27 Mayıs'ın en büyük özelliği, alt kademe subayların bir hareketi olmasıydı. Tevfik Subaşı, darbenin İstanbul ayağında görev aldı. İstanbul'u kontrol eden 3. Zırhlı Tugay'da yüzbaşıydı, daha sonra binbaşı oldu.27 Mayıs'ta, yine çoğunlukla alt kademe subayların...

Başbakan Menderes'in idamı...






27 Mayıs 1960 askeri müdahalesinin üzerinden tam 40 yıl geçti. Bu müdahalede görev almış subaylardan ve dönemin siyasetçilerinden birçok ismin bugüne kadar anıları yayınlandı.
Alparslan Türkeş, Sezai Okan, Haydar Tunçkanat gibi subaylar yaşadıklarını anılarında anlattılar. 27 Mayıs'tan sonra iki kez darbe teşebbüsünde bulunan Harp Okulu Komutanı Talat Aydemir'in de, idamından önce cezaevinde yazdığı anıları çok önce yayınlandı.
27 Mayıs'ın fiilen muhatabı olan Demokrat Partili politikacıların bazıları da o günlerde yaşadıklarını yazdılar. Dönemin cumhurbaşkanı Celal Bayar'ın Yassıada'dan sonra nakledildiği Kayseri Cezaevi'nde tuttuğu notlar da kısa süre önce yayınlandı.
27 Mayıs'ın en büyük özelliği, alt kademe subayların bir hareketi olmasıydı. Tevfik Subaşı, darbenin İstanbul ayağında görev aldı. İstanbul'u kontrol eden 3. Zırhlı Tugay'da yüzbaşıydı, daha sonra binbaşı oldu.
27 Mayıs'ta, yine çoğunlukla alt kademe subayların oluşturduğu Milli Birlik Komitesi etrafında süren iktidar mücadelesi ve Silahlı Kuvvetler'deki çalkantı, "ihtilaller evlatlarını da yer" kuralını doğru çıkardı.
Binbaşı Tevfik Subaşı, 1961 seçimlerinden az önce ordudan istifa etti.
Subaşı'nın anıları, 1960'lar Türkiye'sinde bir subayın zihin dünyasını, olaylara bakışını ve o çalkantılı dönemin bir subay gözüyle fotoğrafını yansıttığı için önem taşıyor.
Elbette, darbeyi yapan ekibin içindeki bir kişi olarak o günün Türkiye'sine kendi penceresinden bakıyor. Dolayısıyla anlatımları ve dile getirdiği yargılar kendi görüşleridir.
Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/showthread.php?p=43159
Ancak, Tevfik Subaşı'nın on gün sürecek anılar demeti, tıpkı öncekiler gibi herkes için dersler çıkarılacak nitelikler taşıyor. FARUK MERCAN
Birinci Bölüm: Menderes'e ilk tepkiler
1946 yılında, daha evvel yapılan girişimler sonuç vermiş ve çok partili hayata başlamıştık. Anadolu, yeni bir umut ve sadece elinin dört parmağı bitişik, başparmak yana açık, "Yeter, söz milletindir!" işaret ve sloganı ile kurulan Demokrat Parti'yi coşku ve umut ile kucaklıyordu.
Gelişmekte olan yeni akım, nesil farkı gözetmeksizin bazı ordu mensuplarında memnunluk meydana getirmekle kalmıyordu. CHP döneminde mağdur olmuş, liyakatsizliği belirlenmiş, ilmi ve mesleki yetersizlikten dolayı imkanlarını ve ordu mensubiyeti durumunu kaybedenler yeni partinin gizli taraftarı olmuşlardı. Bunlarla birlikte, makam ve mevki bekleyenler ile askerin yönetiminde söz sahibi olmak isteyen hevesliler de yavaş yavaş yeni cephenin içinde yer kapma girişimini tereddütsüz götürüyorlardı.
Devlet, yüksekti. Oraya uygun görülenler çıkartılırdı. Uygun görenler ise erişilmesi zor olanlardı.
1946 ve onu takip eden yıllar şaşkınlık içinde geçti. Köylü, bir türlü "milletin efendisi" olamadı.
