Toplumsal problemlerin kısmî çözümü olarak görülen Yetiştirme Yurtlarını analiz etmek için yaşamak lâzım... Yaşamayan bilmez. Esasen, bilen de pek hatırlamak istemez.

Hele hele önce, çocuk yuvasında kalıp, sonra "yurt"lara verilen ve daha sonra da "hayat"a atılan biri olarak...

Siz bir yapraksınız, olaylar da rüzgâr. Başınıza gelenleri baştan kabullenme vardır. Rüzgâra kapılan yaprak gibi çaresizsiniz. Aklınız başınıza gelene kadar hep bir "otorite"nin ve "dayatma"nın içindesiniz. Ne zaman ki, artık söz sahibi olur, belli noktalara gelir, yaşadıklarınızı o zaman fark eder ve kim olduğunuzu araştırırsınız. Kendinizi ancak, yıllar sonra tanırsınız. Aynaya bakar ve sorarsınız: “Bütün bunlar niye?”

Sebepler çok. Temelinde yatan problem ise, ebeveynlerin çaresizliği!

Kiminin, annesi ölmüş, babası bakacak durumda değil. Yahut, baba ölmüş, anne bakacak durumda değil... Kucağına bebeğini aldığı gibi yuvaya bırakmış.

İlginç örnekler verebilirim:
"Asker" lâkaplı bir arkadaşımın hem annesi, hem de babası ölmüştü. Köylerinde arazi zengini oldukları hâlde, amcaları toprakları yağma Hasan'ın böreği gibi aralarında paylaşmış, ortada kalan çocuğu da yurda verip kendilerince çözüm yolu bulmuşlar. Bir daha ne arayan olmuş, ne de soran!

İkinci bir örnek:
Yine arazi anlaşmazlığı yüzünden, yeni doğan bir çocuk ortadan kaldırılmak istenmiş. Bir buçuk aylık çocuk jandarmaya yapılan ihbar sonucu, son anda fırından çıkarılmış. Yurda teslim edildikten sonra, çocuğa isim babalığı yapmak, yurt müdürüne düşmüş. Mustafa şimdi evli ve iki çocuk sahibi. Anadolu'da bir ilde hükümet konağında temizlikçi olarak çalışıyor.

Son bir örnek:
Baba ölmüş. Genç anneye talip çok. Ancak ortada çocuklar var. Dört kardeş bir yurda verilip bir daha hiç, ama, hiç aranmamış. Ama el ele veren kardeşler, dayanışma örneği sergileyip, yurttan çıktıktan sonra annelerini bularak, özlem gidermişler.

Örnekleri çoğaltabiliriz. Ancak görülüyor ki, ebeveynler yâ menfaatlerinden, yahut kendince bir çözüm olarak gördüklerinden dolayı çocuklarını yurtları bırakıyorlar. Gerçekten ihtiyaçları olduğu için değil. Bunu altını çizerek ifade ediyorum.

Burada "toplumsal çelişki"lere de dikkat çekmek istiyorum.
Kimsesi olmayan çocuklar hem kurum içinde horlanır, hem de çevrede.
Daha ilkokula giderken bu "ayrımcılık" kendini gösterir. Okulda bulunan öğrenciler, peşin hükümle yaklaşırlar. Ortaokul ve lisede de benzer durumlar söz konusu. Okumayıp iş hayatına "çırak" olarak atılanlar ise "istismar" tuzağının göbeğine düşerler. Her türlü istismardan söz ediyorum. Düzenli maaş verilmez. Diğer çalışanlardan farklı "sömürülür." Sanki onun geleceği yok gibi, ha bire horlanır.

Hal böyle olunca, her an suça yönelmeye hazır hem kendine, hem de topluma zarar veren birer suç makinesi oluşur.

Bir yandan toplumda "yetim" ve "öksüz"lere karşı "acımak" duygusu kendini gösterirken, öte yanda bu çocukları "istismar" veya "dışlama" mekanizması devreye girer. Bu da pek yaman bir çelişkidir.
Yetiştirme Yurtları, 0-18 yaş grubunda olan ve korunmaya muhtaç çocukların kalmakta olduğu bir barınak olarak görülmemeli. İyi bir eğitimle mükemmel bir verim alınabilen kurumlara dönüşebilir.

Nasıl mı?

