Bir perde) Kişiler:
Yazar - Anlatan
Küçük Prens
Fenerci
Yılan
Tilki
Gül
(Müzik Yavaş yavaş alçalır, anlatanın sesi altında devam eder.)
ANLATAN - Altı yıl önce. Büyük Çöl üstünde uçağım kazaya uğrayana kadar, İçimi dökecek gerçek bir dostum olmadan yapayalnız yaşadım. Motorun bir yeri kırılmıştı. Ne makinist ne de yolcu bulunmadığından bu güç onarım işinin üstünden tek başına gelmeye hazırlandım. Benim için bir ölüm kalım savaşıydı bu. Yanımdaysa çok çok bir haftalık içme suyum vardı.
(Müzik Yükselir. Alçalır.)
ANLATAN - İlk gece en yakın köyden bin mil uzakta çölde uyudum. Gün doğup da tuhaf, incecik bir sesle uyandığım zaman nasıl şaşırdığımı varın siz düşünün artık.
PRENS - Lütfen, bir koyun çizer misiniz? :
ANLATAN - Ne?
PRENS- Bir koyun çizin bana.
ANLATAN - Yerimden fırladım. Gözlerimi ovuşturdum iyice. Karşımda beni ciddî ciddî süzen, küçük, olağanüstü biri duruyordu. Ne yolunu şaşırmışa benziyordu ne de yorgunluktan, açlıktan, susuzluktan ya da korkudan kendini kaybetmişe. En yakın köyden bin mil uzakta çölün ortasında kalmış gibi de görünmüyordu.
PRENS - Lütfen bir koyun çizer misiniz bana?
ANLATAN - İnanmayacaksınız ama çölün ortasında olduğum halde, cebimden bir parça kâğıt ve bir dolma kalem çıkardım, çizdim koyunu.
(İki saniye süren bir sessizlik)
PRENS - Olmadı. Bu çok zayıf, hasta bir koyun. Bir daha çiz.
ANLATAN - Başka bir koyun çizdim.
PRENS- Bu koyun değil, bal gibi koç. Boynuzlarına baksana.
ANLATAN -Yeni bir resim daha çizdim.
PRENS - Bu da çok yaşlı. Ben uzun zaman yaşayacak bir koyun istiyorum.
ANLATAN - Artık sabrım tükenmişti. Üstelik uçağın motorunu bir an önce sökmek istiyordum. Üzerinde üç
tane hava deliği olan bir sandık çizdim. İşte, istediğin koyun şu sandığın içinde.
PRENS - (Sevinçli) Tam istediğim gibi oldu. Peki, bu koyun çok ot yer mi?
ANLATAN - Neden sordun?
PRENS - Bizim oralarda her şey çok küçüktür de...
ANLATAN - Ona yetecek ot bulunur canım. Ben sana küçücük bir koyun verdim.
PRENS - Küçük dedimse... Ah, bak. Uyumuş.
(Müzik. Yavaş yavaş yükselir.)
ANLATAN - İşte Küçük Prensle tanışmamız böyle oldu.
(Müzik. Geçiş.}
ANLATAN - Nereden geldiğini anlamam için uzun bir süre geçmesi gerekti. Bana durmadan sorula-r yağdıran Küçük Prens, benim sorduklarımı duymuyordu sanki. Konuşurken gelişigüzel söylediklerinden yavaş yavaş anladım her şeyi. Söz gelimi uçağımı ilk gördüğünde...
PRENS - Bu da nesi?
ANLATAN - Uçak bu. Uçak. Benim uçağım.
PRENS - Ne diyorsun, öyleyse gökten indin sen.
ANLATAN - Evet.
PRENS - İnanılır şey değil. (Güler.) Demek sen de gökten geliyorsun. Hangi gezegendensin bakalım?
ANLATAN - Yani sen başka bir gezegenden mi geliyorsun?
PRENS - Bununla çok uzaktan gelmiş olamazsın zaten.
ANLATAN - Küçük dost, nerelisin sen? "Bizim oralar" dediğin yer neresi? Koyunu nereye götürmek istiyorsun?
