22. Dünya Bir Gölgeliktir
Bir başka hadis:
“Dünya ile benim ne alâkam var. Ben, dünyada bir ağaç altında gölgelenip de bırakıp giden bir yolcu gibiyim.” 338
Dünya nedir? İnsan fâni ve geçici olan şeylere karşı nasıl bir durum ayarlaması yapmalıdır? Hem insan, bu dünyaya niçin gelmiştir ve nereye gitmektedir? İşte felsefenin en birinci mevzuları ve haklarında asırlardır söz söylenen mevzular.. görüldüğü gibi, Allah Rasûlü tarafından çok veciz bir ifadeyle vuzuha kavuşturulmakta. Başkalarının kitaplık çapta eserlerle, kesin ve net bir şekilde ortaya koyamadığı bu ve benzeri mese-leler, Allah Rasûlünün lâl ü güher beyanları içinde, nasıl da en net şeklini almaktadır! Evet, bütün insanlık, O’nun ifadelerindeki vecizliğe hayrandır...
Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/hadis-i-serifler/17260-peygamberimizin-hadislerinden-bir-demet-post32976.html
23. Öncekilere Verilmeyen Beş Şey
“Bana, benden evvel, hiç kimseye verilmedik beş şey verilmiştir: Bir aylık (gibi uzun) bir mesâfeden (düşmanın kalbine) korku salmakla (ilâhî) nusrete mazhar oldum. Yeryüzü bana namazgâh ve sebeb-i taharet kılındı. Bu itibarla, ümmetimden namaz vaktini idrak eden herkes; (bulunduğu yerde) namaz kılsın! Ganîmet, benden evvel kimseye helâl sayılmadığı halde bana helâl kılındı. Ve bana şefaat (hakkı da) verildi. (Yine, benden evvel) her peygamber sadece kendi kavmine gönderiliyordu; ben bütün insanlığa elçi olarak gönderildim.” 339
Allah’ın küllî ma’nâda herkese, hususî ma’nâda da her ümmet ve her nebîye ayrı bir lütfu, ayrı bir ihsânı olmuştur: Hz. Âdem ve evlâdına safvet ve esmâya mazhariyet; Hz. Nuh’a, mücadele, kararlılık ve azîmet; Hz. İbrâhîm’e, pek çok nebîye baba olma mazhariyeti, tevhid aşkı ve hillet; Hz. Musâ’ya, tâlim, terbiye, içtimâî ilimler ve içtimâiyyâtta dirâyet; Hz. İsâ’ya, beşerî münasebetlerde yumuşaklık, sabr u tahammül, müsamaha, şefkat ve muhabbet; zaman ve mekânın efendisi Hz. Muhammed (sav) ve O’nun ümmetine ise, enbiyâ-i sâlifeye lütfedilen hususlara ilave olarak irâde, hikmet, muvazene, te’lîf, terkip gibi mükemmellik ve cihanşümûl olmanın özellikleri bahşedilmiştir. Bu itibarla, İslâm dininin, diğerlerine nisbeten daha külfetli, daha mes’ûliyetli olmasına karşılık, daha latîf, daha yüksek, daha bereketli ve daha beşerî olduğu söylenebilir. Bu da O’nun cihanşümûl husûsiyetlerinden biri sayılır.
Yukarıya aldığımız hadîs-i şerif ise, İslâm Peygamberi ve O’nun âlemşümûl mesajını, daha çarpıcı, daha rengin bir üs-lûpla ele alır ve gözlerimizin önüne serer.
Bu âlemşümul dîn ve âlemşümul da’vânın şerefli mübelliği ve ilk temsilcileri, bu cihanşümul sistemi dünyanın dört bir yanına taşırken, vazifelerinin şuurunda ve mes’uliyetlerini de müdrik bulunuyorlardı. Topyekun dünyayı teshir için cepheden cepheye koşuyor, Allah yolunda cihâd ediyor, öldürüyor, ölüyor; cennete girmeye ve Cemâlullâhı görmeye liyâkatlarını ortaya koyuyorlardı.. gönül verdikleri da’vâ uğrunda hayatı istihkâr ediyor; en az başkalarının yaşama arzusu kadar, Allah’a mülâkî olma iştiyâkıyla yanıp-tutuşuyor ve yeryüzü hilâfetini gerçekleştirmeye çalışıyorlardı ki, hayatlarını böyle ötelerle irtibatlı bir yörüngede sürdürenlerle savaşmaya kimsenin gücü yetmezdi. Yanılarak bilmeyerek kendilerini böyle muhataralı bir yola atma bahtsızlığına düçar olanlar da, mesâfeleri aşan bir korku ile tir tir titrer ve daha yolun başında felç olur giderlerdi. Hele bir de îman cephesinin Allah’ı ta’zimi dönüp mü’minlerde bir mehâbet hâlini almışsa... Hakîkî îmânı elde edenler için : “ ” ne müthiş bir silâh, ne müstahkem bir kale...
