi. Bu "pantheon", kilisenin yüksek minberinin altında yer alıyor. II. Philip'in ölümünden çok sonraki zamanlara kadar yapımı tamamlanmamıştı. Her nasılsa Philip, Escorial Sarayı'nın batı girişinde bulunan uzun galerideki kütüphanenin tamamlanışına tanık oldu. Değerli bir kitap ve el yazması koleksiyonunun bulunduğu bir oda, felsefe, ilahiyat, müzik ve geometri gibi konulan işleyen tablolarla süslü.

ELHAMRA SARAYI (1238 – 1358 İSPANYA)

Güney İspanya’daki Granada şehrindedir. Madrid’ten 443 km, Malaga’dan 121 km uzaklıkta Endülüs diye de bilinen bölgede şehrin doğu yakasındadır.

Dıştan bakıldığında kaba bir kule ve çatılar topluluğu. İnce bir planı ya da mimarisinde bir zarafet yok. İçerideki güzelliğe dair bir ipucu vermiyor." Amerikalı yazar Washington Irving, 1829'da Elhamra Sarayı'nı böyle tanımlamıştı. Bugün bu tezatlık o günkü kadar geçerli. Burası dıştan bakıldığında 23 kuleli bir savunma kalesiydi. İspanya'daki İslam güçleri, yeniden dirilen Hıristiyan tehdidi altındayken Faslılar tarafından yapılmıştı. İçerisi ise, bir cennet yaratma niyetiyle tasarlanmıştı.
Elhamra Sarayı, Granada'daki Nasri hanedanına askeri üs, idari merkez ve kraliyet sarayı görevi görüyordu. 13. yüzyılda hanedanın kurucusu I. Muhammed el Galib tarafından inşasına başlansa da, kraliyet daireleri 14. yüzyılın ikinci yarısında I. Yusuf ile V. Muhammed'in hükümdarlığı sırasında yapıldı. Avlular, koridorlar ve su yolları, takdire değer bir manzaralar zinciri oluşturuyor. Seramik çiniler, fırın işleri, oyma yaprak desenleri ve incelikli hattatlık örnekleri gibi gösterişli süslemeler her yeri kaplıyor. Kimisi burayı İslam süsleme sanatının Batı'daki en iyi örneği olarak nitelendirir; zarif, ince ve teknik açıdan mükemmel. Diğerleriyse, çöküşün eşiğinde olan bir kültürün bütün bir mekanda hissedildiğini savunur.
Zengin görünümlü mugarnas kubbelerden garip bir güçsüzlük ve öteki dünyaya ait olma hissi yayıldığı kesin -ahşap çerçevelerden sarkan janjanlı petek şekilleri ince sütunlarla destekleniyor. Ayetler, İslam cennetindeki dört nehri tasvir ederken, yıldızlardan ve cennetlerden, kanallarda akan nehirlerden bahseder. Bu yapının mimarları da ana öğeler olarak suyu ve ışığı kullanmışlar.
Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/showthread.php?p=106275
Elhamra Sarayı'nın planı, dört girişli dairelerden oluşan bu bahçe ve avludan biri. Adları başlı başına bir şeyleri çağrıştırıyor: Mersin ağacı Avlusu (uzun bir havuzun etrafını sarıyor); Kız kardeşler Salonu (Yere monte edilmiş iki beyaz mermer taş) ile Aslanlar Avlusu (ortadaki 12 aslandan oluşan çeşmenin adını almıştır). Elçiler Salonu bürokratik işlerin yapılacağı bir yer olarak düşünülmüş -kraliyet huzuruna kabul ve mahkeme işleri- ancak yine de görüntü bir cenneti andırıyor. Odanın tavanı yerden 18.3 metre yükseklikte ve buradaki oymaların cenneti tasvir ettiği söyleniyor. Ancak 13. yüzyıl ortalarının Granada'sı, İspanya'daki son Fas krallığıydı. Nasri hanedanı, 250 yıl boyunca birbirinin yerine geçen 25 hükümdarla varlığını sürdürdü. Bunlar, sanat ve eğitimin kayda değer liderleri oldukları gibi, büyük Müslüman tarihçi İbni Haldun'u da medeni saraylarına çektiler. En sonunda Nasri’ler 1492'de Granada'yı terk etti. İmparator V. Charles 16. yüzyılda Elhamra'nın duvarları içinde kendi sarayını yaptırdı ancak sonradan binaların bakımı ihmal edildi ve Nasri kalesi Napolyon'un güçleri tarafından yağmalandı. 19. yüzyılda, Victor Hugo, Theophile Gautier ve 1829'da Tales of the Alhambra (Elhamra Masalları) adlı kitabı yayımlanan Washington Irving gibi ziyaretçiler mekanın büyüsüne kapıldı. Elhamra Sarayı'nın tahribatını önleme ve onu muhafaza etme çabaları biraz da bu yazarların çalışmalarının sonucuydu.