“Böylesi görülmedi. Tarih böyle bir baskıya şahit olmadı. Ebu cehil bile bu kadar baskıcı değildi” deniyor ve ümitler baltalanıyor. Kara tablolarla yürekler karartılmaya çalışılıyor. Basın yayın organlarına bakarsanız kafirler, her şeye hakimler. Yaşantıya bakarsanız hiçbir şey olmadıklarını görürüz.
İki yüz devletin siyasilerinin gözünü korkuttuğu Amerika, kendisi bir avuç Müslümanla başa çıkamıyor.
Halbuki Kur’an-ı Kerim’i okuduğumuzda Hz. İbrahim gibi yanık yürekli, yumuşak huylu bir peygamberi bile cümle alemin gözleri önünde ateşe atan Nemrut’un bu dünyadan gelip geçtiğini ve kendisinin Cehennem ateşine atıldığına inanırız..
Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/showthread.php?p=32642
Aleni sex partilerinin düzenlendiği Mısır’da iffetini koruduğu ve zina etmediği için hapse atılan Yusuf aleyhisselamı okuruz Kur’an’dan.
Beni İsrail’in yeni doğan erkek çocuklarını öldüren Firavundan bahseder bizim kitabımız.
Öldüren Firavunun kendisi yok olup gitmiş, Musa aleyhisselamın adı dillerimizi tatlandırıyor ve adını anmak bize sevap kazandırıyor.
Firavunun yaptığını yapan İsrail’in de sonu gelir ve Filistinli Müslümanlar binlerce yıl sonra da Kudüs’te Mescid-i Aksa’da ibadete devam eder.
Sevgili peygamberimize iman edenleri işkence ederek öldüren, Efendimiz Haramı şerifte namaz kılarken secdeye vardığında boynuna yeni kesilmiş devenin işkembesini atan insanları haber verir Siret kitapları.
1940’lı yılları yaşayan insanlara sorun nelerin yapıldığını.
Hiç merak etmeyin. Nemrut gider Hz. İbrahim’in dini devam eder.
Firavun gider Hz. Musa kalır. Ebucehil helak olur Hz. Muhammed’in getirdiği din devam eder. 1940’lı yılların din düşmanları yok olup gittiler ama halkın % 98’i Müslüman olarak yoluna devam ediyor.
Mekke’de Müslümanlar en zor günlerini yaşarlar. Şi’bi Ebi Talib’de mahsur kalırlar. Müşrikler onlara ekonomik ambargo uygular. Daralan Müslümanlar bu işin sonunun nereye varacağını bilemezler ve sevgili peygamberimize sorarlar. İşte böyle bir ortamda “Ahkaf” süresi nazil olur.
Sürede bu Kitabın her şeye gücü yeten, hükmeden ve hükmünde hikmet sahibi olan Allah tarafından indirildiği vurgulanır. Göklerde ve yerde yaratılan her şeyin boşuna olmadığı açıklanır. Allah’a ortak koşulmaması istenir ve dokuzuncu ayette “Bana ve size ne yapılacağını ben de bilmiyorum de” diye peygamber efendimize ta’limat verilir.
Peki, ama işin sonunun nereye varacağını bilmemek, bilmediğin bir yolda karanlıkta adım atmaya benzer. İnsanlar küçük bir şirket kurarlarken bile ne yapacaklarını, nasıl yapacaklarını, muhtemel engelleri nasıl aşacaklarını, kaç sene sonra nereye varacaklarını hesap ederler veya uzmanlarına ettirirler. Böyle önemli bir konuda “Ben de bilmiyorum” demek doğru mu? Denebilir.
Bu din, Allah’ın dini. Dil bize ait. Dinde hata olmaz, dilde hata olur. Bizim dilimizde, anlatımımızda ve yazımızda hata olur. Ama bu dini ayakta tutan Kur’an ve sahih sünnettir. Kur’an’ı değiştirmeye de kimsenin gücü yetmeyeceğine göre endişeye gerek yok.
Kıyamete kadar devam edecek. Birileri C.I.A. veya MOSSAD ajanlarının son günlerde verdikleri akıllar karşısında heveslenip de hedefe yaklaştık diye boşuna sevinmesin. Sevinci kursağında kalır ve ahirette kursağındaki kendisinin ateşi olur.
Başarılı olurlar mı?
Ataları bunlardan daha samimi ve cesurdu. Aslan yürekli Rişar (Richard 1157-1199) başarılı olamamış da bunlar mı başarılı olacaklar.
Biz, filan şöyle söylemiş, filan bizim aleyhimizde şunları yapmış diyerek korku çoğaltmak yerine Rabbimize kulak verelim: “Söyle onlara (dünyada ve ahirette bana ve size ne olacağını bilmem. Ancak ben bana vahy olunana uyarım” İşte çıkış yolunu gösteren cümle “Ben bana vahyolunana uyarım”
Mahmut Toptaş