Arzın, bu dinin müntesiplerine bir mescid hâline gelmesi, isteyen her müslümanın istediği yerde, mâbede, namazgâha ihtiyaç duymadan ibadetini edâ edebilmesi, İslâm dininin cihanşümûl olmasının bir buudu; kıyamete kadar devam edecek olan cihad vazifesinin, hiçbir şeye takılmadan devam ettirilebilmesi için ganîmetin meşrû kılınması ayrı bir buudu.. ötede "şefaat-ı uzmâ” ünvanıyla, belli ölçüde herkesin elinden tutularak belli bir selâmet seviyesine ulaştırılması da ayrı bir buudu.. ve her peygamberin kendi kavmine husûsî elçiliğine mukâbil, O’nun bütün insanlara gönderilmesi de, bu işin sarahat buudu...
Ayrıca bu hadîs-i şerîften, herhangi bir tekellüfe girmeden şu hususları istinbât etmek de mümkündür:
a- Peygamberlik ve onunla gelen mesaj, öyle İlâhî bir mevhîbedir ki, kat’iyen cehd ü gayretle elde edilemez.
b- Bu beş hususiyet tamamen mazhariyet-i Muhammediye olup, başka hiçbir nebî ve mürsele verilmemiştir.
c- Belli bir mesâfeden düşmanların kalbine korku salma, peygamberâne bir hâlin tezâhürüdür ve ancak o kuşakta yaşayanlara İlâhî bir armağandır.
d- İbadetin, mâbedlere ve din adamlarına bağlı olmayışı ise340 bu dînin cihanşümûl bir buudunu teşkil ettiği gibi, her yerde, her zaman Hâlık-mahlûk alâkasıyla, ma’budla münasebete geçme kolaylığını da ifade etmektedir. Burada İslâm mesajıyla gelen ve kaydedilmesi yararlı bulunan bir diğer husus da, su gibi toprağın da temizleyiciliği keyfiyetidir. Bilmem ayrıca, İslâm’da yıkanmanın önemi, suyun temizleyicilik ve hayatiyeti, toprağın istihâle ettiriciliği üzerinde durmamıza gerek var mı..?
e- Ganimetin zâtında haram olmadığı, o mevzûdaki yasağın zamanla alâkalı bir imtihan olduğu, Efendimiz döneminde ise, yasağa esas teşkil edecek hususların aşıldığı veya ortadan kalktığı, husûsiyle de, ganimetin en önemli ve birinci kaynağı olan cihad,“ ”341 fehvasınca, kıyamete kadar devam edecek bir amel olduğu için, ganimet, bu işe kendini adamış olanlara hem bir medâr-ı maîşet, hem müşevvik bir prim hem de düşman cephesini mâli yönden sarsma, zayıf düşürme, toparlanmalarına fırsat vermeme bakımından fevkalâde önemlidir.. ve önemli olduğu için de, vacip olmasa bile, mübah kılınmıştır ve aynı zamanda, i’lâ-yı kelimetullahda önemli bir esas olan ihlâsa da mâni değildir.
f– Şefaatin hak olduğu.. Allah’ın izniyle herkesin şefaat edebileceği.. ancak, şümulü, ihâtası ve keyfiyeti itibariyle bir ölçüde herkesi alâkadar eden şefaat-ı uzmânın (âhiretteki büyük şefaat) sadece O’na lütfedildiği de yine hususiyet-i Ahmediye’den biri.. tabiî bizim için de iftihâr ve sürur vesilesi...
g- Önceki peygamberlerin dar dairede, kavim ve kabîlelerine, Peygamberler Sultanı’nın ise, topyekûn insanlığa hatta bütün varlığa elçi olarak gönderilmesi, dolayısıyla da değişik cemaat ve kabîlelere gönderilen peygamberlerin elçiliklerinin, o cemaat ve kabîlelerin devamıyla kayıtlı olmasına karşılık, bütün varlığı alâkadar eden bu büyük risâletin dünya durdukça sürüp gideceğine işaret buyurulmaktadır.
İşte, muhteva ve ifadedeki güç, rasânet ve şümûl bakımından, çok önemli bir cihet-i câmia etrafında örgülenmiş ışıktan bir söz dizisi daha..!
