Giriş


REFORMTÜRK 17. YIL


Sayfa 1/2 12 SonSon
21 sonuçtan 1 ile 10 arası

Hybrid View

önceki Mesaj önceki Mesaj   sonraki Mesaj sonraki Mesaj
  1. #1
    vergun - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    15 Eylül 2006
    Yer
    izmir
    Yaş
    44
    Mesajlar
    816
    Tecrübe Puanı
    31

    Standart Osmanlı Devleti Hakkında Herşey

    Kuruluş Dönemi
    Osmanli Beyliginin Kurulusu; Osman Bey, Oguz asiretlerinin ittifakiyla basa geçtikten sonra, siyasî ve dinî bakimdan Anadolu'nun en itibarli ve nüfuzlu tarikatlerinden Ahilerin mühim bir sahsiyeti olan Seyh Edebali'nin kizi ile evlenerek, gücünü artirmis idi. Bundan sonra Osman Gazi, Bizans'a karsi genisleme politikasini uygulayarak, Inegöl, Karacahisar ve Yarhisar'i ele geçirdi ve bölgenin mühim merkezlerinden olan Bilecik'i alarak, burayi beyligin merkezi yapti (1299). Bu tarih devletin kurulus tarihi olarak kabul edilir. Selçuklu Sultani III. Alaaddin Keykubad'in Ilhanli Hükümdari Gazan Han'in kuvvetleri tarafindan tutulup, Iran'a götürülmesi üzerine Selçuklu ümerasindan bazilari ve bölgedeki Türkmen beyleri Osman Bey'e teveccüh göstermis; Oguz an'anesine göre onun hâkimiyetini tanimayi kabul etmislerdir. Nitekim Oguz beyleri Oguz Han töresine göre tertip edilen bir törende Osman Bey'in önünde diz çökerek, onun verdigi kimizi içmek suretiyle tâbiyetlerini sunmuslardir. Ancak henüz küçük bir beylik durumundaki Osmanogullarinin, seklen de olsa bu dönemde, Ilhanli hâkimiyetini tanidiklari bilinmektedir. Osman Gazi, beyligini ilân ettikten sonra idaresi altindaki bölgeleri bes kisma ayirarak buralari güvendigi ve savaslarda yararlik gösteren kimselere tevcih etti. Oglu Orhan'a Sultanönü, büyük kardesi Gündüz Bey'e Eskisehir'i, Aykut Alp'e In-önü'yü, Hasan Alp'e Yarhisar'i ve Turgut Alp'e de Inegöl'ü verdi. Diger oglu Alaaddin'e ise seyh Edebali'nin emin ve nazirliginda, ailenin geçimi için, Bilecik ve havalisinin gelirleri tahsis edildi.1302'de Bursa tekfurunun liderliginde birlesen Rum tekfurlarinin Koyunhisar (Bafeon) savasinda agir bir maglûbiyet tatmalari, Osman Bey'in Bursa ve Kocaeli taraflarina akinlar yapmasini oldukça kolaylastirmisti. Bir taraftan Bursa öte taraftan Iznik Türk kusatmasi altinda tutuluyordu. Ancak yaslilik sebebiyle Osman Bey, fetihler için oglu Orhan'i görevlendirmisti. Nitekim 1324 yilinda Osman Bey vefat etti ve oglu Orhan Bey Osmanli tahtina çikti.

    Orhan Bey, 1326 yilinda Bursa'yi, uzun süren kusatmanin ardindan, ele geçirince babasinin vasiyetini yerine getirerek, Osman Gazi'nin naasini Bursa'ya nakletti ve burayi devletin yeni merkezi yapti. Orhan Bey'in komutanlarindan Akçakoca ve Karamürsel ise Istanbul kiyilarina kadar akinlarda bulunuyorlardi. Bu fetih ve akinlardan telâslanan Bizans Imparatoru Andranikos büyük bir ordunun basinda Osmanlilara karsi harekete geçtiyse de Maltepe (Palekanon) Savasi'nda agir bir yenilgi aldi (1329). Bu zafer, Iznik ve Izmit'in ele geçirilmesini kolaylastirmistir. Rumeliye Geçis; Karasi Beyliginde baslayan taht mücadelelerinden istifade eden Orhan Bey, Balikesir ve civarini topraklarina katarak, ileride gerçeklesecek olan Rumeli fetihleri için mühim bir mevkiye sahip olmustur. Nitekim Karasi Beyliginin deniz gücü ve Haci Il Bey, Evrenos Bey gibi degerli komutanlar artik Osmanlilarin emrine girmislerdir. Bizans içindeki taht kavgalari ve Bulgar-Sirp saldirilari karsisinda, gittikçe güçlenen Osmaogullarindan yardim isteyen Kantakuzen'in talebi üzerine Orhan Bey'in oglu Süleyman, bir orduyla Rumeli'ye geçti (1345). Edirne'yi kusatan Bulgar-Sirp kuvvetlerini bozan Süleyman Pasa bu zaferin karsiliginda Gelibolu'daki Çimpe Kalesi'ni Bizans'tan aldi. Böylece Osmanlilar ilk kez Rumeli yakasinda bir üs elde etmis oluyordu (1356). Süleyman pasa Gelibolu'nun ardindan Tekirdag'a kadar olan bölgeleri de ele geçirerek buralara Anadolu'dan getirilen Türkmenleri yerlestirdi. Böylece Rumeli'de de Türklesme hareketi baslamistir. Süleyman Pasa'nin ölümünden sonra Rumeli'deki fetihler için kardesi Murat Bey görevlendirildi (1359). Ancak 1362'de babasi Orhan Bey'in de ölümü üzerine Murat Bey, Bursa'ya döndü ve Osmanlilarin 3. hükümdari olarak tahta çikti (1362).Rumeli ve Balkanlarda Fetihler; I.Murat (Hüdavendigar) önce tahtta hak iddia eden kardeslerini bertaraf etmekle ise basladi ve bu arada elden çikan Ankara'yi yeniden aldi. Anadolu'da birligin saglanmasinin ardindan Murat Hüdavendigar, inkitaya ugrayan Rumeli ve Balkanlarin fethine yöneldi. Bu sirada Balkanlar karsiklik içindeydi. Bir taraftan Sirp Hükümdari Düsan'in ölümü ile Sirplar arasinda iç mücadeleler siddetlenmis, öte yandan Macar Krali Layos, Balkanlarda Ortadokslara olan baskilari artirmisti. Evrenos ve Haci Il Bey komutasindaki kuvvetler bu durumdan da yararlanarak Kesan'dan Dimetoka'ya kadar olan yerleri fazla bir mukavemet görmeden ele geçirmislerdi. Sazlidere Zaferi ile Edirne ve Filibe, Lala Sahin Pasa tarafindan fethedildi (1363/4). Bu savaslarda Bulgarlarin yaninda yer alan Bizans baris yapmak zorunda kaldi. Türk ilerleyisini durdurmak isteyen Macar, Bulgar,Sirp ve Ulahlardan mütesekkil bir Haçli ordusu Macar Krali Layos'un liderliginde Edirne üzerine yürüdü. Ancak Meriç sahilindeki Sirp Sindigi denilen mevkiide, kalabalik Haçli ordusunu hazirliksiz yakalayan 10 bin kisilik kuvvetiyle Haci Il Bey, büyük bir bozguna ugratti (1364). Sirp Sindigi zaferiyle Osmanlilar, Balkanlardaki fetihlerine hiz verdiler ve bunu kolaylastiracagi için Osmanli baskenti Bursa'dan Edirne'ye nakledildi. Fetihler karsisinda çaresiz kalan Bulgarlar Türk himayesini kabul etmek zorunda kaldilar (1369). Çirmen Zaferi ile (1372) Bati Trakya ve Makedonya'nin bir kismi Osmanli hâkimiyetine girdi ve Selanik ile Köstendil'in de ele geçirilmesinin ardindan Sirp Krali Lazar, vergi verip, gerektiginde asker göndermek sartiyla Osmanlilarla baris anlasmasi imzaladi(1374). Yaklasik on yil süren mücadelede, Rumeli ve Balkanlarda fethedilen bölgelere Anadolu'dan mütemadiyen Türk nüfus kaydirilarak bölgede demografik dengeler Osmanlilar lehine degistirilmeye baslanmisti. Bu tarihten sonra bir müddet Balkanlardaki fetihlere ara verilmis ve Anadolu'da Türk birligini saglamlastirmaya yönelik düzenlemelere geçilmistir. Bu maksatla I. Murat, oglu Bâyezid'i Germiyan beyinin kizi ile evlendirmis; Tavsanli, Emet ve Simav gelinin çeyizi olarak Osmanlilara verilmistir. Ayni sekilde Aksehir, Yalvaç, Beysehri gibi bazi sehir ve kasabalar Hamidogullari'ndan para karsiligi satin alinmis, Candarogullar da Osmanli hâkimiyetine girmisti. Artik Osmanlilarin karsisinda tek bir güç kalmisti; Karamanogullari.
    Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/showthread.php?p=12911

    Alaaddin Ali Bey, Osmanlilarin yeniden Balkanlara yönelmesini de firsat bilerek, harekete geçmis ancak I. Murat Konya önlerinde Karamanogullarini yendiginde Karaman beyi af dilemek zorunda kalmistir(1387)

    Murat Hüdavendigar'in yeniden Rumeli'ye yönelmesiyle birlikte Nis ve Sofya da dahil olmak üzere bütün Bulgaristan fethedildi.(1385/88). Timurtas Pasa'nin Sirp kuvvetleri tarafindan baskina ugratilip, yenilmesi üzerine cesaretlenen Bulgar, Leh, Çek ve Macar krallari da Sirplarin yaninda yer aldilar. Fakat Çandarli Ali Pasa, Bulgar Krali Sisman'i esir alarak Bulgarlari bu ittifakin disina atti. Buna ragmen Haçli ordusu ilerleyisini sürdürünce, I. Murat ordusunun basina geçerek düsmani Kosova'da karsiladi. I.Murat'in ogullari Bâyezid ve Yakup'un da yer aldigi Osmanli birlikleri büyük bir zafer kazandi. Sirp Krali Lazar ve oglu esir edilmis, düsman kuvvetlerinin büyük bir kismi imha olmustu. (20 haziran 1389). Fakat I.Murat savas meydanini gezerken bir Sirp tarafindan hançerlenerek sehit düstü. Bunun üzerine Sirp krali da Osmanli askerleri tarafindan öldürüldü. Osmanlilar için Balkanlarda tutunabilmek yolunda ölüm kalim savasi olarak görülen I.Kosova Zaferi Sirplar tarafindan asla unutulmamistir. Günümüzde dahi masum Müslüman halka yönelik vahsetin arkasinda bu maglûbiyetin ezikligi ve intikam hissi yatmaktadir.

    Anadolu'da Türk Birligi'nin Saglanmasi; I. Murat'in sehit edilmesinin ardindan oglu Bâyezid, devlet adamlarinin ittifakiyla hükümdar ilân edildi. Babasinin ölümünü firsat bilen Anadolu'daki beyliklerin Osmanlilar'a biraktigi topraklari yeniden ele geçirmek maksadiyla harekete geçtiklerini haber alan Bâyezid, süratle Anadolu'ya döndü. 1390 yilinda Germiyan, Aydin, Mentese ve Saruhan beylikleri ortadan kaldirildi. Ertesi yil Hamidogullari Beyligi topraklari ele geçirildi ve bu beyliklerin yer aldigi topraklarda Anadolu beylerbeyligi adiyla idarî bir ünite olusturuldu. Ardindan Osmanlilarin en önemli rakip olarak gördügü Karaman Beyligine yönelen Yildirim Bâyezid, Konya'yi kusatti. Alaaddin Ali Bey'in baris talebi, Beysehir ve çevresinin Osmanlilara birakilmasiyla kabul edildi.(1391). Fakat Yildirim Bâyezid'in Mora ile ilgilenmesini firsat bilerek Ankara Sancak Beyi Sari Timurtas Pasa'yi esir almasi üzerine, Yildirim Bâyezid, Alaaddin Bey'e kesin bir darbe vurmaya karar verdi. Anadolu'ya geçen Yildirim, üç gün süren savasin ardindan ele geçirilen Alaaddin Bey'i ortadan kaldirdi ve topraklari Osmanlilara ülkesine dahil edildi(1397). Karamanoglu tehlikesinin bertaraf edilmesiyle, Anadolu'da Osmanlilara direnebilecek en güçlü devlet olarak Kadi Burhaneddin devleti kalmis idi. Daha 1392 yilinda, Kadi Burhaneddin'in müttefiki durumundaki Candaroglu Süleyman anî bir baskinla öldürülüp beyligin Kastamonu subesi ortadan kaldirilmisti (1392). Ardindan, ertesi yil Amasya ve Merzifon civari Osmanli hâkimiyetine alinmisti. Kadi Burhaneddin'in 1398'de Kara Yülük tarafindan öldürülmesi üzerine, ona bagli Sivas, Tokat, Kayseri, Malatya gibi sehirler birer birer ele geçirildi. Böylece Firat'in batisinda kalan Anadolu topraklari Osmanli sancagi altinda birlestirilmis oluyordu.

    Yildirim Bâyezid'in Istanbul Kusatmasi ve Balkanlardaki Fetihleri. Yildirim Bâyezid'in Karaman seferine anlasma geregi katilan Bizans Imparatoru V.Yuannis'in oglu Manuel'in, babasinin ölümü üzerine anlasmayi çigneyerek Istanbul'a kaçmasi sebebiyle Yildirim, Istanbul'u kusatmaya karar verdi. 1391'de baslayan ilk muhasara 1396 yilina kadar sürdürüldü. Bu maksatla Istanbul Bogazi'nda Anadolu Hisari insa edildi. Sehre dis yardimlarin gelmesini önlemeyi ve iase zorlugu altinda savunmayi kirmayi hedefleyen bu muhasara Timur'un Anadolu'ya ulasmasina kadar fasilalarla devam ettirilmistir. Bu kusatma sürerken bir yandan da Yildirim, Bulgaristan, Arnavutluk ve Bosna taraflarinda fetih hareketlerine devam etmekteydi. Kusatma altindaki Bizans'in da talebi ile Türklere karsi yeni bir Haçli ittifaki olusturan Macar Krali Sigismund, Ingiltere dahil bütün Avrupa devletlerinden topladigi 120 bin kisilik bir orduyla harekete geçti. Yildirim Bâyezid düsmani sasirtan bir hizla Nigbolu Ovasi'nda düsmani karsiladi. 50-60 bin kisilik Osmanli ordusu, sayica çok üstün olan Haçli ordusunu büyük bir bozguna ugratti. Savas meydanindan kurtulabilenler, kaçarken Tuna'da boguldular.(1396) Haçlilardan geriye sadece muazzam bir ganimet kalmisti. Bu ganimetle, Edirne ve Bursa'da pek çok cami, medrese ve imaret insa edilmistir. Zaferin ardindan, Eflâk, Bosna, Macaristan ve Mora üzerine seferler düzenlendi. Itibari bu zaferle bir kat daha artan Yildirim, Nigbolu dönüsünde Anadolu birligini kurmaya yönelik nihaî adimlari atmaya baslayacaktir.

    Ankara Savasi ve Fetret Devri: Yildirim Bâyezid, Firat boylarina kadar topraklarini genislettigi sirada, Timur da Iran, Azerbaycan ve Irak'i ele geçirmisti. Bazi Anadolu beyleri Timur'a siginirken, ülkeleri istilâ edilen Celayirli Ahmet ve Karakoyunlu Kara Yusuf da Yildirim Bâyezid'in yanina kaçmisti. Böylece her iki devlet biribirine sinir komsusu olmus, ancak bu durum iki hükümdarin da Türk dünyasinin liderligine oynamalari sebebiyle olumsuz neticeler dogurmustur. Timur, Osmanlilara siginan Celayirli Ahmet ve Kara Yusuf'un iade edilmemesini bahane edip Sivas'i kusatmis ve kendisine teslim edilmesine ragmen sehiri tahrip etmisti(1400). Bu olaydan sonra da her iki hükümdar arasinda mektuplasmalar devam etti. Fakat Timur'un, Anadolu beyliklerine topraklarinin geri verilmesi ve bazi sehirlerin kendine birakilmasi gibi talepleri Yildirim tarafindan reddedildi. Dolayisiyla iki fatih için savas artik kaçinilmaz hâle gelmisti. 160 binlik Timur'un ordusunu, 70 bin kisiyle Çubuk Ovasi'nda karsilayan Yildirim Bâyezid, savasin baslarinda üstünlügü ele geçirdi. Ancak Timur'un safinda eski beylerini gören bazi askerlerin saf degistirmesi ve Kara Tatarlarin Osmanli ordusunun arkasini çevirmesi savasin talihini degistirdi. Bir avuç askerle direnmeye çalisan Yildirim Bâyezid sonunda esir edildi (26 Temmuz 1402). Ankara Savasi'ni kazanan Timur, Anadolu beyliklerini tekrar ihya etti ve böylece Anadolu Türk birligi parçalandi. Balkanlardaki Türk ilerleyisi durdugu gibi bir kisim topraklar da elden çikti. Yildirim'in ogullari arasindaki taht mücadeleleri Osmanli devletinin "Fetret Devri" boyunca 12 yil müddetle devam etti. Sayet bu savas gerçeklesmemis olsaydi, hiçbir direnme gücü kalmayan Istanbul büyük bir ihtimalle Yildirim Bâyezid zamaninda Türklerin eline geçecekti. Dolayisiyla Ankara Savasi Osmanlilari en az 50 yil geriye götürmüstür.Esir düsen Yildirim Bâyezid, yedi ay boyunca Timur'un yaninda sehir sehir dolastirildiktan sonra üzüntüsünden ecele yenik düstü. Osmanli sehzadeleri tahtin sahibi olabilmek için kiyasiya birbirleriyle mücadele etmeye basladilar. Bu mücadele Çelebi Mehmet'in tek basina devlet idaresine hâkim olusuna kadar devam etti (1413). Çelebi Mehmet kardesleri Süleyman, Isa ve Musa Çelebi'yi bertaraf ettikten sonra Anadolu Türk birligini yeniden tesis etmek için çaba sarf etti. Güçlenen Karamaogullarinin nüfuzunu kirdi, Karamanoglu Mehmet Bey'in eline geçen Osmanli topraklarini geri aldi. Candarogullari beyliginden Çankiri'yi ve ardindan Canik (Samsun) bölgesini yeniden Osmanli ülkesine katti. Fakat Sehzade Mustafa ve Simavna Kadisi oglu Seyh Bedreddin'in isyanlari ülkeyi karistirmaktaydi.(1419) Sehzade Murat Rumeli ve Manisa'da ortaya çikan bu isyani bastirdi, Seyh Bedreddin ve adamlari yakalanarak idam edildi. Timur'un beraberinde götürdügü Mustafa Çelebi de Anadolu'ya döndügünde tahtta hak iddia etmisti. Sehzade Mustafa'nin Selânik'te baslattigi isyan bastirildi. Asi sehzade Bizans'a siginmak zorunda kaldi. Çelebi Mehmet öldügü zaman Osmanli ülkesinde sükûnet büyük oranda tesis edilmeye baslanmisti (1421).

    Babasinin en büyük yardimcisi olan sehzade Murat tahta çiktigi zaman Bizans tarafindan karsisina çikarilan amcasi Mustafa Çelebi'nin isyanini bir kez daha bastirdi ve Bizans'i cezalandirmak için Istanbul'u kusatti(1422). Bu defa küçük kardesi Sehzade Mustafa'nin isyan haberini alan II.Murat, kusatmayi kaldirarak kardesini cezalandirmak zorunda kaldi. Isyancilarin yaninda yer alan Anadolu beyliklerine karsi harekete geçen II.Murat, Candaroglu Isfendiyar Bey'i itaat altina aldi. Izmir Beyi Cüneyd'i ortadan kaldirip, Izmir, Aydin ve Mentese civarini ele geçirdi. Germiyanoglu Yakub Bey'in çocugu olmadigindan, topraklarini Osmanlilara birakmayi vasiyet etmisti. Onun ölümüyle Germiyan ili de Osmanlilara katilmis oldu(1428). Balkanlarda da durum Osmanlilar lehine düzelmeye basladi. Nitekim Fetret devri sirasinda elden çikan topraklar geri alindigi gibi, 1440'a kadar Belgrat hariç bütün Sirp topraklari Osmanli hâkimiyetine girmisti. Fakat Erdel ve Eflâk'ta üst üste gelen bazi küçük bozgunlar Avrupa'da büyük bir sevinçle karsilanarak, Osmanlilara karsi yeni bir Haçli seferinin tertip edilmesine cesaret vermisti. II. Murat, Balkanlardaki Osmanli varligini tehlikeye atmamak için Macarlarla Segedin Antlasmasini imzaladi (1444) ve bu anlasmadan sonra tahttan feragat etti. Küçük yastaki oglu II. Mehmet'in hükümdar olmasini firsat bilen Macarlar anlasmayi bozdu ve yeni bir Haçli ittifaki olusturuldu. II. Murat yeniden ordunun basina geçerek düsmani Varna Savasi'nda karsiladi. Macar krali öldürüldü. Haçlilarin lideri durumundaki Jan Hünyad güçlükle kaçabildi(1444). Çandarli Halil Pasa'nin israriyla ikinci kez tahta çikan II. Murat, Mora ve Arnavutluk'a sefer düzenledi. Varna'nin intikamini almak isteyen Jan Hünyad yeniden harekete geçti. Fakat II. Kosova Muharebesi'nde bir kez daha Sirplar büyük bir yenilgiye ugratildi (1448). Varna ve Kosova savaslariyla Osmanlilar Balkanlardaki durumunu iyice güçlendirmis, Bizans'in batidan yardim alma umutlari ise tamamen ortadan kaldirilmistir. II. Murat 48 yasinda ölünce II. Mehmet yeniden Osmanli tahtinin sahibi olmus (1451) ve Osmanli Devleti artik bu dönemde tam bir cihan devleti hâline gelmistir

  2. #2
    vergun - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    15 Eylül 2006
    Yer
    izmir
    Yaş
    44
    Mesajlar
    816
    Tecrübe Puanı
    31

    Standart --->: Osmanlı Devleti Hakkında Herşey

    Yükseliş Dönemi

    Istanbul'un Fethi: II. Mehmet, babasinin ölümü üzerine ikinci kez Osmanli tahtina oturdugunda, devletin ortasinda bir ser adacigi hâlinde kalmis köhne Bizans'i ortadan kaldirmayi öncelikle hedef olarak belirlemisti. Böylelikle Osmanli devleti tam bir cihan devleti haline gelebilecekti. Hedefini gerçeklestirmek için ilkin Sirbistan ve Eflâk ile anlasma imzalayan Fatih, Karamanoglu tehlikesini de geçici de olsa bertaraf etti. Bizans'a ulasabilecek muhtemel yardimi önlemek için Bogaz'in Avrupa yakasina Rumeli Hisar'ini yaptirarak kusatma hazirliklarini tamamladi. Nihayet kusatilan Istanbul'a karsi 6 Nisan 1453'te kara ve denizden saldiri baslatildi. II. Mehmet, Edirne'de döktürdügü çaginin en güçlü toplariyla Istanbul surlarini karadan sarsarken 18 Nisan'da donanma bütün Istanbul adalarini ele geçiriyordu. Fakat, Haliç'in zincirle kapatilmasi sebebiyle kara ve deniz birlikleri müsterek bir harekâta geçemiyor ve bu durum da kusatmanin basarisina gölge düsürüyordu. Nihayet 22 Nisan'da Osmanli donanmasinin karadan Haliç'e indirilmesi gibi müthis bir plânin gerçeklestirilmesi, kusatmanin seyrini degistirmeye baslamisti. Seksen parçalik donanmayi bir anda karsilarinda gören Bizans'in direnme gücü artik kirilmisti. 29 Mayis 1453'teki nihaî harekâtla Istanbul fethedildiginde, II. Mehmet, Peygamberimizin müjdesine mazhar oluyor ve "feth-i mübin" ile "Fatih"lik serefini elde ediyordu.Bizans'in ortadan kaldirilmasi hem Türk tarihi hem de dünya tarihi açisindan büyük bir öneme sahiptir. Bu fetihle Osmanli Devleti, artik tam bir cihan devleti hâline gelmis, Islâm dünyasi ve Avrupa içinde büyük bir prestij ve güç kazanmistir. Avrupa için bu fetih çag açip, çag kapayan bir fetihtir. Katolik Avrupa'nin, Ortadoks dünyasiyla bütünlesme çabalari, Istanbul'un fethiyle önlenmis, aksine Balkanlari da tamamen ele geçirmek suretiyle Fatih, kisa zamanda Ortadokslari himayesi altina almistir. Nitekim Papa V.Nikola'nin Türklere karsi harekete geçilmesi fikri pek taraftar bulamamis, aksine, Ege adalarindaki halk, Balkanlardaki bazi despotluklar ve prensler Fatih'i Istanbul'un fethinden dolayi kutlayan mektuplar yazmislardir. Papa'nin istegine sadece Almanya, Napoli ve Venedik olumlu cevap vermis fakat onlar da kendilerinden ziyade Sirp, Macar ve Arnavutlari kiskirtarak sonuç almaya çalismislardir.

    Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/showthread.php?p=12912
    Fatih'in Bati Politikalar: Sirbistan Seferleri; Istanbul'un fethinden sonra Osmanlilara bagliligini bildiren ve ele geçirdigi bazi kaleleri geri veren Sirplar Macarlar ile is birligi yaparak yeniden düsmanliklarini göstermeye baslamislardi. Bunun üzerine 1454-1457 arasinda üç kez pespese Sirbistan'a sefer düzenlendi. Belgrat disindaki bütün Sirp topraklari ele geçirildi. Sirp Krali Bronkoviç'in ölümüyle baslayan taht mücadelelerinden faydalanan Osmanlilar, Sirplari vergiye bagladilar. Taht kavgalarinin yeniden alevlenmesi üzerine, Mora seferinde bulunan Fatih, Sirp meselesine son verilmesini emretti. Mahmut Pasa, 1459'da baskentleri Semendire'yi ele geçirilerek Semendire Sancakbeyligini olusturdu. Böylece Sirbistan'da 350 yil sürecek Osmanli hâkimiyeti baslamis oluyordu.

    Arnavutluk Seferleri; Papalik ve Napoli kralliginin destegi ve kiskirtmasiyla harekete geçen Arnavutluk hâkimi Iskender Bey, vurkaç taktigi ile Osmanli kuvvetlerine baskinlar düzenlemekteydi. Bunun üzerine Fatih, bizzat sefere çikmaya karar verdi. 1465 yilinda gerçeklesen I.seferde, Ilbasan Kalesi'ni yaptirip, içine asker yerlestiren Fatih, Balaban Pasa'yi bölge için görevlendirerek, geri döndü. Ancak, Papa ve diger devletlerden aldigi kuvvetlerle Türklere saldiran Iskender Bey, Balaban Pasa'yi sehit etti ve Ilbasan kalesi'ni kusatti. Bunun üzerine Fatih II. Arnavutluk Seferi'ne çikti (1467). Ele geçirilen topraklarda yeni garnizonlar olusturuldu. Bu sirada Iskender Bey ölmüs ve yerine oglu Jean geçmisti. Arnavutlukta baslayan kargasa sebebiyle Fatih 3. kez Arnavutluk seferini baslatti. Arnavutlarin elinde kalmis olan Kroya ve Iskodra kusatildi. Nihayet 1479'da Arnavutluk da bir Osmanli vilayeti haline gelmis oluyordu.

    Mora Seferleri; Istanbul'un fethinden sonra Bizans Imparatoru XII. Konstantin'in ogullari, rakipleri Kantakuzen ailesine karsi Mora'da, Osmanlilarin yardimini istemislerdi. Turahanoglu Ömer Bey, akincilari ile duruma müdahale etti ve muhalifler bertaraf edildi. Fakat bu sefer iki kardes arasinda mücadele baslamisti. Bölge ülkelerinin Mora'yi istilâ niyetlerini bilen Fatih 1458'de harekete geçti. Korent'i ele geçiren Fatih, Mora'nin bir kismini merkeze baglayarak, burada bir sancak olusturdu. Atina ve diger bölgeler ise Osmanli yönetimini kabul etti. Kardesi Dimitrios'a karsi Arnavutlarin destegini alan Tomas'in Osmanlilarla yapilan anlasmayi bozmasi üzerine 2.kez Mora'ya sefer düzenlendi. Tomas, Papa'nin yanina kaçmak zorunda kaldi. Bölgeye çok sayida Türk yerlestirildi. Venedikliler bölge halkini Osmanlilara karsi ayaklandirmaya çalisiyorlardi. Ancak bunda basari kazanamayan Venedik, Osmanli kuvvetleri tarafindan bozguna ugratildi (1465).

    Eflâk ve Bogdan Seferleri; Yildirim zamaninda vergiye baglanan Eflâk Prensligi'nin basina Fatih tarafindan Vlad (Kazikli Voyvoda) getirilmisti(1456). Osmanlilara bagli görünen Vlad aslinda gizliden gizliye düsmanlik ediyordu Vlad'in Fatih'in elçilerini kaziga oturtarak öldürmesi üzerine 1462 yilinda Fatih, Eflâk'a bir sefer düzenledi. Bogdan'dan da yardim alan Osmanli kuvvetleri voyvodayi uzun süre takip etti. Neticede, sigindigi Macarlarin, Osmanlilarla yaptigi anlasma üzerine Vlad'i esir etmeleri ile mesele çözüldü. Fatih voyvodaliga Radul'u getirdi ve Eflâk bir Osmanli eyaleti hâline geldi. 1455'ten itibaren Osmanli Hâkimiyetini taniyan Bogdan Prensligi'nin Kefe'nin fethinden sonra izledigi düsmanca siyaset üzerine Osmanli kuvvetleri 1476'da Bogdan'a girdi. Fatih'in bizzat basinda oldugu Osmanli kuvvetleri Bogdan ordusunu büyük bir bozguna ugratti. Böylece Bogdan da yeniden Osmanli hâkimiyetini tanimis oluyordu.

    Bosna-Hersek Seferleri; Osmanlilara vergi yoluyla bagli olan Bosna Kralinin, anlasmalara riayet etmemesi üzerine Üsküp'ten harekete geçen Fatih, Sadrazam Mahmut Pasa ve Turahanoglu Ömer Bey'e Bosna'nin tamamen fethedilmesi emrini vermisti. 1463 yilindaki seferle Bosna Krali Osmanli hâkimiyetini yeniden tanidi. Ancak seyhülislamin da fetvasiyla sonra öldürüldü ve bu topraklarda Bosna Sancakbeyligi olusturuldu. Fakat ordunun Istanbul'a dönmesi üzerine ayni yil, Macar krali Bosna'ya girdi. Ikinci kez düzenlenen seferle Osmanlilar, Yayçe disindaki bütün kale ve sehirleri yeniden ele geçirdiler. Bosna seferleri esnasinda Hersek Krali Stefan da ülkesinin bir kisim topraginin Osmanlilara dogrudan baglanmasi sartiyla tahtinda birakilmisti. Ancak 1483 yilinda Hersek tamamen Osmanli topragi hâline gelecektir.Fatih, Bosna'yi Osmanli topraklarina kattigi zaman "Bogomil" mezhebindeki Bosnalilara çok iyi davranmisti. Hem Katolik hem de Ortadokslarin kendi kiliselerine almak için baski yaptiklari Bogomiller bu sebeple Osmanli yönetimine sicak bakmislar ve kendilerine saglanan din ve vicdan hürriyetinden etkilenerek zamanla Müslüman olmuslardi. Iste bu Müslüman Bosnalilara "Bosnak" denilmektedir.

    Fatih devrinde Osmanlilarin karada en güçlü komsusu ve rakibi Macarlar, denizde ise Venedik idi. Macarlar bu dönemde tek baslarina Osmanlilarla bas edemeyeceklerini bildiginden, dogrudan bir savasi göze alamamis, Fatih de tabiî sinir olan Tuna'yi geçmeyi düsünmemistir. Ancak akincilar vasitasiyla, Macaristan'a güvenligin saglanmasina yönelik yüzlerce basarili akin düzenlenmistir. Keza Venedik Cumhuriyeti de Osmanlilarla dogrudan karsilasmaktansa Balkanlardaki diger devletleri kiskirtmayi yeg tutmustur. Güçlü donmasiyla Mora ve Ege'deki adalara sahip olmak isteyen Venedik, Osmanlilar karsisinda istedigi sonucu alamamis, aksine pek çok ada ve kiyi kaleleri Osmanlilarin eline geçmistir.

    Ege Adalarinin Fethi; Istanbul'u ele geçiren Fatih, Bizans'a ait bütün topraklari hâkimiyeti altinda birlestirmek istiyordu. Böylece Bizans'in yeniden dirilmesini önleyecegi gibi, iktisadî ve siyasî açidan da nüfuz alanini genisletebilecekti. Öncelikle Anadolu kiyisina yakin adalari hedef alan Fatih, Bizans, Venedik ve Cenevizlilerin elindeki bu adalardan Anadolu'ya yapilan korsan akinlarinin önünü kesmis olacakti. Ikinci olarak Orta ve Dogu Akdenizdeki adalar hedef alinmisti ki, bu adalar Fatih'in Italya'ya yani eski Roma'ya geçisini kolaylastiracakti.( Nitekim Gedik Ahmet Pasa komutasindaki bir Osmanli donanmasi Napoli Kralliginin elindeki Otranto'yu fethetmis ve buradan Güney Italya'ya akinlar düzenlenmistir.(1480) Fakat Fatih'in ölümünden sonra basa geçen II. Bâyezid, Gedik Ahmet Pasa'yi geri çagirinca, sehir savunmasiz kalmis ve Italyanlar kaleyi tekrar ele geçirmislerdir).1456 yilinda öncelikle Çanakkale Bogazi'na hâkim olan adalardan Gökçeada (Imroz), Tasoz Enez ve Semendirek adalari ele geçirildi. Ayni tarihlerde Limni ve Midilli halki Türk yönetimine girmek için Osmanlilara basvurmustu. Önce Limni, ardindan, uzun süren kusatmayi müteakip Midilli (1467) ele geçirildi. Venedikliler 264 yildir ellerinde tuttuklari Agriboz Adasi'ndan Mora ve Ege adalarindaki Türk birliklerine karsi saldirilarini yogunlastirmaktaydilar. Bunu önlemek maksadiyla Agriboz'un fethine karar veren Osmanlilar neticede 17 gün süren kusatmadan sonra amaçlarina ulastilar. Epir despotunun elindeki Zanta, Kefalonya ve Ayamavra gibi adalar da Fatih'in saltanatinin son zamanlarinda Osmanli topraklarina dahil edilmistir. Ancak St. Jean sovalyelerinin elindeki Rodos'a karsi girisilen birkaç muhasara neticesiz kalmistir.

    Fatih'in Dogu Politikasi: Karadeniz Politikasi; Osmanlilar, Anadolu'nun büyük bir kismini hâkimiyetleri altina almalarina ragmen kuzeyde, Karadeniz kiyisindaki bazi yerler Trabzon Rumlari, Cenevizliler ve Candarogullarinin elinde bulunuyordu. Anadolu Türk birliginin saglanmasi ve ticaret güvenligi açisindan bu bölgelerin ele geçirilmesi sartti. Iste bu sebeplerle, Fatih karadan ve denizden kuvvetlerini harekete geçirdi. 1461 yilinda Cenevizlilerin elindeki önemli bir üs olan Amasra teslim olmak zorunda kaldi. Seferin kendisine karsi yapildigini sanan Candaroglu Ismail Bey, Kastamonu'yu terk ederek Sinop'a çekildi. Bursa'ya dönerek birliklerini takviye eden Fatih, Trabzon seferine çikarken, Sinop da dahil Candarogullarinin topraklarini savasmaksizin ele geçirdi. Fatih'in asil amaci 1204 yilinda Lâtinlerin Istanbul'u isgal etmesi üzerine Bizans hanedanina mensup Komnenlerin ayri bir devlet olusturduklari Trabzon idi. Osmanlilara vergi vermeyi kabul eden Trabzon Rumlari bir taraftan Fatih'in rakibi olan Uzun Hasan ile ittifak içine girmisti. Nihayet Fatih, karadan birliklerini Trabzon'a gönderirken, bir donanma da Sinop'tan kalkarak bölgeye yöneldi. Bu sirada Uzun Hasan'in Osmanli ordusunu arkadan çevirebilecegi ihtimaline karsi Fatih, ordusunu Sivas'in güneyinden Yassiçemen'e çevirdi. Uzun Hasan'in annesi Sara Hatun'un ricasi üzerine Akkoyunlularla bir anlasma yapildi. Anlasmaya göre Akkoyunlular, Trabzon Rumlarina yardim etmemeyi vaat etmislerdir. Anlasmanin akabinde kara ve denizden Trabzon yeniden kusatildi. Çaresiz kalan Trabzon Hâkimi David Komnen sehri teslim etmeyi kabul etti (26 Ekim 1461). Böylece 258 yil devam eden Trabzon Rum Imparatorlugu da tarihe karismis oldu.

    Karadeniz'in Anadolu kiyilarini tamamen hâkimiyetine alan Fatih'in bundan sonraki hedefi, önemli ticaret limanlari olan Ceneviz kolonilerini ortadan kaldirarak, Karadeniz'i tam bir Türk gölü yapmak idi.

    Gedik Ahmet Pasa komutasindaki donanma 1475 yilinda Kefe, Azak ve Menkup iskele ve kalelerini ele geçirdi. Böylece Osmanlilar, Altinorda Hanligi'nin zayiflamasiyla ortaya çikan Kirim Hanligi ile komsu oldu. Azak Kalesi'nin düsürülmesi sonucunda bazi Cenevizliler ile birlikte Kirim hanlarindan Mengli Giray Han da esir edilmisti. Mengli Giray Han'in Istanbul'a getirilmesiyle Kirim Hanligi Osmanli hâkimiyetine girmis oldu. (1478). Kirim hanlari 350 yil boyunca Osmanlilarin batiya karsi en güçlü müttefikleri olarak hizmet vermislerdir.Anadolu'da Türk Birliginin Gerçeklesmesi; Osmanlilarin kurulus devrinden beri en ciddî rakipleri durumundaki Karamanogullari, Fatih'in politikalarina karsi, Akkoyunlu ve Memlûklu devletlerinin destegini sagladigi gibi, Venediklilerle de bir ittifak kurmakta sakinca görmemislerdi. Bu düsmanca tavir üzerine Fatih 1466 yilinda Karamanogullari üzerine yürümeye karar verdi. Beylik topraklarinin büyük kismi Osmanlilarin eline geçmesine ragmen Fatih, Larende ve Silifke yörelerine çekilen Karamanogullarina karsi mücadeleyi, Otlukbeli Savasi'nin sonrasinda da sürdürmüstür. Fakat Karaman Beyi Kasim'in ölümünden sonra (1483) beylik tamamen oradan kalkmis olacaktir. Akkoyunlu Beyi Uzun Hasan, 1467 yilinda Karakoyunlu topraklarina sahip olunca Osmanlilar aleyhine hâkimiyetini genisletmeye baslamisti. Anadolu birligi yönündeki bu tehlike üzerine Fatih, 1473'te harekete geçti. Otlukbeli mevkiinde yapilan savasta Osmanlilar büyük bir zafer kazandilar. Artik Akkoyunlular Osmanlilar için bir tehlike olmaktan çikmisti.

    Fatih bundan sonra Hicaz su yolllarinin onarimi hususunu bahane ederek Memlûklar'a karsi harekete geçti. Fakat bu dönemde Memlûklarla büyük bir savasa girilmemistir. Fatih'in 1481'de hazirlik yaptigi ve ölümüyle yarim kalan seferin ya Rodos'a ya da Misir'a yönelik oldugu söylenir.

    Fatih'in ölümü üzerine Osmanli tahtina büyük oglu Bâyezid geçmisti. Ancak diger oglu sehzade Cem, Rodos sovalyelerinin eline düsmesiyle sonuçlanan,taht mücadelesine girmisti. Bâyezid'in mütereddit ve ihtiyatli politikalari sebebiyle, Akkoyunlularin yerini alan Safaviler güçlenerek Anadolu'da Sahkulu Isyani gibi ayaklanmalari kiskirtmis, Memlûklara karsi basarisiz seferler düzenlenmistir. Buna ragmen Bâyezid döneminde Kili ve Akkerman ele geçirilerek Bogdan tamamiyla Osmanli hâkimiyetine girmis(1484), Venedik ve Haçlilara karsi denizlerde üstünlük kurulmus, Modon, Koron, Inebahti ve Navarin gibi Mora kiyilarindaki kale ve limanlar zapt edilmistir(1502).

    Barbaros kardeslerin denizlerdeki zaferlerine ragmen özellikle dogudaki olumsuz gelismeler ve Sahkulu Isyani(1511), devlet islerinden elini çeken Bâyezid'in sagliginda sehzadeler arasindaki taht mücadelesinin kizismasina vesile olmustur. Nitekim Sehzade Selim'in mücadeleyi kazanmasi üzerine 1512 yilinda II. Bâyezid tahttan feragat etmistir.

    Yavuz Sultan Selim Devri; Henüz Trabzon'da vali iken Dogu'da Safavilerin nasil güçlendigini gören ve onlarla basarili bir mücadeleye giren Selim, tahta çiktiktan sonra, Anadolu'daki mezhep mücadelesine bir son vermek için Safavilerle dogrudan savasa girmeyi kaçinilmaz görmekteydi. Nihayet ordusunun basinda Dogu seferine çikan Yavuz Selim, Çaldiran Ovasi'nda Sah Ismail'in ordusuyla büyük bir meydan muharebesi yapti. Iki Türk hükümdarinin mücadelesinden Selim üstün çikti (23 Agustos 1514). Dogu Anadolu topraklari Osmanlilarin eline geçti. Yavuz, Tebriz'e kadar Sah Ismail'i takip etti. Dulkadirogullari beyligi Osmanli yönetimine alindi ve sonra ilhak edildi (1515)Babasi döneminde Memlûklara karsi yapilan seferlerin çogu kez basarisizlikla neticelenmesi, Osmanlilarin dogu'da ve Islâm dünyasinda üstünlük kurmalari önündeki en büyük engel idi. Bu sebeple, Safavi tehlikesini bertaraf ettikten sonra Yavuz, Memlûklara karsi büyük bir ordu hazirladi. Misir Memlûk Sultani Kansu Gavri, Osmanli ordusunu Halep'in kuzeyinde karsiladi. Ancak Mercidabik Savasi Osmanlilarin zaferiyle son buldu (24 Agustos 1516). Kansu Gavri savas sirasinda öldü. Malatya'dan Sina yarimadasina kadar olan topraklar Osmanlilarin eline geçti. Kisi Sam'da geçiren Yavuz, tekrar Misir'a yöneldi. Yeni Memlûk Sultani Tomanbay ile Kahire'nin kuzeyindeki Ridaniye mevkiinde yapilan savasi da Osmanlilar kazandi. (22 Ocak 1517). Bu savas Memlûk Devleti'nin sonu oldu. Suriye, Filistin, Misir ve Hicaz Osmanli hâkimiyetine girdi. Hülagû'nun Bagdat'i isgal etmesiyle Memlûk himayesine giren halifelik müessesesi de böylece Osmanlilara geçmis oluyordu. Nitekim Mekke serifi sehrin anahtarini Yavuz Sultan Selim'e sunarak itaatini bildirmisti. Yavuz dönemi Osmanlilarin dogu'da ve Islâm dünyasi'nda en büyük güç haline geldigi bir dönemdir.


    Yavuz Sultan Selim'in sekiz yil süren hâkimiyet devrinden sonra Osmanli tahtina oglu I.Süleyman geçti (1520). I.Süleyman'in 46 yillik saltanatinda Osmanli Devleti siyasî, askerî ve iktisadî açilardan zirveye ulasmistir. Bu sebeple dost düsman ona Kanuni, Muhtesem, Büyük Türk gibi lâkaplarla hitap etmis ve tarihe de böyle geçmistir.

    Avrupa'daki Gelismeler; Kanuni döneminde özellikle Avrupa'da önemli dinî ve siyasî degisiklikler söz konusudur. Güçlü Macar kralliginin Osmanli hâkimiyetine girmesinden sonra, Kutsal Roma-Cermen Imparatoru Sarlken en ciddî rakip hâline gelmis, onun olusturdugu imparatorlugun uzantisi durumundaki Avusturya Arsidükaligi Osmanlilara sinirdas olmustur. Bu devlet ile Avrupa'nin en güçlü hanedani olacak olan Habsburglar Avrupa'yi âdeta parselleyeceklerdir. Bu dönemde güçlenmeye baslayan Protestanlik, Avrupa'da mezhep çatismalarinin siddetlenmesine sebep olmustu. Dogu Avrupa'da da Lehistan ve Ortadoks Rusya güçlenmeye baslamisti. Kanuni, Avrupa'daki siyasî ve dinî çekismelerden faydalanarak, onlarin birlesmemesine özen göstermis ve bunu bir devlet politikasi hâline getirmistir. Yine bu dönemde Akdeniz'de ve Okyanuslarda güçlü bir ticarî ve iktisadî filo olusturan Ispanyol ve Portekiz donanmalari Venedik'in yerini almis görünüyordu.

    Belgrat'in Fethi ve Macaristan Seferi; Fatih'in Sirbistan seferinde ele geçirilemeyen Belgrat, Avrupa içlerine yapilacak akinlar için bir siçrama noktasi idi. Bu sebeple Kanuni, Macaristan seferine çiktiginda ilkin Belgrat'i kusatti ve ele geçirdi(1521). Burayi bir üs olarak kullanan Osmanlilar artik rahatlikla Avrupa içlerine sefer yapabilecekti. Nitekim Sarlken'e tutsak olan Fransa Krali Fransuva'yi, kendisinden yardim talep etmesi üzerine, kurtarmayi amaçlayan Kanuni, 1526 yilinda karsisindaki ittifaki parçalamak amaciyla yeniden Macaristan üzerine bir sefer düzenledi. 29 Agustos 1526'da Mohaç Meydan Muharebesi ile Macar ordularini imha eden Kanuni, Budin'i (Budapeste) ele geçirdi. Macaristan'in bir bölümü ilhak edildi ve kalan kismi Erdel Kralligi olusturularak Osmanli hâkimiyetine alindi.

