Giriş


REFORMTÜRK 17. YIL


2 sonuçtan 1 ile 2 arası
  1. #1
    haberal - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    25 Kasım 2006
    Yer
    Konya
    Mesajlar
    491
    Tecrübe Puanı
    32

    Standart İstiklal Marşı ve Türk Byarağının Anlam ve Önemi

    İSTİKLÂL MARŞIMIZIN ANLAM ve ÖNEMİ

    İstiklâl Marşı’nın yazıldığı tarihte Anadolu’nun birçok şehri işgal altındaydı. Muazzam bir devleti dört yıl gibi kısa bir sürede kaybeden Türk milletinin bağımsızlığı tehlikedeydi.

    Âkif’in İstiklâl Marşı’nı yazması kolay olmamıştır. Bu güçlük, şairin sanatçılığı yönünden değildi. Şairi bu marşı yazmaktan alıkoyan sebep, bunun için para mükafatının konmuş olmasıydı. Türk milletinin istiklâl ve vatanseverliğini para için terennüm etmek ona ters geliyordu. Bu yüzden açılan yarışmaya katılmadı. Yarışmaya yüzlerce şiir gelmesine rağmen bunların hiçbiri beğenilmedi. Zamanın Maarif Vekili Hamdullah Suphi Tanrıöver istenilen marşın yazılamadığı kanaatindeydi. Ona göre bu marşı ancak M.Âkif yazabilirdi. Para ödülünün kaldırıldığını söyleyerek marşı yazmasını rica etti. 724 eser arasından seçilen 7 şiir Büyük Millet Meclisi’nde okundu ve Âkif’in şiiri arka arkaya üç defa okunarak kabul edildi.

    Burada İstiklâl Marşı’nın belirtilmesi gereken bir yönü de gerek söz, gerekse şiir kalitesi bakımından yeryüzündeki millî marşların hiçbiriyle ölçülemeyecek kadar üstün ve zengin mânalı bir şiir olmasıdır. Bu marş, Türk milleti gibi dünyaya hâkim olmuş bir milletin bir gün istiklâlini kurtarmak zorunda kalışındaki çelişkiyi de dile getirmektedir.

    Mehmet Âkif, bütün şiirlerinde sosyal konulara yer veren, söylediklerini gerçekten duyan bir şairdir. İstiklâl Savaşı’na katılanların duygu ve inançlarına bizzat sahip olduğu için onlara en iyi şekilde tercüman olmuştur.
    Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/showthread.php?p=99795

    Doğacaktır sana vadettiği günler Hakk’ın

    Kim bilir beliki yarın belki yarından da yakın

    mısraları gelecekten ümidini kesmediğini ve Allah’ın Türk milletine göstereceği mutlu günlere olan inancını gösterir. Bu mısralarda ifade edilen inanç sayesinde askerin morali yükselmiş ve zaferin kazanılmasında katkısı büyük olmuştur.

    İstiklâl Savaşı Türk milletinin ölüm kalım savaşıdır. Böyle yıllarda milletler kendilerini yaşatan temel değerlerin farkına varırlar. Vatan, millet, hürriyet, bağımsızlık ve din gibi kavramların önemi barış ortamlarında pek anlaşılmaz. Hatta onları umursamayanlar bile vardır. Milleti ölümle burunu buruna getiren savaşlar bu değerlerin ne m^na ifade ettiğini anlamalarına yol açarlar. Bunlar öyle kuvvetli kavramlar haline gelir ki onlar olmadan yaşanamaz. Bundan dolayıdır ki millet onlar uğruna ölümü göze alır.

    Korkma! Sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;

    Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.

    O, benim milletimin yıldızıdır, parlayacak,

    O, benimdir; o, benim milletimindir ancak!

    Bu kıtada söz konusu olan “al sancak”tır. Al sancak Türk milletinin sembolüdür. Türk bayrağının al rengi, şairde alevi çağrıştırır. Türk milletinden bir aile yaşamaya devam ettiği müddetçe bu bayrağın alevi bu şafaklarda sönmeyecektir.

    Gökteki yıldıza kimsenin elini dokunduramayacağı gibi Türk milletinin yıldızı olan bayrağa da kimse el süremez. Bayrak için “o, benim milletimindir” diyerek onu sahiplenir.

