Sakız ve Midilli adaları civarında ufak bir Osmanlı filosunu yenilgiye uğratmak bile onun için bir zafer anlamına gelmişti (1456). Hemen bir zafer madalyası döktürdü kendisine. Üzerine şu gurur kokan sözü kazıtmıştı: “Ben dinin düşmanlarının imhası için seçilmiş biriyim.”
Avrupa’dan güçlü bir Haçlı seferi çıkartamayacağını anlayınca bir Müslüman müttefik aradı kendisine ve en uygun adres olarak Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan’ı buldu. Olsa olsa Fatih’i içeriden o durdurabilirdi. Mektuplaştılar. Ne var ki Fatih’i cehenneme göndermeye ömrü vefa etmedi bu Papa’nın da.
Sıradaki.
Şimdi artık o ünlü II. Pius, nam-ı diğer Aeneas Sylvius Piccolomini vardır sahnede. Hem bu Papa, bir hümanist idi, yani Yunan ve Latin klasikleri uzmanı. (Hümanistin o zamanki manası buydu.) 1458’de tahta çıkan yeni Papa’ya Fatih, Mora fütuhatıyla hoş geldin demeyi tercih etmişti. İki ay sonra Mantua şehrinde bir toplantı düzenlemeye karar verdi Papa. Artık bu Türk de çok oluyordu canım.
1459’un Ocak’ında Papa’nın canını sıkacak olaylar zinciri başlamıştı. Canla başla hazırlandığı toplantı, tam bir fiyaskoyla neticelenmiş, tek bir kral veya prens dahi teşrif buyurmamıştı toplantısını. Kalbur altı memurlardı katılanlar. Onlardan da ne köy olurdu, ne kasaba. Yeniden kaleme sarıldı ve bu defa daha ciddi bir tonda yazdı mektubunu. Durumun aciliyetini vurguluyordu. 26 Eylül’de nihayet toparlanabildi kağnılar. Doğu Hıristiyanlarına gösterilen ilgisizlikten yakındı onlara. Burada Trabzonlu Bessarion adlı değerli bir din adamı, Papa’ya cevap yetiştirdi. İddialarını cevaplandırdı teker teker. Tam bu sırada İmparator III. Frederik’in kendisini Macaristan Kralı ilan ettiği haberi bir bomba gibi düştü toplantı masasına. Yeni yeni toparlanan Orta Avrupa Katolik çekirdeği, bir kere daha yara almıştı.
19 Aralık’ta zor bela bir anlaşma metni çıktı ortaya. Buna göre, 30 bin asker, 10 bin at ve bir filo hazırlanacaktı. Ruhbanlardan öşür, yani onda bir vergi tarh edilecek, din adamı olmayanlardan otuzda bir, Musevilerin ise gelirlerinin 20’de biri toplanacaktı.
19 Ocak 1460’da resmi bir ilan çıkarıldı. Tam her şey hazır denilirken İsidoros’un İstanbul Patrikliğine seçildiği haberi geldi. Böylece önemli bir kozlarını kaybediyordu Haçlı hayalcileri. Fetihten kaçan bu değerli Rus kardinali de Fatih’le çalışmaya gidiyordu!
Papa, kral ve prenslere yolladığı elçilerin dönmesini bekleyedursun, Fatih’in beklemeye hiç niyeti yoktu. Roma’ya ulaşan haberlere göre Osmanlılar Midilli’yi fethetmişlerdi. II. Pius giderek umutsuzlaşıyordu. Fatih’in, çağın yükselen yıldızı olduğunu anlamış mıydı bilinmez. Ama etrafından umudunu kestiği açıktı. Bu sefer Fatih’e karşı alttan almaya karar verdi. Hani bazı insanlar yumuşak muameleden anlar ya, belki de bu delikanlıya hitap şekilleri yanlıştı. En iyisi, ona sıkı bir mektup yazmaktı.
http://image.haber7.com//haber/46973.jpg1461 yılına gelmiştik ve edebiyatçı Papa II. Pius, sonradan Montaigne’in bile diline düşecek olan mektubunu itinayla kaleme alıyordu.
İkna yeteneğine fazlasıyla güveniyordu.
Mektubunda Fatih’e, Hıristiyan olduğu takdirde kendisini destekleyecekleri ve bu sayede Cihana hükmedebileceği yazılıydı.
