Anayasanın çerçevesini de Evren çizdi
Evren bu sözlerinden sonra yeni anayasanın çerçevesini yine kendisi çizdi: “Kişi hak ve özgürlüklerini hudutsuz olarak genişletip koruyalım derken; devletin de bekâsı için birtakım hak ve yükümlülükleri olduğunu, kişi özgürlüğü uğruna devleti güçsüz, bir şey yapamaz duruma getirmeye de hakkımız olmadığını, devletin dernekler vasıtasıyla idare edilen zavallı bir kuruluş haline getirilemeyeceğini, devletin başı olan makamın bir protokol makamı görünümünde bırakılamayacağını, kararnameleri imza ile mükellef bir makam olamayacağını, devletin altı ay gibi bir süre cumhurbaşkansız bırakılamayacağını, Parlamento’nun aylar ve aylarca hiçbir yasama ve murakabe görevini yapamaz duruma getirilemeyeceğini, yargının yönetimi, yönetimin yargıyı köstekler durumda olamayacağını, ülkenin sokaklarında her gün gösteri ve miting yapılmak suretiyle vatandaşların iş ve güçlerine mani olunamayacağını, memleketimizde komünizme veya dinî esaslara dayalı parti kurulamayacağına göre, bazı gün ve bayramları istismar ederek, bu rejimlerde olduğu gibi gösteri ve mitingler düzenlenemeyeceğini, kısaca kişi hak ve özgürlüklerinin hudutsuz olamayacağını da hatırdan çıkarmamamız gerektiğini vurgulamak isterim.”
Meşruiyet arayışı
Evren, Atatürk’ün Adana Türkocağı’nda 1931 yılında verdiği nutku da bu tezine dayanak yapıyor. Atatürk o konuşmasında, “Ferdî hürriyet karşısında, fertlerin heyet–i umumiyesinin kurduğu ve dayandığı bir de devlet vardır. O devletin de iradesi ve hakimiyeti vardır. Devlet iradesi mefluç olursa, fertlerin hürriyetini muhafaza edecek hiçbir kuvvet ve vasıta kalamaz...” diyor.
Ancak, Atatürk o konuşmasında, devlet hakimiyetinin, “milletin refah ve saadet–i umumiyesine ve vatandaş hürriyetlerinin teminine masruf olması” gerektiğini belirtiyor.
Kenan Evren’in açış nutkundaki “çerçeve”ye rağmen yine de Danışma Meclisi önüne gelen anayasa metnini tartıştı. Çünkü, olağanüstü bir yönetim altında da olsa tıpkı milletvekilleri gibi dokunulmazlıkları vardı.


Zırh Aykut'tan

12 Eylül askerî yönetiminin yaptığı bütün icraatları yargı dışı bırakan ve koruma zırhına alan maddeyi 1982 Anayasası’na Danışma Meclisi Üyesi İmren Aykut koydurdu.

Danışma Meclisi, 19 Ağustos 1982 günü, saat 10.00’da toplandı. O güne kadar anayasanın başlangıç bölümü ile ilk 11 maddesi görüşülüp kabul edilmişti. O gün, temel hak ve hürriyetlerin nasıl sınırlanacağını gösteren 12. madde üzerindeki görüşmeler yapılıyordu.
Madde, genel sağlıktan millî güvenliğe kadar bir sürü sınırlama gerekçesi saymaktaydı ve şöyle demekteydi: “Temel hak ve hürriyetlerle ilgili sınırlamalar, demokratik toplum düzeninin gereklerine aykırı olamaz.”

Gün boyu bu madde üzerinde tartışmalar oldu. Hürriyetlere getirilen kısıtlamalar fazla değil miydi? Ne demekti, demokratik toplum düzeninin gerekleri?..
Dört tane karşı önerge verildi. Üyeler bu önergeler üzerinde konuşmaya başladı. Mustafa Alpdündar kürsüye gelip şunları söyledi: “Bu maddede istisnalar sayılmaktadır. Bu istisnalar öylesine çok geniş bir alanı kapsamaktadır ki, sonuçta kural olan temel hak ve özgürlük için alan kalmamaktadır denilebilir. Bu nedenle temel hak ve özgürlüklerin kullanılmasını yok edecek derecede öze dokunan, kuralları daraltan ve özgürlük için alan bırakmayan niteliktedir...”