24. Mü’min Mesûliyet İnsanıdır
“Her birerleriniz râî (çoban) ve hepiniz elinizin altındakinden sorumlusunuz: Devlet reisi bir râî ve elinin altındakilerden sorumludur. Her fert, ehl ü ıyâlinin râîsidir ve raiyetinden mes’ûldür. Kadın beyinin hânesinin râîsi ve gözeti-minde olan şeylerden sorumludur. Hizmetçi efendisinin malının râîsi ve elinin altındakilerden mes’uldür. Herbirerleriniz râî ve herbirerleriniz raiyetinden sorumludur.” 342
Râî, herhangi bir şeyi görüp-gözeten, koruyup-kollayan ma’nâsına gelir. Çobana "râi” denmesi de, kendine emânet edilen hayvanları en emin, en müsâit yerlerde otlatması, onları kurda-kuşa kaptırmaması herhangi bir şeye maruz kaldıklarında onlarla içden alâkadâr olması, bu kudsî vazifeyi îfa ederken de fıtrî safvetiyle, her zaman hasis ihtiraslardan uzak kalabilmesi ve sürüsüne karşı duyduğu derin şefkat, beslediği engin merhamet hissiyle, onların elemleriyle müteellim, lezzetleriyle de mütelezziz olması gibi önemli hususlardan ötürüdür.
Ve işte, bir ma’nâda devlet reisi ile teb’a arasında da böyle bir münâsebet söz konusudur. Devlet reisi ve derecesine göre değişik dâirelerdeki onun temsilcileri, ellerinin altındakilerini görüp gözetmek, onların elem ve lezzetlerini paylaşmak, onlara mutlu gelecekler hazırlamak ve onların sıkıntılarını göğüslemekle sorumludurlar...
Hâne reisi ile aile fertleri arasında da aynı münasebet bahis mevzûdur; hâne reisi nafaka, elbise ve onları uygun bir yerde iskân etme gibi hususlarda birinci derecede sorumlu olduğu gibi, ta’lim, terbiye, hüsn-ü muâşeret, dünya ve ukba saadetini te’min gibi mes’elelerde de sorumludur.
Aynı durum, kadının kocasıyla olan münâsebetlerinde de geçerlidir; kadın evinin işlerini tedvirde, kocasının malını, ırz ve nâmusunu muhâfazada, sürüsünden mes’ul bir çoban gibi sorumludur.
Hizmetkârın, efendisinin malını, mülkünü; evlâdın, babanın servet, şeref ve haysiyetini koruyup kollamadaki durumları, hep bu "râî" ve "raiyye” mülâhazasıyla alâkalıdır. Denilebilir ki, din nazarında râî ve mer’î olmadık hiçbir mükellef yoktur. Bir yönüyle herkes tıpkı bir çoban, diğer yönüyle de güdülen raiyye mesâbesindedir. Hatta bir râi için güdülecek herhangi bir râiyye olmasa bile o yine sorumludur. Evet, herkes kendi nefsini, aklını ve bütün duygularını, bütün uzuvlarını birer emanet gibi koruyup kollama mecburiyetindedir.
İslâm, bildiğimiz bütün sistemler ve dinler içinde, devlet reisinden, evlerimizde çalışan hizmetçilere kadar, hem de, henüz demokrasi rüyalarının görülmediği bir dönemde, herkesin sorumluluğunu en ince teferruatına kadar belirleyip ilân eden biricik hayat nizamıdır ve bu mevzûda ona rakîb bir başka sistem göstermek de mümkün değildir.
İslâm Peygamberi "devlet reisi mes’ûldür”der, onun sorumluluğunu, sorumluluk sınırlarını, vazife ve mükellefiyetlerini bir bir sıralar.. kadın ve erkeğin mes’ûliyetlerini hatırlatır ve ayrı ayrı sahalarda, her ikisine de belli sorumluluklar yükler.. babanın evlâda, evlâdın babaya karşı mes’uliyetlerinden söz eder ve her iki tarafın da hak ve mükellefiyetlerine dikkat çeker.. hatta, bu mevzûda, dünyadaki gelişmeler nazar-ı itibara alınacak olursa, çok erken sayılabilecek bir dönemde, hizmetçi ve işçilerin hak ve mes’ûliyetlerinden bahisler açarak, beşer tarihindeki içtimaî çalkantılardan çok önce sosyal bir probleme çözüm teklif eder.
İşte size, devlet reisi ve teb’anın karşılıklı haklarından -ki, çoğu Ahkâm-ı Sultaniyelerde beyan edilmiştir- evlâd ve ana-baba haklarına, ondan karı-koca ve işçi-işveren haklarına kadar, fıkıh kitaplarında, ahlâk ve terbiye risalelerinde, içtimâiyat ve hukuk eserlerinde; oldukça hacimli birer yer işgal eden onca mes’elenin üç-beş kelime ile peygamberâne bir ifadesi daha..!