Papa Pius II Enea Silvio Piccolomini
Görünüşe göre burada bir taşla iki kuş vurmak niyetindeydi Papa. İlk kuş, ikna etmekte zorlandığı Katolik prensler ve krallardı. Mektupla onlara gözdağı vermek istiyordu. Ancak öbür taraftan da Fatih’i İtalya seferinden vazgeçireceğini umuyordu.
Mektup uzundu ve Rönesans üslubunda, yani biraz dolambaçlı ve ağdalı bir üslupla yazılmıştı. Kaynaklar Fatih’in bu mektuba cevap vermediğini yazıyor. İlahi kaynaklar! Bu mektup, mahçup kız mektupları gibi hiç gönderilmemişti ki! Papa onu yazmış ve bir matbaada çoğalttırmış ve gerekli yerlere(!) dağıttırmıştı. Fatih’in eline ulaşmasından daha önemli bir propaganda boyutu olduğu aşikârdı basılmasının. Mektup, Avrupa için yazılmıştı.
Ne içeride, ne de dışarıda edebî bir metinden öte yankı bırakmayan bu sağ üst köşesine posta pulu yapışmamış mektubun sessizliğini, Papa’nın 23 Eylül 1463’de kardinallerine çektiği fırça bozacaktı. Bu Katoliklere de ne olmuştu böyle? Ölü toprağı mı serpilmişti üstlerine? Davranın tembel ruhlar! İleri!
Papa bir an bu işte bir taktik hatası yaptığını düşündü. Hep “İleri!” diyordu ama kimseye adım attırmak kabil olmuyordu. Halbuki doğru tavrın “Ardımdan gelin!” olması gerekmiyor muydu? Kendisi başa geçmeliydi. Bir ay sonra Katolik prenslere yeni duyurular gönderdi ve Haçlı seferine çağırdı onları.
Nihayet 18 Haziran 1464’de II. Pius, St. Piyer Kilisesi’ndeki haçı eline alarak Ancona’ya gitmek üzere yola çıktı partisiyle. Yalnız kendisini pek iyi hissetmiyordu. Yolculuk müşkilatlıydı gerçi. Ama asıl müşkilat ve sürprizler daha yeni başlıyordu.
Papa’nın çağrısına Fransa, İspanya, Almanya ve Hollanda’dan gelen garibanlar kulak vermiş ve limanlarda toplanmıştı. Ancak ne paraları pulları vardı, ne de silahları. Kuru kuruya gönüllü olmak bir işe yaramıyordu ki.
Üstelik toplandıkları şehirlerin ahalisine yük oluyor, aralarında sık sık kavga dövüş çıkıyordu. Buluşma yerleri olan Ancona’ya tam bir kaos hakimdi. Bu lafta muharipler şehrin kaynaklarını hızla tüketmişlerdi. Çeşitli milliyetlerden savaşçılar arasında kavga eksik olmuyordu. Hastalık derseniz gırla gidiyordu. Hatta yer yer salgına dönüşmüştü. Dirlik düzenlikten sorumlu Girit başpiskoposu, fakir fukaranın evlerine dönmesini istiyordu.
19 Haziran’da Papa II. Pius, Ancona’ya varmıştı. Bu sırada şehir tam bir kaosa teslimdi. Profesyonel askerleri fukara taifesi arasından ara ki bulasın. Bu yüzden Papa’nın Müslümanlar üzerine yürüme çağrısına masumlardan başka cevap veren olmadı. Venedik, Osmanlı Devleti’yle arasını bozmak istemediği için tek bir gemi bile göndermemişti Papa kuvvetlerine. Papa’nın zaten bozuk olan sağlığı bu manzara karşısında berbat bir hal almış, ateşi fırlamıştı.
14 Ağustos’ta bir kardinali yanına çağırdı ve ona, bu kutsal girişimi devam ettirmesini vasiyet etti. Birkaç dakika sonra da hayata gözlerini kapadı. Venedik filosunun kıyıya yanaştığı haberleri geldiğinde o çoktan ruhunu teslim etmişti. Askerleri evlerine, gemileri Venedik’e, hazinesi ise saklanmak üzere Macaristan Kralı’na yollandı.
http://image.haber7.com//haber/46979.jpgFatih’le mücadelede bir Papa daha pes etmişti. Ondan sonraki
Papa olan
II. Paul (
II. Jean Paul ile karıştırmayalım lütfen!) bir Venedikliydi, dolayısıyla Fatih’le aşık atılamayacağını, dahası memleketi olan Venedik’in Fatih’le iyi geçinmesinin menfaati icabı olduğunu gayet iyi biliyordu.
Bu yüzden onun döneminde fazla bir çizik görülmez aynamızda.