Onun için Kur'an ehli olmak istiyorsa bir insan, yâni "Ben kur'an-ı seviyorum,
Allah'ın kelâmına uyacağım, hayatımı ona göre sürdüreceğim!" diyorsa, mutlaka
Peygamber Efendimizin sünnet-i seniyyesine sarılması lâzım! Ve bunun dışında kendisi
eğer başka zihniyetler ortaya koyuyorsa, o sünnetten ayrı fikirler koyma gibi
şeylere bid'at deniyor. "Her bid'at dalâlettir ve dalâleti çıkartan kimse
cehennemliktir." diye Peygamber Efendimiz hadis-i şerifte buyuruyor. "Bid'at ehli
cehennemin köpekleridir." diye de bir şiddetli hadis-i şerif var.
Demek ki müslümanın sünnete sarılmaktan başka kurtuluş yolu yok! Bir tek yol var,
tek doğru yol varp o da Peygamber Efendimizin sünnetine sarılmak!..
Hakikaten sevgili izleyiciler ve dinleyiciler, Peygamber Efendimizin sünnetini
hadis-i şerif kitaplarında gördüğünüz zaman, okuduğunuz zaman, izlediğiniz zaman,
öğrendiğiniz zaman, hayatın teferruatlarını bize Peygamber Efendimiz'in ne kadar
güzel öğrettiğini görüyoruz.
Peygamber Efendimiz'in sünnetine sarılan müslüman, Pakistan'da da olsa, Hindistan'da
da olsa, Malezya'da da olsa, Avrupa'da, Amerika'da da olsa, dünyanın neresinde
olursa olsun iyi müslüman oluyor. Sünnet-i seniyyeden uzaklaştıkça, bid'atlara
bulaştıkça, başka zihniyetlere, başka akımlara, başka yollara ayağı kaydıkça, adım
adım insanlar kötüleşiyor, gaddarlaşıyor, zalimleşiyor, insafsızlaşıyor. Haram helâl
ayırmaz oluyor. Başkalarının göz yaşından kalbi yumuşamaz oluyor. Sırf kendisini
düşünen insan oluyor. Her türlü kötülük ondan çıkıyor.
Ve her türlü sıkıntının karşısında nasıl davranmamız gerektiğini de, Peygamber
Efendimiz hadis-i şeriflerinde bize öğretmiş. Çünkü evveli ve ahiri bilen Cenâb-ı
Hak Teàlâ Hazretleri, ona istikbale ait bilgileri de vermiş. "Ahir zamanda şunlar
olacak, şunlar olacak, şu olaylar zuhur edecek..." diye birçok hadis-i şeriflerde,
sahih hadislerde bize bunları bildirdiğini de hatırlarsınız.
Burada da dikkat edilirse, ümmetin fesada uğrayacağını da ifade etmiş oluyor
Peygamber Efendimiz. Halbuki bazı hadis-i şeriflerde de sahabe-i kiramı teşvik
ediyordu, teselli ediyordu:
"--Üzülmeyin! Bir zaman gelecek, siz kisraların saraylarına, Kayserlerin saraylarına
yâni Bizansa, Sâsâni imparatorluğu'na hakim olacaksınız." diyordu.
Ve oldu. Ve hatta bu bayrak, bu İslâm denizleri aşacak, okyanusların ötesinde
dalgalanacak diye bildirmişti. Oldu, Endülüs'e geçti, Avrupa'ya geçti. Malta adası,
Sicilya adası, İtalya'nın bir kısmı, İsviçre'nin bir kısmına kadar, Fransa'nın
yarısına kadar Avrupa İslâm'la tanıştı. Arapların fütûhatı devrinde mücahidler
oralara kadar gittiler. Endülüs'te bir İslâm devleti kuruldu. Hâlâ kalıntılarını,
saraylarını, medenî eserlerini ziyaretçiler hayranlıkla izliyorlar.