“Hürriyetler, anayasanın özüne ve ruhuna uygun olarak ancak kanunla sınırlanabilir” ibaresinin eklenmesini isteyen Necip Bilge, bu kısıtlamaların o hakkın özünü tahrip etmemesi gerektiğini, Anayasa Mahkemesi kararlarıyla da somutlaşan “Hakkın özüne dokunulamaz” ilkesinin anayasaya konulması gerektiğini belirtip şöyle devam ediyor: “Demokratik toplum düzeninin gerekleri nelerdir, bunu tayin edebilmek için zaman içerisinde yeniden birtakım içtihatların çıkması lazım gelecek veya o içtihatların çıkmadığı sürece de her iktidar bunu kendisine göre yorumlayacaktır. Bu itibarla yeni bir yoruma meydan vermemek, yeni bir karmaşaya sürüklenmemek için, mevcut olan içtihada uygun bir şekilde hakkın özüne dokunulamayacağını ve bunun da öngörüldükleri amaç dışında kullanılmayacakları şeklinde ifadesinin daha doğru olacağını düşünerek teklifimizi vermiş bulunuyoruz.”
Öze dokunmazsak memleket parçalanır
Üyelerden Muammer Yazar, bu görüşleri ileri sürenlere karşı sert bir konuşma yaptı, “12 Eylül öncesine döneriz.” dedi:
“Bugün 11 eylülde yahut 12 Eylül’den öncesine gelmemizin sebeplerini hazırlayan, o hadiseleri meydana getiren olaylar burada zikredilmektedir. İşte, bunları bir kişi yapabilecek, bu bir hak olacak... Aşağıdaki fıkra diyor ki, yukarısı yasaklamakla beraber, şunlar şunlar temel haktır, bu haklar sınırlanabilir demekle beraber, ikinci fıkrasında deniyor ki, ‘Bu hakları sen sınırlayabilirsin ey kanun koyucusu; ama özüne dokunamazsın’ demek, memleketi adam parçalatsa da, satsa da bölse de, hakkın özü bunu gerektiriyorsa, dokunamayacaksın, yapacaktır. Ama bu kadar açık, bu kadar memleket için zararlı bir hüküm olmaz.”

Muammer Yazar’a karşılık söz alan Mehmet Hazer, hakkın özünün ne olduğuna şu çarpıcı örneği veriyor: “Seyahat özgürlüğünü, pasaport şu hallerde verilir, iki senede bir verilir, paramız yoktur, verilemez, üç ayda bir verilir, ancak senede iki defa çıkabilir” diye tahdit edebilirsiniz, sınırlanabilir. Ama, dışarıya çıkmaz, yasaktır, müddetsiz, süresiz, sebepsiz... İşte bu hakkın özüne dokunmaktır. Bu tedbirlerin, bu alınacak önlemlerin hakkın özünü zedelememesi için, maddede ayrıca bir kayda ihtiyaç vardır... Yani hakkın özüne dokunuluyor, haklar geri gidiyor, haklar elden alınıyor gibi ithamları, şüpheleri, evhamları da kaldırmak için böyle bir düzenleme lazımdır.”
Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/turk-tarihi/22716-12-eylul-askeri-darbesi-post43174.html
Abbas Gökçe ise şu örneği verdi: “Düşünün arkadaşlar, bir vatandaş şikâyet edecek başka birisini, bugün ben evime giderken Ahmet beni tehdit edecek, diyecek. Ve bunun şikâyeti üzerine Ahmet’in derhal karakola götürülmesi, derhal hürriyetinin sınırlandırılması söz konusu olabilecektir, bu maddeye göre. Her ne kadar kanunla sınırlandırılır diyor ise de buna paralel bir kanunun getirilmeyeceğini hiç kimse taahhüt edemez...”
Ama Anayasa Komisyonu Başkan Vekili Feyyaz Gölcüklü, her seferinde, “muğlak ve müphem” olduğu gerekçesiyle “hakların özüne dokunulmaması” önerilerine karşı çıktı. Ona göre, getirilecek sınırlamalar için demokratik toplumun gerekleri kıstası daha güvenceliydi: “Biz, demokratik toplum gereklerine aykırı olmamak ve amacına aykırı surette kullanılmamak kriterini kabul ettik, sınırlamaların sınırı olarak. Öze dokunmama kriterini teklif eden arkadaşlarımız var. Bunlara katılmıyoruz.”
Kamer Genç hangi saftaydı?
Danışma Meclisi’nde çevreci üyeler de vardı. Muhsin Zekai Bayer, özgürlüklere, “çevrenin korunması” amacıyla da sınırlama getirileceğinin anayasaya konulmasını istedi. Turgut Tan, kürsüye çıkıp, “Genel sağlığın içine çevre de giriyor, buna gerek yok.” dedi.
Ama en hararetli konuşma Cahit Tutum ve Kamer Genç’ten geldi. Cahit Tutum, kürsüye çıkıp şöyle konuştu: “Saatlerden beri karşılaşabileceğimiz en kötü sürprizle karşılaştığım için son derece üzgünüm. Hürriyetlerin, özgürlüklerin sınırsız sınırlandırma ilkesinin benimseneceğini tahayyül edemiyordum; ama oldu.” Cahit Tutum, bir sonraki maddeye de geçti ve, “Bence 13. maddeyi insafla okuyalım. 13. madde öz, möz artık kabul etmiyor.” dedi.
Kamer Genç, bu sözler karşısında sinirlenmişti: “Biraz önce denildi ki, hak ve özgürlükler tamamen ortadan kaldırılacaktır. O zaman ne diye hak ve özgürlükler üzerinde münakaşa açıyoruz?..” Genç, bu sözü söyleyenlerin, hürriyetleri müdafaa niteliğinde de olsa önerge vermemeleri gerektiğini ileri sürdü.
Zekai Ökte: Bize gülerler
Şimdilerin strateji uzmanı, dönemin Danışma Meclisi Üyesi Ertuğrul Zekai Ökte ise şöyle konuştu: “Bu anayasa belki 100 yıl, belki 200 yıl devam edecek. Ondan sonra neler olacak?. Bugünü düşünmeyin, ‘demokratik toplum düzeni gereklerine...’ Gülerler insana. Sizin anayasanız toplum düzeninin gereklerine uygun değil mi ki, siz bir de gelmişsiniz anayasanızda kısıtlamak için demokratik toplum düzeni diyorsunuz... O halde çok basit buyrun... Hürriyetlerin kısıtlanmasının sınırı, anayasanın özüne ve sözüne bağlılıktır.”
Belki bugün de geçerliliğini koruyan en çarpıcı öneri Turgut Yeğenağa ismindeki bir Danışma Meclisi üyesinden geldi. Aynen şöyle dedi: “Gönül arzu ederdi ki, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde zikredilen haklar anayasamızda mündemiçtir, diye bir ibareyle hepsini ihtiva eder bir hale getirmiş olsaydık, bütün bu fuzuli münakaşaların önüne geçmiş olurduk.”

