Ateşkes Antlaşması’nda yer alan Osmanlı Devleti’nin ulaştırma vasıtalarını İtilaf Devletleri’nin kontrol etme hakkı ise, Osmanlı Devleti’nin hayat ve can damarlarını İtilaf Devletleri’nin elinde bulundurması, istedikleri anda Osmanlı Devleti’nin hayatına kastetmek yetkisinin İtilaf Devletleri’ne tanınması demekti.

Mondros Ateşkes Antlaşması’nın Sonuçları

Ali Türkgeldi’ye göre, “Dahilî ve askerî vaziyet harbe devam imkânını bırakmamış olduğundan, mütareke memlekette iyi karşılanarak hükümet için başarı olarak telâkki edildi.”
Sadrazam İzzet Paşa hatıralarında, Ateşkes Antlaşması’nın Bulgaristan, Avusturya ve Almanya ile yapılan ateşkes antlaşmalarına nazaran daha hafif olduğunu, Mondros Ateşkes Antlaşması’nın imzasından önce Mebusan ve Ayan Meclisleri’nde okunarak oybirliğiyle kabul edildiğini açıklamaktadır.
Halbuki Mondros Ateşkes Antlaşması ile Osmanlı İmparatorluğu’nun mevcudiyetine kastedilmiştir.
İsmet İnönü’ye göre, “Mütareke hakkında ilk şüpheleri gösteren Atatürk olmuştür”
Büyük Atatürk’ün o zaman ifade ettikleri üzere “Osmanlı hükümeti bu mütareke ile kendini kayıtsız şartsız düşmanlara teslim etmeğe muvafakat etmiştir. Yalnız muvafakat etmiş değil, düşmanların memleketi istilası için onlara muaveneti (yardımı) de vaad eylemiştir. Bu mütareke olduğu gibi tatbik edildiği taktirde, memleketin baştan nihayete kadar işgâl ve istilâya maruz olacağı şüphesizdir.”
Mondros Ateşkes Antlaşması ile İtilaf Devletleri, barış antlaşmasının imzalanmasını beklemeden,Türk topraklarının taksimine giriştiler. Ateşkes Antlaşması’nın 7. Maddesi, bütün bir memleketi icabında işgâl için İtilaf Devletleri’ne imkân veriyordu.
Yıldırım orduları grup komutanı Mustafa Kemal Paşa, Sadrazam İzzet Paşa’ya, Ateşkes Ateşkes Antlaşması’nın imzalanmasından sonra gönderdiği telgrafta mütareke şartlarının yanlış anlaşılmaya müsait olduğunu, bu durum düzeltilmedikçe ordular terhis edilecek ve galiplerin her dediğine boyun eğecek olursak, düşman ihtiraslarının önüne geçmeye imkân olmadığını bildiriyordu.
Bilhassa Suriye hududu tâbirini açıklayarak İskenderun ve Antakya’nın Türklüğünün her vesile ile hatırda tutulmasını ve bunların Suriye’den sayılmaması gerektiğini ileri sürmüştü.
Mondros Ateşkes Antlaşması’nın 16. maddesine göre,Suriye hududu içerisinde bulunan kuvvetlerin de İtilaf ordularına teslimi icap ediyordu. Mustafa Kemal Paşa, bütün kuvvetlerini tespit ettiği Suriye dışına, öz Türk topraklarına çekmiş bulunuyor. Böylece 16. maddeye göre,ordunun teslimi bir zaruret halini almayacak ve ilerde bu ordudan millî kurtuluş davası için fayda sağlanacaktı.
İtilaf Devletleri ateşkesin şartları dışına çıkarak 7. ve 16. maddeleri isteklerine uygun tarzda yorumlayarak, öz Türk olan, ata yurdunu da işgâle başladılar.
Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/showthread.php?p=35000
Mustafa Kemal Paşa, Mondros Ateşkes Antlaşması’nın hükümlerinin doğurabileceği feci akıbetleri gözönüne almak ve bütün kayıtlara rağmen, düşmanların elinde oyuncak olmamak için Sadrazam İzzet Paşa’ya itiraz ve muhalefetini bildiriyor, Ateşkes Antlaşması’nın şartları dışına çıkan tatbikatı şiddetle protesto ediyordu. Mustafa Kemal Paşa, bir taraftan sadrazama memleketi saran tehlikeleri birer birer gösterirken, öte yandan da Mütareke şartlarının uygulanması konusunda emri altında bulunan ordulara gerekli bildirilerde bulunuyordu. Mustafa Kemal Paşa, Başkumandanlık Erkânıharbiye Riyasetine çektiği 6.11.1918 tarihli telgrafında İngilizler’in İskenderun’u işgallerini protesto ederek, Adana’dan Yıldırım Orduları Kıtaatı Kumandanlığından ayrılışını açıkça belirtmiştir.
İstanbul Hükümeti, Mustafa Kemal Paşa’nın acı tenkit ve sert ikazları karşısında, kendisinden kurtulmak için Yıldırım Orduları grubu ile VII. ordu karargâhını kaldırdı ve böylece Mustafa Kemal Paşa’yı Harbiye Nezaretinin emrine aldı.

