Günaydın.
PRENS - Bak, sana istediğin zaman dinlenebilme-'nin yolunu göstereceğim. :
FENERCİ - Hep dinlenebilmek isterim ben.
PRENS - Senin gezegenin öyle küçük ki üç adımda çevresini dolanırsın. Hep güneş alan yerde kalabilmek için çok yavaş yürümen yeter. İşte böyle, dinlenmek istediğin zaman yürürsün, gündüzler de dilediğin kadar uzar.
Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/showthread.php?p=97695
FENERCİ - Bu bir çözüm yolu olamaz. Çünkü hayatta asıl sevdiğim şey uyumaktır.
PRENS - Ne yapalım, şansın yok.
FENERCİ - Ne yapalım şansım yok. (Yakar.) Günaydın.
PRENS - (İçini çeker.) İçlerinde arkadaş olabileceğim tek insan oydu. Ama gezegeni o kadar küçüktü ki, İki kişi almazdı...

(Müzik. Anlatanın sesi altında.)
ANLATAN - Küçük Prensin kendine açıklamaktan kaçındığı bir şey daha vardı. Bu gezegenden ayrılırken yirmi dört saatte bin dört yüz kırk gün batımı kaçırdığına yanıyordu asıl.

(Müzik. Yükselir, geçiş.)

ANLATAN - Altıncı gezegende bir coğrafyacı vardı. Küçük Prens'e Dünya'ya gitmesini öğütledi. Böylece yedinci gezegen Dünya oldu. Küçük Prens Dünya'ya indiğinde kimseye rastlamayınca şaşırmıştı. Tam yanlış gezegene geldiğine inanacaktı ki sarı bir halkanın kumda kımıldadığını gördü. Bir yılandı bu.

(Prensle yılanın çöldeki konuşmaları ekoluJ
PRENS - İyi geceler.
YILAN - İyi geceler.
PREN5 - Hangi gezegende bulunuyorum acaba?
YILAN - Dünya'da. Afrika'da.
PRENS - Demek Dünya'da hiç insan yok.
YILAN - Burası çöldür. Çöllerde kimsecikler olmaz. Dünya büyüktür.
PRENS - Gezegenimi görüyor musun? Tam tepemizde, ama nasıl da uzaklarda!
YILAN - Ne yapmaya geldin buraya?
PRENS - Bir çiçekle başım dertte de.
YILAN - Ya.
PRENS - insanlar nerede? Çölde biraz yalnızlık duyuyor insan.
YILAN - İnsanların arasında da yalnızlık duyulur.
PRENS - Sen de garip bîr hayvansın. Parmak kadar kalınlığın var.
YILAN - Ama bir kral parmağından daha güçlüyümdür.
PRENS - Çok güçlü olamazsın. Hem ayakların do yok. Yolculuk bile yapamazsın.
YILAN - Seni gemilerin gidemeyeceği yere kadar uzağa götürebilirim. Dokunduğum her yaratığı geldiği toprağa yollarım. Ama sen tertemizsin ve bir yıldızdan geliyorsun...
PRENS-Evet.
YILAN - Sana yardım edebilirim. Günün birinde gezegeninin özlemine dayanamazsan, benim...
PRENS - Seni çok iyi anlıyorum. Yalnız, niye öyle bilmece gibi konuşuyorsun? .
YILAN - Benim için çözülmeyecek bilmece yoktur.
{Müzik. Geçiş.)
ANLATAN - Küçük Prens uzun süre yürüdükten sonra bir yola ulaştı. Yollar eninde sonunda insanların oturduğu yerlere çıkar. İnsanların oturduğu yerde bahçeler, bahçelerde de güller vardır. Sonunda baştan başa gül açmış bir bahçenin önünde durdu.
PRENS-Günaydın.
GÜLLER-Günaydın.
PRENS - (Şaşırmış.) Kimsiniz?
GÜLLER-Bizler gülleriz.
PRENS - Ne kadar da çoksunuz! Kaç tanesiniz?
GÜLLER - Dört bin, beş bin kadar varız.
PRENS-Ah, ya!
ANLATAN - Çiçeğinin evrende bir eşinin daha bulunmadığını söylemişti. Oysa işte yalnız bir bahçede bile ona benzeyen beş bin çiçek vardı.