    Avusturya Seferleri; Macaristan'in ele geçirilmesi üzerine, ölen Macar krali ile akrabaligini öne süren Avusturya Arsidükü Ferdinand, Macar topraklarinda hak iddia etmis ve Budin'i isgal etmisti. Bunun üzerine Kanuni, yeniden Macaristan'a sefer düzenledi. Budin kurtarildi. Ancak Kanuni'nin asil maksadi Viyana idi. Osmanli ordusu sehri kusatti ise de ele geçirmeye muvaffak olamadi(1529). I.Viyana Kusatmasi'nin sonuçsuz kalmasindan cesaretlenen Ferdinand, Budin'i tekrar isgal etti. Kanuni ünlü "Alman Seferi" ile mukabele ederek isgal edilen yerleri geri aldi. Ferdinand ile Istanbul'da bir anlasma yapildi. Bu anlasmaya göre Ferdinand, Macaristan üzerinde hak talep etmeyecek ve Osmanli hâkimiyetini taniyacak ve elinde bulundurdugu Macaristan'a ait topraklar için de Osmanlilara vergi verecekti.(1533).

    Ferdinand'in Macar kralinin ölümünü firsat bilerek anlasmayi bozmasi üzerine Kanuni yeniden sefere çikti. 1562'deki bu sefer sonucunda Macaristan'da Erdel Beylerbeyligi olusturuldu. Avusturyalilar firsat buldukça Macar topraklarina tecavüz etmisler ve her seferinde de Osmanlilardan gerekli cevabi almislardir. Nitekim Kanuni'nin son seferi de Avusturya'ya karsi olmus ve Zigetvar Kalesi kusatilmistir (1566)

    Fransa ile Münasebetler ve Ilk Kapitülâsyon; Avrupa birligini saglamak isteyen Roma-Cermen Imparatoru Sarlken, bu maksatla Fransiz Krali Fransuva'yi esir etmisti. Kendisinden yardim isteyen kral ile iyi iliskiler kuran Kanuni böylece Sarlken'e karsi bir müttefik kazanmis oluyordu. 1535 yilinda iki ülke arasinda ticaret ve dostluk anlasmasi imzalandi. Anlasma ile her iki ülke serbest ticaret hakki elde edecek ve bu haklar iki hükümdarin yasadigi sürece geçerli olacakti. Lâkin kapitülasyon adiyla tarihe geçecek olan bu ticarî imtiyazlar sürekli hâle getirilmis, sonraki devlet adamlarinin basiretsizligi sebebiyle tek tarafli islemeye baslamis ve baska devletlere de imtiyazlarin taninmasiyla Osmanli ekonomisi giderek disa bagimli hâle gelmistir.

    Iranla Münasebetler; Sah Ismail'in yerine geçen oglu I.Sah Tahmasp, babasi gibi, Osmanlilarin düsmani olan Venedik ve Avusturya ile ittifak kurmakta bir beis görmüyordu.

    Osmanli ordusu, Avrupa'ya sefere çiktiginda Safaviler, Dogu Anadolu topraklarina karsi saldiriya geçiyordu. Bu sebeple, Kanuni, Irakeyn (iki Irak; Irak-i Acem ve Irak-i Arap) seferi diye bilinen bir sefere çikti (1534-35). Tebriz ve Bagdat Osmanli topraklarina katildi. Osmanlinin Avrupa ile ilgilenmesinden yararlanan Safaviler firsat buldukça yeniden harekete geçtiklerinde, bölgeye 1555 yilina kadar Nahcivan ve Tebriz üzerine birkaç kez sefer düzenlenmistir. Osmanlilar karsisinda fazla bir varlik gösteremeyen Sah Tahmasp nihayet baris anlasmasi imzalamayi kabul etmek zorunda kalmis ve Amasya Antlasmasi (1555) ile Osmanli üstünlügünü kabul ederek Bagdat, Tebriz ve Dogu Anadolu'nun Osmanli hâkimiyetinde oldugunu tasdik etmistir.

    Deniz Seferleri ve Fetihler; Kanuni devri karada oldugu gibi denizlerde de büyük bir üstünlügün saglandigi bir devirdir. Fatih'in alamadigi, St.Jean sövalyelerinin elindeki Rodos ve çevresindeki adaciklar, basarili bir kusatma sonunda ele geçirilmis(1522), II. Bâyezid zamanindan beri Akdeniz'de serbestçe faaliyet gösteren Barbaros kardeslerin devlet hizmetine alinmasiyla deniz ve kiyilarda pek çok yer Osmanli hâkimiyetine dahil olmustur. Cezayir'i ellerinde bulunduran ve Osmanlilar adina, 1492 yilinda Ispanya'da soy kirima ugrayan Musevîleri Istanbul'a gemilerle nakleden Barbaros kardesler hakli bir üne sahip olmuslardi. 1533 yilinda Cezayir'i Osmanlilara birakarak kaptan-i deryalik görevini kabul eden Barbaros Hayrettin Pasa (Hizir Reis), 1538 yilinda Andrea Doria komutasindaki Haçli donanmasini Preveze'de büyük bir bozguna ugratarak, Osmanlilardin Akdeniz'in tek hâkimi oldugunu bütün dünyaya kabul ettirdi.

    Barbaros'un ölümünden sonra yerine geçen Turgut Reis de fetihlere devam etti.Nitekim St. Jean sövalyelerinin elinde bulunan Trablusgarp onun tarafindan fethedilmis (1551), Preveze'den sonraki en büyük deniz zaferi sayilan Cerbe Savasi sonunda Haçli donanmasi bir kez daha hezimeti tatmistir. Sadece Akdeniz'de degil Kizil Deniz ve Hint Okyanusunda da Osmanli donanmasi faaliyette bulunmustur. Uzak denizlerde istenilen sonuçlar elde edilememisse de bu dönemde Yemen ve Arabistan'in güney kiyilari ile Habesistan ele geçirilmistir.

    Kanuni'nin Ölümü ve Sonrasi; Zigetvar Muhasarasi esnasinda hastalanan Kanuni kalenin fethini göremeden 66 yasinda öldü (1566). Siyasî, askerî ve iktisadî bakimlardan Osmanliyi zirveye çikaran bu büyük hükümdarin yerine geçen ne II. Selim (1566-1574) ne de III. Murat (1574-1595) ayni evsafta kisiler degillerdi. Ancak Kanuni devrinde baslayan fetih rüzgârlari o derece siddetliydi ki, bu hükümdarlar devrinde de hizini devam ettirebildi. Süphesiz bu basarilarda sadrazam Sokullu Mehmet Pasa'nin dirayetli siyasetinin de rolü büyüktür. Anadolu'nun Akdeniz'e bakan kiyilarinda bir çiban basi gibi duran Venedik'in elindeki Kibris bu fetih rüzgâriyla kusatildi. Lala Mustafa Pasa komutasindaki Osmanli donanmasi adayi ele geçirir geçirmez (1571), buraya Anadolu'nun çesitli sancaklarindan Türkler yerlestirildi. Artik Kibris da Türk olmustu. Bu durumu hazmedemeyen Venedik, Ispanyol, Malta donanmalari papa ve diger bazi Avrupa devletlerinin de destegi ile harekete geçerek büyük bir savas filosu olusturdular. Korent Körfezi yakinlarinda, Inebahti önlerinde yapilan deniz savasini Osmanlilar kaybetti (1571).

    Ancak kendileri de oldukça fazla zaiyat verdiginden, Haçli donanmasi Osmanli kadirgalarini takip edecek durumda degildi. Sokullu kisa zamanda donanmayi yenileyerek yeniden Akdeniz'e indirdi. Venedik bu durum karsisinda yeni bir savasi göze alamadi ve Osmanlilara vergi vermeyi kabul etti. Kiliç Ali Pasa komutasindaki donanma Tunus'u yeniden Osmanli topraklarina katti (1574). Bu esnada II.Selim ölmüs ve yerine III. Murat geçmisti. Bu padisah devrinde, Sah Tahmasp'in ölümüyle çalkanan Iran'a savas açildi (1576) Gürcistan ve Azerbaycan'in büyük bir kisminin ele geçirilmesiyle neticelenen ilk seferden sonra savas 15 yil sürdü. Bu uzun savas ile daha fazla yipranmak istemeyen Osmanli Devleti ile Iran arasinda 1590'da bir baris anlasmasi yapildi. Yine bu dönemde baslayan Türk-Macar Savasi I.Ahmet devrine kadar devam etti. Don ve Volga nehirlerini birlestirmeyi amaçlayan kanal projesi ile Süveys kanali tesebbüsünün mimari olan Sokullu'nun 1579'daki ölümü ile Osmanli Devleti büyük bir yara almistir. Özellikle III.Murat'in oglu III.Mehmet'in (1595-1604), hükümet islerini annesine birakip, bir köseye çekilmesi Osmanli'yi XVII. yüzyilda daha kötü yillarin bekleyeceginin âdeta habercisi idi.

  3. #3
    vergun - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    15 Eylül 2006
    Yer
    izmir
    Yaş
    44
    Mesajlar
    816
    Tecrübe Puanı
    31

    Standart --->: Osmanlı Devleti Hakkında Herşey

    Duraklama Dönemi

    III. Mehmet zamaninda Avusturya'ya karsi devam ettirilen savaslarda Egri, Kanije ve Haçova zaferleri elde edilmisse de I. Ahmet (1604-1617), Zitvatorok Antlasmasini imzalayarak (1606), Osmanlinin, Avrupa'daki üstünlügünün sona erdigini bir anlamda kabul ediyordu. Her ne kadar ele geçen topraklar bu anlasmayla Osmanlida kaliyorsa da, artik iki devletin "esit" sayildigi hükme baglanmisti. XVI.yüzyil baslarindan itibaren Avusturya ve Iran'la girilen uzun savaslar, ehliyetsiz idareciler, liyakatin yerini iltimas ve rüsvetin almasi, buna bagli olarak devletin askerî ve iktisadî düzeninin temelini olusturan timar sisteminin bozulmaya baslamasi, devletin güç ve otoritesini, halkin huzur ve asayisini güvenligini sarsmistir. XVII. yüzyila girilirken bu olumsuz sartlar, anarsinin artmasina sebep olmustur. Merkez ve tasra teskilâtinda görülen bozulmalar, pek çok isyanin çikmasini ve dolayisiyla devlet nizaminin sarsilmasini beraberinde getirmistir. Bu isyanlari üç grupta toplamak mümkündür; Tasrada çikan Celalî Isyanlari, Eyalet isyanlari ve Istanbul merkezli kapikulu isyanlari. Celalî isyanlarinin en önemli sebepleri, yukarida da belirttigimiz gibi, devletin uzayan savaslara bagli olarak azalan gelirlerini karsilayabilmek için vergileri artirmasi, timar sistemindeki bozulmalar ve köylünün artan vergilere karsi huzursuzluklari idi. Halkin devlete olan güveninin sarsilmasi, isyancilarin gücünü daha da artiriyordu. Kalenderoglu, Karayazici, Deli Hasan gibi Celâlîlerin isyanlarina, medrese ögrencisi suhteler ve basibos leventlerin isyanlari da eklenince, devlet isyanlari bastirmada oldukça zorlandi. Bu isyanlar yüzünden özellikle Anadolu'da dirlik ve düzenlik kalmadigi gibi, iktisadî durum da oldukça bozulmustur. Yine bu otorite boslugu nedeniyle Erzurum ve Sivas gibi yerlerin valileri ile Yemen, Bagdat, Eflâk, Bogdan gibi bagli eyaletlerin yerli yöneticileri de isyan etmislerdi.
    Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/showthread.php?p=12913

    Istanbul'daki yeniçerilerin ulûfelerini zamaninda alamamalarini bahane ederek çikardiklari isyanlar dogrudan sarayi hedef almistir. Fesat yuvasi hâline gelen Yeniçeri Ocagi'ni düzenlemek isteyen II. Osman (1618-1622) yeniçerilerin hismina ugramis, isyancilar sarayi basmistir. Yeniçeriler, Genç Osman'i tahttan indirerek yerine, III. Mehmet'in kardesi I.Mustafa'yi getirmisler ve bununla da kalmayarak, Genç Osman'i Yedikule Zindanlarinda katletmislerdir. Bu olay yeniçerilerin bir padisahi tahttan düsürüp, katletmelerinin ilk örnegi olmasi açisindan dikkat çekicidir.

    Yeniçerilerin basa geçirdigi I.Mustafa'nin bir yil sonra ölmesiyle, Osmanli tahtina IV. Murat geçer (1623-1640), genç padisah, hâkimiyetinin ilk on yilinda devlet idaresindeki inisiyatifi valide Kösem Sultan'a birakmis ve güçlenene kadar fesat çikaranlara karsi tedbirli davranmistir. Ancak saraydaki huzursuzluk ve Anadolu'da yeniden patlak veren isyanlarin tehlikeli boyutlara ulasmasi üzerine 1632'de duruma müdahale eden IV. Murat, kisa zamanda otoriteyi tesis etmistir. Sert tedbirlerle nifak çikaranlari, seyhülislâm ve kardesleri de dahil, öldürtmekten çekinmemis, bosalan devlet hazinesini yeniden çeki düzene koymustur. Toparlanan Osmanli Devleti, Bagdat'i ele geçiren Iran'a savas açti. IV. Murat, ünlü seferiyle Bagdat'i geri aldi (1638). Iran ile yapilan Kasr-i Sirin Antlasmasiyla (1639), bugünkü sinirlara yakin olan Türk-Iran siniri yeniden çizildi.

    1640'ta, IV. Murat'in ölmesi üzerine yerine kardesi I. Ibrahim geçti(1640-1648). Fakat onun sekiz yillik saltanatinda devlet her açidan kötülemeye baslamisti. Sonunda 1648 yilinda o da öldürüldü ve çocuk yastaki IV. Mehmet Osmanli tahtina çikarildi (1648-1687). Harem ve Yeniçeri Ocagi devlet islerine istedikleri gibi müdahale eder olmuslardi. Bu kötü gidis 1656'da Köprülü Mehmed Pasa'nin sadrazamlik vazifesine getirilmesine kadar devam etti.Köprülü Mehmet Pasa ve onun ailesinden olan diger sadrazamlar XVIII. yüzyil baslarina kadar Osmanli Devleti'nin idaresinde belirleyici bir rol oynamislardir. Köprülüler Devri olarak bilinen bu dönemde geçici de olsa bir istikrar saglanmis ve Osmanlilar son fetihlerini bu devirde gerçeklestirebilmislerdir. Köprülü Mehmet Pasa, içerde sükûneti sagladigi gibi, Venediklilerin eline geçmis olan Bozcaada ve Limni'yi geri alip, Çanakkale Bogazi'ni ablukadan kurtardi. Köprülü Mehmet Pasa öldügünde, padisah yine genis yetkilerle oglu Köprülü Fazil Ahmet Pasa'yi sadarete getirdi(1661). Erdel islerine karisan Avusturya'ya karsi baslatilan savasta Fazil Ahmet Pasa, Uyvar'i fethetti. Avusturya yapilan anlasmayla, Erdel ile Uyvar ve Neograt kalelerinin Osmanli hâkimiyetinde oldugunu kabul etti. Uzun süredir kusatilan, Venedik'in elindeki Girit, Kandiye Kalesi'nin düsmesiyle Osmanli hâkimiyetine girdi(1669). Lehistan'a yapilan sefer sonucunda Podolya da Osmanli topraklarina katildi (1676).

    Büyük basarilara imza atan Fazil Ahmet Pasa'nin genç yasta ölmesi üzerine, IV. Mehmet, Köprülü'nün damadi Kara Mustafa Pasa'yi sadrazamliga getirdi(1676).

    Kara Mustafa Pasa, Çehrin'i ele geçirdi (1678). Bu zaferden sonra, Ruslar, Dinyeper nehrinin saginda kalan topraklari Osmanlilara birakmak zorunda kaldiklari ilk anlasmayi Türklerle yapmistir (1681). Zaferlerin devami getirerek Osmanli'yi yeniden Avrupa'daki en genis sinirlara ulastirmak isteyen Kara Mustafa Pasa, Orta Macaristan'da, Katolik Avusturya'ya karsi isyan eden Protestan Macarlari himayesine aldi. Imre Tököli Osmanlilar tarafindan Orta Macaristan krali olarak tanindi. Mustafa Pasa, büyük bir orduyla Viyana'ya sefer düzenledi. Kanuni'nin ele geçiremedigi Avusturya'nin merkezi Viyana'ya karsi baslatilan bu ikinci sefer boyunca Osmanlilar hiçbir direnmeyle karsilasmadilar. 1683'te kusatma basladiginda, Avusturya imparatoru çoktan sehri terketmisti. Ancak kusatmanin uzun sürmesi, Lehistan ve Alman askerlerinin, sehrin imdadina yetismesiyle neticelendi. Iki ates arasinda sikisan Kara Mustafa Pasa, büyük bir bozguna ugradi. (12 Eylül 1683). Osmanlilar Belgrat'a kadar geri çekilmek zorunda kaldi. Viyana bozgunu, sadrazamin Belgrat'ta hayatina mal olmustu. Osmanli devletine karsi Avusturya, Lehistan, Malta, Venedik ve son olarak Ruslarin katildigi(1696) büyük bir ittifak olusturuldu. Osmanlilar dört cephede bu ittifaka karsi mücadele verdigi sirada, içte de huzursuzluk artmaktaydi. IV. Mehmet tahttan indirilmesiyle yerine II. Süleyman (1687-1691) , II.Ahmet (1691-1695) devirlerinde huzursuzluk devam etti. Bu dönemde yine bir Köprülüzade olan Fazil Mustafa Pasa, ordu ve maliyeyi düzene koymaya yönelik basarili icraatlerde bulunmus ise de ayni aileden Hüseyin ve Nu'man Pasalar, sadaret makaminda basari saglayamamislardi.

    I. Mustafa (1695-1703), Viyana bozgunu ve ardindan gelen toprak kayiplarini önlemek amaciyla üç kez Avusturya'ya sefer düzenledi, ilk iki seferde kismen basari saglandiysa da son seferde Osmanli ordusu Zenta denilen yerde bozguna ugradi. Bunun üzerine Ingiltere'nin araya girmesiyle Osmanlilar, ittifak güçleriyle Karlofça Antlasmasi'ni imzalamak zorunda kaldi (26 Ocak 1699). 25 yil için geçerli olacak bu anlasma sonunda, Avusturya'ya Macaristan'in büyük bir bölümü ve Erdel, Venediklilere Dalmaçya kiyilari ve Mora, Lehistan'a ise Podolya ve Ukrayna birakiliyordu. Rusya ile yapilan üç yillik ayri bir anlasma ile de Azak Kalesi Ruslara terk ediliyor ve onlarin Istanbul'da daimî bir elçi bulundurmalari kabul ediliyordu. Karlofça Antlasmasi, Osmanlilarin toprak kaybiyla neticelen simdiye kadar imzaladiklari en agir anlasma idi.

    I.Edirne Vakasi adi verilen bir ayaklanma ile Osmanli tahtina III. Ahmet geçirildi (1703-1730). Rusya bu dönemde hem Dogu Avrupa hem de Karadeniz istikametinde topraklarini genisletme gayesini gütmekteydi. Poltova yenilgisinden sonra Osmanlilara siginan Isveç Krali XII. Sarl, iki ülke arasinda yeniden bir savasin baslamasi için bir vesile oldu. Bu savas ile Osmanlilar, Karlofça Antlasmasi, Osmanlilarin toprak kaybiyla neticelen simdiye kadar imzaladiklari en agir anlasma idi.

    I.Edirne Vakasi adi verilen bir ayaklanma ile Osmanli tahtina III. Ahmet geçirildi (1703-1730). Rusya bu dönemde hem Dogu Avrupa hem de Karadeniz istikametinde topraklarini genisletme gayesini gütmekteydi. Poltova yenilgisinden sonra Osmanlilara siginan Isveç Krali XII. Sarl, iki ülke arasinda yeniden bir savasin baslamasi için bir vesile oldu. Bu savas ile Osmanlilar, Karlofça'da kaybettikleri topraklari tekrar kazanma firsatini bulacakti. Nitekim Prut'ta sikistirilan Ruslar (1711), anlasma yaparak, Azak'i terk etmek zorunda kaldilar. Karadag'da isyan çikartan Venedik'e karsi açilan savaslarda ise isgal altindaki Mora kurtarildi. (1715). Bu basarilar üzerine, siranin kendisine geldigini düsünerek harekete geçen Avusturya, Osmanlilari yenilgiye ugrattilar.

    Temesvar ve Belgrat düstü. Osmanlilar Pasarofça Antlasmasini imzalayarak (1718), Temesvar ve Belgrad ile birlikte Küçük Eflâk ve Kuzey Sirbistan'i Avusturya'ya birakti. Dalmaçya kiyilarindaki bazi kalelerin Venedik'e terki mukabilinde Mora muhafaza edildi. Osmanlilardin Balkanlar ve Orta Avrupa seferleri için staratejik bir mevkiide olan Belgrat'in düsmesi, agir sonuçlar dogurmustur. Avusturya, Belgrat'tan Balkan içlerine sarkmakta daha basarili olacaktir.

    Lâle Devri: Pasarofça Antlasmasi neticesinde ortaya çikan barisi iyi kullanmak isteyen Osmanlilar, artik Avrupa karsisinda savunma durumunda kalacagini anladigindan, Balkanlardaki sinir kalelerini tahkim etme, bölge halkini yaninda tutmak için vergileri azaltma siyaseti uygulamaya agirlik vermekteydi. Damat Ibrahim Pasa, Osmanlilara üstünlük kurmus olan Avrupa'yi her yönüyle tanimak için Avrupa baskentlerine elçiler göndertti. 1718-1730 yillari arasindaki bu dönem, sanatta lâle motifinin islenmesi sebebiyle "Lâle Devri" adiyla anilmaktadir. Bu dönemde matbaa açilmasi, çini ve kumas fabrikasi kurulmasi gibi bazi müspet yenilikler yapilmissa da, III. Ahmet ve saray çevresinin sasali eglenceleri ve harcamalari huzursuzlugu artirmaktaydi. Damat Ibrahim Pasa'nin, Iran'a karsi baslatilan savasta (1722) kesin netice alamamasi ve uzayan savas esnasinda Tebriz'in sadrazamin gizli emriyle Iran'a terk edildigi haberi, muhalefetin harekete geçmesine yetti.

