Tarihî itiraflar
“Ve zorladım da Danışma Meclisi’ni. Hatta bana ‘efendim bu anayasayı bir sene içerisinde hazırlayamayız’ falan dediler. Hazırlanacak, mazeret kabul etmiyorum, dedim.”

Türkiye’yi yeniden “kurmakla” görevli Kurucu Meclis’in birinci ayağı olan Danışma Meclisi, 12 Eylül 1980’den seçimlerin yapılıp Meclis’in yeniden toplandığı 1983 sonlarına kadar çıkarılan 800 kadar kanunu koruma altına alan geçici 15. maddeyi tartışıyordu.

Danışma Meclisi üyeleri Kamer Genç ve İmren Aykut, ortak bir önerge verdiler: “Görüşülmekte olan anayasa tasarısının geçici maddesine ikinci fıkra olarak aşağıdaki metnin eklenmesini arz ederiz.
Fıkra 2. – Ancak Bakanlar Kurulu üyelerinin görevlerini ihmal ve suiistimallerinden doğan mali ve cezai sorumlulukları bu hükmün dışındadır.”
Çünkü geçici madde, 12 Eylül düzeni boyunca görev yapan hükümetlere ve onların üyelerine de koruma getiriyordu. Aslında bu önerinin çarpıcı tarafı, daha sonra kürsüye gelip konuşma yapan Kamer Genç’in sözlerinde gizliydi. “Şimdi” diyecekti Kamer Genç, “Bu hükmü biz kabul ettiğimiz zaman, bir defa ilerideki halk oyuna sunulduktan sonra bu anayasa, yeni Türkiye Büyük Millet Meclisi kurulup da hükümet teşkil edilinceye kadar görev başında bulunan kişileri suiistimallere itme yönünde teşvik edebilir.”
Her şeyin konsey üyelerinin komuta kontrolü altında olduğu bir düzende bile göstermelik olarak görev başına getirilen sivil hükümetlerin yine de “suiistimal” yapacakları kuşkusunu dile getiriyor, şimdilerin “demokrasi mücahidi” Kamer Genç... “Aman Konsey üyelerini koruyalım; ama ara rejim döneminde bile olsalar, Bakanlar Kurulu üyelerine bu kadar geniş koruma zırhı getirmeyelim.” Ancak söz alan Anayasa Komisyonu Başkanı Prof. Orhan Aldıkaçtı, “Önergeye katılmıyoruz” deyince Kamer Genç ve İmren Aykut’un bu garip önergeleri sonuç doğurmuyor.
Yalnızca, bugünlerde hafızaların tazelenip, sivil politikacıların zaman zaman içine düştükleri zaafiyetleri yakından görmemizi sağlıyor.
Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/showthread.php?p=43175
Ancak aynı Danışma Meclisi’nin çatısı altında Konsey üyeleri için en ince koruma formülleri yürürlüğe konuluyordu. Kenan Evren zaten “Cumhurbaşkanı” seçileceği için en üstün düzeyde koruma altında olacaktı. Ya Milli Güvenlik Konseyi’nin diğer dört üyesi?.. Onlar için de hemen yeni bir formül bulundu. Buna göre Meclis’in toplanmasıyla beraber, bu dört kişi de “Cumhurbaşkanlığı Konseyi Üyesi” sıfatını kazanacak ve milletvekili dokunulmazlığına sahip olacaklardı.
‘Anayasa Allah’ın adıyla başlasın’
Danışma Meclisi’nde önemli bir tartışma da, anayasanın başlangıç bölümünün nasıl yazılacağı ile ilgili olarak çıktı. Çok sayıda üye, yeni anayasaya bir başlangıç metni yazmıştı, ve görüşülmesini istiyordu. Mehmet Pamak, anayasaya, “Allah huzurundaki sorumluluklarını müdrik olarak, tarih boyunca hür ve müstakil yaşamış bulunan Türk Milleti...” biçiminde bir başlangıç yapılmasını istedi. Danışma Meclisi tutanaklarına göre bu tartışma şöyle gelişti: Mehmet Pamak– Sadece başlangıcına bir tek cümlecik olarak ilave edilmesi uygun görülürse, “Allah’ın huzurundaki sorumluluklarını müdrik olarak” cümleciği eklenirse, komisyonumuz kabul ederse şey yaparız...
Hayri Seçkin– Yakışmaz bu Meclis’e.
Başkan(Sadi Irmak)– Sayın Seçkin müsaade ediniz.
Mehmet Pamak– Sayın Başkanım
Başkan (Sadi Irmak)– Sayın Pamak
Mehmet Pamak– Efendim müsaade ederseniz iddiamı bitireyim.
Başkan (Sadi Irmak)– Fikriniz anlaşıldı efendim, teşekkür ederim.
Mehmet Pamak– Efendim müsaade ederseniz bitirmek üzere sözlerimi söylüyorum. Federal Almanya Anayasası aynı şekildedir. İsviçre Anayasası da “Kadiri Mutlak Allah’ın adıyla” diye başlamaktadır.
Hayri Seçkin– Sen de oraya git.
Mehmet Pamak– Diğer bütün Batı ülkeleri ve laik devlet anayasalarında vardır. Lütfen dinlemesini öğrenin.
Başkan (Sadi Irmak)– Lütfen efendim, lütfen, evet, teşekkür ederim.
Mehmet Pamak– Bunun için böyle bir terslik yoktur. Komisyonumuzun ve yüce Meclis’imizin takdirine arz ediyorum. Saygılarımla.
Başkan (Sadi Irmak)– Teşekkür ederim. Komisyonun bir diyeceği var mı efendim?
Orhan Aldıkaçtı– Hayır efendim biz metnimize bağlıyız.
Başkan (Sadi Irmak)– Teşekkür ederim. Sayın Pamak’ın önergesinin dikkate alınmasını oyunuza sunuyorum.
Mehmet Pamak– Efendim geriye alıyorum. Zaten komisyon kabul ederse idi.
Başkan (Sadi Irmak)– Teşekkür ederim Sayın Pamak.