PRENS - Eşsiz bir çiçeğim var diye kendimi zengin sanırdım. Oysa sıradan bir güle sahipmişim. Demek hiç de büyük bir prens değilmişim.
(Hıçkırıklarla ağlamaya başlar.}
TİLKİ-Günaydın.
PRENS - Kimsin sen?
TİLKİ - Ben tilkiyim.
PRENS - Gel oynayalım. Çok üzgünüm.
TİLKİ -Seninle oynayamam, evcil değilim.
PRENS-Evcil ne demek?
TİLKİ - Sen buralı değilsin besbelli. Ne arıyorsun burada?
PRENS - insanları arıyorum. "Evcil" ne demek?
TİLKİ - İnsanları arıyorsun demek, insanların tüfekleri vardır. Ava çıkarlar. Hepimizin rahatını kaçırırlar: Başka dertleri yoktur. Yoksa piliç mi arıyorsun?
PRENS - Hayır dost arıyorum. "Evcil" ne demek?
TİLKİ - Artık kimselerin umursamadığı bir şey. Türlü ilgiler kurmak demektir.
PRENS-"ilgiler kurmak" mı?
TİLKİ - Evet. Söz gelimi sen benim için şimdi yüz-binlerce oğlandan birisin. Ne senin bana bir gereksinmen var ne de benim sana. Ben de senin İçin yüz binlerce tilkiden biriyim. Ama beni evcilleştirirsen birbirimize gereksinme duyarız. Sen de benim İçin dünyada bir tane olursun, ben de senin için.
PRENS-Biraz anlıyorum. Bir çiçek var... Galiba beni evcilleştirdi.
TİLKİ - Olabilir. Dünyada neler olmuyor ki!
PRENS - Ama bu dediğim dünyada olmadı.
TİLKİ - (Şaşırmış, merakla) Yoksa başka bir gezegende mi?
PRENS - Evet.
TİLKİ - O gezegende avcı var mıdır?
PRENS-Yok.
TİLKİ - Bak bu çok ilginç. Peki, ya piliç?
PRENS - Yok.
TİLKİ - Hiçbir şey tam istendiği gibi olmuyor. Hayatımda hiç değişiklik olmaz. Ben piliçleri avlarım, İnsanlar beni avlar. Ama beni bir evcilleştirsen hayatım günlük güneşlik oluverirdi. Bak, ilerdeki buğday tarlalarını görüyor musun? Ben ekmek yemem. Buğdayın önemi yok benim için. Senin saçın altın renginde. Beni evcilleştirsen ne iyi olurdu, bir düşün. Altın rengindeki başaklar bana seni anımsatacak artık. Başaklardaki rüzgârı dinlemek ne güzel gelecek. Ne olursun evcilleştir
beni.
PRENS - Çok isterdim ama vaktim az. Dostlar edinmeli, yeni insanlar tanımalıyım.
TİLKİ - Yalnız evcil leşti rdiğ İn şeyleri tanıyabilirsin. İnsanların birbirlerini tanımaya ayıracak zamanları yok artık. Aldıklarını hazır alıyorlar, dükkânlardan. Ama dost satan dükkânlar olmadığı için dostsuz kalıyorlar. Dost istiyorsan beni evcilleştir.
PRENS - Evcilleştirmek için ne yapmalıyım?
TİLKİ - Çok sabırlı olmalısın. önce benden biraz ötede çimenlerin arasında oturacaksın. Şöyle. Sonra her geçen gün biraz daha yakınımda oturursun.
ANLATAN - Ertesi gün Küçük Prens yine geldi.
TİLKİ - Hep aynı saatte gelsen daha iyi olur. Söz gelimi öğleden sonra saat dörtte gelecek olsan, ben saat üçte mutlu olmaya başlarım. Her geçen dakika mutluluğum artar. Ama gelişigüzel gelirsen içimi sana hangi saatte hazırlayacağımı bilemem,
ANLATAN - Böylece Küçük Prens tilkiyi evcilleştirdi. Ayrılık saati yaklaşınca...
TİLKİ - Ah, gözyaşlarımı tutamayacağım.
PRENS - Suç sende. Sana kötülük etmeyi düşünmemiştim, kendin istedin evcilleşmeyi. TİLKİ - Orası öyle.
PRENS - Ne yazık ki bundan bir kazancın olmadı.