    Patrona Halil Ayaklanmasi'nin patlak vermesiyle bu dönem sona eriyordu. Damat Ibrahim Pasa ve yakinlariyla Sultan III. Ahmet asiler tarafindan katledildiler (1730)Bu olayin ardindan III. Ahmet'in yegeni I.Mustafa hükümdarliga getirildi. (1730-1754). Kafkaslardaki sinir olaylarini bahane eden Rusya, Kirim Tatarlarina karsi büyük bir saldiri baslatti. Azak ve Bahçesaray Ruslarin eline geçti (1739). Fransa'nin da tesvikiyle Osmanlilar, Rusya'ya karsi savas ilân etti. Rusya'nin yaninda savasa katilan Avusturya da, Eflâk ve Bogdan'a girmisti. Osmanlilar iki cephede de büyük basarilar kazandilar. Prusya, Fransa ve Isveç'in Osmanlilara yakinlasmasi, Osmanlilar karsisinda ummadiklari bir yenilgi tadan Rusya ve Avusturya'yi baris yapmaya zorladi. Bu savas sirasinda tekrar Osmanlilarin eline geçen Belgrat'ta bir anlasma imzalandi (18 Eylül 1739). Belgrat Anlasmasiyla, Avusturya, Pasarofça barisiyla elde ettikleri tüm topraklardan geri çekildiler. Ruslar da Azak'i terkederek bölgedeki kiyi ve deniz ticaretinin Osmanli gemileriyle yapilmasini kabul etti. Bu anlasma geçici de olsa Osmanlilarin toparlanmasini saglamistir. Savasta Türklerin tarafini tutan Fransa'yla, Kanuni döneminde taninan imtiyazlari genisleten ve süre tahdidi koymayan yeni bir kapitülâsyon antlasmasi imzalanmistir (1740). Damat Ibrahim Pasa zamaninda baslayan Iran savaslari Lâle Devri'nden sonra da devam etmekteydi. Ruslar, çöküs dönemine giren Safavilerin elindeki Azerbaycan ve Dagistan'i isgal etmislerdi.

    Sirvan halkinin talebi üzerine Osmanlilar duruma müdahale etmis, iki ülke arasinda çikabilecek savas Fransa'nin araya girmesiyle önlenmisti. Rusya'nin kuzeydeki isgaline karsin Osmanlilar da Güney Azerbaycan'i topraklarina kattilar. Sah Tahmasp 1732'de Osmanlilar ile baris yapti. Bu durumu kabullenemeyen Afsar Nadir Bey, Sah Tahmasp'i devirerek kendi hâkimiyetini ilan etti (1736). Osmanlilar bazi topraklari Nadir Han'a birakmaya razi oldu. Her iki taraf için de yipratici olan bu uzun savaslar, Kasr-i Sirin antlasmasiyla çizilen sinirlarin aynen kabul edildigi 1746 anlasmasiyla son bulmustur.

    I.Mahmut döneminde, basarili savaslarin yani sira, ordu içinde de yeni düzenlemelere gidilmistir. Aslen Fransiz olup Osmanli hizmetine girerek beylerbeyi olan Ahmet Pasa, Humbaraci Ocagi'ni kurarak (1734), bati savas tekniklerini burada hayata geçirmis idi. I.Mahmut'un üvey kardesi III.Osman'in (1754-1757) yerine geçen, amcaoglu III. Mustafa (1757-1773) zamaninda da ordu içerisinde bazi islahatlar devam ettirilmistir. Nitekim onun döneminde Tophane islah edilerek yeni ve güçlü toplar dökülmüs, donanma yenilenmistir. Ancak, Rusya ile baslayan harpler bu yeniliklerin yeterli olmadigini gösterecektir.

    __________________

  4. #4
    vergun - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    15 Eylül 2006
    Yer
    izmir
    Yaş
    44
    Mesajlar
    816
    Tecrübe Puanı
    31

    Standart --->: Osmanlı Devleti Hakkında Herşey

    Gerileme Dönemi

    1764 yilinda Rusya, Osmanlilarin toprak bütünlügünü garanti ettigi Lehistan'i isgal etmis ve kaçan mülteciler Osmanli sinirini geçen Ruslar tarafindan katledilmistir. Bu olay üzerine Osmanli Devleti Rusya'ya savas ilân etmistir(1768). Ruslar, Baserabya ve Kirim'i isgal ettikleri gibi, Ingilizlerin de yardimiyla, Baltik filosonu Akdeniz'e göndererek, Mora Rumlarini isyana tesvik etmisler ve Çesme'de demirli Osmanli donanmasini gafil avlayarak, gemileri yakmislardir. Bu arada Misir'da da bir isyan hareketi baslamistir. Ruscuk ve Silistre önlerinde Osmanli kuvvetlerinin mevzii basarilar kazanmasinin ardindan II. Katerina, Lehistan isini halletmeyi plânladigindan Osmanlilarla anlasma yapmayi kabul etmistir. I.Abdulhamit'in (1773-1789) basa geçmesinden sonra imzalanan Küçük Kaynarca Antlasmasi ile (21 Temmuz 1774) Kirim Hanligi Osmanlidan kopartilarak sözde bagimsiz bir devlet olmus, Baserabya, Eflâk, Bogdan Osmanlilarda kalmis, ancak Azak ve Kabartay bölgesi Rus hâkimiyetine geçmistir. Ruslar bu anlasmayla Ingiltere ve Fransa'ya taninan kapitülâsyonlari da kazanmis ve her yerde konsolosluk açma hakkini elde ederek, Osmanlinin iç islerine karisabilecegi bir ortami kendine hazirlamistir. Nitekim 1783'te Kirim'i isgal ve ilhak eden Rusya, Karadeniz'e hâkim olarak, sicak denizlere inme politikasini gerçeklestirme yönünde büyük bir adim atmis, Ortadokslari himaye bahanesiyle de Balkanlardaki nüfuzunu kuvvetlendirmistir.

    Rusya'nin nihaî amaci, Istanbul'u ele geçirerek Bizans'i yeniden diriltmek idi. Iste bu maksatla, Osmanli Devleti'ni taksim etmek üzere Avusturya ile gizli bir anlasma yapildi. Bu anlasmayi haber alan Osmanli Devleti, Prusya ve Ingiltere'nin de tahrikiyle Rusya'ya karsi savas açti. Halkin infialine neden olan Kirim'i geri almak Osmanlinin en büyük arzusuydu. Ancak bu savasa Rusya'nin müttefiki olan Avusturya'nin da katilmasiyla, Osmanlilar iki cephede birden mücadele etmek zorunda kaldilar(1788). Avusturya'ya karsi iki kez savas kazanildi. Belgrat ve Banat ele geçirildi. Ancak Rusya'ya karsi dogu cephesinde basari saglanamadi. Bu tarihlerde Osmanli tahtina III. Selim çikmisti (1789-1807). III. Selim Isveç ile bir anlasma yaparak Rusya'ya karsi bir müttefik kazanmisti. Ancak Rusya Bükres ile Küçük Eflâk'i almis, ardindan da Belgrat ve Bender düsmüstü. 1790'da Avusturya Imparatoru II.Joseph ölünce iç ayaklanmalar bas göstermis ve Fransiz ihtilalinin etkileri bu ülkede de hissedilmeye baslanmisti. Bunun üzerine yeni Imparator II.Leopold, Zistovi anlasmasini imzalayarak Osmanlilarla olan savasi sona erdirdi (1791). Bu anlasma mevcut statükoyu muhafaza eden maddelerden ibaretti. Rusya ile de, Ispanya'nin araciligiyla Yas Baris Antlasmasi imzalandi (1792). Rusya'nin savas sirasinda isgal ettigi yerlerden sadece Özi, anlasmayla verilmis oluyordu. Hem Avusturya hem de Rusya bu anlasmalarla, Fransa ve Lehistan'daki gelismelere dikkatlerini verirken, Osmanli Devleti de gerekli islahatlari yapmak için bir soluklanma zamani bulabilecekti.


    Iyi bir egitim görmüs olan III. Selim bu baris döneminden faydalanarak, devlet içinde, özellikle askerî alanda, islahatlar yapmak istiyordu. Bu maksatla, Nizâm-i Cedit adi verilen ilk islahat hareketiyle, yeni bir ordu kurdu(1793). Yeniçeri Ocagi'ni kaldiramayacagini bildiginden, öncelikle Nizâm-i Cedid denilen bu orduyu batili tarzda düzenleyip, basarisini kanitlamak gerekliydi. Ancak bundan sonra Yeniçeri Ocagi lagvedilebilirdi. Fakat kendileri aleyhine ortaya çikan gelismelerden endise duyan Yeniçeriler, bazi devlet adamlarini da yanlarina çekerek yeniliklere karsi çiktilar ve isyan ettiler. Üstelik bu arada Napolyon Bonapart, bir orduyla Misir'i isgale baslamisti (1798). Osmanlilar, Rusya, Ingiltere ve Sicilya'nin da menfaatlerine dokunan Fransiz isgaline karsi harekete geçti. Ehramlar savasiyla, Misir'i ele geçirip, kuzeye yönelen Bonapart, Akka'da Osmanli savunmasini geçemedi (1799). Kusatmayi kaldiran Napolyon geri dönerken, yerine biraktigi ordu komutanlari da maglûp edildiler. Neticede Fransizlar Misir'i terk etmek zorunda kaldi(1801). Fransa'yi barisa zorlayan önemli bir sebeplerden birisi de, Akdeniz'de Rus ve Türk donanmalarinin is birligi yapmalari, Ingiltere'nin Fransiz savas ve ticaret gemilerini taciz etmesiydi. Fransa'nin Akdeniz ve Orta Dogu'daki ticarî menfaatlerinin zedelenmesi onlari barisa zorlamaktaydi.

    1802'de imzalanan anlasmayla Fransa bölgede yine ticaret yapma güvencesi almis ve kapitülâsyon hakkini elde etmistir. Bu olayi bahane ederek Akdeniz'e inen Rus donanmasi, Osmanli donanmasiyla birlikte Fransa'nin elindeki bazi adalari ele geçirmis idi. Fakat halk, ebedî düsman olarak gördügü Rusya ile is birligi yapilmasina büyük tepki göstermis ve bunun sonunda III. Selim'e ve islahatlarina karsi cephe genislemisti. Üstelik Napolyon'un, Orta Dogu'da Araplara yönelik propagandasinin da etkisiyle bölgede bazi isyanlar çikmisti. Böylece Bulgaristan ve Sirbistan'da çikan isyanlara bir de Suriye'de ve Hicaz'da çikan isyanlar eklenmis oluyordu. Vehhabiler ayaklanarak, 1803-1804'te Mekke ve Medine'yi ele geçirmislerdi. Osmanlilarin tekrar Fransa ile yakinlasmalari, Ingiliz ve Ruslari harekete geçirmis ve sonunda Rusya Eflak ve Bogdan'i isgal etmisti. Bu savas sürerken Nizâm-i Cedit'in Rumeli''ye de kaydirilmasindan memnun olmayan isyancilar Sehzade Mustafa'nin tahrik ve tesvikiyle birleserek Ikinci Edirne Vak'asi denilen büyük bir ayaklanma baslatmislardi (1806). Neticede Istanbul'da patlak veren Kabakçi Mustafa Isyani III. Selim'in sonunu hazirladi. Saraya giren isyancilar III. Selim'i tahttan indirerek yerine IV. Mustafa'yi tahta geçirdiler (29 Mayis 1807). Nizâm-i Cedid lagvedildi. Fakat III.Selim'e bagli olan Ruscuk bayraktari Mustafa, yenilik taraftarlariyla birleserek, karsi darbede bulundu. Amaci III. Selim'i yeniden tahta çikarmakti. IV. Mustafa'nin, sabik padisahi öldürttügünün ögrenilmesi üzerine, kardesi II.Mahmut basa geçirildi (28 Temmuz 1808).

    Alemdar Mustafa Pasa sadareti üslenerek, III. Selim'in baslattigi islahatlari devam ettirmeye çalisti. Nizâm-i Cedit'i, Sekbân-i Cedit adi ile yeniden canlandirdi. Ancak ulemayi ve yeniçerileri memnun edemeyen Alemdar Mustafa Pasa, 1809'da çikan bir isyanda öldü.

    II.Mahmut ve Islahat Hareketleri; II. Mahmut devri (1808-1839), hem gerçeklestirilen yenilik hareketleri ile hem de etnik ve siyasî isyanlariyla Osmanli Devleti'nin yol ayrimina girdigi bir dönemi ifade eder. II.Mahmut, öncelikle orduyu bastan asagi düzenlemek ile ise basladi. Yeniliklere karsi çikan Yeniçeri Ocagi bir nizamname ile ortadan kaldirildi. Vak'a-yi Hayriye olarak adlandirilan bu köklü degisiklikle (15-16 Haziran 1826), yeni bir ordu olusturuldu. Ancak yeniçeriler bu düzenlemeye boyun egmeyerek isyan ettiler. Sadrazam'in sarayini basan yeniçeriler sadrazamin ve islahatçilarin baslarini istediler. Ancak At Meydani'nda toplanan yeniçeriler dagitildi, ocaklari bombalandi. Böylece Avrupa tarzinda yeni bir ordunun kurulmasi yönündeki en büyük engel ortadan kaldirilmis oluyordu. II. Mahmut hükûmet teskilâtinda da degisikliklere giderek kabine ve nezaret (bakanlik) usulünü benimsedi. 1836 yilinda Dahiliye ve Hariciye Nazirliklari kuruldu. Avrupa devletleri ile A.B.D ile ticarî anlasmalar yapildi. Iktisadî ve adlî sistemde degisikliklere gidildi. Avrupa tarzinda egitim veren rüstiyeler, Harbiye ve Tibbiye okullarinin açilmasi vb. gibi egitim alaninda da islahatlar gerçeklestirildi.

    Fakat, kimi seklî, kimi öze yönelik bu yenilikler devletin içinde bulundugu zorluklari asmasina yetmedigi gibi, Osmanli cografyasindaki parçalanma II.Mahmut döneminde daha da hissedilir hale geldi.

    Sirp ve Yunan Isyanlari; Fransiz Ihtilâli'nin getirdigi milliyetçi fikirlerle temellendirilen ancak, daha ziyade arkasinda Rusya ve diger Avrupa devletlerinin tesvik ve tahriki olan etnik ve mahallî isyanlar bu dönemde alevlendi. III.Selim zamaninda isyan eden Sirplar, 1812 Bükres Antlasmasi ile bazi imtiyazlar almalarina ragmen, yeniden ayaklandilar. Yeniçeri Ocaginin kaldirildigi tarihlerde Sirplarla kismî bir anlasmaya varildi. Ancak 1830'da bir hatt-i serif ile Sirbistan'in Osmanli hâkimiyetinde bir prenslik olarak varligi kabul edildi. Rusya'nin XIX. yüzyila girerken Osmanliya karsi sürdürdügü savaslarin altinda Balkanlari ve özellikle Rumlari Osmanli Devleti'nden koparmak yatiyordu. Nitekim Odessa'da yeniden örgütlendirilen Etnik-i Eterya adli cemiyetin baskanligina Yunan Isyani sirasinda Çar I.Alexsandre'in yaveri Prens Ipsilanti getirilmisti. Yapilan plana göre Yunanistan, Yanya ve Tuna civarinda isyanlar çikarilacakti. Ipsilanti 1821'de Romanya'ya geçerek Ortodokslari ayaklandirmaya çalisti fakat basarili olamadi. Çar, Türklere yenilerek Macaristan'a kaçacak olan Ipsilanti'yi desteklemekten vazgeçti. Bu sirada Mora'da da Patras baspiskoposu isyan etmisti (25 Mart 1821). 1822'de Yunanlilar bagimsiz olduklarini ilân ettiler, Mora'da ve adalarda çok sayida Türk'ü katlettiler. Rusya ve Avrupa bu isyani gayriresmî yollardan desteklemekteydiler.

    Girit ve Mora valiliginin kendisine verilmesini II.Mahmut'a kabul ettiren Mehmet Ali Pasa bu isyani bastirmakla görevlendirildi. 1822'de Girit'e, 1824-25'te Mora'ya girildi. Bu gelisme karsisinda Rusya, Fransa ve Ingiltere aralarinda anlasarak (1827), Yunanistan'in özerk bir prenslik olarak kabul edilmesi hususunda Osmanlilari sikistirmak istediler. Türkler bu olayi iç islerine müdahale olarak kabul edip, teklifi reddetti. Bunun üzerine Osmanli ve Misir donanmasi Navarin'de, bir kaza sonucu(!), yok edildi. Üç ülkeyle iliskiler kesildi ve 1828'de Rusya, müttefiklerinin destegiyle Osmanli Devleti'ne savas ilân etti. Rus ordusu doguda Erzurum'u ele geçirdi. Batida ise Edirne isgal edildi. Padisah, Prusya, Fransa ve Ingiltere elçilerini araya sokarak, Londra Protokolünü kabul edecegini bildirdi. Böylece Edirne Antlasmasi(1829) ve ardindan Londra Konferansi (1830) imzalandi. Antlasma ile Prut iki ülke arasinda sinir oluyor, Eflâk, Bogdan ile Sirbistan'in özerkligi kabul ediliyordu. Girit'in Osmanlilarda kalmasi sartiyla Yunanistan'in bagimsizligi da tasdik ediliyordu.


    Mehmet Ali Pasa Isyani ve Misir Meselesi; Mora'nin elden çikmasiyla, oglu Ibrahim'in Mora valisi olma ümidini kaybeden Misir Valisi M.Ali Pasa, II.Mahmut'tan, yardimlarina karsilik, Suriye'nin idaresini istedi. Bu istegin reddedilmesi üzerine M.Ali Pasa harekete geçti ve Filistin ile Suriye'ye girdi (1831). Akka ve Sam, oglu Ibrahim tarafindan ele geçirildi. Ibrahim Pasa, kisa zamanda Anadolu'ya kadar ilerledi.

    Konya yakinlarindaki savasta Osmanli ordusunu yenilgiye ugratti. Her birinin ayri hesabi oldugu büyük devletler, telâslanarak araya girmek istediler. Fransa ve Ingiltere'nin anlasamamasi üzerine, Rusya durumdan faydalandi. Zor durumdaki II.Mahmut, Rus ordusunun ve donanmasinin Istanbul yakinlarina gelmesine müsaade etti. Rusya'nin kârli çikmasindan endiselenen Fransa ve Ingiltere, II.Mahmut ile anlasma yapmasi için M.Ali Pasa'ya baski yaptilar. Neticede Kütahya Antlasmasi imzalandi (1833). Bu anlasmayla, Mehmet Ali Pasa, Misir ve Girit'ten baska Sam ve oglu Ibrahim de, Cidde valiligi yani sira Adana'yi uhdelerine alacaklardi. Rusya, yardimlarina karsilik II.Mahmut ile Hünkar Iskelesi Antlasmasi diye bilinen bir anlasma yaparak, Istanbul'daki durumunu kuvvetlendirmeyi basardi (1833). Anlasmaya göre Osmanli Devleti'nin toprak bütünlügünün garantisi ve gereginde Osmanlinin yardimina kosulmasi karsiliginda Rusya, Bogazlarin bütün yabanci savas gemilerine kapatilmasini kabul ettiriyordu. II.Mahmut, Kütahya anlasmasindan memnun degildi. Bu sebeple M.Ali Pasa'ya karsi yeniden harekete geçti. Fakat Osmanli ordusu Nizip'te bir kez daha yenildi (1839). Üstelik Kaptan Pasa, Osmanli donanmasini Misir'a teslim etmisti. Bu arada II. Mahmut ölmüs ve yerine I.Abdulmecit geçmisti (1839-1861). Misir Meselesi'nin Çözümü ve Bogazlar Meselesi; Rusya'nin Hünkar Iskelesi Antlasmasina dayanarak duruma tek basina müdahale etmesini uygun bulmayan Ingiltere ve Fransa yeniden devreye girdiler. Avusturya ve Prusya'nin da katilmasiyla Londra'da bir konferans toplandi (1840).

    Toplantida Mehmet Ali Pasa'nin veraset yoluyla Misir valiligine sahip olmasi karsiliginda, Suriye'den ve elinde tuttugu Osmanli donanmasindan vazgeçmesi istendi. Konferans kararlarini M.Ali Pasa'nin tanimamasi üzerine Ingiltere Suriye limanlarini donanmasi ile topa tuttu. Nihayet M.Ali Pasa durumu kabul etti. I.Abdulmecit de iki ferman yayimlayarak onun valiligini onayladi. Ardindan Ingiltere kendileri aleyhine olan Hünkar Iskelesi Antlasmasi'nin yürürlükten kaldirilmasini öngören uluslararasi bir konferansa ev sahipligi yapti. Londra Antlasmasi ile (Temmuz 1841), Istanbul ve Çanakkale bogazlari'nin baris zamaninda savas gemilerine kapali tutulmasinin kararlastirildigi bir Bogazlar Sözlesmesi imzalandi. Böylece Ingiltere, Rusya'nin elinden inisiyatifi almis oluyordu.


    Daha önceleri gerçeklestirilmeye çalisilan Islahat Hareketleri, Osmanli Devleti'nin kendi iradesiyle uygulamaya çalistigi, içte ve distaki basarisizliklarini önlemeye yönelik yenilikleri ifade etmekteydi. Ancak Avrupa ve Rusya'nin mütemadiyen iç islerine müdahale etmesi, Osmanli Devleti'ni, kendi inisiyatifi disinda, yeni tedbirler almaya zorlamaktaydi. Özellikle gayrimüslim unsurlari bahane eden devletlerin müdahalelerine firsat vermemek için idarî ve hukukî düzenlemelere gidilmesi düsünülmekteydi. Hariciye Naziri Mustafa Resit Pasa'nin hazirladigi düzenlemeler, I.Abdülmecit tarafindan tasdik edilmisti. 3 Kasim 1839'da I.Abdülmecit "Gülhane Hatt-i Hümayunu"nu ilan ettirdi.

    Bu fermanda, dini ve irki ne olursa olsun Osmanli tebaasindan olan herkesin esit olmasi, herkesin yasalara göre yargilanmasi, varligi ölçüsünde vergilendirilmesi ve askerlik süresinin 4-5 yili geçmemesi gibi hükümler yer aliyordu. Ayrica Osmanli Devleti bu dönemde Avrupa tarzina öykünen idarî düzenlemelerde de bulundu. Bu sekilde Avrupa devletlerinin en azindan bazilarinin, Osmanli Devleti'nin toprak bütünlügüne saygisinin kazanilmasi hedeflenmekteydi. Fakat gelisen siyasî olaylar, bunun o kadar kolay olmayacagini gösterecektir.

    Sark Meselesi ve Kirim Savasi; Tanzimat döneminde nispeten saglanan baris ortami, Rusya'nin müdahalesiyle tekrar bozulmaya basladi. Balkanlarda panislavist bir politika izleyen Rusya, ayni zamanda "Kutsal yerler sorunu"nu ortaya atarak, dogrudan dogruya Osmanli Devletinin varligini hedef almaktaydi. Avrupalilar tarafindan "Sark Meselesi", önceleri Osmanli Devleti'nin toprak bütünlügünün saglanmasi seklinde düsünülürken, daha sonra bu topraklarin paylasimi sorunu hâline dönüstürüldü. Çünkü Osmanli Devleti artik bir "hasta adam" idi. Ancak R.Mantran'in da ifade ettigi gibi, hasta, kendisini iyilestirmeyi amaçlamayan doktorlarin insafina kalmisti. Onlar, Avrupa'nin hasta adaminin mirasini paylasma telâsindaydi.

    Küçük Kaynarca antlasmasi'ndan sonra Osmanli topraklarindaki Ortodokslar'in haklarini koruma rolünü üstlenen Rusya, Kudüs merkezli "kutsal yerler"in korunmasi ve idaresi hususunu da gündeme getirdi. Fransizlarla imzalanan kapitülâsyonlarda, Lâtin din adamlarina Kudüs Kilisesi üzerinde bazi haklar taninmisti.