(Çok kısa bir sessizlik)
PRENS - İyi ki sandığın İçinde verdin onu. Geceleri orada yatar.
ANLATAN - Doğru. Hem uslu durursan bir de İp veririm, koyununun boynuna takarsın. İpi bağlayasın diye bir de kazık veririm.
PRENS - Bağlamak mı? Amma da saçma.
ANLATAN - Ama bağlamazsan çıkar gider, kaybolur.
PRENS - (Güler.) Nereye gidebilir?
ANLATAN - Nereye olursa. Gözünün alabildiği her yere.
PRENS - Zararı yok, bizim orada her şey öyle küçüktür ki. Gözünün alabildiği yere de gitsen pek uzaklaşmış olmazsın.
ANLATAN - Böylece çok önemli bir şey daha öğrenmiş oluyorum: Demek Küçük Prensin gezegeni olsa olsa ev büyüklüğünde bir yerdi.
(Müzik. Yükselir, geçiş.)
ANLATAN - Ah, Küçük Prensim, senin o üzüntü dolu küçük hayatını yavaş yavaş anladım böylece.
Uzun bir süre gün batımındaki tatlılık, tek avuntun olmuştu.
PRENS - Gün batımını çok seviyorum. Hadi gidip bir gün batımı görelim.
ANLATAN - Ama beklemek gerek...
PRENS-Neyi?
ANLATAN - Güneşin batımını.
PRENS - Kendimi hep bizim oralarda sanıyorum.
ANLATAN - öyle ya. Amerika'da öğle iken Fransa'da günün batmakta olduğunu bilmeyen yoktur. Fransa'ya bir dakika içinde uçabilseniz gün batımına yetişebilirsiniz. Ama sen küçük gezegeninde İskemleni şöyle bir kımıldatsan oldubitti. Güneşin batışını, alaca karanlığın çöküşünü artık gör görebildiğin kadar.
PRENS - Günde tam kırk üç tane gün batımı gördüğüm olmuştur. Biliyor musun, insan üzgün olunca gün batımının tadına daha iyi varıyor.
ANLATAN - Demek sen o kırk üç günde pek üzgündün.
(Müzik Geçiş.)
ANLATAN - Beşinci gün Küçük Prensin gizini çözebildim.
PRENS - Koyun küçük bitkileri yerse çiçekleri de yiyecektir, değil mi?
ANLATAN - (Uçağını tamir etmeye çalışır.) Koyun ne bulursa yer.
PRENS - Dikenli çiçekleri de mi yani?
ANLATAN -Tabii, dikenlileri de.
PRENS - Peki, dikenler neye yarar? (Sessizlik)
PRENS - Dikenler neye yarar?
ANLATAN - (Motorla uğraşırken) Dikenler hiçbir şeye yaramaz. Çiçeklerdeki kötülüğün belirtisidirler.
PRENS - Ya? (Kısa bir sessizlik) İnanmıyorum sana. Çiçekler zavallı yaratıklardır. Kötülük nedir bilmezler. Ellerinden geldiğince kendilerini korumaya çalışırlar. Dikenlerine bakıp güçlü olduklarını sanırlar. Yani sen diyorsun ki çiçekler...
ANLATAN - (Bağırır.) Yeter. Bir şey dediğim yok. Gelişigüzel söylemiştim, demin. Görmüyor musun önemli işlerle uğraşıyorum.
PRENS - (Şaşkınlıkla) önemli işler, ha? Tıpkı büyükler gibi konuşuyorsun. Her şeyi birbirine karıştırıyorsun, karmakarışık ediyorsun. (öfkeli) Bir gezegen görmüştüm, kırmızı suratlı biri yaşıyordu orada, bir kerecik olsun koklamamış, hiç yıldız görmemiş, hiç kimseyi sevememiş. Sayıları toplamaktan başka bir şey yapmamış hayatında. Yine de bütün gün senin gibi "önemli bir adamım ben! Ciddî bir adamım!" der dururdu. Gururundan yanına yanaşılmazdı. Ama adam değil, mantarın biriydi.
ANLATAN - Neyin biriydi?