TİLKİ - Oldu, oldu. Başak tarlaları meselesi. Git bir daha bak güllere. Seninkinin eşsiz olduğunu anlayacaksın. Sonra gel vedalaşalım. Sana bir sır vereyim.
ANLATAN - Küçük Prens güllere bir kere daha bakmaya gitti. Kendisininkinin eşsiz olduğunu anladı. Sonra tilkiyle buluştu.
PRENS - Hoşça kal.
TİLKİ - Hoşça git. Vereceğim sır çok basit. İnsan ancak yüreğiyle baktığı zaman doğruyu görebilir. Gerçeğin mayası gözle görülmez.
PRENS - (Tilkinin söylediklerini fısıltıyla tekrarlar.)
Gerçeğin mayası gözle görülmez.
TİLKİ - Gülünü bunca önemli kılan, uğrunda harcadığın emektir.
PRENS - Uğrunda harcadığım emektir.
TİLKİ - Evcilleştirdiğin şeyden her zaman sen sorumlusun. Gülünden sen sorumlusun...
PRENS - Gülümden ben sorumluyum...
(Müzik. Geçiş.}
ANLATAN - Anıların çok güzel. Ama ben daha uçağımı onaramadım. İçecek suyum da kalmadı.
PRENS - Ben de susadım. Bir kuyu arasak...
ANLATAN - Bu uçsuz bucaksız çölde şansına güvenerek kuyu aramak boşuna olur. Yine de yürüyelim.
Biz saatlerce konuşmadan yürüyeduralım, karanlık çökmüş, yıldızlar parıldamaya başlamıştı.
(Müzik. Çok hafit konuşmaların altında)
PRENS - Yıldızlar, gözden ırak bir çiçek yüzünden güzeldir.
ANLATAN - Doğru.
PRENS - Çöl ne güzel. Çöle güzellik veren bir yerde bir kuyunun saklı oluşudur.
ANLATAN - Küçük Prens uykuya dalınca onu kollarıma alarak yola çıktım. Kollarımda sıcak bir hazine taşıyordum sanki... Yürüye yürüye şafakta kuyuya vardım. Vardığımız kuyu çö! kuyularına benzemiyordu. Bir köy kuyusunu andırıyordu. Ne var ki görünürlerde köy filân yoktu, düş gördüğümü sandım.
(Müzik. Yükselir.)
PRENS - Ama gözler kördür, insan ancak yüreğiyle baktığı zaman gerçeği görebilir.
(Müzik. Yükselir, geçiş.)
PRENS - Sözünü tutmalısın.
ANLATAN - Hangi sözümü?
PRENS - Bilirsin. Koyunum İçin bir tasma... Gülümden ben sorumluyum. Biliyor musun, yarın dünyaya inişimin yıldönümü? Tam da buralara inmiştim.
ANLATAN - Demek bir hafta önce İlk karşılaştığımızda en yakın köye bin mil uzakta tek başına dolaşıp durman rastlantı değildi. İndiğin yere dönüyordun.
PRENS - Şimdi sen çalışmalısın. Uçağının başına dönmelisin. Ben burada bekleyeceğim. (Arkasından bağırır.) Yarın akşam gel...
(Müzik. Geçiş.)
ANLATAN - Ertesi akşam işimden döndüğümde Küçük Prens'i kuyunun yanındaki eski taş duvarın üstüne oturmuş, bacaklarını sallar gördüm. Birisiyle konuşuyordu.
PRENS - Demek aklında kalmamış. Tam burası değildi. Evet, evet, bugün... Ama burada değil... Tamam. Kumda ayak izlerimin başladığı yeri göreceksin. Orada durup beni bekleyeceksin. Bu gece geleceğim.
Vereceğin zehir çok mu iyi. Uzun süre acı çekmeyeceğim, değil mi? Hadi şimdi git, inmek istiyorum.
ANLATAN - Gözlerim duvar dibine kayınca havaya sıçradım. İnsanı otuz saniyede öldüren sarı yılanlardan biri Küçük Prens'in karşısında duruyordu. Tabancamı çekmek için elimi cebime atarken çıkardığım gürültüyü duyan yılan taşların arasında yok oluverdi. Küçük dostumu kollarıma almak için tam vaktinde yetişmiştim. Yüzü bembeyaz olmuştu.