Öncelikle, kanunda geçen tanıma bir bakalım. Özet olarak, "Korunmaya Muhtaç Çocuk anne ve/veya babasız veya ihmal ve istismar edilen çocuk" olarak tanımlanmaktadır. İşlevsel olarak ise bu çocuklar ev ve aileden yoksun, akraba ve ev ilişkilerine yabancı çocuklar olarak karşımıza çıkmakta.
Kurum bakımına alınarak Çocuk Yuvalarına ve Yetiştirme Yurtlarına yerleştirilen çocuklar, kuruluşlarda kaldıkları süre içerisinde bakım sisteminin etkisiyle farklı bir kişilik oluştururlar. Sadece günde 3 öğün yemek yer, belli saatlerde yatar, belli saatlerde kalkar, 10-20 kişilik odalarda yatarlar. Ebeveyn temasından yoksundurlar, özgüvenleri gelişmez, karamsar, hırçın ve saldırgan olurlar. Mala ve kendine zarar veren kişiliğe sahip olabilirler, okul takipleri düzenli yapılamaz, beslenme alışkanlığı, tuvalet eğitimi, giyinme-soyunma, yıkanma-temizlik gibi temel davranışları ve alışkanlıkları kendi kendilerine öğrenirler. Kuruluşlarda bu tür konularla ilgili standart bir eğitim plânı yoktur.

Kuşkusuz, son yıllarda Çocuk Esirgeme Kurumlarında farklı ve yeni modeller uygulamaya geçildi. Hizmet binaları küçültüldü. Ev tipine dönüştürüldü. Çocukların ekonomik destekle aile ve akrabalarının yanında bakımlarının sağlanması gibi bir takım tedbirler düşünüldü. Kısmen de uygulanıyor.

Sadece bilimsel olarak çocuğun kimliği ve kişiliği hakkında bir takım aktiviteleri yerine getirmek, temel ihtiyaçlarını karşılamak, bugün bile "problemleri" halletmiyor.

Sadece hizmet uzmanı, psikolog, çocuk gelişim uzmanı istihdam etmek de "problem"i halletmiyor. Kuruluşlarda çalıştırılacak memur, bakıcı, hizmetli gibi personelin titizlikle seçilmesi de.

Asıl temel mesele, çocuğun inanç sistemini geliştirmek ve donatmak. Gidin bakın... Yetiştirme Yurtlarında doğru düzgün mescit bulamazsınız.

Yurtta kaldığım dönemlerde yaşça büyüğümüz bize namaz kılmasını öğretmişti. O gün anladım ki, bizim asıl problemimiz manevî açlıktı. Bunun giderilmesi, ruhların doyurulması gerekiyordu.

Namaza düzenli olarak başladıktan sonra, sayıca çoğalmıştık. Birlikte namaz kılacağımız "mescit"e ihtiyaç hâsıl olunca, önce grup öğretmenlerimize durumu bildirdik. Tepki gösterdi. Hatta, yurt müdürüne "mescit" ihtiyacımız bir "sorun" gibi aktarıldı. Bir de 12 Eylül darbesi gibi hassas bir dönemden geçiyorduk.

Hâl böyle olunca, dostlarım birer birer namazı bıraktı. Korktular. Ama yalnız başıma yatakhane köşelerinde kılmaya devam ettim. Başıma gelmeyen kalmadı.

Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/showthread.php?p=9639
İşte bu olaydan sonra anladım ki, Yetiştirme Yurtlarında en temel ihtiyaç olan "inanç" faktörü ihmal ediliyor, hattâ resmen set çekiliyordu.

Çocuk Esirgeme Kurumu'nun çocukların her türlü ihtiyacını gözetirken, bir din adamının olmaması bana göre büyük bir eksiklik. Manevî alanlar boş bırakılmamalı. Din ihtiyacı muhakkak karşılanmalı.

Zaten, çocuk anne ve baba sevgisinden mahrum. Bu mahrumiyeti ancak "Allah ve Peygamber" sevgisi doldurabilir. İçindeki fırtınayı bu şekilde dindirilebilir.

Dilerseniz, konumuzu Peygamberimizin (a.s.m.) billur sözleriyle kapatalım:

"Müslüman toplumun evlerinin en hayırlısı, kendisine iyilik edilen bir yetimin bulunduğu evdir. En şerlisi ise, yetimin kötülüğe uğradığı evdir." (İbn-i Mace)

"Müslümanlar arasında bir yetimi alıp, yedirip içiren kimse affedilmeyecek bir günah işlememişse, elbette Allah onu Cennete sokacaktır." (Tirmizi)

Ve bir dua:
"Allah'ım, ben şu iki zayıfın hakkının zayi edilmesinden insanları sakındırır ve men ederim: Kadınlar ve yetimler." (İbn-i Mace)