    1808'den itibaren Rusya'nin baskilari neticesinde onlarin yerini Ortodoks papazlar almaya basladi. Fransa'nin ve Rusya'nin 1850-51'de Bab-i Ali'ye bu durum hakkinda yaptiklari müracaatlar, kurulan komisyonlarda degerlendirildi ve bazi kararlar alindiysa da hiçbirini memnun edemedi. Bunun üzerine Çar I.Nikola, Ingiltere'ye Osmanli Devleti'ni aralarinda paylasmayi teklif etti ve Ingilizlerin sessizligini korumasi üzerine de askerlerini Baserebya ve Lehistan'a çikartti. Rus elçisi Mençikof'un asiri tavizler içeren teklifini reddeden I.Abdülmecit, Ingilizlere yakin olan Mustafa Resit Pasa'yi sadrazamliga getirdi. Ruslar 26 Haziran 1853'te, Prut'u geçerek, Eflâk ve Bogdan'i istilâ ettiler. Osmanli Devleti, Fransa ve Ingiltere ile ittifak anlasmasi imzaladi. Bu ittifaka Avusturya ve Italyan birligini kurmaya çalisan Piyemento hükûmeti de katildi. Ittifak donanmasi Çanakkale'de mevzilenmisti. Durumdan endiselenen Rusya, askerlerini geri çekmeye basladi. Müttefikler, Rusya'nin Karadeniz'deki gücünü ortadan kaldirmak için, Kirim'a yöneldiler. Ruslarin en büyük üssü olan Sivastopol, bir yil süren bir kusatmanin ardindan ele geçirildi (1855). Bu sirada tahta oturan II.Alexandre, baris yapmayi kabul etti. Müttefiklerin yani sira Prusya'nin da katildigi Paris Antlasmasi ile (30 Mart 1856), taraflar isgal ettikleri bölgelerden çekilecek, Osmanlilarin toprak bütünlügü ve Bogazlarin statüsü, Avrupa'nin "kefilligi" altinda korunacakti. Osmanlilarin Avrupa Konseyi'ne dahil edilmesi karsiliginda ise, sultan yeni bir islahat fermani irat edecekti. Bu madde ve Karadeniz'in tarafsizliginin kabulü, savasin galibi durumundaki Osmanlilardin aleyhine idi. Nitekim, Eflâk ve Bogdan'in birlesmesi ve Sirbistan'a yönelik yeni haklar da Paris Antlasmasiyla tescil edilmisti.



    Henüz Kirim Savasi sürerken, Viyana'da bir araya gelen Ingiltere, Fransa ve Avusturya, Hristiyanlarla Müslümanlar arasindaki farkliliklarin her alanda ortadan kaldirilmasini öngören bir fermani sultanin yayimlamasini, baris için ön sart kosmuslardi. Paris Antlasmasi müzakere edilirken, müttefiklerin bu istekleri I.Abdülmecit tarafindan yerine getirildi ve Islahat Fermani ilân edildi (18 Subat 1856). Tanzimat'la kabul edilen hususlarin esas alindigi bu fermanla, Müslümanlarla Hristiyanlar arasinda esitlik saglandigi Avrupa'ya garanti edilmis oluyordu. Ayrica iç hukuk alaninda ve ticaret hukukunda da yenilikler getiriliyor, Ceza ve medenî hukukun bir bölümü, dinî esaslardan arindiriliyordu. Aslinda Tanzimat süreciyle baslayan bu degisiklikler, idari yapilanmada da kendisini hissettirmistir. 1868'de Sura-yi Devlet ve Divan-i Ahkam-i Adliye kurularak buralarda hem Hristiyanlar hem de Müslümanlar görevlendirilmistir. Islahat Fermani ile getirilen düzenlemelerin uygulanmasi daha çok I.Abdülaziz'in tahta çikmasi (1861-1876) ile gerçeklesebilmistir.
    Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/showthread.php?p=12914

    Paris Antlasmasina imza koyan devletler, anlasma maddesinde de yer aldigi için Islahat Fermani'ni, Osmanli Devleti'ne müdahale etmede bir koz olarak kullanmislardir. Nitekim Fransa, Dürzilerin Katolik Marunilere saldirmasini bahane ederek Lübnan'a asker çikarmis ve 1871'e kadar orada kalmistir. Karadag'da çikan bir anlasmazlik yine büyük devletlerin araciligi ile halledilmistir (1862). Güçlü devletler tarafindan tesvik ve tahrik edilen Balkanlardaki Hristiyan topluluklari, çikardiklari isyanlar bastirilsa dahi, Osmanli Devleti'nden yeni haklar elde etmeyi basaracaklardir. Örnegin Sirplar ve Bulgarlar yeni haklar elde etmis, Eflâk ve Bogdan'in Romanya adi altinda birlesmeleri kabul edilmistir. Muhtariyet haklari genisletilen Misir'da, Ingiliz-Fransiz nüfuz mücadelesi kizismis, III. Napolyon'un tesebbüsü üzerine, Abdülaziz istemedigi hâlde Süveys Kanali projesini kabul etmek zorunda kalmis ve kanal 1869'da büyük bir törenle açilmistir.


    Avrupa devletleri ve özellikle Rusya'nin kiskirttigi topluluklar, bagimsizliklarini ilân etmek için harekete geçmekteydiler. 1866'da Girit Isyani çikti. Yunanistan'a baglanmak amaciyla baslayan isyan bastirilmasina ragmen, Avrupa devletleri araya girerek sultanin Girit'e yeni bir statü vermesini sagladilar (1868). Rusya tarafindan olusturulan komitalar vasitasiyla Bulgarlar ayaklandirildi. Onlara da genis haklar verildi (1870). Fakat bununla yetinmeyen Bulgarlar, Bosna ve Hersek'teki karisikliklarin ardindan yeniden ayaklandilar (1875-76).

    Bulgar isyani sert biçimde bastirildi. Fakat bu sirada Genç Osmanlilar, Abdülaziz'e baslattiklari muhalefeti, mücadeleye dönüstürdüler. Nihayet Mithat Pasa'nin öncülügündeki yenilikçi idareciler Abdülaziz'i tahttan indirerek yegeni V.Murat'i basa geçirdiler(30 Mayis 1876). Ancak hastaligi sebebiyle üç ay sonra o da tahttan indirilerek, Kanun-i Esasi'yi ilân edecegini beyan eden kardesi II.Abdülhamit Osmanli tahtina çikarildi.

    Bu arada Rusya'nin Osmanli Devleti'ne baski kurmasini kendi menfaatine aykiri gören Ingiltere, Balkanlardaki bunalimi görüsmesi için Istanbul'da uluslar arasi bir konferans toplanmasini saglamisti. Istanbul Konferans çalismalarini sürdürürken II.Abdülhamit Mesrutiyet'i ilân etti (23 Aralik 1876). Kurulacak Meclis-i Mebusan'da bütün topluluklar temsil edilebilecekti. Parlâmenter monarsi, Istanbul Konferansi'nin toplanis sebebini tamamen ortadan kaldirmasina ragmen, konferansa katilan devletler, Balkan topluluklarinin bagimsizliklarini istediklerinden bir sonuca varilamadi. Osmanli Devleti'nin çagrilmadigi Londra'da toplanan bir baska konferansta, büyük devletler isteklerini tekrarladilar. Rusya, Osmanli Devleti'ne alinan kararlari kabul ettirmek için savas ilân etti.(Nisan 1877). Tarihimizde "93 Harbi" diye bilinen 1877-1878 Osmanli Rus Harbi, askerî ve siyasî bakimdan önemli sonuçlar dogurmustur.

    Kanun-i Esasi'nin kabulü ile açilan Genel Meclis, padisah tarafindan seçilen Ayan Meclisi ve halk tarafindan seçilen Mebusan Meclisi'nden ibaretti. Londra Konferansi'ndan önce çalismaya baslayan bu meclis, hükûmet tarafindan sunulan teklif ve kanun tasarilarin karara baglayarak ilk dönem çalismalarini tamamlamisti. Ancak 93 Harbi'nin sürdügü sikintili zamanlarda meclisteki azinlik mebuslari çalismalari sekteye ugrattigi gibi, bunalimin artmasini da sagliyorlardi. Nitekim Gazi Osman Pasa'nin büyük bir kahramanlik göstererek 5 ay savundugu Plevne'yi asan Ruslar, Yesilköy'e kadar ilerlemislerdi. Dogu'da ise ancak Erzurum önlerinde durdurulmuslardi. Meclis savasin gidisatindan hükûmeti ve padisahi sorumlu tutarak, siyasî tansiyonu yükseltmekteydi. II. Abdülhamit, devletin ileri gelenleri ve bazi mebuslarla yaptigi toplantidan bir sonuç alamayinca, Kanun-i Esasi'nin kendisine verdigi yetkiyi kullanarak, etnik yapisinin karisikligi sebebiyle çalismalari aksayan meclisi kapatti (14 Subat 1878). Bu I.Mesrutiyet'in sonu demekti.

    Berlin Kongresi ve Balkanlardaki Gelismeler; Istanbul önlerine kadar gelmis olan Rusya ile Yesilköy (Ayastefanos) Antlasmasi imzalandi (3 Mart 1878). Bu anlasmayla, sözde Osmanli'ya bagli Dobruca, Dogu Makedonya ve Trakya'yi içine alan Büyük Bulgaristan Prensligi kuruluyor; Romanya, Sirbistan ve Karadag bagimsizliklarina kavusuyordu. Ancak, Rusya'nin genislemesinden rahatsizlik duyan Avrupa devletlerinin araya girmesiyle bu anlasma hükümleri yürürlüge giremedi.

    Ingiltere donanmasini harekete geçirdi. Osmanli Devleti ile yaptigi bir anlasmayla Kibris'a yerlesti ( 4 Haziran 1878). Araya giren Bismark, ülkesinde bir konferansa ev sahipligi yaparak hem muhtemel bir savasi önlemek hem de Almanya'nin menfaatlerini korumak istiyordu. Nitekim Osmanli Devleti, Ingiltere, Fransa, Avusturya, Almanya, Italya ve Rusya'nin da katildigi Berlin Kongresi 13 Temmuz 1878'de imzalanan bir anlasmayla son buldu. Bu anlasma, artik Rusya'nin yani sira, diger devletlerin de parçalamaya çalistiklari Osmanli'dan, kendi paylarini alma anlasmasiydi. Berlin ve Ayestafanos antlasmalarinda öngörüldügü gibi, Sirbistan, Karadag ve Romanya'nin bagimsizligi onaylandi. Bulgaristan üç bölüme ayrildi. Bulgaristan Prensligi haricinde müstakil bir Dogu Rumeli eyaleti olusturuldu. Girit'in statüsüne benzer bir statüyle Makedonya, Osmanli Devleti'nin elinde kaldi. Yunanistan Tesalya ve Epir'in bir bölümünü aldi. Bosna-Hersek, Avusturya tarafindan isgal edildi. Rusya, Kars, Ardahan ve Batum'a sahip oldu. Berlin Kongresi, büyük devletlerin Osmanli Devleti'ni paylasma ve ortadan kaldirma arzularinin bir neticesi idi. Balkanlarda büyük devletlerin inisiyatifiyle ortaya çikan küçük devletçikler, bölgede o dönemden günümüze kadar ulasan siyasî ve etnik çatismalarin piyonlari olmaktan öteye gidemediler. Nitekim Avusturya'nin ve Rusya'nin Balkanlarda nüfuzlarini artirmalari, Balkan Savaslari ve I.Dünya Savasi'nin çikmasina yol açacaktir.

    Berlin Kongresi'nin sonuçlari kisa zamanda ortaya çikmaya baslamisti.

    Balkanlardan bir pay alamayan Fransa, önceden nüfuz sahasina dahil ettigi Cezayir ile Tunus arasindaki sinir problemini bahane ederek, Tunus'u isgal etti (1881). Fransa ile Ingiltere arasinda çekismeye sahne olan Misir'da, Hidiv Ismail Pasa'ya karsi baslatilan bir askerî ayaklanma ile ortaya çikan durum Istanbul'da görüsülürken, Ingilizler Iskenderiye'yi topa tuttu. Osmanlilarin karsi çikmalarina ragmen Ingilizler Misir'i ele geçirdiler(1882). Bulgaristan Prensligi, Dogu Rumeli'de çikan isyani degerlendirerek (1885), bölgeyi kontrolü altina aldi. Osmanli Devleti Rusya'nin baskisi sonunda, Kircaali ve Rodop disindaki Dogu Rumeli Valiligi'nin Bulgar Prensligi'nin idaresine geçmesini kabul etmek zorunda kaldi (1886). Ikinci Mesrutiyet'in ilâni sirasinda ise Bulgarlar bagimsizliklarini ilân ettiler (1908). Bulgar, Yunan ve Arnavutlarin hak iddia ettigi Makedonya'da çikan olaylar Osmanli kuvvetleri tarafindan bastirildi. Fakat, Rusya ve Avusturya devreye girerek Osmanli hâkimiyetindeki Makedonya'da, ülkelerinden iki gözlemcinin görev yapmasini sagladilar (1893). Megalo Idea adini verdigi Bizans'i diriltme çabasindaki küçük Yunanistan, 1896'da çikan isyani bahane ederek Girit'i ilhaka yeltendi (1896). Osmanlilar Dömeke Meydan Savasi ile Yunanlilari büyük bir bozguna ugrattilar (1897). Fakat Rusya ve Avrupa devletlerinin müdahalesi ile Istanbul'da toplanan bir konferans ile Girit'te valiligine Yunan kralinin oglunun getirildigi özerk bir yönetim kurulmasi, adanin fiilen Yunanistan'a birakilmasi anlamina geliyordu.

    93 Harbi'nden sonra sun'i bir Ermeni Meselesi ortaya çikarilmisti. Osmanli Devleti'ne bagliliklari sebebiyle "millet-i sadika" olarak adlandirilan Ermeniler, önceleri Dogu Anadolu'yu ele geçirmek isteyen Rusya ve ardindan Ingiltere tarafindan kullanilmaya basladilar. Hinçak ve Tasnak tedhis örgütlerini kurarak, Istanbul ve tasrada terör yaratan bazi Ermeniler özellikle Ingilizler tarafindan destekleniyorlardi. Dogu'da hiçbir zaman çogunluk olamayan Ermenilere kurdurulacak bir devlet ile Rusya Akdeniz ve Orta Dogu'ya sizabilecekti. Ingiliz himayesindeki bir Ermeni devleti ise aksine bunu önleyebilirdi. Her iki tarafinda kullandigi Ermeniler 1889'dan itibaren tedhise basladilar. Van, Erzurum ve Bitlis'te çikan olaylar bastirildi. Ardindan baskentte Osmanli Bankasi'na kanli bir baskin yaparak bankayi isgal ettiler. II.Abdülhamit'e yönelik bir suikast tesebbüsünde bulundular. I.Dünya Savasi ve Istiklal Harbi yillarinda da Ermeniler devlet aleyhine faaliyetlerini devam ettirmislerdir.


    I.Mesrutiyet'in kaldirilmasindan sonra II.Abdülhamit içte ve dista meydana gelen olumsuz gelismelerin de etkisiyle, kati bir yönetim sergilemeye baslamisti. Mesrutiyet taraftarlari da buna karsilik muhalefetlerinin dozunu artirmislardi. Osmanlilik fikrinin temsilcisi olan Sadrazam Midhat Pasa 1881'de ölüm cezasina çarptirilmis, sonra affedilerek, Arabistan'a sürgüne gönderilmis ve 1883'te öldürülmüstü.

    Ali Suavi, Ziya Pasa ve Namik Kemal gibi kisiler de sultan tarafindan bertaraf edilmislerdi. Ancak devletin içinde bulundugu güç durum onlarin baslattigi muhalefetin güçlenerek büyümesine zemin hazirlamaktaydi. Balkanlardaki çalkantilarin yani sira Osmanli Devleti iktisadî açidan da çok zor durumda idi. Devlet iç ve dis borçlarini kapatabilmek için batililarin elindeki Osmanli Bankasi ile malî bir anlasma imzalamak zorunda kalmisti (1879 ve 1881). Buna göre banka mali yardimlari karsiliginda, devletin bazi gelirlerini devraliyordu. Ingiliz ve Fransizlarin kontrolünde bu maksatla kurulan Düyun-i Umumîye Idaresi Osmanli ülkesini âdeta bir sömürge hâline getirecektir.

    Genç Türkler veya Jön Türkler adi verilen ve yurt disinda ve içinde faaliyet gösteren Mesrutiyet taraftarlari, Istanbul'da Ittihad-i Osmani dernegini kurmuslar ve bu dernek 1894/95'te Ittihat ve Terakki Cemiyeti adini almisti. Selanik'te Enver ve Niyazi Pasalar gibi subaylarin da katilmasiyla güçlenen Ittihatçilar, Osmanli devletini ancak Kanun-i Esasî'nin yeniden kabulünün kurtarabilecegini düsünüyorlardi. Kolagasi Niyazi Bey ve ona katilan Enver Bey'in Resne'de isyan ederek daga çikmalari ve Rumeli'de halk tarafindan büyük bir destek bulmalari üzerine II.Abdülhamit anayasayi yürürlüge koyarak II.Mesrutiyet'i ilân etti ((23 Temmuz 1908).

    17 Aralik 1908'de meclis yeniden açildi. Yapilan seçimlerde Ittihat ve Terakki Firkasi büyük bir basari saglamisti. Ancak bu gelismeler esnasinda Bulgaristan bagimsizligini elde etmis ve Girit meclisi Yunanistan'a ilhak karari almisti.

    __________________

  5. #5
    vergun - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    15 Eylül 2006
    Yer
    izmir
    Yaş
    44
    Mesajlar
    816
    Tecrübe Puanı
    31

    Standart --->: Osmanlı Devleti Hakkında Herşey

    Isgal altindaki Bosna Hersek ise Avusturya tarafindan fiilen ilhak edilmisti (5 Ekim 1908) Millî bir politika izlemeyi amaçlayan Ittihatçilar, olumsuz gelismelerin de etkisiyle gittikçe otoriter bir idare olusturmaya baslamislardi. Bundan faydalanmak isteyen Mesrutiyet aleyhtarlari, bazi Avrupa devletlerinin de kiskirtmasiyla isyan ettiler. Istanbul'daki Avci Taburlari'nin 13 Nisan 1909'da baslattiklari isyan sirasinda pek çok Ittihatçi öldürüldü. II.Abdülhamit olaylari önleyemedi. Bunun üzerine Mahmut Sevket Pasa komutasindaki ordu Selanik'ten yola çikti. Harekat Ordusu adi verilen bu ordunun kurmay baskani Mustafa Kemal idi. Harekat Ordusu, kisa sürede duruma hâkim olarak isyani bastirdi. Isyandan sorumlu tutulan II.Abdülhamit, seyhülislâmdan alinan fetva ile meclis tarafindan tahttan indirildi (27 Nisan 1909) ve kardesi V. Mehmet Resat yerine getirildi. V.Mehmed (1909-1918) devlet idaresinde inisiyatifi Ittihatçi hükûmete birakmisti. Yeni iktidar zamaninda da felâketler birbirini takip etti. Osmanli Devleti hizla dagilma devrine girmekteydi.



    Osmanlilarin iç isleri ve Balkanlardaki gelismelerle ugrasmasini firsat bilen Italyanlar, Avusturya'nin Bosna-Hersek'i ilhak etmesi (1908), Arnavutlarin isyani (1910) gibi olaylardan da cesaretlenerek, pastadan pay alabilmek için Trablusgarp'a asker çikardi. (Eylül 1911). Italyan donanmasi denizden, Ingilizler ise Misir'i ellerinde bulundurdugundan karadan, Osmanlilarin bölgeye asker göndermesini imkânsiz hâle getirmisti. Bu sebeple Osmanli hükûmeti gizlice Türk subaylarini bölgeye göndererek mahallî bir direnisi örgütleme yolunu seçmisti. Derne ve Tobruk'da Mustafa Kemal, Bingazi'de ise Enver Pasa Italyanlara karsi büyük basarilar kazandi. Savasi kazanamayacagini anlayan Italya, Osmanlilari barisa zorlamak için Oniki Ada'yi isgal etti. Ancak bundan ziyade Balkanlarda baslayan savas Osmanlilarin barisi imzalamaya zorladi. Usi Antlasmasi ile Italyanlar isgal ettikleri yerleri muhafaza ettiler (1912)



    Türk-Italyan Savasi'nin basladigi sirada Balkan devletleri aralarindaki anlasmazliklari bir tarafa birakarak, Osmanli Devleti'ne karsi bir ittifak olusturdular. Rusya'nin mimarliginda gerçeklesen Bulgar-Sirp ittifakina daha sonra Yunanistan ve Karadag da katildi (1912). Karadag ile baslayan savasa 18 Ekimde diger Balkan devletleri de istirak etti. Bu sirada Osmanli askerleri, subaylarin bir kisminin politik çekismelerle mesgul olmasindan dolayi daginik bir hâldeydi. Bunun sonucunda Balkan devletleri, Osmanlilar karsisinda kendilerinin de beklemedigi bir zafer kazandilar. Yunanlilar Ege adalarini ele geçirdiler. Sirplar Kumanova'da üstünlük sagladilar. Sirplarin denize çikmalarini önlemek için Avusturya'nin destegi ile Arnavutluk bagimsizligini ilan etti (28 Kasim 1912).


    Bulgarlar ise Edirne'yi ele geçirerek Çatalca'ya kadar ilerlediler. (19 Kasim 1912). 16 Aralikta Londra'da baslayan görüsmeler bir ara iktidardan düsen Ittihatçilarin yeniden is basina gelmesi üzerine kesilmisti. Nihayet Mayis ayinda Londra Antlasmasi imzalanarak I.Balkan Savasi sona erdi. Gelibolu Yarimadasi hariç Trakya, Bulgaristan'a verildi. Makedonya'nin büyük bir kismi Yunanistan ve Sirbistan arasinda paylasildi. Özellikle Makedonya'nin paylasimi Bulgarlari rahatsiz etmekteydi. Sirbistan ve Yunanistan, Bulgarlara karsi ittifak olusturdu. Bu ittifaka Romanya da katildi. Bulgaristan ile bu ittifak savasa girince, durumdan faydalanmak isteyen Osmanli Devleti de Bulgar isgalindeki topraklari geri almak için harekete geçti. Kirklareli ve Edirne kurtarildi. II.Balkan Savasi, taraflarin imzaladigi Bükres Antlasmasi ile sona erdi (1913). Bulgaristan ile imzalanan Istanbul Antlasmasi ile, Meriç nehri iki ülke arasinda sinir oldu. Bulgaristan'daki Türklerin haklari belirlendi (29 Eylül 1913). Yunanistan ile imzalanan Atina Antlasmasi ile ise Girit'in Yunanistan'a birakilmasi kabul edildi (14 Kasim 1913). Büyük devletler bu anlasmalardan sonra Çanakkale Bogazi yakinlarindaki Bozcaada ve Imroz'u Osmanlilara geri verdiler. Balkan Savaslari, Balkanlardaki Türk varliginin büyük bir kiyima ugramasina sebep olmustur. Yüz binlerce Türk savaslar sirasinda ve sonrasinda aç ve yokluk içinde buradan göç etmek zorunda kalmistir.