    Çatma kurban olayım çehreni ey nazlı hilâl!

    Kahraman ırkıma bir gül! Ne bu şiddet, bu celâl

    Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helâl...

    Hakkıdır, Hakk'a tapan milletimin istiklâl!

    Bu mısralarda Türk bayrağını kendisini kıskanan sevgiliye benzetir. Yurdumuzu işgal eden Yunanlılar’ın, Fransızlar’ın, İngilizleri’in bayraklarının varlığı Türk bayrağını üzmüş ve kaşlarını çatmasına yol açmıştır. Şair bunun askerin moralini bozacağını düşünerek ondan kaşlarını çatmaması gerektiğini, başka bayrakların oluşuna kendi rızasının olmadığını anlatmaya çalışır.

    "Hakkıdır Hakk’a tapan milletimin istiklâl" mısraında “Hak” kelimesi birkaç anlamda kullanılmıştır. Bunlardan biri Allah, diğeri adalettir. Âkif bu sözleriyle istiklâl ve hak kavramı arasında ilgi kurar. Allah’a ve adalete inanan Türk milletinin ebediyyen bağımsız yaşama hakkına sahip olduğunu düşünür.

    Garbın afakını sarmışsa çelik zırhlı duvar,

    Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var.

    mısralarında milletimiz ile düşmanlar karşılaştırılmıştır. Batı maddî silahlarının üstünlüğüne güvenerek Türkiye’ye saldırmıştır. Düşmanların silah üstünlüğüne karşı Türkler’in hiçbir şey ile sarsılmayan “iman”ları vardır. İnsanı üstün kılan şey maddî gücü değil, imanıdır. Manevî değerlere dayanmayan güç insanî bir değer taşımaz. Tarih, inanan insanların buna benzer sayısız zaferleriyle doludur.

    Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imanı boğar,

    “Medeniyyet!” dediğin tek dişi kalmış canavar?

    mısraları da çok zaman yanlış anlaşılıyor. Buradaki “ulusun” kelimesinin büyüksün manasından ziyade “Medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar bırak ulusun dursun” anlamındadır. Fakat Avrupa ile ilişkilerin düzelmesinden sonra büyüksün anlamının olduğu da düşünülmeye başlanmıştır. Ülkemize saldıran, kadın, çoluk çocuk demeden insanımızı öldüren düşmanlara savaş anında “canavar” denmesi aslında garip bir ifade değildir. Canavarların dahi yapmayacağı vahşeti yapanlara, üstelik bunu barbar olduklarını iddia ettikleri Türk milletine medeniyet götürüyoruz iddiasıyla gerçekleştirenlere şair ne demeliydi? Batı, o devirlerde Türkler’i barbarlıkla suçlamıştır, vatanımıza saldırmalarında bu saçma düşüncelerinin payı büyüktür. Maalesef bazı Türk aydınları da barışseverlik adına bu mısralara bakarak bir ara Âkif’i medeniyet düşmanı olarak göstermeye çalışmışlardır. Bu konuda sağ duyu galip gelmiş, bu iddialardan vazgeçilmiştir. Şair medeniyeti değil medeniyet adına yurdumuzu işgal edenleri suçlamaktadır. Maddî kuvvet ne kadar zalim olursa insanlık nazarında o kadar alçalır. Hiçbir kuvvet zulmü ve saldırganlığı meşru kılamaz.

    "Verme dünyaları alsan da bu cennet vatanı" mısraında şair Türk Devleti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün Gençliğe Hitabe’de dile getirdiği “Hatta bu iktidar sahipleri şahsî menfaatlerini müstevlîlerin siyâsî emelleriyle tevhit edebilirler” sözlerine benzer bir uyarıda bulunuyor. Türk insanına maddî menfaat için vatanını satmamasını öğütlüyor.

    İstiklâl kavramı vatan kavramı ile yakından ilgilidir. Her millet için üzerinde yaşadığı toprak onun için hayatî öneme sahiptir. Vatan, tarih, din ve milletin kaynaştığı yerdir. Milletler yüzyıllar boyunca yaşadıkları vatanla öylesine kaynaşırlar ki onları birbirinden ayırmak büyük sıkıntılara sebep olur.