İslâm her tarafa yayıldı. Onu da söylüyor Peygamber Efendimiz ama, ondan sonra bir
bozulma olacağını da söylüyor. Bu da Peygamber Efendimiz'in hak peygamber olduğunun
nişânesidir. "Ümmetim ahir zamanda bozulacak!' diye biliyor. Ümmet bozulacak.
Hakikaten çevremize bakacak olursak; müslümanım diyen milletlerin çoğunu gezdim,
Sudan'a gittim, Libya'ya gittim, Bosna'ya gittim, Orta Asya ülkelerine gittim,
Pakistan'a gittim, bir çok ülkeleri dolaştım... Türkiye'yi biliyorum, tabii sizler
de biliyorsunuz. Kur'an-ı Kerim'i biliyoruz, Peyfgamber Efendimiz'in hadis-i
şeriflerini biliyoruz, fıkıh kitaplarını biliyoruz... Nerede tarif edilen müslüman,
nerede karşımızda olan, hal-i hazırda yaşayan insanlar?..
Çok iyi insanlar var her ülkede, kesinlikle çok temiz insanlar var. Onlar nereden
Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/islami-bilgiler/38071-ummetin-bozuldugu-zaman-post82855.html
temizlik almışlar, temiz olarak yaşıyorlar?.. Çok da bozulmuş insanlar var. Bir
müslüman ülke diyorsunuz, bakıyorsunuz, hiç gayrimüslim bir ülkeden farkı
kalmamış!.. Sokakta baktığımız zaman... Tabii ararsanız, iyi insanların bulunduğu
yerlerde, iyi insanları görebiliyorsunuz.
İşte o umumî bozulmadır, ümmetin fesadıdır. Çünkü umumî olarak iyiydi bir zamanlar.
İslâm hayatın her yerine damgasını vurmuştu. Her şey güzeldi, ahlâk güzeldi. Şimdi
ahlaksızlık tabî karşılanıyor ve çok büyük ahlâksızlıklar gözler önünde
işlenebiliyor. "İşte o zamanda..." diyor Peygamber Efendimiz, o zamanı, o ilerideki
zamanı söyleyerek sünnete sarılmanın önemini anlatıyor. "Benim sünnetime sarılan
kimseye şehid sevabı vardır." buyuruyor.
Onun için muhterem kardeşlerim, nerede olursak olalım, toplumumuz ne durumda olursa
olsun; istersek Amerika'da veya Avustralya'da veya Avrupa'da olalım, nerede olursak
olalım, cevremiz nasıl yaşarsa yaşasın, biz Peygamber SAS Efendimiz'in sünnetine
sarılmalıyız!.. Bunun çaresi nedir?.. Sahih bir hadis kitabını, yâni herkesin
baştacı ettiği, öpüp başına koyduğu bir hadis kitabını almak, okumak; okuduğunu da
uygulamaktır. Yâni bunun tek başına yapılabilecek, en güzel kullanma şekli budur.
Daha güzel şekli: İslâm'ı güzel bilen ve güzel yaşayan insanlarla bir araya gelip,
bir İslâmî toplum oluşturmaktır. O zaman çok daha rahat olur. Hanımlar, çocuklar
rahat ederler; büyükler rahat ederler. Çünkü beraberlikten çeşitli faydalar,
feyizler, bereketler hâsıl olur.
c. O zaman Sen Kendine Bak!
Üçüncü hadis-i şerif, Ebû Ümeyye eş-Şa'bânî (Rh.A)'den rivayet edilmiş, diyor ki:
(Seeltü ebâ sa'lebetel-huşeniyye) "Ebû Sa'lebe el-Huşenî'ye ben sordum..." diyor
ismini saydığım bu şahıs: (Yâ ebâ sa'lebeh, keyfe teklü fî hâzihil-âyeh: Aleyküm
enfüseküm) Kur'an-ı Kerim'de bir ayet-i kerimenin parçası:
(Aleyküm enfüseküm lâ yedurruküm men dalle izehtedeytüm) "Siz kendi nefsinize dikkat
edin, kendinize bakın! Siz hidayet üzere olursanız, sapık olan insanlar size zarar
veremezler." buyruluyor. Bu ayet-i kerimeyi soruyor Ebû Sa'lebe'ye, Ebû Ümeyye
isimli şahıs: "Bu ayet-i kerimeyi nasıl izah edersin? Ne demek bu?" diye soruyor.