Dostum, bu yılanın, buluşma yerinin ve yıldızın bir düş olduğunu söyle bana.
PRENS - Gerçeğin mayası gözle görülmez.
ANLATAN - Biliyorum.
PRENS - Çiçek için de bu böyledir. Bir yıldızdaki çiçeği seversen, geceleri gökyüzüne bakmak güzel getir. Bütün yıldızlar çiçeğe durur. ;
ANLATAN - Biliyorum.
PRENS - Gece yıldızlara bakarsın. Benim ülkem o kadar küçük ki nerede olduğunu görmezsin. Ama böylesi dala iyi. Yıldızım herhangi bir yıldız olacak senin için. Böylece bütün yıldızları gözlemeyi seveceksin. Hepsi dostun olacak. Şimdi sana armağanını vermek sırası geldi. (Güler.)
ANLATAN - Küçük dostum, bu gülüşü duymak öyle güzel ki!
PRENS - Benim armağanım da bu işte. Sen yıldızları herkesten ayrı göreceksin.
ANLATAN - Ne demek istiyorsun?
PRENS - Yıldızların birinde ben oturuyorum. Ben gülüyorum diye geceleri gökyüzüne baktığında sana bütün yıldızlar gülüyormuş gibi gelecek. Gülmeyi bilen yıldızların olacak. Üzüntülü bir anın sonunda, çünkü geçmeyecek üzüntü yoktur, beni tanımış olduğuna sevineceksin. Gülmek isteyeceksin benimle birlikte. Koşup pencereyi açacaksın. Gökyüzüne gülerek baktığını görünce dostların şaşacaklar. Onlara "Evet ne olmuş yıldızlara bakarken gülerim ben" diyeceksin. (Gülerek.) Seni deli sanacaklar. (Güler. Bîrden ciddî) Bu gece... gelme.
ANLATAN - Seni bırakmam.
PRENS - Acı çektiğimi sanacaksın. ölüyormuş gibi olacağım. Görme daha İyi. Zaten değmez.
ANLATAN - Seni bırakmam.
PRENS - Yılan gelecek. Seni sokmasın. Yılanlar kötü yaratıklardır. Üstelik benim yılanım eğlence olsun diye de sokabilir.
ANLATAN - (Âdeta fısıltıyla) Bırakmam seni.
PRENS - Neyse ki ikinci kez sokacak zehirleri kalmaz yılanların.
(Müzik. Anlatanın sesi affında.}
ANLATAN - O gece yola çıkışını göremedim. Sessizce sıvışmıştı. Yetiştiğimde çabuk ve kararlı adımlarla yürüyordu.
PRENS - Geldin mi? İyi etmedin. Acı çekeceksin. Acı çekeceksin. ölmüş gibi olacağım, gerçekten ölmeyeceğim oysa. Anlıyorsun değil mi? Yol uzun. Bu gövdeyi götüremem. Çok ağır. Bırakılmış eski bir deniz kabuğu gibi olacak kalıbım. Eski deniz kabuklarına acınmaz ki! Bak, ne güze! olacak. Ben de yıldızlara bakacağım. Biliyorsun bir çiçeğim var. Ondan ben sorumluyum. öyle güçsüz, öyle saf ki! Hiçbir işe yaramayan dört dikeninden başka kendini savunacak silâhı yok.
İşte böyle.
ANLATAN - Bileğinin yanında sarı bir parıltı gördüm. Hareketsiz kaldı. Bağırmadı. Usulca, bir ağaç gibi yıkıldı. Gürültü bile çıkarmadı. Her taraf kumdu.
(Müzik. Geçiş.)
ANLATAN - Aradan... Altı yıl geçti. Bir gün yolunuz Afrika'ya, çöle düşerse, ona rastladığım yeri tanıyabilirsiniz, n'olur acele etmeyin. Bir süre yıldızın tam altında bekleyin. Karşınıza bir çocuk çıkıyorsa, gülüyorsa, altın saçları varsa, sorulara karşılık vermiyorsa biliniz ki odur. O zaman n'olur yüreğime su serpin. Haber salın, geri döndüğünü bildirin bana.
(Mözik.)

Antoine de SAİNT- EXUPERY
Uyarlayan: Ali POYRAZOĞLU