    Rûhumun senden, İlâhî şudur ancak emeli:

    Değmesin mâbedimin göğsüne nâ-mahrem eli

    Bu ezanlar -ki şehâdetleri dinin temeli-

    Ebedî yurdumun üstünde benim inlemeli.

    Sekizinci kıtada “din”in önemi ve yüceliği anlatılmıştır. Âkif’in bir müslüman olarak Allah’tan istediği en büyük şey mabedine yabancıların el dokunmaması ve dinin temeli olan ezanların yurdu üzerinde ebedî olarak inlemesidir.

    Şu ezanlar -ki şahadetleri dinin temeli-

    mısraında “şahadet kelimesi şahitlik mânasına geldiği gibi ezanda geçen “Eşhedü en lâ ilâhe illallah, eşhedü enne Muhammeden resulullah” sözleri de kelime-i şehadeti karşılar. Bir kimsenin müslüman olmasının ilk şartı bu sözleri söylemesi ve bunlara inanmasıdır. Ülkemizde beş vakit okunan ezanlar milletimizin müslüman oluşuna şahadet etmektedir.

    Başparmaktan sonra gelen parmağa şehadet parmağı denir. Şairane bir ifade ile göklere uzanmış minareler de şehadet parmağına benzer.

    Türk tarihinde “din”, “vatan”, “millet” ve “istiklâl” duyguları yüzyıllar boyunca birbirine bağlı olarak yaşamış ve gelişmiştir. Türk milletinin varlığını bugünlere kadar getirmede ve dünyada söz sahibi olmasında bu değerlerin rolü tahminlerin ötesinde çok olmuştur.

    O zaman vecd ile bin secde eder -varsa- taşım;

    Her cerîhamdan İlâhî, boşanıp kanlı yaşım,

    Fışkırır, rûh-u mücerred gibi yerden na‘şım

    O zaman yükselerek arşa değer belki başım!

    Bu dörtlükte konuşan şehittir. Türkler din ve vatan uğrunda canlarını her zaman seve seve vermişlerdir. İnancımıza göre şehitlerin doğrudan cennete gidecek olmaları da bunda etkili olmuştur.

    İstiklâl Marşı Türkiye’de almış yıldır hemen hemen her gün söylenilmektedir. Bu bakımdan Türkiye Cumhuriyeti’nde yetişmiş nesillerin en önemli sosyal bağlarından birini oluşturmaktadır. Okullarda, kışlada, meydanlarda, statlarda herkesin bir ağızdan saygı ve heyecanla söylediği ve dinlediği bir marştır. O, artık bizim millî birliğimizin yaşanan sembolü haline gelmiştir.

    Şanlı tarihimiz Kurtuluş Savaşı gibi yüzlerce zaferle doludur. Dünyadaki milletlere baktığımızda esarete hayır diyen, bağımsızlık mücadelesini canı pahasına yapan toplumlar arasında Türk milleti ilk sıralarda yer almaktadır.

    Çağımızda ön planda olan soğuk savaşlardır. Teknolojide, düşüncede, sanatta bir yarış söz konusudur. Vatan, millet, bayrak söz konusu olunca inanılmaz bir gayret içine giren Türk insanı bilimde, sanatta, siyasette, sanayide, ekonomide aynı azmi ne yazık ki gösterememektedir. Türk milleti Kıbrıs Barış Harekatı’nı saymazsak yetmiş yıldır savaş yüzü görmediği halde yapması gereken atılımları gerçekleştirememiştir. Tam bağımsızlıktan söz edebilmek için aydınlarımızın, sanatçılarımızın, ilim adamlarımızın, mühendislerimizin, siyasetçilerimizin de bağımsız düşünmeleri, “Avrupa ne der” endişesini bir tarafa bırakmaları gerekir.

    İstiklâl Marşı’ndaki manevî duygular bugün için de önemini korumaktadır. Onları korumada gösterilecek ihmalkârlık milletimizin varlığına kastetmek olacaktır. Bu düşüncelerle marşımızı dinlemek, yeniden marş yazılmasına gerek duyulacak şartlarla karşılaşmamak için daima uyanık bulunmalıyız.