MÜTAREKE’DEN SONRA AZINLIKLARIN FAALİYETLERİ VE MİLLÎ VARLIĞA DÜŞMAN CEMİYETLER

Osmanlı Devleti, bir imparatorluk olması sebebiyle bünyesinde birçok farklı dinden ve etnik kökenden gelen toplumları barındırıyordu. Ancak bu yapının mayası Türk unsuru ve Türk kültürü idi. Fransız İhtilâli’nden sonra Hıristiyan unsurlar etnik temele dayalı milletler olarak ortaya çıkmışlar ve Avrupa devletlerinin yardımıyla kendi devletlerini kurmuşlardır.
Bunlardan Yunanistan 1829 yılında sadece Mora Yarımadası’nda kurulmuş, fakat sonraki yıllarda sürekli olarak Türkiye aleyhinde büyüyerek Tesalya ve Batı Trakya ve adalara sahip olmuştu. Bununla da yetinmeyen Yunanlılar’ın asıl ideali Batı Anadolu ve İstanbul’u ele geçirerek Bizans İmparatorluğu’nu yeniden kurmaktı. Ayrıca Karadeniz Bölgesi’nde XV. yüzyılda Fatih Sultan Mehmet tarafından ortadan kaldırılmış olan Pontus Rum Devleti’ni de ihya etmek istiyorlardı. Türkler’in Birinci Dünya Savaşı’ndan mağlup çıkmaları üzerine derhal harekete geçen Rumlar, Rum Pontus Cemiyeti adı altında teşkilatlanmışlar ve Karadeniz Bölgesi’nde silâhlanmışlardı. Rum çeteleri Türk köylerini basıyor, yakıp, yıkıyor ve Türkler’i bu bölgeden uzaklaştırmak ve yok etmek istiyorlardı. Böylece azınlık oldukları bu bölgede çoğunluk hale geleceklerdi.
Öte yandan birçok Rum cemiyetinin birleşmesiyle ortaya çıkan Mavri Mira Cemiyeti de Batı Anadolu’nun ve İstanbul’un Yunanistan’a katılmasını sağlamak için faaliyet göstermekteydi.
Osmanlı Devleti içerisinde yaşayan milletlerden sadece Ermeniler bağımsız bir devlet kuramamışlardı. Bu amaçla XIX. yüzyılın sonlarında birçok ayaklanmalar çıkarmışlarsa da başarılı olamayan Ermeniler, Mondros Mütarekesi’nden sonra bu fırsatı yakaladıklarına inanıyor ve Doğu Anadolu’da bir Ermenistan kurmak için çalışıyorlardı. Bunun için en çok güvendikleri ise Avrupa devletleri idi. Ayrıca İstanbul’da organize olan Ermeniler Rumlar’la işbirliği yapıyorlardı. “Hınçak ve Taşnak” adlarını taşıyan Ermeni gizli örgütleri Doğu Anadolu’yu Ermenistan’a katmaya çalışıyorlardı. Ermeniler’in hayali sadece Doğu Anadolu ile sınırlı olmayıp,Hazar’dan Antalya’ya kadar uzanan bir imparatorluk düşlüyorlardı. Hatta, İstanbul Ermeni Patriği Zaven Efendi, Büyük Ermenistan’ın başkentinin Erzurum olacağına dair beyanlar bile vermekteydi.
Osmanlı Devleti bünyesinde bulunan bir diğer azınlık da Yahudilerdi. Yahudiler, Filistin topraklarının kendilerine verileceğine inandıklarından, Türkiye’den ayrıca toprak talep etmemekteydiler. Yalnız ki, ticaret, kültür, din gibi ellerinde bulundurdukları bazı imtiyazlarını korumak amacıyla Makabi Cemiyeti isminde bir cemiyet kurmuşlardır. Ancak bütün bunlara rağmen İstanbul ve İzmir’de yaşayan Yahudiler işgâl kuvvetlerini büyük coşkuyla karşılamışlar, özellikle İzmir’de Türkler’e “Siz ay ve yıldızı artık gökte görebilirsiniz” sözleriyle emellerini dile getirmişlerdir.
Yukarıda bahsedilen Rum, Ermeni ve Yahudi faaliyetlerinin yanında, Anadolu’da Türkler tarafından kurulan bazı cemiyetler de vardır ki, aşağıda görüleceği üzere, bunlar Türklük aleyhinde faaliyet gösteriyorlar ve işgalci devletlerden yardım görüyorlardı.

Kürdistan Teâlî Cemiyeti: Aslında daha 1908 yıllarında, Osmanlıcılık idealine bağlı olarak, Kürt Teâvün Cemiyeti adı altında bir cemiyet faaliyeti sürdürmekteydi. Bu defa, Birinci Dünya Savaşı sonunda, Osmanlı Devleti’nin parçalanması üzerine ,İstanbul’da Rus elçiliğinin paraları ve teşvikleriyle, başta Şeyh Abdülkadir olmak üzere Mayıs 1919’da merkezi İstanbul olan Kürdistan Teâlî Cemiyeti kurulmuştur. Cemiyetin