Saatler süren tartışmalar sonunda, hürriyetlere getirilecek sınırlamaların anayasanın özüne ve ruhuna uygun olması gerektiği maddeye ilave edildi. Oylama 21 ağustos günü yapıldı ve madde kabul edildi. Anayasa Komisyonu, “Yeniden 12 Eylül öncesine döneriz” argümanından çokça etkilenmiş olacak ki, hak ve hürriyetlerin kötüye kullanılmasını önleyen anayasa maddesi, sınıf egemenliği kurmak, komünizm, faşizm, dinî temellere dayanan devlet düzeni kurmak amacıyla hareket edilmesi halinde o hak ve hürriyetin kaybedileceğini belirtiyordu. Danışma Meclisi’ndeki yoğun tartışmalara rağmen maddedeki bu hüküm kabul edildi. Hak ve hürriyetlerin nasıl kaybedileceğine (örneğin vatandaşlık hakkı gibi) mahkemelerin karar vermesi gerektiğinden bu hata Milli Güvenlik Konseyi’nin müdahalesi ile düzeltildi.
Danışma Meclisi’nde anayasa görüşmeleri hızla devam ediyordu. 13 Eylül 1982 günü yapılan görüşmelerde, başkanlığa ilginç bir önerge geldi. Önergenin sahibi, 90’lı yılların flaş kadın milletvekili ve bakanı İmren Aykut’tu.

İmren Aykut’un önerisi şöyleydi: “Madde 199. A). 12 Eylül 1980 tarihinden başlayan bu anayasaya dayalı olarak hazırlanacak siyasi partiler kanunu ile seçim kanununa göre yapılacak ilk genel seçimler sonucu Türkiye Büyük Millet Meclisi toplanıp, başkanlık divanı oluşturuluncaya kadar geçen süre içinde;
a) Türk milleti adına yasama yetkisini kullanan 12 Aralık 1980 gün ve 2356 sayılı kanunla kuruluşu gösterilen Milli Güvenlik Konseyi,
b) Yürütme ile ilgili olarak bizzat Milli Güvenlik Konseyi ve bu Konsey’in karar ve tasarruflarını uygulayan, hükümetler, merkezî hükümet ve mahalli idareler ve yetkili kılınan diğer organ ve merciler hakkında, aldıkları kararlar, yaptıkları icraat ve tasarruflardan dolayı, şahsi kusurları ve kasti yasa dışı işlemleeri hariç, cezaî, malî ve hukukî sorumluluk iddiası ileri sürülemez ve bu maksatla herhangi bir yargı merciine başvurulamaz.”
Bu öneri üzerine üyelerden biri yerinden şöyle seslendi: “Efendim bu geçici maddedir, yani anayasa metninde madde olarak giremez.” Komisyon Başkanı Prof. Orhan Aldıkaçtı da, “Sayın başkan, değerli arkadaşlar, geçici maddeler arasında bu gelecektir.” dedi. Danışma Meclisi tutanaklarına göre görüşmeler şöyle sürdü: Başkan– O halde Sayın Aykut bu önergeyi oylatmadan komisyona vereyim. Komisyon geçici maddeleri tanzim ederken sizin önergenizden de yararlansın. Uygun mu efendim?
İmren Aykut– Uygundur efendim.
Başkan (Sadi Irmak)– Teşekkür ederim Sayın Aykut.
Orhan Aldıkaçtı (Anayasa Kom. Bşk.)– Kendisine çok teşekkür ederiz efendim. (Alkışlar)...
Başkan– Önergeyi Anayasa Komisyonu’na veriyorum.

Sonuçta bu öneri, ufak bir iki değişiklikle 1982 Anayasası’nın 15. maddesi oldu. 12 Eylül dönemi boyunca yapılan bütün faaliyetleri, yürürlüğe konulan kanunları koruyan bir zırhtı. Üstelik normal döneme geçilmesinden itibaren yapılan bütün eleştirilere rağmen 1999 Türkiye’sinde bile hâlâ anayasa maddesi olarak varlığını sürdürüyor.