    Âkif’in ölümünden kısa bir müddet önce şairi ziyaret edenlerden birinin, İstiklâl Marşı için:

    - Acaba, yeniden yazılsa daha iyi olmaz mı? demesi üzerine şairin:

    -Allah bir daha bu millete İstiklâl Marşı yazdırmasın! duasına katılıyor, marşımızın milletimizin bağımsızlığına kavuşmasına olan katkısının varlığının dev(yasak kelime)(yasak kelime)(yasak kelime)(yasak kelime)(yasak kelime) da vesile olmasını temenni ediyorum.


  2. #2
    haberal - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    25 Kasım 2006
    Yer
    Konya
    Mesajlar
    491
    Tecrübe Puanı
    32

    Standart --->: İstiklal Marşı ve Türk Byarağının Anlam ve Önemi

    Türk Bayrağının Anlamı:Al Rengin Anlam ve Önemi

    Türk mitolojisinde, Türklerin renklerle ilgisi önemli bir yer tutar; mavi (gök mazisi, Türkuaz), beyaz/ak ve al/kızıl renkleri başta gelir. Al renk kırmızıdan farklıdır, kutsal, Tanrısal renktir. Kırmızı renk adı Türkçe'de 12. asırdan önce pek görülmemektedir. Kırmızı, Türkçe'ye sonradan, Sogdca'dan veya Farsça'dan geçmiştir.

    Oğuz/Türkmen boylarının çok eskiden beri al renkli börkler giydiği bilinmektedir. Börklerin bütününde al ya da bir diğer deyişle kızıl renk görülmekle beraber, başka renklere de tesadüf ediliyor ki, esas olan gelenek, bütün börklerde, tepe kısmının yani Tanrıya yüz tutan kısmın, Tanrısal renk saydıkları al renkten olmasıdır. Bu tarz bugün efelerin, zeybeklerin, seymenlerin v.s. folklorik başlıklarında da muhafaza edilmektedir.

    Al renk adı kutsallık içerdiği içindir ki, Türkler, "kırmızı bayrak" değil "al bayrak," "kırmızı kan" değil "al kan," demişlerdir. Yermek, aşağılamak anlamında "karalamak" derken, yüceltmek, övmek, kutsamak karşılığı da, "allamak" sözünü kullanırlar. Bugün dilimizde kullandığımız "allamak pullamak" sözü de aynı maksatla kullanılır.

    Türkler, al yahut kızıl rengi, Tanrısal renk, kutsal renk kabul ettikleri için, eski Türk inancına göre, Tek Tanrı veya Gök Tanrı'nın gökte olduğunun tasavvuru ile başlarına giydikleri börkün, Tanrıya karşı olan, yani tepe kısmında genellikle kızıl yahut al renk kullanmışlardır. Bir başka söyleyişle, başlıklarında, Tanrısal kutsallık verdikleri Kızıl rengi kullanarak Tanrıya tazimlerini bildirmiş oluyorlardı.

    Kızıl yahut al renk, güneşin doğmak üzere iken (şafak vakti) ve yine battıktan hemen sonra gökyüzüne yansıttığı kırmızımsı renktir. Türkler eskiden, genellikle, şafak sökerken, ve akşam vakitlerinde, gökteki, "göyün kızıllığı" dedikleri bu görüntü anında dua ederlerdi. Türkler bu şekilde dua ile, sabah vakti onu karşılıyor, akşam vakti de onu yine dua ile uğurluyorlardı.

    Kırmızı (al/Kızıl), mitolojik Türk kosmik anlayışında da, göğün zirvesini ve ateşi ifade eder. "Al", Türk lehçelerinde "yüksek", "yüce" ve "kudret" anlamlarına da gelir. Altay dağının adı aynı maksatla söylenmiş olup, Al=yüce-yüksek, tay=tağ/dağ demek olup Al-tay=yüce-ulu dağ, yüksek dağ anlamındadır. "Al" terkibindeki ilahi anlamlarla kutsiyet kazandırılmış olan Altay dağı, Şamanlarda, bir ruh ve tanrısal bir kutsiyetle yadedilir. Ayin ve dualarında da kutsal Altay dağına hitap edilir.