1950 yılı ilginç gelişmelerle geçti. 14 Mayıs 1950'de, "Yeter söz milletindir!" diyenler iktidar oldular. Büyük bir çoğunluk, TBMM'de boy göstermişti. Hükümet DP'nin, cumhurbaşkanlığı yine aynı partinin kurucu liderinindi.
İnönü'nün sözleri
"Siz isterseniz, hilafeti bile getirirsiniz, orduyu yedek subaylarla idare ederim." gibi devlet adamlığına yakıştıramadığımız sözlere karşılık, DP'den evvel iktidar olan, tarihi kişiliğe sahip İnönü'nün, "Çareler tükenince ihtilal mubah olur. Sizi ben bile kurtaramam." şeklindeki kışkırtıcı mahiyetteki sözleri, düşünen ve gören, ekseriyetle CHP sempatizanı olan genç subaylar arasında, önce gizli sonra aleni tartışılır hale gelmişti.
İktidar sıtmasına tutulmuş, kaybettiklerini yeniden kazanma hevesi ile çırpınan; çağın gerisinde kalmış eskiler ile, 1950'den sonraki iktidarın kazandırdıklarının, ele geçirdiklerini kaybetmemeleri için karşılıklı verdikleri, siyasi savaş, tüm acımasızlığı ile, sonuçlarını bugün bile gördüğümüz şekilde devam ediyordu. Ordu, bunun dışında kalamadı.
27 Mayıs'ta kışlasından çıkanlar da dahil, ihtilal veya darbecilerin hepsi Atatürk ve inkılaplarını, eylemlerine destek yaptılar. Hareketlerine güç kazandırmak için, görünürde başka da yol yoktu. Kanaatimce, Atatürk'ü böylesine bayrak yapanların, Atatürk ile fikri ilişkileri, savundukları düzeyde değildi.
Öğrenim hayatımızda, çağdaşımız veya evveli dönemlerin askerlerinin Atatürkçülük hakkında tek ve en iyi bildikleri, Çanakkale Savaşları'nda yıldızı parlamaya başlayan, genç bir komutanın askeri dehası idi. Taktik alanda, güçlü kuvvetlere karşı zayıf donanımlı birliklerini maharet ile yönetmesi, tarih boyunca az komutana nasip olmuştu.
Atatürkçülük parolası ile yola çıkanların, ölümünden sonra geçen zaman içinde onu, "hangi izinden" takibe koyulacaklarının bilinci içinde olduklarını hiç sanmıyorum.
Atatürkçülük, bir perdeleme kaynağıdır. Daha çok uzun yıllar da böyle gideceğinden şüphe etmiyorum.
Davutpaşa Kışlası ihtilalin İstanbul mekanı
İstanbul'da ve hatta 26 Mayıs 1960 öğleden sonraki saatlere kadar, ihtilal hareketini yapacak tek ve bölünmeyen silahlı gücün, 3. Zırhlı Tugay birliklerinin olduğunu belirtmek isterim. Bu birlik tarihi Davutpaşa Kışlası'nda konuşlanmıştı. Zırhlı tugaydan ihtilali gerçekleştiren birlikler şunlardı:
3. Tank Taburu Komutanı Kurmay Binbaşı Orhan Erkanlı ve taburun bütün bölükleri ve komutanları, subay ve astsubayları.
3. Zırhlı Piyade Taburu Komutanı Kurmay Binbaşı Şükran Özkaya ve yardımcısı Piyade Yüzbaşı Ferruh Güven ile birlikte, taburun bütün bölükleri ve komutanları, subay ve astsubayları.
3. Zırhlı Keşif Birliği Komutanı Tank Kıdemli Yüzbaşı Tevfik Subaşı ve yardımcısı Tank Üsteğmen Orhan İren, diğer takım komutanları ve astsubayları, tugayın bu birlikleri yanında ve birlikleri ile koordineli olarak hareket eden tugaya bağlı birlikleri.
Tugay kuruluşunda olan diğer birlikler, sıkı yönetimin gerektirdiği şekilde kullanılmak üzere alarm durumda bekleyecekler. Ayrıca, Sahra Hizmet Taburu da tutuklanarak kışlaya getirilecek şahısların muhafazası için önlemlerini alacaktı.