Siyaset tarihimizde, zaman zaman yapılan bu tür masum öneriler sebebiyle, “Sen İran’a git” çağrıları yapıldığını biliyorduk. Meğer “Sen Almanya’ya, İsviçre’ye git. Burası Türkiye” çağrıları da yapılmış. Toprakları üzerinde günde beş vakit ezan sesleri yükselen bir ülkenin anayasası yapılırken o anayasanın başlangıcında, “Allah” kelimesinin yer almasını önlemek için gösterilen mukavemete bakın...
Bir yılda bitirin talimatı
1946’dan itibaren Türkiye’nin demokrasi hikayesini “Demirkırat” ve “12 Mart”la belgeselleştiren Mehmet Ali Birand ve ekibi, 12 Eylül için, şimdilerin çok moda bir deyimini kullanıyor: “Türkiye’nin Miladı...”
Bu öylesine bir milattı ki, “1980–83 dönemi askerin en uzun iktidar yılları oldu. Bu yıllarda önceki deneylerin ışığında komutanlar yapısal/kalıcı bir dönüşümün gerekliliği ayrımına vardılar. Öyle bir sistem kurulmalıydı ki bir daha 12 Eylül öncesine dönülmesin. Bunu sağlamak için de başta anayasa olmak üzere demokrasinin üç sacayağıyla (yasama, yürütme, yargı) ilgili yepyeni uygulamalar ve kanunları yürürlüğe soktular. Bugün Türkiye büyük ölçüde 12 Eylül’de dikilen elbisenin/demokrasinin içinde yaşıyor...”
Yargıtay Başkanı Sami Selçuk, işte bu elbiseye itiraz ediyor, “Elbisenin her tarafı patladı...” diyor. 1982 Anayasası’nın nasıl bir ferman karakteri taşıdığını bir de Mehmet Ali Birand ve ekibinin penceresinden görelim: “12 Eylül yönetimi ülkede yaşanmış olan anarşinin kökeninde siyaseti ve 1961 Anayasası’nı görüyordu. O halde siyaseti siyasetçilere teslim etmenin, 1961 Anayasası’nı da değiştirmenin zamanı gelmişti. Komutanlar ‘huzur ve güven ortamı’ adını verdikleri bu dönemi kalıcılaştırmak istiyordu. 1961 Anayasası’na ilişkin en çarpıcı eleştiriyi Devlet Başkanı Kenan Evren dile getirdi:
Evren (Afyon konuşması, 29 Ağustos 1982): O anayasa bize bol geldi, içinde oynamaya başladık. Oynaya oynaya 12 Eylül’e geldik, dedim ve yine ilave ettim. Toplumun güvenliği, toplumun huzuru için kişi hak ve menfaatlerinden bazı fedakarlıklarda bulunmalıyız...
12 Eylül yönetimi Türkiye’de siyasal sistemi yeniden kuruyordu. Sistemin çatısı da tabii ki, yeni anayasa olacaktı. Danışma Meclisi’nde Orhan Aldıkaçtı başkanlığındaki bir komisyona yeni anayasa taslağını hazırlama görevi verildi. Evren bir yıl içinde yeni metnin çıkarılmasını istedi. Ancak asıl metni hazırlayanlar Konsey’in hemen yanında faaliyet gösteren özel bir ekipti. Evren: Ve zorladım da Meclis’i, Danışma Meclisi’ni. Hatta Danışma Meclisi ‘Efendim, bu anayasayı bir sene içerisinde hazırlayamayız’ falan dediler. ‘Hazırlanacak’ , dedim ben şeyi kabul etmiyorum, mazeret kabul etmiyorum, dedim.