  6. #6
    vergun - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    15 Eylül 2006
    Yer
    izmir
    Yaş
    44
    Mesajlar
    816
    Tecrübe Puanı
    31

    Standart --->: Osmanlı Devleti Hakkında Herşey

    ASkeri TEşkilat

    Bir toplumun "devlet" haline gelebilmesi, onun varligina vücud veren halk ve idarecilerin "bagimsizlik" (istiklâl) kavramini tanimalari ile mümkündür. Bu tanima, sadece fikir ve düsüncede kalmayip fiilen tatbik edilmelidir. Bu da belli sinirlari koruyacak olan "askerî güç" denilen bir sinifin mevcudiyeti ile gerçeklesir. Disiplinli ve sistemli hareket eden bir askerî gücün ifade ettigi mâna çok iyi bilindiginden, tarihte üne kavusmus bütün büyük devletler, bu konu ve teskilât üzerinde hassasiyetle durarak onu muhafazaya çalismislardir.
    Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/showthread.php?p=12916

    Disiplinli ve devamli bir ordunun teskili fikrinden hareketle sarf edilen çabalar, milletlerin kendi bünyeleri, bulunduklari cografî ortam ve zamanlarina göre degisik olagelmistir. Bu sebepledir ki, hayatlarini ziraî ürünlerle kazanan milletler gibi topraga siki sikiya bagli olmayan göçebe Türklerin hayatlarinda hayvanlarinin büyük rolü vardi. Bu, onlarin daha disiplinli hareket etmesini sagliyordu. Keza bu, onlarin harp disiplin, oyun ve usûllerine alismalarina da yardimci oluyordu. Nitekim sonbaharda yapilan büyük sürek avlarinin sebepleri, bu önemli gerçek içinde yatiyordu. Uygurlarin birçok aile ve boylarinin bir araya gelerek yaptiklari bu sürek avlari, Göktürkler'de oldugu gibi bir çesit savas egitimi idi. Ekonomi, devlet ve ordu idaresi, askerî bilgi ve eglence bu bahanelerle tatbikat sahasina konuyor, yasaniyor ve deneniyordu.

    Ortaasya'li atli kavimlerin hayatlarinin en önde gelen özelligi, hareket halinde olma idi. Fertlerin bu hareketli hayati, topluma da bir dinamizm veriyordu. Bu hareket ve canliligin sonucu olsa gerek ki, Islâm öncesi Türklerinde hakim bulunan anlayisa göre "kendileri bir kurt, düsmanlari da bir koyun sürüsü idi." Türklerdeki bu dinamizm, Müslaman olduktan sonra daha bir kuvvetle devam etmis görünmektedir. Zira onlar, tarihî kültürlerinin bir mirasi olarak devam ettiregeldikleri bu anlayisi, Islâm'in "cihâd" ve "sehidlik" motifleri ile birlestirmislerdi.

    Düsmanlarina karsi yaniltma, ani hücum ve sizma gibi taktikleri ile taninan Türklerin, Müslüman Arap ordulari içinde yer almalarindan sonradir ki, Islâm ordulari genis bir cografî mekânda yayilma imkânini buldular. Miislüman Türk askerlerinin Islâm ordusundaki durumundan bahs eden bir arastirici sunlari söylemektedir:

    "Bazen uygulanan usûl de yürüyüs halinde olan düsman hatlarini tuzaga düsürmek veya hemen girisilen muharebe ile anlari, önceden hazirlanmis tuzak bölgelerine çekmek idi. Bu taktikteki büyük avantaj, saf nizaminda hücuma alismis Arap süvarileri için pek söz konusu degilse de, âni hücum, yaniltici çekilme, kanatlara sizma, her taraftan ok yagdirma ve hücumu sür'atle tekrarlamada mâhir Türkler içindi."

    Tarih sahnesinde görünen birçok millet, askerî güç olarak ifade ettigimiz devamli ve disiplinli orduyu ayakta tutup kendisinden istifade edebilmek için çesitli çarelere bas vurmustur. Bu meyanda, harplerin sebep oldugu nüfus azalmasini bir dereceye kadar ortadan kaldirmak için galiplerin, maglup olan toplumlarin çocuklarindan yararlandigi da görülmektedir. Osmanlilarin da bas vurdugu bu sistem, onlarin basarili sonuçlar almalarina sebep olmustur.

    Özellikle kurulus ve daha sonraki dönemlerde kullanilan sistemler ile ordunun sahip oldugu disiplin, Osmanli ordusunu basarili bir hale getiriyordu. Batida bulunan Hiristiyan devletlerce de farkina varilan bu duruma isaret eden bir seyyahin su sözlerine dikkat çeken Gibbons, o seyyahin ifadesini söyle nakleder:

    "Osmanlilar, daha önceden Hiristiyan ordularinin ne vakit geleceklerini ve kendileri ile çatisma için müsait yerin neresi oldugunu bilirler. Çünkü bunlar, daima seferber bir halde idiler. Çavuslari ve casuslari, kuvvetleri nasil ve nereye sevk etmek lazim geldigini biliyorlardi. Bunlar, birdenbire harekete geçebilirlerdi. Yüz Hiristiyan askeri, on bin Osmanlidan daha fazla gürültü yapiyordu. Trampet bir defa vurdu mu, derhal yürüyüse baslarlar, adimlarini kat'iyyen yavaslatmaz ve yeni bir komut verilinceye kadar kat'iyyen durmazlardi. Hafif techizatli olduklari için Hiristiyan mühasimlarinin üç günde kat edemedikleri mesafeyi bir gece içinde kat ederlerdi."

    Pek çok müessesede oldugu gibi, kendinden önceki Müslüman ve MüslümanTürk devletlerinin teskilatlarindan yararlanmis bulunan Osmanlilar, bu uygulamayi askerî sahada da gösteriyorlardi. Gerçekten, Osmanli askerî teskilâtinin, Büyük Selçuklu, Anadolu Selçuklu, Ilhanli ve Memlûk askerî teskilâtlan ile benzerlik arz etmesi, bu ifadelerin dogrulugunu ortaya koymaktadir. Bununla beraber biz, daha açik bir fikir vermesi bakimindan B. Selçuklu askerî teskilâtindan kisaca ve ana hatlari ile bahs etmek istiyoruz.

    Özellikle Alp Arslan ve oglu Meliksah dönemlerinde devrinin en büyük askerî gücü haline gelen Selçuklu ordusu, günümüzün Milli Savunma Bakanligi durumundaki "Divan-i Arizu'l-Ceys" denilen bir teskilât tarafindan idare ediliyordu. Büyük Selçuklu ordusu, çesitli kavimlerden alinarak hususi saray terbiyesi ile yetistirilmis, tören, usûl ve protokolü bilen ve dogrudan dogruya Sultana bagli bulunan "Gulaman-i saray", en seçkin komutanlarin egitimi altinda her an emre hazir bekleyen "Hassa ordu" su ile melik, vali, vezir gibi ileri gelen devlet büyüklerinin askerleri ve tabi hükümetlerin askerlerinden kurulu idi. Isimleri "Divan defteri"nde yazili bulunan "Gulaman-i saray" efradi, yilda dört maas (bistgâni) alirdi. Devletin esas askerî gücünü teskil eden, harplere katilan ve düsmana agir darbeler indiren "Hassa ordu"su askeri de maasliydi. Ayrica vezir Nizamülmülk (öl. 485/1092) vâsitasiyle daha küçük parçalara bölünen askerî iktalarda, geçimini arazi gelirlerinden temin eden ve her zaman harbe hazir kalabalik bir süvari kuvveti (sipahiyan) de vardi. Bu sâyede Selçuklu Devleti, büyük bir askerî kuvvet bulundurma imkânina sahip olmustu. Buna karsilik Gazneliler ile Büveyhîler döneminde askere ikta degil maas veriliyordu. Sikisik durum ve zamanlarda, devletin bu maaslari ödeyemedigi oluyordu. Böyle durumlarda komutanlar, vilayetlerin vergilerini kendi nâm ve hesaplarina topluyorlardi. Halkla aralarinda bir menfaat birligi olmadigindan askerin faaliyetleri, zaman zaman vilayetlerin harab olmasina kadar variyordu. Halbuki askerî iktalar sayesinde Büyük Selçuklu Devleti 400 bin, Türkiye Selçuklulari da 100 bin kisilik bir orduya sahip bulunuyorlardi.



    OSMANLILARIN ILK ASKERI TESKILÂTI
    Bizans Imparatolugu'nun hududlarinda bulunan ve Osman Gazi'ye bagli olan Türk asiretleri atli idiler. O dönemin iklim, harp, teknoloji ve siyasi sartlarina göre bu gerekliydi. Bu sebeple Osman Bey zamaninda harplere istirak edip fetih yapanlar bu asiret kuvvetleri idi. Asiret kuvvetleri, baslarinda serdarlari olmak üzere Osman Bey'in hizmetine giriyor, fetihlerin sonunda ganimetlerden pay aliyor ve zapt edilen topraklardan yerlesme hakki elde ediyorlardi. Topraga yerlesen Türkmenler, tasarruf ettikleri (kullandiklar) yer karsiliginda Osman Gazi'ye tabi oluyorlardi. Timarlarinin gerektirdigi sayida atli askeri de savasa gönderiyorlardi. Osman Bey, uç beyi olduktan sonra kendisi ile yakin çevresini koruyan ve yevmiye hesabi ile ücret alan askerlerin sayisini artirdi. Bunlar, Selçuklular'da oldugu gibi "Kul" veya "Nöker" adi ile aniliyorlardi. Ulûfeli askerlerin sayisi, beyligin gücü ile orantili olarak artiyordu. Bu bakimdan beyligin sinirlari genisledikçe Osman Bey'in kapisindaki kul sayisi da artiyordu.
    Osman Bey zamaninda, beyligin kuvvetleri, hizmetleri karsiligi ganimetten hisse alan ve feth edilen yerlere atli asker vermek sartiyla yerlesen Türkmen kuvvetleri ile ücretleri gündelik olarak ödenen Osman Bey'in sahsî askerlerinden ibaretti. Nöker veya Kul adini tasiyan bu askerler, fetih hareketlerinde henüz etkin rol oynayacak sayiya ulasmamislardi.

    Asiret kuvvetleri ile ulûfeli askerler, ilk zamanlarda yeterli oldularsa da fetihler çogaldikça sayi olarak kifayet etmemeye basladilar. Bu bakimdan Osman Bey, fetihlere devam edebilmek için dinamik eleman arayisina baslama ihtiyacini duydu. Bundan sonra ihtiyaç hasil oldugu zaman Sögüt, Karacasehir, Eskisehir ve Bilecik dolaylarindaki köylerde oturan ve tarimla ugrasan Türk köylülerinden yararlanmaya karar verdi.

    Atli olan asiret birlikleri, özellikle kale muhasaralarinda fazla tesirli olamiyorlardi. Bundan baska fetihler sonucu arazi genisleyip birçok gayr-i müslimin, devletin vatandasi durumuna gelmesi ve muhasaralarin uzamasi üzerine asiret kuvvetleri, istenilen zamanda istenilen yere ulasamiyorlardi. Bu sebeple Orhan Bey döneminde yeni ve devamli bir askerî birlige ihtiyaç duyuldu.


    YAYA VE MÜSELLEMLER
    Osman Bey'in ölümünden kisa bir süre sonra, beyligin sinirlarinin genislemesi ve kisa bir gelecekte, daha bir genislemeye namzed olmasi, Orhan Bey'i askerî, malî ve idarî düzenlemeler yapmak zorunda birakti. Gerçekten de beylik çerçevesinden çikip güçlü bir devlet haline gelmek için, düzenli bir orduya ihtiyaç vardi. Orhan Bey de bu görüsten hareketle önce orduyu ele aldi.
    Orhan Bey'in saltanatinin ilk yillarinda askerî kuvvetler, Osman Bey zamanindan pek farkli degildi. Fetihler arttikça topraga yerlesen Türkmenlerin sayisi artmis, buna bagli olarak timarli sipahî sayisi da çogalmisti. Kul veya Nöker denilen sinif, Osman Bey zamaninda oldugu gibi yine ulûfe aliyordu.

    Fetihlerin devami için zarurî olan ordunun organizasyonu, yani, ilk düzenli birlikler, Bursa'nin fethinden sonra ve Iznik'in fethinden önce Vezir Alaeddin Pasa ile Bursa Kadisi Çandarli Kara Halil'in (öl. 1387) teklifleri dogrultusunda yapilmisti. Buna göre devamli surette savasa hazir yaya ve atli bir kuvvetin bulundurulmasi gerekiyordu. Bu maksatla Türk gençlerinden meydana getirilen bu ordunun atsiz askerine "Yaya", atli askerine de "Müsellem" adi verildi. Alaeddin Pasa'ya göre askerî sinifa mensub olan kimseler ile vezirler, özel bir kiyafet giyerek halktan ayird edilmeliydi. Bu sebeple, bunlarin giyecekleri elbise ve baslarinda tasiyacaklari sarigin renk ve biçimi tesbit edildi. Buna göre bunlar "Ak börk" giyeceklerdi. Böylece tasradaki timarli sipahilerden de ayrilacaklardi.

    Türk gençlerinden kurulan ve her biri bin kisi olan bu askerî birligin efradi. Çandarli Kara Halil tarafindan seçilmisti. Asikpasazâde'nin ifadesine göre birçok kisi "Yaya" yazilmak için Çandarli Kara Halil'e müracaat etmisti. Savas zamaninda bu gençlere önce birer, daha sonra da ikiser akça gündelik verilmesi kararlastirildi. Savas olmadigi zamanlarda da ziraat yapmak üzere kendilerine toprak tahsis edildi. Bunlar, vergilerden muaf tutuldular. Orhan Bey zamaninda hassa ordusu sayilan yaya ve müsellemler, kaç sancak varsa o kadar yaya ve atli sancaga bölünerek basina sancakbeyi tayin edildi. Yaya denilen piyade sinifinin her on kisisi için bir bas (onbasi), her yüz kisiye de daha büyük bir bas (yüzbasi) tayin edilmisti. Müsellem adi verilen atli birligin her otuz kisisi bir "Ocak" meydana getiriyordu. XV. yüzyil ortalarina kadar fiilen silahli hizmette bulunmus olan bu Yaya ve Müsellemler, Kapikulu ocaklarinin kurulup gelismesiyle yerlerini onlara terk ettiler. Daha sonra Rumeli'deki Yürükler, Canbazlar ve Tatarlarin katilmasiyla Osmanli askerî teskilâtinin geri hizmet sinifini meydana getirdiler. Bu sinif, köprü yapimi, yol insaati, kale tamir ve yapimi ile hendek kazimi gibi islerde kullanildi.

    Görüldügü gibi Osmanli Devleti'nin ilk döneminde, yani Osman Bey zamaninda beyligin kuvvetleri iki kisimdan ibaret bulunuyordu. Bunlardan biri, Türkmen asiretlerinden saglanan ve kendilerine hizmetleri karsiliginda elde ettikleri ganimetler disinda timar da verilen atli kuvvetler, digeri de Osman Bey'in, ücretlerini gündelik olarak verdigi sahsî askerlerdi. Bunlara Nöker deniyordu ki tamami hür insanlardan meydana gelmisti. Orhan Gazi döneminde ise Yaya ve Müsellem adi ile yeni ve devamli bir askerî birlik kurulmustu.

    Bu bilgilerin isigi altinda konuya bakildigi zaman Osman ve Orhan Bey'ler zamaninda Osmanli ordusu, üç gruptan tesekkül ediyordu. Bunlardan biri asiret kuvvetleri, ikincisi Nöker adi verilen ve sonradan "azab" adini alan sahsî askerler ki bir çesit hassa orduyu meydana getiriyorlardi. Üçüncüsü de biraz önce kuruluslarindan bahs ettigimiz Yaya ve Müselle ordusu idi.

    Kurulus döneminden baslamak üzere Osmanli ordusu "Kara" ve "Deniz" olmak üzere iki kisimdan ibaretti.


    OSMANLI KARA ORDUSU
    Ordu-u Hümâyun denilen Osmanli Kara Ordusu, genel olarak iki bölüme ayrilmakta idi. Bunlardan biri "Kapikulu Askerleri" digeri de "Eyâlet Askerleri" adini tasiyordu. Bu askerî birliklerin her biri, gördükleri hizmetlere göre kendi içinde daha küçük kisimlara ayrilip ona göre isimler aliyor. Bu isimler, ocak kelimesi ile bir terkip olusturduklarindan ayrica bunlara "ocak" deniyordu. Ocag'in en büyük subayina da "Ocak Agasi" adi veriliyordu.
    KAPIKULU ASKERLERI

    Kapikulu denilen bu askerî birlik, Selçuklular ve diger bazi devletlerde oldugu gibi "Hassa Ordu"yu meydana getirmekteydi. Bu sinifa dâhil olan askerler, devletten "Ulûfe" adiyla maas alirlardi. Burada "kapi" kelimesinin kullanilmasi ve devletten maas alan askerlere de "Kapikulu" askeri denmesinin sebebi, Kapi kelimesinden bizzat devletin anlasilmasiydi. Zira eskiden beri dogu ülkelerinde isler, hükümdar saraylarinin kapisinda görülürdü. Bu tabir, Kapi müdafaasinda bulunan askerler için de kullanilmakla beraber sadece onlara hasr edilmeyen bir kelimedir. Askerler için de bu kelime kullaniliyordu. Iste bu sebepten dolayi devletten maas alan askerlere "Kapikulu askerleri" deniyordu.

    Kapikulu askerleri baslangiçta devlet merkezinde bulunuyorlardi. Fakat ülke genisleyip muhafazasi için hudud boylarinda kaleler insa edilince oralarda da ikamet etmek mecburiyetinde kaldilar.

    Osmanli Devleti, Rumeli taraflarinda fetihler yapip genislemeye baslayinca devamli bir orduya ve daha fazla askere ihtiyaç hasil olmustu. Bu da savaslarda esir alinan ve askerî sartlara uygun hiristiyan çocuklarinin kisa bir müddet Türk terbiyesi ile yetistirilerek yeni bir askerî sinifin meydana getirilmesiyle karsilanmisti. Iste bu teskilât, Kapikulu ocaginin çekirdegini teskil etmisti. Kapikulu askerleri iki gruba ayrilmaktadirlar. Bunlar:

    1. Kapikulu Piyadesi

    2. Kapikulu Süvarisi.

    KAPIKULU PIYADESI

    Osmanli Devleti'nin, merkez askerî teskilât, içinde yer alan Kapikulu askerleri, Osmanli askerî teskilâtinin önemli bir bölümünü meydana getiriyorlardi. Kapikulu piyadesi de kendi arasinda ayri gruplara ayrilmisti.

    ACEMI OCAGI

    Osmanli askerî tarihinde, önemli yeri bulunan ve Kapikulu piyadesinin mühim bir bölümünü teskil eden yeniçerilere mense' olan "Acemi ocagi", Sultan Birinci Murad zamaninda Kadiasker Çandarli Kara Halil ile Karaman'li Kara Rüstem'in tavsiyeleri sonucu ortaya çikmisti. Hoca Saadeddin Efendi'nin bildirdigine göre bu uygulama, Sultan Birinci Murad'in devr-i saltanatinda 763 (1361-62) tarihindeki Zagra'nin fethi ile baslamistir. Devlet adina ve "Pencik" kanununa göre alinan esirler", Yeniçeri ocagina asker yetistirmek için Gelibolu'da kurulmus bulunan Acemi ocagina gönderiliyor ve yevmiye bir akça ücretle Gelibolu ile Çardak arasinda isleyen at gemilerinde hizmet görüyorlardi. Bir müddet sonra bunlar, Yeniçeri ocagina aliniyorlardi. Fakat bu esirler, firsat buldukça kaçip memleketlerine gittikleri için bu sistem degistirildi. Savaslarda esir edilen küçük yastaki Hiristiyan çocuklari, evvela Anadolu'daki Türk köylülerinin yanina verilerek (Türk'e vermek) az bir ücretle hizmet ettirilmeye baslandi.

    Gerçi bu ocagin, Rumeli fatihi Süleyman Pasa zamaninda, bizzat kendisi tarafindan savasta esir alinan Hiristiyan çocuklari ile basladigi belirtilmekte ise de ocagin gerçek manada müesseselesmesi, yukarida belirtilen sekilde olmustur.

    Sözlük manasiyle beste bir demek olan "pencik" harplerde ele geçirilen esirlerden, askerlikte kullanilmak üzere beste birinin alinmasi demektir.

    Islâm hukukunun ganimetlerle ilgili vaz' etmis oldugu prensiplerinden dogmus olan "pencik", Osmanli Devleti'nin ilk kurulus yillarinda uygulanmiyordu. Harpler sonunda ele geçen diger ganimetler gibi esirler de gazilere taksim ediliyordu. Gaziler, hisselerine düsen esirleri, Islâm hukuku geregince istedikleri sekilde istihdam edebiliyor, istihdam yeri olmayan da onlari satabiliyordu.

    Osmanlilarda Acemi oglani iki sekilde alinirdi. Bunlardan biri savaslarda elde edilen erkek esirlerin beste birinden (pencik), digeri de Osmanli vatandasi olan Hiristiyan çocuklardandi. Savaslarda elde edilen esirlerin asker olarak alinmasiyle ilgili "Pencik Kanunu" tertib edilmisti. Buna göre alinan esir oglanlara "Pencik Oglani" adi verilmisti. Elde edilen bu esirler, "Pencikçi" denilen memur tarafindan tesbit edilir, bunlardan on ila on yedi yaslari arasinda olan erkek esirlerden vücutça kusursuz ve saglam olanlar devletçe üçyüz akça karsiligi satin alinirdi. Böylece Acemi ocagina ilk efrad, Pencik kanunu ile toplanmistir. Bu sistemin gelismesinde büyük ölçüde rolü bulunan Kara Rüstem de Gelibolu'da Pencik vergisini (Resm-i Pencik) toplamakla görevlendirilmisti.

    Pencik oglanlarinin, Anadolu'daki Türk çiftçilerinin yanina verilmesi, aradaki deniz sebebiyle kaçmalarina engel olmak içindi. Bununla beraber, zaman zaman bazi esir çocuklarin Avrupa'ya kaçtigi görülüyordu. Esirlerin, Türk çiftçilerinin yanina verilmesi ile ilgili kanun hakkinda kaynaklarda farkli tarih ve zamanlar verilmektedir. Bu cümleden olarak Sirpsindigi savasi, Edirne'nin fethi ve Bilecik tarafina yapilan ilk akinlarda olduguna dair rivayetler bulunmaktadir.

    Cüz'i bir ücretle Türk çiftçisinin yanina verilen Acemi oglanlarina çok az bir ücretin verilmesi, onlarin "ben padisah kuluyum" deyip çiftlik sahibine kafa tutmamasi içindi.