PRENS - Çiçeklerin milyonlarca yıldır dikenleri var. Yine de milyonlarca yıldır koyunlar onları yer. Şimdi, çiçeklerin bunca güçlüğe göğüs gerip hiçbir işe yaramayacak dikenleri neden büyüttüklerini anlamaya çalışmak önemli değil mi sence? (İyice öfkeli) Koyunlarla çiçekler arasındaki savaş önemli değil mi? Kırmızı suratlı şişko bir bayın toplama işlemlerinden daha mı az önemli bu? Ya ben kendi gezegenimden başka hiçbir verede yetişmeyen, eşine rastlanmadık bir çiçek tanıyorsam ve günün birinde ne yaptığını bilmeyen bir koyun onu bir lokmada yutuverirse, sence önemli değil mi bu? Sevdiğiniz çiçek milyonlarca yıldızdan yalnız birinde bulunsa bile, yıldızlara bakmak mutluluğumuz için yeterlidir. Ama bir de koyunun çiçeği yediğini düşün, bütün yıldızlar bir anda kararmış gibi gelir. Bu da mı önemli değil? (Ağlar.) (Müzik. Hafif.)
ANLATAN - Gece iniyordu. Aletleri attım elimden. Artık çekicin, vidanın, ölümün ne önemi vardı ki? Yıldızın birinde, bir gezegende, benim gezegenimde, Dünya'da, avutulmak isteyen bir Küçük Prens vardı şimdi. Onu kollarıma aldım, salladım... "Sevdiğin çiçeğe bir şey olmayacak. Bir tasma çizerim... Koyunun için. Çiçeğin için de bir çit çizerim. Sonra..." Ne diyeceğimi kestiremiyordum. Kendimi çok beceriksiz buluyordum. Ona nereden yaklaşılır, nasıl ulaşılır bilmiyordum. Tanımlanmaz bir yer, bu gözyaşı ülkesi.
(Müzik. Yükselir, geçiş.}
ANLATAN-Çok geçmeden o çiçeği daha iyi tanıdım. Küçük Prens'in çiçeği günün birinde, bilmediği bir yerden rüzgârın önüne katılıp gelen bir tohumdan üremişti. Uslu uslu süsleniyordu. öyle herkesin bildiği gelincikler gibi buruşuk giysilerle çıkmak istemiyordu ortalığa, göz alıcı güzelliğini eksiksiz sunmak istiyordu. Eee, ne demeli? Hoppanın biriydi işte! Kısaca gizemli hazırlığı günlerce sürdü. Ve bir sabah tam gün doğarken püskürüverdi birdenbire.
(Efekt. Çiçeğin açışını belirten bir çıngırak sesi.)
GÜL - Daha tam uyanmış değilim. Kusuruma bakmayın. Yapraklarımı bile iyice toparlayamadım daha.
PRENS - Ne kadar güzelsiniz! .:
GÜL - Yaa? Güneşle aynı anda doğduk da... Kahvaltı saati galiba. Bana bir şeyler getirebilir misiniz?
ANALTAN - Şaşkına dönen Küçük Prens koşup bir ibrik su getirdi, çiçeği suladı. Çiçeğin bu gereksiz çalımı gücüne gitmişti. Dayanılacak gibi değildi. Söz gelimi bir gün dört dikeninden söz ederken şöyle demişti:
GÜL - Bende bu dikenler varken bütün kaplanlar iji: pençelerini bileyip gelsinler bakalım.
PRENS - Bu gezegende kaplan yoktur. Hem kaplanlar ot yemez ki zaten,
GÜL - (Güler.) Ben ot değilim.
PRENS-Çok özür dilerim...
GÜL - Ben kaplanlardan filân korkmam, ama rüzgâr deyince iş değişir. Beni rüzgârdan koruyacak bir şeyiniz var mı acaba? Söz gelimi bir paravan. Gece camekân içine koyarsın beni. Burası çok soğuk. Benim geldiğim ülkede..,
ANLATAN - Ama sözünü bitirmedi.