İşte böyle bir birliğin bulunduğu Davutpaşa Kışlası ilginç tarihi bir yapıdır. 27 Mayıs'ta çeşmelerinden su akmamaktadır. Stabilize bir yolla bağlandığı Londra Asfaltı ve civar köyler ile ilişkisi ulaşımı zor sağlamaktadır. Mayıs ayında ağaçlar sararır, temmuz ayında ise ortalık sahraya benzerdi. Bina U şeklinde olup, taştan duvarları tarih ile yarışırcasına eski idi.
6-7 Eylül olayları
Davutpaşa Kışlası'nın nöbetçi amiri, alışılagelmiş alarm emirlerinin ötesinde konuşmaya başladığında, kışlanın nöbetçi subay kadrosu birbirinin yüzüne baktı.
Beklenmedik bir tebliğ idi bu. Tugay tümü ile harekete hazırlanacak ve şehre uzanan yol üzerinde hazır bekleyecekti.
Şehirde, günlerce hazırlığı yapılmış ve duyurulması devlete dayalı yöntemlerle afişlenmiş Kıbrıs mitinginden haberdardık. Ancak, mitingin yön değiştirmesini düşünemezdik.
Alarm ile beraber öğrendiğimiz, şehirdeki sivil ayaklanma haberi beklenmedik bir olaydı:
"Acaba, bu bilginin dışında bizden gizlenen gerçekler var mıydı?" sorusu aklımıza takıldı. Biz genç subaylar, Cumhuriyet tarihinde ilk kez, İstanbul'un ortasında ayaklanan sivil halk ile karşı karşıya gelecek ve aldığımız emir gereği namlularımızı onlara çevirecektik.
Hava karardıktan sonra bu heyecan ve soru yığınlarının kargaşalığı ile yorulmuş fikir yapısı içinde yola koyulduk.

28 Mayıs 2000, Subayların halkla ilk teması
6-7 Eylül olayları
Bayar ve Menderes'in yoksul ve işsiz büyük halk yığınlarına mutluluk vaat eden bir umut ışığı olmaları, bu partinin iktidara gelişinin önde gelen nedeni idi. Demokrat Partililerin halkla bağdaş kurup, soğanı kırarak yemeleri halkımızı peşlerinden sürükledi.
Hazırlayan: Faruk Mercan Kumandasını üstlendiğim ve Atatürk Köprüsü'nden geçen tanklar, Şişhane yokuşunu izleyerek Tünel yönünden İstiklal Caddesi'ne girdiğinde patinaj yapmaya başlamıştı. Paletlere takılan ipekli kumaşlar yürüyüşümüzü engelliyor, Beyoğlu mağaza vitrinlerinden caddeye atılan tüm eşyaların paletler altında çıkardığı sesler tankların homurdayan sesleri ile karışıyordu.
Gördüğümüz manzara dehşet verici idi: Un çuvalları gibi yığınak halindeki pudralardan, yanık gaz ve benzin kokularını bastıran parfüm kokuları, yıllardır bildiğimiz Beyoğlu'nun havasından görünümüne dek öyle bir değişiklik yaratmıştı ki, ürpermemek elde değildi.
Tankın kulesinin yanına tırmanmış gerçek isteklerinin ne olduğu belli olmayan vatandaşlar çoğunlukta idi. Hemen hemen her kesimden halk. Kadınlar da az sayılmazdı. Askerlerin müdahalesi ile durgunlaşan olaylar gece yarısından sonra sakinleşti. Tutuklanan yağmacı halk yığınları Rami, Maltepe ve Davutpaşa kışlalarına götürülüyordu. Davutpaşa Kışlası'ndaki tutukluların büyük çoğunluğunu gecekondu bölgelerinden gelmiş halk kesiminin oluşturduğu dikkati çekiyordu. Bunlar ifadelerinde "Kıbrıs için kalabalığa katıldıklarını" söylüyorlardı. Ayrı ayrı bölgelerden gelen, aynı sosyal yapı içindeki halk yığınları, İstiklal Caddesi'nde aynı anda nasıl buluşmuşlardı?