    Halûk Tarcan, eski Türk dili ve mitolojisini incelediği kitabında konu ile ilgili ilginç görüşler ileri sürüyor: "... güneş, gökteki ateş gibi, korkunç bir kudret ve enerjidir. Değdiği, kendisine verilen, yani al/dığı her şeyi yakar, kendi gibi alev, ateş haline getirir. Rengi al/dır, kutsal olduğu için, rengini ifade eden al kelimesi de kutsal anl***** gelir. (Prof. Dr. A. İnan) (Al/ip gökyüzüne, Tanrı'ya götürdüğü için kutsal demektir. Al-Apa, al/an=ilah, alıp Tanrı'ya eriştiren "ilah" demektir ki, alap, sonunda Alp şekline girmiştir.(125) Alp dağlarına bu adı verenler, Kamunlar adını taşıyan, İtalyan Alplerine yerleşmiş olan Ön-Türklerdir."

    Eski şamani inançlara göre ateş, kötü ruhları kovar, insanın kötü ruhlardan temizler. Abdulkadir İnan'ın nakline göre, VI. Yüzyılda Göktürk Kağanına, elçi olarak gelen Bizans elçileri iki ateş arasından geçirilerek, onlarla beraber gelmesi muhtemel olan kötü ruhların kovulması sağlanıyordu. Bu adet Moğol saraylarında da var. Başkurt ve Kazak Türkleri, yağlı bir paçavrayı ateşleyip hastanın etrafında, "alaslama" dedikleri, "alas, alas" diye dolaştırarak, hastaya musallat olmuş kötü ruhları kovmuş oluyorlardı. Buna
    Anadolu'da "Alazlama" denilmektedir.

    Kızıl sözü, renk anl*****n yanında, aynı mitolojik anlayıştan kaynaklanarak, bildiğimiz altın anlamında da kullanılır. Azerbaycan ve Türkistan lehçelerinde, altına "kızıl" derler, sözü kullanılır. Çok eski devirlerde para yerine değer olarak kürk kullanırlardı. Türkler kürke "ten/tın/tın" derlerdi. En değerli kürkler de güneş kızıllığının (al) renginde olanlardı. Güneş kızıllığı renginde olan en değerli kürkler için de yine güneşin rengi olan "al" sözü ilaveli "al-tın" al kürk, kızıl kürk diyorlardı ki kıymetin değer birimi idi. Bugün, kıymet değeri olarak kullandığımız madene verilen altın (al-tın) adının anl***** kaynağı, anılan eski Türk anlayış ve kavrayışına dayanır. Türkistan Türklerinde, küçük bir gümüş sikke olup, genellikle sikkeye denilen, asrımızın ilk çeyreğine kadar Türkistan'da
    para birimi olarak kullanılan "tenge" sözü de aynı (al-kürk) "ten/tın" kökenlidir. Bugünkü Kazakistan Cumhuriyeti'nin resmi para biriminin adı da, anılan kürk adından türemiş "tenge"dir. Rusça'da para karşılığı olarak kullanılan "dengi" sözü de, Türkçe'den Rusça'ya geçmiş olan "tenge"nin Rusça söylenişidir.

    Türkler için tarihsel ve mitolojik büyük önem taşıyan al rengin, Türk Bayrağının da temel rengi olması hiç de şaşırtıcı değildir.
    Hilal Ay ve YıldızBatı kaynaklarının bir kısmı hilalin ilk olarak Bizans kentinin bayrağında görüldüğünü, yıldızın ise Hristiyan dininin kabulünün ardından Meryem Ana'ya ithafen Konstantin tarafından şehrin bayrağına eklendiğini belitmektedir. Fatih Sultan Mehmet'in İstanbul'u fethinin ardından 1000 yılı aşkın süredir kullanılmakta olan bu bayrağı benimsediği; aynı motifin bu tarihten itibaren de İslam dininin bir sembolü haline geldiği belirtilmektedir.

