Hicretteki Emniyeti
Hicret edeceği zaman, evinin dört bir yanı, kendisini öldürmek için can atan insanlarla kuşatıldığında, O: “Biz onların önlerine de, arkalarına da sed koyduk” (Yâsin, 36/9) âyetini okumuş, onların yüzlerine bir avuç toprak saçmış ve hiçbir endişe emaresi göstermeden aralarından yürüyüp gitmişti186. Evet işte, o kadar fütursuz ve o kadar da korkusuzdu. Daha sonra yolu, Sevr Mağarasına uğruyor.. Sevr, gençlerin bile zor çıkabilecekleri bir zirvede bulunuyordu. İşte O, tam elli üçüncü yaşında bu zirveye tırmanmıştı. Zaten bütün hayatı, çile ve ızdırapla geçmişti; bu da bir sonuncusuydu. Şimdi de bu talihli mağaranın kendi diliyle ettiği da’vete icabet ediyor, orada birkaç gün misafir kalıyor ve bu mağarayı kıymetler üstü şereflendiriyordu...
Mekke müşrikleri, mağaranın ağzında bekleşiyorlardı. Arada, bir metrelik mesafe ya vardı ya da yoktu; ve Hz. Ebu Bekir (ra), telaş içindeydi. Çünkü o esnada Allah Resulü’nün, kendisine emanet olduğunu düşünüyor ve: “Eğer bu emaneti yerine ulaştıramadan O’na bir şey olursa...” diye endişe ediyordu. Yüzü sapsarı kesilmişti. Halbuki Allah Resulü’nün dudaklarındaki tebessümde en küçük bir değişiklik yoktu. O itmi’nân ve emniyet insanı, dostu Hz. Ebu Bekr’i teselli ederek: “Korkma! Allah bizimle beraberdir” diyordu. Ve tekrar ediyordu: “İki kişi hakkındaki zannın nedir ki, onların üçüncüsü Allah’tır.” 187
Muharebe Meydanındaki Emniyeti
Huneyn’in başında İslâm ordusunda bir dağılma baş gösterir. Öyle ki, bütün sahâbe, âdeta sağa-sola kaçışır; akibetin yenilgi ve mağlubiyet olduğu herkesçe bir kanaat haline gelmiştir. İşte tam o esnada beklenmedik bir hâdise olur. Allah Resulü (sav), Hz. Abbas’ın durdurmaya çalıştığı mübarek bineğinin üzerinde, düşman saflarına doğru atılır. O, gür ve mehâbet dolu sesiyle şöyle haykırır: “Ben Allah’ın Resulüyüm, bunda yalan yok! Ben Abdulmuttalib’in torunuyum, bunda da yalan yok!” 188
O’nun bu davranış ve şecaatıdır ki, kısa zamanda İslâm ordusunun derlenip, toparlanmasını sağlar. Ve ma’kûs talih yenilerek, idbâr ikbâle döner.
Baş Döndüren Teslimiyet
Bir ağacın altında istirahat etmektedir. Tam o esnada Gavres isminde bir kâfir, O’nun uykusundan istifade ederek, dala asılı kılıcını alır ve âdetâ gırtlağına dayar. Müstehzî bir eda ile de: “Şimdi seni benim elimden kim kurtaracak?” der. Buna karşılık Allah Resûlü, hiçbir panik emaresi göstermez. Çünkü O’nun, Allah (cc) ’a itimadı tamdır. Kendinden emin bir şekilde “Allah” diye bağırır. O’nun bu gürleyişi âdetâ kâfirin ödünü koparmıştır; kılıcı elinden düşer ve olduğu yerde kalakalır. Bu sefer de kılıcı Allah Resûlü eline alır ve sorar: “Ya şimdi seni kim kurtaracak?” Adam, sıtmalı gibi titremeye başlar. O esnada, Allah Resûlü’nün sesini duyanlar da oraya gelmişlerdir. Gördükleri manzara, onları da hayrete sevkeder. Daha sonra, olup bitenleri öğrenince, Allah’a karşı îman ve itimatları bir kat daha artar; Gavres de orada gördüğü güvenle “el-Emîn”e güven sözü verir ve oradan ayrılır.189
Batılı meşhur mütefekkir Bernard Shaw diyor ki: “Hz. Muhammed çeşitli yönleriyle insanın başını döndürecek üstünlükleri olan bir insandır. Bu sır insanı, tam ma’nâsıyla anlamak mümkün değildir. Bilhassa O’nun anlaşılamayacak üstünlükte bir yanı vardır ki, o da Allah’a olan güven ve itimadıdır.” Shaw doğru söylüyordu..