    Acemi oglanlar, ziraat islerinde çalistirildiklari gibi kisa zamanda Türkçe ile birlikte Islâm-Türk örf ve âdetlerini de ögreniyorlardi. Böylece yeni hayata intibak ettikten sonra bir akça gündelikle "Acemi Ocagi"na kayit ettiriliyorlardi. Burada bir müddet hizmet gördükten sonra yevmiye iki akça karsiligi "Yeniçeri Ocagi"na gönderiliyorlardi. Yildirim Bâyezid döneminin sonlarina kadar belirtilen sekilde devam eden bu usûl, Ankara Savasi'ndan (1402) sonra fetihlerin durmasi ve iç karisikliklarin bas göstermesi yüzünden büyük ölçüde tatbik edilemez olmustu. Kapikulu ocaklarindaki kadro eksikligini gidermek için baska bir çareye bas vurmak gerekiyordu. Bu sebeple Rumeli'ndeki Hiristiyan tebeadan muayyen bir kanunla ve "Devsirme" ismiyle münasib sayida Hiristiyan çocugu alinmasina karar verildi.

    Daha önce de temas edildigi gibi Ankara Savasi'ndan sonra Osmanli fetihleri durmus, bazi yerler Bizans ve Sirplara terk edilmislerdi. Gerek Çelebi Mehmed zamaninda, gerekse oglu Sultan Ikinci Murad'in ilk devirlerinde Rumeli'de fütuhat yapilamadigi için esirlerden istifade edilememisti. Bunun üzerine Osmanlilardan önceki Türk ve Islâm devletlerinde uygulanmamis olan yeni bir usûl ile devletin, Hiristiyan tebeasi olan ve yaslan uygun çocuklarindan sadece bir tanesinin Osmanli ordusuna alinmasi kararlastirildi. Böylece Hiristiyan vatandaslarin çocuklarindan asker devsirmek için bir "Devsirme Kanunu" yürürlüge konuldu. Bu yeni kanunla, bastan basa gayr-i müslim olan Rumeli halki, tedrici surette müslümanlastirilacakti. Müslümanlastirilan bu insanlarla da Osmanli ordusu kuvvetlenecekti. Böylece devlet, bu sayede Müslüman nüfusunu koruma gibi bir hedefe de ulasmis oluyordu. Gerek Müslüman nüfusu çogaltma, gerekse harplerde kendisinden istifade etme bakimindan iki yönden faydali olan bu Devsirme kanunu , Pencik kanunu ile asker almanin yerine geçmisti. Zaten Pencik kanunu da eski önemini kaybetmeye baslamisti.

    Devsirme kanunu geregi ihtiyaca göre üçbes senede ve bazan daha da uzun bir sürede Hiristiyanlardan sekiz ila on sekiz ve bazan yirmi yas arasindaki sihhatli ve kuvvetli çocuklardan Acemi Oglani alinmaya basladi. Bununla beraber 14-18 yas arasindakiler tercih ediliyordu. Önceleri Rumeli'de Arnavutluk, Yunanistan, Adalar ve Bulgaristan'dan, daha sonra ise Sirbistan, Bosna-Hersek ve Macaristan'dan çocuk toplandi. Bu durum, XV. Muhtelif hizmetlerde bulunan Acemilerin, Yeniçeri Ocagina kayit ve kabullerine "Çikma" veya "Kapiya Çikma (bedergâh) denirdi.

    Devsirme usûlü, kendi dönem ve zamanina göre iyi bir sonuç vermisti. Bu sonuç hem Osmanlilar, hem de çocugu devsirilen aileler için faydali olmustu. Osmanlilar açisindan faydali olmustu, zira o dönemin bitip tükenmek bilmeyen harpleri, devamli surette insanlari yutan birer makine haline gelmislerdi. Iste bu makinalarin zararlarini en aza indirebilmek ve kendi Müslüman Türk nüfusunu koruyabilmek için devlet, gayri müslim vatandaslarindan istifadeyi düsünmüstü. Böylece hem Islâm Türk mefkûresinin daha genis sahalarda yayilmasini saglamak, hem de kendi asil nüfusuna dokunmamak suretiyle azinliga düsmeyecekti. Devsirme sistemi, çocugu devsirilenler bakimindan da faydali bir seydi, çünkü onlar da çocuklarinin içinde bulunduklari mali sikintidan kurtulacagini biliyorlardi. Muhtemelen çocuklari devlet kademelerinde vazife alir ve yüksek bir mevkiye gelebilirdi. Bunun da kendileri için faydali olacagi bir gerçekti. Bu sebepledir ki kaynaklar, pek çok Hiristiyan ailenin, çocugunu devsirmeye verebilmek için adeta birbirleri ile yaristiklarini kayd ederler. Hatta sadece Hiristiyan çocuklarinin devsirilmesi kanun iken feth edildikten sonra halki Müslüman olan Bosna'dan da devsirilmek suretiyle acemi oglani alinirdi. Zira bunu bizzat kendileri arzuluyordu.

    Bilindigi üzere her saha ve konuda oldugu gibi devsirme sisteminde de arzu edilmeyen bazi suistimallerin oldugu söylenebilir. Buna karsilik devlet, gönderdigi memurlarinin kanunsuz hareketlerini önlemeye gayret ediyordu. 9. Cemaziyelahir 973 (10 Ocak 1566) tarihinde Semendire Beyi ile Ivraca Kadisina yazilan bir hükümde Acemi oglani devsirmeye giden bir memurun hâne (ev) basina onar akça nal parasi vesair kanunsuz paralar alip 5-10 yasindaki çocuklari önce alip sonra bin ve daha ziyade akçaya tekrar babalarina sattigi bildirilmekle Yayabasilarindan Ferhad gönderilip hakkiyla teftis olunmasi ve memurun esyasi arasinda bulunan para, kumas vesair mühürlenip defterle merkeze gönderilmesi emr edilmistir. Böylece devlet, bu ve benzeri haksizliklarin önüne geçmeyi, adaletsizligi ortadan kaldirmayi istiyordu.

  7. #7
    vergun - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    15 Eylül 2006
    Yer
    izmir
    Yaş
    44
    Mesajlar
    816
    Tecrübe Puanı
    31

    Standart --->: Osmanlı Devleti Hakkında Herşey

    Güzel Sanatlar
    Güzel San'atlar, mîmârî, çinicilik, minyatür sahalarinda muhtesem, nâdide eserler verildi. Mîmarlik sahasinda, kendine has, estetik mâhiyette sanat eserleri yapildi. Bunu sivil, askerî, dînî, mülkî, adlî, sosyal ve kültürel eserlerde en güzel sekilde basta Istanbul olmak üzere, memleketin her tarafinda görmek mümkündür. Topkapi, Yildiz, Çiragan, Göksu Kasri, Dolmabahçe, Beylerbeyi saraylari, Selimiye Kislasi, Kuleli Askerî Lisesi, Anadolu ve Rumeli Hisarlari, Bursa Yesil, Ulu câmileri, Edirne'deki Selimiye Câmii, Istanbul'daki Fâtih, Mahmûd Pasa, Süleymâniye, Sehzâdebasi, Sultanahmed, Nûruosmâniye, Vâlide Sultan; Manisa'da Murâdiye, Hâtuniye câmileri; Mahmûdpasa, Sultan Süleyman, Sultanahmed, Fuadpasa, Mahmud Sevket Pasa, Hürrem Sultan, Naksidil Sultan türbeleri; Nilüfer Hâtun Imâreti, Kapaliçarsi, Sultanahmed Çesmesi, Mîmar Sinân Sebili, Fâtih, Süleymâniye medreseleri, Haseki, Gureba Hastâneleri Osmanli mîmârî eserlerinin nümûneleridir.

    Çinicilik; dekoratif sekiller olup yaygin olarak câmilerde, saraylarda ve diger eserlerde kullanildi.

    Minyatür; nakkaslar tarafindan kâgit, duvar, tahta ve tasa zarif sekilde islenirdi. Kat'i denilen kâgit oymaciligi sanati da vardi.

    Hat; güzel yazi sanati olup, yazarlarina hattat denir: Kûfî, Sülüs, Nesih, Muhakkak, Reyhânî, Tevkî', Icâze, Ta'lik, Divânî, Celi, Rik'a, Ma'kili dâhil, bin kadar çesidi vardi. Halicilik, kumasçilik, dericilik, ciltçilik, kitapçilik, tezhipçilik, porselencilik, kehribarcilik, mürekkepçilik, mobilya, sandalcilik da ayri birer sanat dali olarak, her sahada eserler verildi.
    Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/showthread.php?p=12922

    Ahlâk; Osmanli idâresinde Islâm ahlâki hâkimdi. Pâdisâhin sarayinda Islâm ahlâki en güzel sekliyle yasanir, buradan halka yayilirdi. Enderunda yetistirilerek tasra çikarilan beyler ve askerler bir taraftan haremde yetistirilerek üstün ahlâk sâhibi kimselerle evlendirilen câriyeler, güzel ahlâkin çevreye yayilmasinda baslica âmil oldular. Memlekette umûmî kâideler dâhil gayri müslimler hâriç herkes Islâm ahlâkina ve örfe uymak mecburiyetindeydi. Vatanseverlik, Osmanlilik suuru, vakâr, büyüge hürmet, küçüge sefkât, vefâ ve sadâkat, hayirseverlik, cömertlik, merhamet ve müsâmaha, tevekkül, nâmus, temizlik, hayvan ve bitki sevgisi, his, kiymet ve idealleri basligi altinda toplanabilen ahlâk ölçülerine riâyet edilirdi. Güzel ahlâk, kiymet ölçüleri sâyesinde memleket emniyet ve huzur içinde olup, tam bir kardeslik havasi hâkimdi. Osmanli ahlâkini gören devrin sefir ve seyyahlari yazdiklari eserlerde gibtayla bahsetmekte ve okuyanlari imrendirmektedirler. Sultan Ikinci Abdülhamîd Han (1876-1909) zamâninda Osmanli ülkesinde bulunan Edmondo da Amicis, Constantinople (Istanbul) 1883 adli eserinde söyle yazmaktadir: "Pasasindan sokak saticisina kadar istisnâsiz her Türkte vakâr, agirbaslilik ve asillik ihtisami vardir. Hepsi derece farklari ile, ayni terbiyeyle yetistirilmislerdir. Kiyâfetleri farkli olmasa, Istanbul'da bir baska tabakanin oldugu belli degildir... Istanbul'un Türk halki, Avrupa'nin en nâzik ve kibar cemâatidir. En issiz sokaklarda bile bir yabanci için küçük bir hakârete ugrama tehlikesi yoktur. Namaz kilinirken bile bir Hiristiyan câmiye girip Müslüman ibâdetini seyredebilir. Size bakmazlar bile, küstahça bir bakis degil, sizinle ilgilenen mütecessis bir nazar dahi göremezsiniz. Kahkaha ve kadin sesi duyamazsiniz. Fuhusla ilgili en küçük bir tezâhüre sâhit olmak imkân disidir. Sokaklarda bir yerde birikmek, yolu tikamak, yüksek sesle konusmak, çarsida bir dükkâni lüzûmundan fazla isgâl etmek, ayip sayilir."

  8. #8
    vergun - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    15 Eylül 2006
    Yer
    izmir
    Yaş
    44
    Mesajlar
    816
    Tecrübe Puanı
    31

    Standart --->: Osmanlı Devleti Hakkında Herşey

    İhtisab
    Islâm cemiyetinde iyilikleri emretmek ve kötülüklerden vazgeçirmek suretiyle, sosyal huzuru saglamak için yapilan is; Emr-i bil ma'rûf ve nehy-i anil münker. Bu vazife, muslümanlarin bir kisminin yapmasiyla digerleri üzerinden sakit oldugu için islâm devletlerinde hükümdarlar bu isle vazifeli me'murlar tâyin etmislerdir. Osmanlilardan önceki islâm devletlerinde bu vazifeye hisbe ve bunu yapan me'mura da muhtesib; Osmanlilarda ise bu ise ihtisâb, vazifelisine de ihti sâb agasi ve muhtesib denilmistir.

    Iyilikleri emretmek ve kötülüklerden vaz geçirmek gayesiyle kurulan bu müesseselerin basinda bulunan muhtesib, dînin hos karsilamayip çirkin gördügü her türlü kötülügü (münkeri) ortadan kaldirmaya çalisirdi. islâm ülkesinde müslümanlarin Cuma namazinda camiye gitmelerine dikkat eder, sayilari kirki asan topluluklarda cemâat teskilâtinin kurulmasini saglardi. Ramazan ayinda alenen oruç yiyenler, içki içip sarhos olanlar, iddet beklemeden evlenen kadinlar, yasak mûsikî âleti çalip âlem yapanlar, velhâsil islâm'a muhalif hareket edenler hep muhtesibe hesap vermek mecbûriyetindeydiler.

    Muhtesib, devleti temsîlen bu vazifeye getirildigi için genis bir tâzir (cezalandirma) salâhiyetine de sâhibdi. Okullari teftis eder, düsmanin eline geçtigi zaman isine yarayabilecek her türlü harb malzemesinin satisini yasaklardi. Çarsilarin nizâm ve intizâmini saglamaya, ölçü ve tartilari kontrol etmeye, dinle alay edenleri takibe, komsu hakkina tecâvüzü önlemeye, zimmîlere âid binalarin müslümanlarinkinden daha yüksek yapilmamasina dikkat etmeye kadar varan yetkilere sâhibdi.

    Muhtesip, herhangi bir sikâyet beklemeden kendi yetkisini kullanarak bizzat halk içinde dolasip gördügü uygunsuz hâllere âninda müdâhale ederdi. Bir muhtesibin uygunsuz hareket eden bir kimse hakkinda islem yapabilmesi için her seyden önce, yapilan kötü isten haberdâr olmasi gerekirdi. "Falanca bu suçu islemis olabilir" gibi bir düsünce veya tecessüsle (kisilerin gizli hâllerini arastirmakla), rastgele kimselerin laflari ile bir kimse hakkinda islem yapamazdi. Kendisi veya kendisine yardimci me'murlarin sâhid olmalariyla münkerin islendigine bizzat kanâat getirmesi veya iki âdil müslümanin sehâdet etmesi lâzimdi.

    Münkerin islendigi sabit olduktan sonra, hatâyi bilmeden islemis olma ihtimâli oldugu için ilk önce münâsib bir sekilde, o isin kötülügünü münkeri isleyene anlatirdi. Allahü teâlâdan korkmak lâzim oldugunu söyler, nasihat ederdi. Tatli sözden anlamaz, verilen nasîhatla alay etmeye kalkisan olursa, dil ile ta'zîr eder, "Günahkâr, ahmak, câhil, Allah' tan korkmaz" gibi sözler söyleyerek azarlardi.

    Azarlamak da fayda vermezse, elle müdâhale ederdi. Içkiyi döker, ipek elbiseyi çikarir, oyun âletini kirar, gasb edilmis araziden çikarir, bunlari yapmak için de herhangi bir yerden izin almasi gerekmezdi. Duruma göre dövmekle veya baska bir ceza ile tehdîd eder, bütün bunlar fayda vermez ve kisi hâlâ münkerde (kötülükte) israr ederse döverdi. Münkeri isleyen; muhtesibe karsi koyar, onu ta'zîr eder, saldirirsa; son çâre olarak silâh kullandigi da olurdu.

    Muhtesibde bâzi sartlar aranirdi. Her seyden önce ihtisâb isini üstlenecek kisi yâni muhtesib; müslüman ve mü'min olmaliydi. Zîra emr-i bil ma'rüf ve nehy-i anil münker, dînî bir hizmettir. Muhtesiblik kisilere bir yetki ve hâkimiyet tanidigindan dînin aslini inkâr eden ve müslüman olmayan kisiler bu vazifeye tâyin edilmez, böylece müslümanlarin serefi gözetilirdi.

    Vazifelerinden bir kismi, âninda müdâhaleyi gerektirecek cinsten olan muhtesibin, bütün bu isleri yaparken bilgi ve kudret gibi iki melekeye sâhib olmasi lâzimdi, insanlarin baska müdâhaleye lüzum kalmadan, kendiliklerinden münkeri (kötülügü) terk etmeleri için, muhtesib tâyin edilecek kisilerin akilli, zekî, ilim sahibi, yüzü nurlu, heybetli ve vakar sahibi kimselerden seçilmeleri gerekirdi.

    Erkek ve mükellef olmalidir. Bulug çagina gelmemis, âkil-bâlig olmamis bir çocugun emir ve yasaklara riâyet etmesi, 'gerekli ikazlarda bulunmasi caiz olmakla beraber henüz bunlardan sorumlu degildir. Üstelik bilfiil men etmek ve mesru olmayan bir seyi ortadan kaldirmak, devlet otoritesini temsil eden me'murun yapabilecegi bir is oldugundan bu vazîfe çocuga verilemezdi.

    Muhtesibin sâdece dînî emir ve yasaklarin yaninda me' muriyetini ilgilendiren iktisadî konulari da bilmesi sartti, ilmiyle âmil olan muhtesibin bildigi seyleri öncelikle kendi nefsine tatbik etmesi çok önemliydi. Aksi hâlde yâni kendi bildigi ile amel etmeden baskasinin amel etmesini istemesi, cemiyet üzerinde menfî te'sirlerin meydana gelmesine sebeb olurdu. Her fiil ve sözünde Allahü teâlânin rizâsini gözetmeli, riya ve gösteris gibi baskasina yaranmaya sebeb olacak kötü huylardan uzak bulunmaliydi.

    Muhtesib, verâ ve takva sahibi olmaliydi. Çünkü bildikleri ile amel etme önemli ölçüde buna baglidir. Ancak böyle bir özellige sâhib olan kimseler vazîfelerini kötüye kullanmazlar. Bâzi kisilerin kötülüklerinden men edilmesine ilim ve takva kâfî gelmeye bileceginden, böyle durumlarda yavas ve yumusak davranmak gerekir, bunun için güzel ahlâka da sâhib olmasi lâzimdi.

    Osmanli Devleti'nde muhtesiblik yüksek bir makam kabul ediliyordu. Her ne kadar bu makam, devlet teskilâtinda uygulanan iltizâm usûlünden dolayi bir çesit satin alinan bir hizmet görünümünde ise de, mâli imkân bakimindan bu makami satin alabilecek kudrete sâhib herkese verilmiyordu. Zîrâ bu muhtesiblik (ihtisâb agaligi) bir kisiye verilirken; "ihtisâb agasi olan kimesne mechûlü'l-hâl (huyu, yasayisi, inanci bilinmeyen) kimesne olmayip, hüsn-i hâl ile ma'rüf (iyi özellikler, iyi halleriyle taninmis) ve istikâmet ile mevsûf (dogrulukla vasiflanmis) bir kimesne ola" perensibinden hareket ediliyordu. Bu sebeple de ancak istenilen vasiflara hâiz olanlara bu görev veriliyordu.

    Osmanli idarî teskilâtinda pek çok me'mûriyet hizmetinde oldugu gibi ihtisâbda da vazîfe süresi prensip olarak bir seneydi.

    Bu sekilde bir kisi ayni isde uzun süre tutulmayarak suistimallerin önüne geçilirdi. Iltizâm usûlü ve bir sene müddetle ihale olunan bu vazife karsiliginda, tâlib olandan bedel-i mukâtaa adiyla bir meblag alinarak eline bir berât verilirdi.

    Osmanli devlet teskilâtinin genis kadrosu içinde yer alan ve hemen hemen bütün müslüman devletlerde muhtesib diye isimlendirilen bu görevliyi Osmanlilar da genellikle ayni sekilde isimlendirdiler. Bununla beraber bâzan ihtisâb emini bâzan da ihtisâb agasi diye isimlendirildigi oldu. 1826 senesinde ihtisâb nezâretinin kurulmasindan sonra ise unvan olarak, ihtisâb nâzin kullanildi.

    Osmanlilarda ihtisâb vazifesini yapmakla ilk defa kimin ve ne zaman tâyin edildigi bilinmemekle beraber, Âsikpasa Târihi'nde bildirildigine göre; ilk uygulama Osman Gâzi'nin; "Her kim pazara bir yük getire, sata iki akçe virsün ve satmazsa hiç bir sey virmesün" emriyle baslamistir. Kenz-ül-Küberâ'daki kayda göre ise Germiyan ve Osmanogullarinda muhtesibe mühim yer verilmistir. Fâtih Sultan Mehmed Han'in Istanbul'u fethinden sonra ise sehrin, ticarî, iktisâdi ve buna paralel olarak içtimâi nizâmini saglamak ve diger hizmetleri görmek üzere tâyin ettigi hâkimlerden sekizincisi ihtisâb agasiydi iktisâdi hayattaki vazifeleri ise bir kanunnâme ile söyle belirtilmisti: "Bütün san'at ehline hükmedip ta' zîr ve cezalandirma, alisverisde hile edenleri tekdir ve tenbihe me' mûr..." Bu sekilde kadisi bulunan sehir ve kasabaya, kadiya bagli olarak bir de muhtesib tâyin edilmis, Osmanli cemiyet hayâtinda sehir yasayisini saglam temellere oturtmak ve kurulu sosyal düzeni korumak için tedbirler alinmisti. Bunun yaninda zarurî günlük ihtiyâç maddelerinin halkin eline uygun ve ucuz bir sekilde geçmesini saglamak için esnaf ve diger ticâret erbabi kontrol altinda tutulmustu.

    Genis yetki ve selâhiyetlere sahip bulunan muhtesib, bütün bu vazifeleri tek basina yerine getiremezdi. Onun için muhte sibler ilk zamanlardan itibaren kendilerine bagli olarak çalisan bir takim yardimcilar kullandilar. Degisik mesleklere mensup kimseler arasindan seçilen bu yardimcilara arif, emin, gulâm, avn ve haberci gibi isimler veriliyordu.Bunlarin seçimi de bizzat muhtesib tarafindan yapiliyordu. Yardimcilarin vazifelerini ifâda titizlik göstermeleri, hareket ve davranislarinda ölçülü davranmalari gerekiyordu. Aksi hâlde; muhtesib tarafindan derhâl vazifelerine son verilirdi.

    Sehirler büyüyüp, iktisadî hayât gelistikçe hüddâm-i ihtisâb denilen muhtesib yardimcilari da çogaldi. Bundan dolayi daha önceleri bir veya bir kaç kisi olan yardimci sayisi sehrin büyüklügü ölçüsünde gittikçe artti. Özellikle yeni yeni ortaya çikan san'at ve meslekler, bu artislarda mühim rol oynadilar. 1480'lerde Bursa muhtesibi tarafindan bezzâzistanda sâdece kumas ölçücülügü yapmak için ilyasoglu Pîri adinda birinin emin tâyin edildigi görülmektedir.

    Osmanli devlet teskilâtinda köklü degisikliklerin yapildigi sultan ikinci Mahmûd Han zamaninda 1826 yilinda yeniçeriligin kaldirilmasindan sonra sehir idaresinde bir bosluk dogdu. Bunu gidermek için de daha genis selâ hiyetlerle kontrolü saglayacak yeni bir idâri sistemin kurulmasi gerektiginden, ihtisâb nazirligi kurularak, baslangiçta muhtesîb, ihtisâb agasi veya ihtisâb emini unvani ile ihtisâb isine bakan kimse de ihtisâb nâzin unvanini aldi. Her türlü inzibatî görevi üstlenen bu teskilâta, bostancibasi, mimarbasi, hamam ve hamallar yazicisi gibi vazifelilerle, mahallelerin nüfûs kayit ve yoklamasini yapan mahalle mukayyidleri, bâzan da mahalle imamlari yardimci görevli kabul edildi.