    Araştırmamızın ölçeğini biraz genişlettiğimizde, Türkiye'deki dağlık arazilerden Nil Vadisine kadar pek çok yerde "Ay tanrısı" tapınaklarının bulunduğu ve "Ay tanrısına" tapınmanın bir zamanlar bugün Orta Doğu olarak tanımlanan bu yörede en yaygın din olduğunun kaynaklarda ifade edildiğini görüyoruz. Ay tanrısı hilal formunda bir sembol ile temsil
    edilmekteydi. Bugün İslam'ın baz aldığı ay ve yıl hesaplaması da bildiğimiz gibi Ay'ın evrelerine dayanmaktadır.

    Bu bölgede yaşamış en önemli uygarlık Sümerlerdir. Ural-Altay dillerinin Sümer dili ile ilgisi bilimsel olarak saptanmış olup, Türkçe ve Macarca'nın sözcüklerinin benzeşmesinde %50'nin üzerinde bir orana rastlanmaktadır. Örneğin Sümer dilinde "dingir", Türkçe'de "tengri" yani "tanrı"dır. Kültürel benzeşmelerin de çokluğu Sümerlerin orjininin de Orta Asya olup,
    Mezopotamya'ya sonradan göçler vasıtasıyla geldiklerini işaret etmektedir.

    Bu bakış açısı altında, hilal, yıldız motiflerini yoğun olarak kullanmış olan Sümerlerin, bu sembolleri Orta Asya'daki köklerinden taşımış olması ihtimali kuvvetlidir. Zira, Sümerlerin dini inanışlarında, Altay Şamanizminin önemli etkisi göze çarpmaktadır.

    Ege adaları, Batı Anadolu ve Trakya'da arkeolojik kazılarda ele geçen sikkelerde hilal ve yıldız motifinin sıklıkla kullanıldığı
    görülmektedir. Bu durum bölgede yaşayan halkların inanışlarında bu motiflerin yer ettiğini işaret etmektedir. Milattan önce 1200 ve 100 yılları arasında Orta Asya Türk dilini konuşan Saka adı verilen halkın Avrasya'da yaşadığı da
    saptanmıştır.

    Birlikte kullanıldığı durumlarda hilal, ayı simgelerken, yıldızın güneş veya venüs'ü ifade ettiği belirtilmektedir. Tarihi ve arkeolojik çalışmalar, hilal ve yıldız sembolünün kullanımını bir tarafta Sümerlerin inanışları vasıtasıyla Orta Asya Şamanizmine ve Türklerin atalarına, diğer tarafta ise Amerika yerlilerinin şamanizmine dayandırmaktadır.

    Bugün Türk Bayrağında yer alan hilal ve yıldız motiflerinin binlerce yıllık bir yolculukla bugüne kadar geldiğini ve orijininin Türk'lerinde ataları olan kadim dönemlerde yaşamış uygarlıklara dayandığını görüyoruz. Sonuç olarak, tüm dünyanın bugün İslam dininin sembolleri olarak kabul ettiği hilal ve yıldızı; aslında biz Türklerin İslama bir sembol olarak kazandırdığını görüyoruz. Bayrağımızın al renginin tanrısal kutsal bir renk; üzerindeki hilal ve yıldızın da binlerce yılın gizeminden gelen astrolojik objeler olduğu kesin. Binlerce yıl bayrağında bu sembolleri taşımış böyle
    Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/showthread.php?p=99796
    bir millete de elbette özgün bir görev verilmiş olmalıdır diye de düşünmemiz gerekir

Benzer Konular

  1. İstiklal Marşı Piyes
    By Mustafa Uyar in forum Piyesler
    Cevaplar: 1
    Son Mesaj: 25.Ocak.2016, 16:24
  2. İstiklal Marşı 'nın Kabulü
    By Mustafa Uyar in forum Piyesler
    Cevaplar: 2
    Son Mesaj: 06.Ağustos.2008, 15:03
  3. İstiklal Marşı ve Açıklaması
    By Mustafa Uyar in forum Lise Edebiyat Dersi
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 15.Mayıs.2007, 17:46
  4. Hat sanatı ile İstiklal Marşı
    By Beyza in forum Şairlerden Şiirler
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 01.Aralık.2006, 01:43
  5. İstiklal Marşı ve Atatürk
    By Beyza in forum Mustafa Kemal Atatürk
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 28.Eylül.2006, 22:17

Search Engine Optimization by vBSEO 3.6.0 PL2 ©2011, Crawlability, Inc.