İNSAN HAKLARI


KONU : İnsan Haklarının Korunmaması Durumunda Hangi Sorunlar Ortaya Çıkar
İnsanlar toplum halinde yaşamaya başladıktan sonra toplum içinde dirlik ve düzeni sağlayacak bir örgütlenmeye ihtiyaç duydular. Başlangıçta toplumun belirlediği şeflerce yönetilen insan topluluklarının giderek kalabalıklaşması ve işbölümü farklılaşmalar sonucu başlangıçtaki basit yönetim biçimi daha karmaşık bir hal aldı.
Devlet kavramının kaynağı başlangıçtaki yönetim örgütüdür. Başlangıçtaki ilkel çağlarda içgüdüleri ile hareket eden insan toplulukları vahşi hayvan sürülerinden pek farklı sayılmazdı. Bu sebeple aralarında güçlü olanlar yaşıyor zayıflar ise ölüme terk ediliyorlardı. Ayrıca sözü edilen ilkel insan toplulukları, kendi yaşamlarının daha rahat sürdürebilmek için kendileri dışındaki insan toplulukları ile savaşa giriyor, birbirlerini yok edinceye kadar savaşıyorlardı. Doğal olarak bu çağlarda insanların insan haklarından haberdar olduğu söylenemez.
İlkel insanların başlangıçtaki örgütlenmeleri ilk çağlarda daha gelişerek site devletlerine ve gidere imparatorluklara dönüştü. İlk çağlarda insanların bir kısmı için az da olsa insan haklarından söz etmek mümkündür. Zira bir site devletinde yaşayanlar; siteyi kuranlar, yabancılar ve kölelerden oluşuyordu. Siteyi yönetenler sitenin en ayrıcalıklı insanları idi. Ondan sonra sırası ile siteyi kuranlardan seçilen askerler ve sitenin kurucuları olan toprak sahibi yerliler geliyordu. Sitedeki yabancılar ise en az hak sahibi olan kimselerdi. Köleler ise savaşlarda esir alınmış olan başka site yurttaşları olup hiçbir hakka sahip olmayan ve sadece alınıp satılan eşya durumundaydı. Bu arada her gruptan insanlar kendi aralarında eşitti. Görüldüğü üzere ilk çağlarda insanlara gerektiği kadar değer verilmiyordu. Ve acımasız savaşlar sonunda esir edilen insanların insan olmaktan kaynaklanan doğal hakları bilinmiyordu ve bu nedenle çiğneniyordu.
İlk çağ devletlerini yıkılıp krallıkların kurulduğu Orta çağda da kölelik kısmen devam ettirilmişti. Ancak İlkçağdaki gibi belirleyici bir ağırlığı yoktu. Kölelik yerine derebeylerine körü körüne bağlı köylülük oluşmuştu. Köylüler de köleler gibi hemen hiçbir hakka sahip değildi. Daha doğrusu derebeylerinin izin verdiği kadar haklara sahiptiler. Ortaçağ devletleri kırsal alanlarda köylülerin, şehirlerde de küçük işletme sahiplerinin ve bu işletmelerde çalışan işçilerin emeğine ve tüccarların yarattığı sermayeye dayanmak suretiyle varlıklarını sürdürmeye çalışıyorlardı. Ancak ortaçağ devletlerinin egemenleri, sürekli olarak ezdikleri halkın üzerine yükledikleri yükü bazen hafifletebilmek amacıyla komşu ülkelere saldırıyor ve onları yağmalayarak da yaşamlarını sürdürüyordu. Tabi bu yağma savaşlarında kendi köylülerinden ve işçilerinden oluşturulan ordularla, diğer ülke ordusunu meydana getiren insanları yok ediyor bu arada ölen kendi köylü ve işçilerini de umursamıyorlardı. Bu savaşlarda esir aldıkları yoksulları öldürürlerken varlıklı olanları fidye mukabilinde serbest bırakmak üzere sağ bırakıyorlardı. Bu durum 17. yüzyıla kadar değişmeksizin devam etti. Diğer bir anlatımla orta çağda da insan hakları tanınmıyordu.
Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/vatandaslik-ve-insan-haklari-dersi/46622-insan-haklari.html#post95056
17. yüzyıl düşünürleri tarafından ortaya atılan doğal hukuk anlayışı, insanlar arasında eşitlik ve demokrasi fikirlerinin gelişmesine neden oldu. Zamanla Amerika’da kurulan ABD ve Fransa’da ortaya çıkan Büyük Fransız İhtilali, sözü edilen demokrasi fikirlerinin bütün dünyaya hızla yayılmasını sağladı. Doğal olarak demokrasi düşüncesinin kaynağı olan doğal hukuk anlayışı da yayılmaya başladı. Doğal Hukuk ilkelerine göre İnsanlar, salt insan olmaktan kaynaklanan bir takım haklara sahip olduklarını kavradılar ve zamanla bu haklarına sıkı bir şekilde sahip çıkmaya başladılar. Kısacası demokrasi düşüncesi geliştikçe insanlar sahip oldukları doğal hakların sınırlarını da genişletmeye başladılar. İnsanların bu çabaları sonunda ise demokrasi düşüncesi daha bir hızla gelişmeye başladı. Ve giderek Günümüzün demokrasi kavramına ulaşıldı. Günümüzde ise insanlar demokrasinin İnsan Hakları ile birlikte var olabileceğinin farkına vardılar. Diğer bir anlatımla Demokrasinin olmadığı yerde insan haklarından söz edilemeyeceği, insan haklarının bulunmadığı yerde de demokrasiden söz edilemeyeceğinin farkına vardılar.
Bu açıklamadan sonra, insan olarak doğmamız sonucunda kazandığımız ve insan onuruna yaraşır bir şekilde yaşayabilmemiz için mutlak bir şekilde gerekli bu hakların din, dil, cinsiyet ve ırk ayrımı olmaksızın tüm insanlar doğuştan sahip oldukları vazgeçilemez ve devredilemez haklar olduğunu söyleyebiliriz. Ve dolayısı ile insan onuru ve saygınlığın da devredilemez olduğu söylenebilir. İnsan haklarının diğer bir özelliği de dokunulamaz haklar olmalarıdır. Ancak, yukarıda da açıklandığı üzere insanların en temel haklarının çiğnendiği, Din farklılıkları, Irk ve dil ayrımı, cinsiyet farklılıkları insanların farklı muamelelere tabi tutuldukları görülmüştür. Sözü edildiği şekilde insan hakları çiğnenmesi olaylarının giderek azalmakla birlikte günümüzde de sürdüğünü de görüyoruz.
İnsan haklarının korunmaması durumunda hangi sorunlar ortaya çıkar şeklindeki Ödev sorusunun açıklamasına gelince, yukarıdaki açıklamalar daha başka söz söylenmesini gerektirmeyecek bir şekilde açık olduğunu söyleyebiliriz. Yine de tekrarlamakta fayda vardır. Bu sebeple, insan haklarının korunamaması durumunda ortaya çıkan en önemli sorun demokrasinin yaralanmasıdır. Başka bir anlatımla Yasalar önünde eşitlik, adil yargılanma, düşünce özgürlüğü, din ve vicdan özgürlüğü, bilimsel düşünce, seçme seçilme özgürlüğü ve laiklik düşüncesi yaralanır. Savaşlar ortaya ç›kar. Ülkeleri tiranlar (zorbalar) yönetmeye başlar. Kısacası insancıl olan her şey yok olur. Bu sebeple demokrasi ve insan haklarının korunması konusunda hepimiz görevli sayılırız. Ve görevimiz hiç yüksünmeden yürütmeliyiz.