(Müzik. Anlatanın sesi altında... Konuşma bitince yükselme.}
Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/showthread.php?p=97694
ANLATAN - Çünkü tohum olarak gelmişti, başka dünyaların nasıl olduğunu bilemezdi. Söylediği zararsız yalan yakalanınca iki üç kez öksürdü ve sözü değiştirdi. Bu olaydan sonra Küçük Prens sevgisindeki İyi niyete karşın, çok geçmeden kuşkulanmaya başladı ondan. önemsiz sözleri önemsemiş ve büyük bir mutsuzluğa düşmüştü.
PRENS - Ona kulak vermemeliydim. Çiçeklere kulak vermemek gerek. Onlar görülmek ve koklanmak İçindir.
ANLATAN - Sanırım kaçarken bir yaban kuşu sürüsünün göçünden yararlanmıştı. Çiçeği son bir kez sulayıp, camekânı üstüne koyduğu sırada dokunsanız ağlayacak gibiydi.
PRENS - Hoşça kal. (Sessizlik) Hoşça kal...
GÜL - (öksürür.) Budalalık ettim. Bağışla beni. Mutlu olmaya çalış. Seni seviyorum. Sevgimi anlamaktansa suç bende. Hem ne önemi var. Ama sen de az alıklık etmedin. Hadi mutlu olmaya çalış. Şu camekân kalsın. İstemiyorum artık.
PRENS - Ya rüzgâr.
GÜL- O kadar üşütmedim canım daha. Serin gece havası iyi gelir. Ne de olsa bir çiçeğim.
PRENS-Ya hayvanlar?
GÜL™ Kelebeklerle dostluk kurmak istediğime göre İki üç tırtılın kahrını çekeceğim elbet. Kelebeklerin güzel olduğu söylenir. Zaten başka kim gelir yanıma? Sen uzakta olacaksın. Büyük hayvanlara gelince, hiçbirinden korkmuyorum. Benim de pençelerim var. Hadi, oyalanma artık.
(Müzik, Geçiş.)
(Efekt. Anlatan Küçük Prensin gezegenden gezegene dolaştığını söylerken bu geçişleri belirtecek çıngırak sesleri. Yönetmen uygun görürse başka bir efekt de kullanabilir.)
ANLATAN - Böylece Küçük Prens gezegenleri dolaşmaya başladı. İlk gezegende bir kral vardı. İkinci gezegende bîr sarhoş oturuyordu. Üçüncü gezegende kendini beğenmişin biri, dördüncüde bir İş adamı. Beşinci gezegen çok ilginçti. Üstünde ancak bir sokak feneriyle bekçisine yer vardı. Küçük Prens gezegene ayak basar basmaz bekçiyi saygıyla selâmladı.
{Efekt. Küçük Prens fenerciyle konuşurken, feneri her yakış ve söndürüşünde çıngırak sesi.)
PRENS - Günaydın. Fenerini niçin söndürdün?
FENERCİ - Yönetmelik böyle. (Yakar.) Günaydın.
PRENS - Nasıl?
FENERCİ - Yönetmeliğe göre fenerimi söndürüyorum, iyi akşamlar. (Söndürür.) (Yakar.)
PRENS - Peki yine neden yaktın?
FENERCİ-Yönetmelik böyle.
PRENS - Anlayamıyorum.
FENERCİ - Anlayacak bir şey yok ki, yönetmelik yönetmeliktir. (Yakar.) Günaydın. Lanet bir iş bu benimki. Eskiden sabah söndürür, akşam yakardım. Günün geri kalan saatlerinde dinlenir, gecenin geri kalan saatlerinde de uyurdum.
PRENS - O zamandan bu yana yönetmelik değişti mi?
FENERCİ - Değişmedi, işin kötüsü de bu ya. Gezegen her yıl daha hızlı dönmeye başladı. Yönetmelikse yerinde saydı. Şimdi gezegen dakikada bir dönüş yapıyor. Ben de her dakika bir kez yakıp söndürüyorum.
PRENS - Amma da iş ha! Bu gezegende günler bir dakika sürüyor demek!
FENERCİ - O kadarla kalsa iyi... Biz şurada konuşurken bir ay geçti.
PRENS-Bir ay mı?
FENERCİ - Evet. Otuz dakika otuz gün eder. İyi akşamlar. (Söndürür.) (Yakar.)