'Çanakkale, Sarıkamış, Dumlupınar, Filistin, Sakarya şehitlerinin aziz ruhuna! Yavrularınızın özgürce okuyabileceği bir ülke kuramadık! Affedin bizi!'

Kürşat Erkal'ın haberi
“Çanakkale, Sarıkamış, Dumlupınar, Filistin, Sakarya şehitlerinin aziz ruhuna! Yavrularınızın özgürce okuyabileceği bir ülke kuramadık! Affedin bizi!”
Bu bir kitabın ithaf yazısı…
Gerilim, sağduyu, geri adım, uzlaşma… Gazete ve internet sayfalarını dolduran, haber spikerlerinin diline pelesenk olan bu kavramların kaynağı neydi? Gerilimin nedeni ne? Sağduyuya neden vurgu yapılıyor? Hangi konuda geri adım atılması isteniyor? Herkesin bilip de telaffuz edemediği bu soruların cevabı ne?
Cevap, yukarıdaki ithaf yazısında gizli: “Yavrularınızın özgürce okuyabileceği bir ülke kuramadık!” Yıllar önce konulmuş bir yasak, hiçbir günahı olmayan bir sürü mağdur genç bayan ve bu mağduriyetin giderilmesine yönelik girişimler, kopan fırtınalar… Toplumun büyük bir bölümü yıllardır uygulanan bu yasağa bir anlam veremiyor. Yasağı savunan tüm gerekçeler iflas etmiş durumda. “Çağdaşlığın karşıtı” söylemleri artık bu yasağın nedeni olarak yükü taşıyamıyor. Peki, yasakta bu kadar diretilmesinin sebebi ne? Bu kadar kavga, bu kadar gürültü nasıl oluyor da bir gurup genç bayanın giyim tercihleri üzerinden kopartılabiliyor? Nasıl oluyor da yasakların kaldırılması girişimi bir karşı devrim olarak algılanıyor?

Herkesin bu sorulara birer cevabı olsa da asıl cevapların bilinmesi ve kafa karışıklıklarından kurtulabilmek için bir tarih sorgulaması şart gibi gözüküyor. Yukarıdaki ithaf yazısının sahibi Dr. Ramazan Balcı da işte bu şartı yerine getirmek için ilginç bir kitaba imza atmış.
Balcı, Nesil Yayınları’ndan çıkan “Al Yazmayı Gül Eylemek” adlı kitabında başörtüsü sorununu, kızıyla girdiği diyaloglarla Sultan Abdülaziz’den günümüze gelen bir tarih sürecinde ortaya koymaya çalışıyor. Kızının sorularıyla başörtüsünün tarihi ve toplumsal anlamı üzerinde heyecanlı, düşündürücü, yer yer yürek burkucu bir seyahate çıkarıyor okuyanları.
Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/showthread.php?p=97572

“Biz kendi vatanımızda, kendi kızlarımızı, kendi örfümüz ve inancımızın ifadesi ve hayatın kendisi olan kıyafetleriyle, kendi okullarımıza gönderemiyoruz! Nasıl bir şaşkınlık bu! Hangi gafletin eseri! Kusurumuz ne?! Bu ceza hangi suçumuzun karşılığı?! Oysa daha dün bu topraklar için yüz binlerce şehit veren bizdik! Toprağı, bayrağı, al yazmayı, ezanı, Kur’an’ı birbirinden ayırmayalım diye!” diyerek milyonların feryadına tercüman oluyor.
Evet, yüzlerce yıl, şehitlerimiz; bayrağa, al yazmaya, Kur’an’a dayanan birlikteliğin bozulmaması için bu toprakları kanlarıyla yıkadılar. Bu gerçeği, “Al Yazmayı Gül Eylemek”te çok açık bir şekilde görebiliyoruz. Cephe cephe dolaşıp şehitlerimizin izini sürerek, gazilerimizin ardına düşerek yaşadığımız toprakların nasıl vatan haline geldiğini, hangi değerler için savaşıldığını görüyoruz.

93 Harbi’ndeki Şıpka muharebesi, Plevne ve Erzurum savunması; Balkan Harbi, Trablusgarp Savaşı, 1. Dünya Savaşı, Çanakkale, ardından Kurtuluş Savaşı… Hepsinde çok büyük kayıplar vermişiz, çok derin acılar yaşamışız, eşi benzeri görülmedik katliamlara, tehcirlere maruz kalmışız… Peki, anlamı ne bütün bunların, kendi vatanımızda inançlarımızla barışık, özgürce yaşayamayacaksak?
Kendi kızlarının da başörtüsü yasağı dolayısıyla eğitimlerini tamamlayamamasının acısını yaşayan bir babanın, toprağın altında binlerce kefensiz yatanın, toprağı vatan kılan ruhun, milletin kahır ekseriyetinin feryadı…