O da cevap vermiş ki: (Kemâ vallàhi lekad seelte anhâ habîran) "Allah'a yemin olsun
ki sen bu soruyu bu konuyu bilen bir kimseye sormuş bulundun." demiş.
Demek ki, kendisi bunu biliyormuş. Nerden biliyormuş, anlatıyor:
(Seeltü anhâ Rasûlullah SAS) "Ben de bunu Peygamber Efendimiz'e, 'Bu (aleyküm
enfüseküm) ne demek?' diye sormuştum. O cevabını vermişti. Sen de bana sordun. Bu
konuyu bilen bir kimseye sormuş oldun vallàhi." diye böyle bir kuvvetli uslûbla
anlatmış.
Peygamber Efendimiz'in şöyle buyurduğunu naklediyor bu sahabi, Ebû Sa'lebe el-Huşenî:
(İ'temirû bil-ma'rûfi ventehû anil-münkeri hattâ izâ raeyte: Şuhhan mutàan, ve heven
müttebean, ve dünya mü'sereten, ve i'câbe külli zî re'yin bire'yihî; ve aleyke
binefsike veda' ankel-avâm. Feinne min verâiküm eyyâmen essiabiru fîhinne
mislül-kàbıdı alel-cemri, lil-àmili fîhinne mislü ecri hamsîne racülen ya'melûne
misle amelihî.)
Peygamber Efendimiz'in sözü burada bitiyor. Peygamber Efendimiz'in bu sözlerini
İbn-i Mâce ve Tirmizî rivayet etmişler, hadis-i hasen demişler. Ebû Dâvud da --o da
büyük bir hadis alimi-- biraz daha bir ilâve ile açıklama yapmış:
(Kîle: Yâ Rasûlallah! Ecrü hamsîne racülen minnâ ev minhüm) "Yâ Rasûlallah bizden
elli adam mı, onlardan mı?"
(Kàle: Bel ecru hamsîne minküm) buyurmuş.
Şimdi bu hadis-i şerifi açıklayalım. Ana çerçeveyi böyle başı sonu belli olsun diye
söyledikten sonra açıklamaya geçelim:
Peygamber Efendimiz ne buyurmuş?
(İ'temirû bil-ma'rûf) "Aklın ve şeriatin güzel ve doğru bulduğu, ma'ruf denilen
işleri emredin, emr-i ma'ruf yapın! (Ventehû anil-münker) Aklın ve şeriatin çirkin,
kötü olarak değerlendirdiği çirkin olan, kötü olan şeyleri nehyedin, yaptırtmayın!"

Yâni ölçeğe göre çirkin ve kötü? Akla göre kötü, dinimize göre kötü olan. Çünkü
bizim dinimize göre kötü olan, bir gayr-i müslimin ülkesinde tabii karşılanabilir
ama bizde kötü. Yâni bir kâfire göre tabii karşılanabilir, ama mü'mine göre yanlış.
Onun için: "Akla ve İslâm'a göre güzel olan şeyi emredin, akla ve islâma aykırı olan
şeyi de engelleyin, 'Yapmayın!' diye yaptırtmayın. Emr-i ma'ruf, nehy-i münker
yapın." demek yâni.
(Hattâ izâ raeyte şuhhan mutâan) "Peşine takılıp gidilen bir cimriliği; (ve heven
müttebean) ve nefsin hevâsına uymayı, (ve dünya mü'sereten) ahiret bırakılıp da,
dünyanın tercih edilmesini görünceye kadar."
Şimdi burda hattâ edatı, şu oluncaya kadar demek. Yâni bunları görünceye kadar:
(Ve i'câbe külli zî re'yin bire'yihî) "Her akıl sahibinin, fikir sahibinin, oy ve
görüş sahibinin kendi oyunu beğendiği zamana kadar emr-i ma'ruf, nehy-i münker
yapın."