Güvenlik Konseyi tam 838 kanun çıkardı
Milli Güvenlik Konseyi ve Danışma Meclisi 1981–83 yılları arasında tam 838 yasa hazırladı. Cumhuriyet tarihinin hiçbir döneminde bu kadar çok yasa çıkarılmamıştı... Anayasada yapılan ikinci önemli değişiklikle halka bol geldiği düşünülen özgürlükler kısıtlandı:
–Olağanüstü Hal Kanunu
–Devlet Güvenlik Mahkemeleri Kanunu
–Polis Kanunu
–Dernekler Kanunu
–Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu
–Danıştay Kanunu
–İdare Mahkemeleri Kanunu
–Toplu Sözleşme Kanunu
–Milli Eğitim Temel Kanunu değiştirildi.

1961 Anayasası’ndan kalan tüm hukuk düzenlemeleri sil baştan yapıldı. 1982 Anayasası siyaseti etkilere bırakıyordu. Siyaset yasağı toplumun en geniş kesimini kapsayacak şekilde hazırlanmıştı... Türkiye’yi yeniden biçimlendiren MGK, en önemli adımlarını anayasanın geçici maddeleriyle attı. Geçici maddeler, Danışma Meclisi’nden habersiz hazırlanmıştı. Buna göre;
–Evren Cumhurbaşkanlığı’na getiriliyor,–MGK üyeleriyse Cumhurbaşkanlığı Konseyi üyeleri haline geliyordu.
–En çarpıcısı, eski parti yöneticilerine 10 yıllık siyaset yapma yasağı getiriliyordu.

Evren, anayasa oylamasıyla cumhurbaşkanı seçilmeye başlangıçta itiraz etti. Halkın karşısına iki sandık konsun, anayasa ayrı, cumhurbaşkanlığı ayrı oylansın, dedi. Hatta karşısına başka adayların çıkarılmasını istedi. Aklındaki aday tanıdığı bir isimdi.
Evren: Dedim ki Nurettin Paşa’ya (Ersin); ‘Mesela. bir tanesi de sen ol’ dedim. ‘Aman efendim, estağfurullah’ falan dedi. ‘Yok’ dedim yaa... İstemeye istemeye peki dedim. Bu milleti, milleti şu badireden kurtarmak için bu işin içine atıldık. Peki, bittikten sonra, ‘biz gidiyoruz, hadi cumhurbaşkanı seçin, bizi de mahkemeye verin mi deseydik?’
Taslak belli olunca, yasaklar bir ölçüde kaldırıldı. Ancak kapatılan siyasi parti yöneticilerinin anayasa taslağını eleştirmesi yasaklandı. Ayrıca MGK’nın belirlediği ilgili kamu ve meslek kuruluşu dışındakilerin de, anayasayla ilgili görüş açıklaması yasaktı.
Sadece Evren konuştu
Ancak anayasayı övmek serbestti. Yeni anayasanın halka anlatılması amacıyla Evren, Türkiye’nin dört bir yanında konuşmalar yaptı. Evren: Haa, ben 23 ekimden, 6 kasıma kadar olan süre içerisinde dedik ki, dedim ki ben, ‘Sizi dinledik. Sizin söylediklerinize ben hiçbir cevap vermedim. Şimdi ben konuşacağım, siz dinleyeceksiniz’ dedim.
Evren, şehirden şehire koşuyor, anayasaya evet oyu istiyordu. O günlerde gazeteler sadece Evren’in sözlerini yayımladılar. Çünkü eleştirmek yasaktı. Sonunda 7 Kasım 1982’de anayasa halkın oyuna sunuldu. Oylamaya katılmak zorunluydu. Oylamanın şekli tartışmalara neden oldu. Zira oy pusulasının içine konan zarflar şeffaf hazırlanmıştı. Anayasaya hayır oyu maviydi ve zarfın içinde bile belli oluyordu. Oylamanın yapıldığı sandık başlarındaysa güvenlik güçleri nöbet tutuyordu. Mavi, korku ve çekinme duygusu uyandırıyordu. Sonuçta beklenen oldu. Anayasaya evet demek olan beyaz oylar ezici bir üstünlük sağladı.
Evren: Anayasa oylaması sonucu yüzde 91,5’tur. Biz yüzde 80–85 civarında bekliyorduk. Açık söyleyeyim, yani hiç yüzde 91,5 tahmin etmedik. Çünkü 27 Mayıs Anayasası biliyorsunuz yüzde 61’le falan kabul edildi.” (12 Eylül, Türkiye’nin Miladı, Mehmet Ali Birand, Hikmet Bila, Rıdvan Akar, Doğan Kitapçılık).
Şimdi Yargıtay Başkanı Sami Selçuk’un sorduğu soruyu bir de siz kendinize sorun: 1982 Anayasası bir “ferman anayasası” mı, değil mi? Türkiye’ye yıllar önce biçilen elbise her taraftan patlamaya başladı mı, başlamadı mı?..