    1845'de surta (polis) ve 1846' da zaptiye müsirligi kuruldugundan, ihtisâb nezâretinin bir kisim vazîfe ve selâhiyetleri yeni kurulan bu müesseselere devredildi. Nezâret ise, sâdece narh ve esnaf isine bakar oldu. Nezâretin yetkilerinin sinirlanarak baska müesseselere devredilmesi ve memleketin içinde bulundugu durum, bir çok aksakliklarin meydana gelmesine sebeb olunca, bâzi tedbirler alindi. 1854'deyapilan bir resmî teblig ile istanbul Sehremaneti (Belediye) idaresi kuruldu ve ihtisâb nezâreti lagvedildi.

    Muhtesibin Görevleri:
    Osmanlilarda muhtesibin vazifelerini genel olarak üç grupta toplamak mümkündür.

    l- Muhtesibin iktisâdi ve içtimaî hayatla ilgili vazifeleri:

    Muhtesib özellikle esnaf teskilâtlarini kontrol eder, mahallî pazarlarin organizasyonu ile mesgul olurdu. Kadi veya dîvân tarafindan tesbit edilmis bulunan fiyatlarin uygulanip uygulanmadigini kontrol, satis mahallerini teftis eder, lonca âzalarinin tâbi oldugu ve ihtisâb rüsumu denilen vergilerin satici ve san'atkârlardan toplanip toplanmadigini da kontrol edip esnafa nezâret ederdi.

    Herhangi bir meslege intisâb edip dükkan açmak, öncelikle muhtesibin iznine bagliydi, ihtisâb agasi, her türlü esnaf ve san' atkarin, kethüda ve yigitbasilari vasitasiyla kefillerini tesbit ederek isim ve eskâllerini deftere yazar, ondan sonra çalisma izni verirdi. Istanbul'a disardan gelip esnaflik yapmak isteyenlere ise izin vermezdi.

    Emrindeki kol oglanlari vasitasiyla vergi toplardi. Bu vergilerin bir kismi san'atkâr ve tüccarlardan bir kismi da tüketilen ve ihraç edilen bütün mallar üzerinden alinmaktaydi. Bunlar; günlük ihtiyâç maddesi satan dükkan sahiplerinden alinan yevmiye-i dekâ kîn vergisi, üretimi yapilan kumas, nal, bakir, tepsi, mücevherat vb. emtiadan kalite kontrolü yapilip damgalandiktan sonra alinan damga vergisi; sehir pazarlarindaki alimsatimlardan alinan bâc-i bâzâr vergisi, gida maddesi, saman, odun, odun kömürü, insâat kerestesi, tugla, küp, hasir, yem, tas, demir vb. emtiayi getirip limanlara bosaltan ve liman hizmetlerinden faydalanan gemilerden alinan gemi ihtisâbiyesi vergisi; lonca azalari ile sebze, peynir, yogurt, tursu, pasta, sekerleme, pastirmacilardan vb. senede bir veya iki defa kabala olarak alinan resm-i bitirme vergisi ve cerime, bâyiiyye (pazar yerlerine gönderilen madde ve esyadan gümrük ihtisâb resminden baska olarak alinan resim), evlenme, kapi hakki, hakk-i kapan, kislak, hakk-i dümen ve mizan gibi vergiler alinirdi.

    Muhtesib ayni zamanda degisik isimler altinda topladigi bu vergilerin büyük bir kismini; hazîne adina hak sahibi kimselere (savasta yaralanmis asker, sehîd yetimlerine vb.) bir nevi emekli maasi olarak veriyor, bir kismini da emrinde çalisanlar ile diger masraflara harciyordu.

    istanbul'dan kara ve deniz yoluyla tasraya gidenler nüvvâbdan olursa, kazasker tezkirecile rinden, esnafdan iseler kethüdalarindan, digerleri mahalle imamlarindan, gayr-i müslim ler de patrikhanelerinden; isim, söhret ve eskâllerini belirten, ayrica kefaleti bildiren mühürlü bir ilmühaber alip, istanbul mahkemesine ibraz edip, oradan tezkire almak zorundaydilar. Tasradan Istanbul'a yâhud baska bir yere gideceklerin mahallî nâiblerden tezkire almalari gerekiyordu. Muhtesibler böylece sehirlere gelip gidenleri bu tezkireler vasitasiyla siki bir tâkib altinda tutarak, hem asayisin korunmasini sagliyorlar, hem de isteyen herkesin köyleri terkedip sehre, sehri terkedip, köylere yerlesmelerini önleyerek, vergi ve zirâatin aksamamasini sagliyorlardi, özellikle, güzelligi dillere destan olan Istanbul'a, Anadolu ve Rumeli'den esas mesleklerini ve zirâati birakip gelenlerin ve issiz güçsüz takiminin gelip yerlesmemesi için mahallelerde arada sirada yoklamalar yapilir, muntazam tutulan nüfus defterlerinde olmayanlar geldikleri yere gönderilirlerdi.

    Osmanli Devleti'nde cemiyetin sosyal siniflarini tesbite ve onlari tanimaya yarayan bir kiyafetler kânunu vardi. Bu sistem sayesinde toplumda disiplin saglandigi gibi, fiyatlarin basibos bir sekilde yükselmesi de önleniyordu. Bu yüzden herkes kendi sinifi için tahsis edilip belirlenen kiyafetlerinden baskasini giyemezdi. Bilhassa farkli dinlerden olanlarin kendileri için tesbit edilen özel kiyafetlerden baska bir sekilde giyinmemeleri, kolaylikla taninmalarina sebeb oldugu için önem tasiyordu. Özellikle yahûdî ve hiristiyanlarin müslümanlara âid kiyafetlerle dolasmalari yasak oldugundan, muhtesiblerin bu uygulamayi devamli kontrol etmeleri gerekiyordu.

    Bunlarin yaninda inhisarlari (tekelleri) kirmak, herkesin üreticiden mal alip fahis fiyatlarla satmamalari için, üreticiden mal almaya izin belgesi olan ruhsat tezkiresini vermek, disaridan askere yazilmak için gelen, fakat yaslari küçük oldugundan mümkün olmayan çocuklari esnaf yanina çirakliga yerlestirmek, ihtiyâç duyulan yerlere bölgesinden zahîre göndermek, posta hizmetlerini görmek, hekim ve hastalarin durumlari ile yakindan ilgilenerek yol ve sokak kaldirimlarini tamir etmek, evlenen gayr-i müslimlerden resm-i ruhsatiyye vergisi almak, bahçe-i âmire mahsûlünün satilmasi için yapilan dükkanlarin kirasini almak gibi görevleri vardi.
    Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/showthread.php?p=12923

    2- Muhtesibin dînî hayatla ilgili vazifeleri:

    Büyük ölçüe iktisâdi hayatla ilgili bulunmasina ragmen, muh tesib, ayni zamanda dînî vazifeleri de olan bir yetkiliydi. Bu yönüyle o, mesru olmayan, dînin kötü ve çirkin kabul ettigi her türlü davranisa karsi derhâl harekete geçmek zorundaydi. Ahlâkin bozulmamasini saglamak, umûmî yerlerde din ve geleneklere uygun olmayan davranislara meydan vermemek gibi vazifelerle mükellefti. Muhtesibler, namazin sartlarini yerine getirmeyen imamlari kontrol edip vazifeden alir ve cemâate devam etmeyenleri uyarirlardi. Içki kullananlari, talih oyunlari ile ugrasanlari, fuhsiyatla istigâl edenleri hesaba çekerlerdi. Bilhassa dînî yönde müslümanlari rencide edebilecek davranislara mâni olmak muhtesibin vazifeleri arasindaydi. Hattâ standartlara uygun mezar kazmayanlar ile mezarliklarda hayvan otlatanlar bile muhtesib tarafindan sorguya çekilip cezalandirilirlardi.

    3- Adlî vazifeleri:

    Muhtesib, Osmanli adaleti mekanizmasinda kadinin yetkisi dâhilinde is gören bir görevliydi. Kapali veya açik bütün pazarlari devamli kontrol eder, ihtisâb nizâmina aykiri hareketini gördügü kisileri kusurlarinin agirligi derecesinde cezalandirirdi. Bu cezalar falakaya yatirip dövmek, degnek ve falakadan ziyâde terbiye edilmesi gerekenleri habse göndermek, sürgüne gönderilmesi gerekli ise bâb-i ali,ye bildirmek seklinde özetlenebilir. Özellikle falakaya yatirip dögme cezasi suçun islendiginin tesbit edildigi anda, sicagi sicagina halkin içinde gerçeklestirilir, dövülenin nefsine çok agir geldigi için çok te'sirli olurdu. Muhtesib bundan baska, bilhassa yalanci sâhidlik edenleri cezalandirir, borçlarini zamaninda ödemeyenlerden icra yoluyla borcun tahsilini bizzat uygulardi.

    Muhtesib cezalari uygularken, kendi veya me'murlari tarafindan görülmüs ve açik ve sarîh dâvalara baktigindan sâhid ve delile gerek duymaz, rahat hareket edebilirdi.

    __________________

  9. #9
    vergun - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    15 Eylül 2006
    Yer
    izmir
    Yaş
    44
    Mesajlar
    816
    Tecrübe Puanı
    31

    Standart --->: Osmanlı Devleti Hakkında Herşey

    İktisadi Hayat, Sanayi ve Ticaret
    Iktisadî Hayat, Sanayi ve Ticaret; Devlet ve özel sektörce yapilirdi. Umumiyetle önemli ve büyük sektörler devletçe, küçük ve daha çok piyasa ihtiyaci olan isletmeler, özel sektörce karsilanirdi. Devlet sektörü, millî savunma, devlet ve saray ihtiyaçlarini karsilardi. Silâh, sanayi ve harb malzeme ve levâzimati devletçe yapilirdi. Harb gemileri devlet tersanelerinde yapilmasina ragmen, özel sektörce de isletilen tersaneler vardi. Ihracat mallari özel sektörce imâl edilirdi. Osmanli silâh sanayii çok ileri olmasina ragmen ihracati yasakti. Üstün teknik, ates gücü ve kaliteli malzemeden imâl edilen Osmanli silâhlarina sahip olmak, Avrupalilar'in meraklarindan olup, çesitli yollardan saglananlar da çok fahis fiatlarla alinirdi. Ticaret kara ve deniz yoluyla yapilirdi. Kara ticareti kervan ve kafilelerle, deniz ticareti de ticaret filolariyla yapilirdi. Osmanli karayollari dünyanin en bakimli yollari olup,granit tas döseliydi. Granit yollar ordu, kervan ve yayalarin geçmesi içindi. Sürüler granit yolun iki tarafinda tesviye edilmis iki toprak seritten geçerdi. Tesviye edilmis toprak yollar da vardi. Ondokuzuncu yüzyildan itibaren de memleket demiryolu agi ile örüldü. Tüccar devletin himayesinde olup, serbest, huzur ve emniyet içinde hareket ederdi. Türk armatörlere ait ticaret filolari olup, bu armatörle rin gemileri, ticaret hanlari ve çok büyük servetleri vardi. Sehirlerde büyük ticaret merkezi mahiyetinde Kapali çarsilar vardi. Bunlarin en meshuru hâlâ kullanilan Istanbul Kapali Çarsisi'dir.

    Ticaret hanlari, toptanci tüccarin hem yazihane, hem depo olarak kullandigi is hanlariydi. Istanbul, dünyanin en büyük is ve ticaret merkeziydi. Esnaf loncalar hâlinde teskilâtlanmisti. Esnaflarin is kollari çok çesitli olup, kalite ve temizlik esasti. Ipek, pamuk, kil ve yünden çesitli kumaslar dokunurdu. Ak alemli, Ankara Sofu, Malatya Sofu, abâyî, nefsi Halep, muhayyir, seranik, berek, bogasi, kutnî, mukaddem, menevseli, nakisli, sali, çatma, binislik, çaksirlik astar, kadife ve ibrisim dokumalari meshurdu. Sap, demir, kursun, gümüs, madenleri isletilirdi. Osmanli ihraç mallan; ipek, ipekli kumaslar, yün ve yünlü kumaslar, pamuk ve pamuklu dokumalar, yapagi, tiftik yünü, mazi, hali, sapti. Ihraci yasak olanlar; zahire, bakliyat, at, silâh, barut, kursun, bakir, kükürt, sahtiyan, gön olup disariya çikarilmazdi. Yalniz zahire ender olarak, memleket sikintiya düsmiyecek derecede ihtiyaç fazlasinin çikmasina müsaade edilirdi. Sulh zamaninda ihtiyaç fazlasi; balmumu, donyagi, koyunderisi, çadirbezi, pamuk, pamuk ipligi, mesin yapragi, ipek, ipekli dokumalarin ihracina da müsaade edilirdi. Çuha, sülyen, zeybak, bakir tel, sari teneke, üstübac, kâgit, cam, sirca, boya, igne, boncuk, makas, ayna, kürk, balik disi, ithâl edilirdi. Osmanli Devleti'nin ticarî muamele yaptigi mühim ticaret ve iskele merkez lerinden, Istanbul, Izmir, Selanik, Avlonya. Draç, Payas, Trablussam, Sayda, Iskenderiye, Basra, Kalas, Kefe, Sinop, Trabzon limanlari ile Istanbul. F.dirne. Gümülcine, Filibe, Sofya, Üsküp. Manastir, Yanya, BosnaSaray, Budin, Bursa, Ankara, Izmir, Konya, Diyarbekir, Mardin, Erzurum, Halep, Sam, Kahire, Iskenderiye, Bagdad, Musul baslica ticaret merkezleriydi. Yabancilarin haberlesmesini sagliyan (sâi) denilen postaci teskilâti ve bunlarin basinda (Sâibasilik) adiyla posta müdürlügü teskilâti vardi. Ihracat ve ithalât uzun zaman Osmanli hâkimiyetinde devirlere göre, mevcut devletlerle yapilirdi. Bunlara zamana göre; Ceneviz, Venedik, Dubrovnik, Floransa, Bizans, Milono, Napoli, Katalon (Ispanya), Lehistan, Roma, Rusya, Ingiltere, Prusya, Avusturya, Almanya, Iran, Misir Memlûkleri idi. Devlet tüccara ve müstahsile her bakimdan destek ve yardimci olurdu. Son devirlerde yerli ve yabanci bankalar kuruldu. Osmanli iktisadî ve ticarî sisteminde faiz yoktu. Son devir amatör arastirmacilar ve mes'elenin esasini bilmeyen ve kasitli olarak faiz oldugu yaziliyorsa da aslinda izin verilip, fakat o da çok az tatbik edilen (lyne) yolu ile ödünç verme, faiz zan edilmektedir.

  10. #10
    vergun - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    15 Eylül 2006
    Yer
    izmir
    Yaş
    44
    Mesajlar
    816
    Tecrübe Puanı
    31

    Standart --->: Osmanlı Devleti Hakkında Herşey

    İlim
    Osmanlilarda bütün dînî, fennî, sosyal ilimler ve teknik bilgiler kurulusundan sonuna kadar her seviyede ögretilip, tatbik edilerek, yayildi. Osmanli Devletinin kurulusunda, kurucularin etrafinda Anadolu Selçuklulari devrinde yetisen âlim ve velîler vardi. Osman Gâzi dâhi, devrin seyhlerinden olan ve bölgede büyük îtibar görüp, hürmet edilen Seyh Edebâlî'nin talebesi ve dâmâdiydi. Osman Gâziden sonra pâdisâh olan Sultan Orhan Handan Vahideddîn Hana kadar bütün Osmanli sultanlari ilme hizmet edip, mesgul olan âlimlere hürmet göstererek onlarin teveccühünü kazanmislardi. Memleketin her tarafi ilim yuvasi müesseselerle donatilarak, isik ve feyz kaynagi olmustur. Osmanlilar devrinde yapilan mektep ve medreselerden, yazilan kitap ve diger eserlerin bâzilarindan hâlâ faydalanilmaktadir. Osmanlilar devrinde dînî ilimlerden; ilm-i tefsir, ilm-i usûl-i hadis, ilm-i hadis, ilm-i üsûl-i kelâm ilm-i kelâm, ilm-i usûl-i fikih, ilm-i ahlâk da denilen ilm-i tasavvuf, ilm-i kiraat, akâid, belâgat, ilm-i Kur'ân, ilm-i ferâiz, fennî ve sosyal ilimlerden de; riyâziye (matematik), hendese (geometri), heyet (astronomi) ilm-i nebâtat (botanik), hikmet-i tabi'iyye (fizik), ilm-i kimyâ (kimyâ), ilm-i tip, mantik, felsefe, içtimâiyet (sosyoloji), Dogu ve Bati dilleri ve edebiyati, Slav dilleri, cografya, târih, lügat dâhil bütün ilimler tahsil edilirdi. Bu ilim sahalarinda her devirde pekçok âlim yetisip, kiymetli eserler birakarak, ilme hizmet ettiler.
    Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/showthread.php?p=12925

    Osmanlilarin kurulusundan îtibâren dînî ve hukûkî sahada yetisen meshur ilim adamlari ve eserlerinden bâzilari: Serefüddîn Dâvûd-i Kayserî (vefâti 1350), Iznik Medresesi müderrislerindendi, on üç kadar eser yazdi. Seyh-ül ekber Muhyiddîn-i Arabî hazretlerinin Fususü'l-Hikem adli meshur eserini Matlau Husus-il-Kilem fî Meânii Fusus-il-Hikem adiyla serh etti, yâni açikladi. Molla Fenârî (vefâti 1431) yüzden fazla eser yazdi. En meshur eseri Fusus-ül-Bedâyi li Usûl-is-Serayi. Ibn Melek Izzuddîn Abdüllatif (vefâti 1394), müderris olup, fikihtan Mecmau'l-Bahreyn ve Mülteka'n-Nehreyn, Menzilül Envâr, hadisten Mesârik-ül-Envâr. Hizir Bey (vefâti 1459) ilim dagarcigi lakâbiyla taninir. Istanbul'un ilk kâdisidir. Yetistirdigi talebelerinden Muslihuddîn-i Kastalânî, Hocazâde, Tâcizâde, Hatipzâde, Muarrifzâde, Kâdizâde-i Rûmî, Mûsâ Pasa ve Tazarruat sâhibi Sinan Pasa meshurdur. Molla Hüsrev (vefâti 1480) Dürer, Gurer, Mirkat, Mir'at eserlerinin sâhibidir. Hocazâde Muslihüddîn Mustafa (vefâti 1488), Tehâfüt sâhibidir. Sinan Pasa (vefâti 1486) Tazarruât, Tezkiret-ül-Evliyâ eserlerinin sâhibidir. Ali Kusçu (1397-1474), dînî ve fennî ilimlerde eser sâhibidir. Zîc-i Gurgâni'yi tamamladi. Müderristi, Risâle-i Muhammediye ve Risâle-i Fethiyye eserlerinin sâhibidir. Molla Lütfi (vefâti 1495), müderristi. Hendeseden Târif-ül Mezbah, Mevzuat ve daha birçok kitabi vardir. Müeyyedzâde Abdurrahman (vefâti, 1516), Mecma-ül-Fetâve, Cüz'ü Lâyetecezza eserlerinin sâhibidir. Âli Cemalî Efendi (vefâti 1520). Zenbilli Âli Efendi adiyla da taninan meshur seyhülislâmdi. Muhtarat fetvâlarinin toplandigi eseridir. Ibn-i Kemâl Ahmed Semseddîn Pasa (vefâti 1536), (Müftiüs-sekaleyn yâni insan ve cinin müftüsü ünvâni sâhibidir. Seyhülislâmdi. Üç yüz kadar eseri vardir. Atufî Hayreddîn Hizir (vefâti 1541) Arap edebiyatinda, tefsir, hadis ve kelâmda ihtisas sâhibiydi. Ravz-ul-Esnan fî Tedbir-i Sihhat-i Lebdan adli tibbî eserinin yaninda daha on bes kiymetli telifi vardir. Kinalizâde Ali (vefâti 1565), müderristi. Ahlâk-i Alâî, Tabakât-i Hanefiyye, Durer ve Gurer Hâsiyesi ve daha on kadar eseri vardir. Tasköprülüzâde Ahmed Îsâmüddîn (vefâti 1561), Sakayik-i Nu'mâniye, Mevzuat-ül-Ulûm adli telifleriyle taninir. Celâlzâde Sâlih Efendi (vefâti 1565), müderristi. On dört kadar eseri vardir. Câmi-ül-Hikâyat Tercümesi, Târih-i Misr-i Cedid, Târih-i Budin, Fetihnâme-i Rodos, Mohaçnâme eseriyle taninir. Ahmed Cevdet Pasa (1823-1894) Mecelle'yi hazirlayan heyetin baskani olup Kisas-i Enbiyâ ve Malûmat-i Nafi'a eserleri meshurdur. Diger ilim ve teknik sahalarda da pekçok âlim yetisip, kiymetli eserler vermislerdir. Edebiyat; yedi yüz yila yakin iktidarda kalan ve dünyânin en büyük devleti olan Osmanli Devleti; basta pâdisâhlar olmak üzere pekçok sâir ve edib yetistirdi. Dünyânin en verimli lisanlarindan olan Osmanlica yazi ve dilini gelistirdi. Yazma ve basma pekçogu Türkiye kütüphâne ve arsivlerinde olmak üzere, dünyânin her tarafinda pekçok Osmanlica eser vardir. Osmanlica; devlet lisaniydi. Osmanli sultanlari halîfe ünvânini da tasidiklarindan Osmanli Türkçesiyle yazilip basilmis eserler dünyânin dört bir tarafina yayilmistir.

    İlmiye Teşkilatı

    Ilmiye Teskilâti; Osmanli Devletindeki bütün ilmî faaliyetler, Islâm Dîni esaslarina göre müesseseleserek teskilâtlar kuruldu. Bütün teskilâtlar Hanefî mezhebi' ne göre teskil ettirildi. Ilmiye Teskilâti'nda; medrese, müderrislik, kadilik, padisah hocalari, kadiaskerler, nakib-ül-esraf, müftülük veya seyh-ül-islâmlik müesse seleri vardi. Ilmiye teskilâtinin rütbeleri, dereceleri de vardi. Ilmiye mensuplari, basta padisah olmak üzere, devlet adamlari dahil herkesten hürmet görürdü.

Sayfa 1/2 12 SonSon

Benzer Konular

  1. 1.Dünya savaşı öncesi Osmanlı devleti
    By RüZGaR in forum Sosyal Bilgiler Dersi
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 06.Haziran.2010, 15:45
  2. 1.Dünya savaşında osmanlı devleti
    By RüZGaR in forum Sosyal Bilgiler Dersi
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 06.Haziran.2010, 15:44
  3. 1.Dünya savaşı öncesi Osmanlı Devleti-2
    By RüZGaR in forum Sosyal Bilgiler Dersi
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 06.Haziran.2010, 15:43
  4. Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 19.Ağustos.2008, 12:16
  5. fransız ihtilalinin osmanlı devleti üzerindeki etkileri
    By Mustafa Uyar in forum Lise Tarih Dersi
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 16.Mayıs.2007, 10:58

Bu Konudaki Etiketler


Search Engine Optimization by vBSEO 3.6.0 PL2 ©2011, Crawlability, Inc.