O, Allah’a öyle bir itimad ve teslimiyet içindeydi ki, O’nu bildiğimiz kıstaslarla, ne ölçmemiz ne de değerlendirmemiz mümkün değildir. Ve, O’nun Allah indindeki yeri, değeri, nazı da Allah’a güveni ve itimadı ölçüsündedir. Yerinde O’nun isteme, dileme ve iltimasıyla geceler gündüze döner, zulmetler nur olur, kömür elmasa inkılâp eder ve dilencilere sultanlık mülkü bağışlanır. Bu münasebetle Hasan Basrî Hazretlerine müsned bir hâdiseyi nakletmek istiyorum. Efendimiz’le irtibatlı olmanın ehemmiyeti açısından, bence oldukça mühim bir hâdise sayılır. Vak’anın, hadîs kriterleri açısından tenkidi yapılabilir ama; benzeri vak’alar o kadar çoktur ki, adiyattan sayılabilir ve naklinde hiçbir mahzur yoktur. Hâdise şudur: Basralı bir genç, yaşlı babasıyla Hacc’a niyetlenir. Mekke’ye giderken yolda babası vefat eder.. eder ama adam, meshe uğramış ve şeklen sevimsiz bir mahlûka benzemiştir. Bu durum zavallı gence o kadar dokunur ki, şaşkına döner ve ne yapacağını bilemez: Şimdi, kimi çağırıp da bu cenazeyi ona gösterecek ve yardım isteyecektir! Bu dertle kıvranırken, aniden üzerine bir ağırlık çöker.. ve uyku ile uyanıklık arası bir halde iken çadır kapısının açıldığını ve güneş yüzlü birisinin içeriye girdiğini görür. Bu gökçek yüzlü zat, babasının cenazesi başında durur, eliyle onun bütün vücudunu sıvazlar, derken, elinin değdiği her yer eski haline döner ve babasının cenazesi pırıl pırıl nûrânî bir insan haline gelir. Genç, hayret içinde ve kendinden geçmiştir. Gelen zat, tam çadırdan çıkacağı sırada genç ileriye atılır: “Allah aşkına söyle, sen kimsin?” der. “Sen beni tanımadın mı? Ben Muhammed’im.” Bunu duyan genç, sevinçten uçacak hale gelir. “Ya Resûlallah bu olanlar nedir? Niçin babamın şekli değişmişti?” Allah Resûlü: “O, devamlı içki içiyordu. Mesholmasının sebebi buydu” der. Genç: “Teşrifinizin sebebi?” diye sorunca da, Allah Resûlü şu cevabı verir: “Çünkü senin baban, ne zaman benim adım anılsa, bana salavat getirirdi...”
Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/hz-muhammed-sav/17237-sonsuz-nurdan-peygamberin-sifatlari-1-a-post32949.html
İşte, bu adamın bu kadarcık irtibatı, karşılıksız kalmıyor ve Allah Resûlü, en muhtaç olduğu bir anda onu şefaatle kucaklıyor. Öldüğünü haber alınca ruhâniyeti, Allah’ın izniyle hemen orada hazır oluyor.
Allah Resûlü, insanlar arasında en çok güvenilecek ve kendisine itimat edilecek bir şahsiyettir. Ümmeti de aynı itimada layık olmalıdır. Onun içindir ki, bir âyette şöyle buyrulur:
“Gerçekten Allah size, emanetleri ehil olanlara vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder. Allah size ne kadar güzel öğütler veriyor! Şüphesiz Allah, her şeyi işitici ve her şeyi görücüdür” (Nisâ, 4/58).
Bu âyetin nüzul sebebini Hz. Ali (ra) şöyle anlatıyor: “Mekke fethedilince Efendimiz, Ka’be’nin anahtarlarını, o gün müslüman olmamış olan Osman b. Talhâ’dan alıp, Ka’be’yi bizzat kendisi açtı. Derken, Hz. Abbas gelip anahtarları taleb etti. İhtimal, istikbâlin büyük mü’mini o emanete daha layıktı. Ve aynı zamanda anahtarların ona verilmesi onun gönlünü de açacaktı. Ve öyle de oldu. Evet, bu âyet nâzil olunca Ka’be’nin anahtarları tekrar Osman b. Talhâ’ya verildi. Ve az sonra bu büyük zat müslüman oldu.190 Ancak âyetteki hüküm umumîdir. Zira, Allah Resulü, emanetin ortadan kalkmasını, kıyamet alâmeti olarak saymakta ve şöyle buyurmaktadır: “Emanet zayi olduğunda kıyameti bekleyin!” Sahâbe sorar: “Ya Resulallah! Emanet nasıl zayi olur?” Cevab verir: “İş, ehli olmayana verildiği zaman!” 191
Evet, emanet çok önemlidir. İşi ehline vermek, bir emanettir, bu da, dünya nizamını ayakta tutacak en mühim âmillerden biridir. Emanetin zayi olması, umûmî dengenin ve nizamın ortadan kalkmasıyla aynı ma’nâya gelir. Böyle bir dünyanın ise, varlığı ile yokluğu müsâvidir. Başka bir hadîslerinde bu hususla alâkalı Allah Resûlü şöyle buyurur:
“ Her birerleriniz râî (çoban) ve hepiniz elinizin altındakilerden sorumlusunuz: Devlet reisi bir râî elinin altındakilerden sorumludur. Her fert, ehl-ü ıyâlinin râîsidir ve raiyyetinden mes’ûldür. Kadın, beyinin hanesinin râîsi ve gözetiminde olan şeylerden sorumludur. Hizmetçi efendisinin malının râîsi ve elinin altındakilerden mes’ûldür. Her birerleriniz râî ve her birerleriniz raiyyetinden sorumludur.” 192
Bu geniş perspektifle anlatılmak istenen şudur ki, burada herkes birbirine emanettir. Varlık, bütünüyle Allah’a emanettir. Kur’ân evvela Cibrîl’e, sonra da Hz. Muhammed Aleyhisselâma emanettir. Kur’ân hakikatleri ve Hz. Muhammed Aleyhisselâm’ın da’va-yı nübüvveti, ümmete emanettir. Ardından da yine bütün ümmet Allah (cc)’a emanettir.
Hayatı meydana getiren ve toplum hayatına hayat olan bütün unsurlar, birbiri içine girmiş daireler gibidir. Bunlardan birinde meydana gelecek en küçük bir arıza, katlanarak diğer dairelere de sirayet edecektir. Zannediyorum bunda kimsenin şüphesi yoktur. Fert plânında bir arıza var ve bu arıza derhal giderilmiyorsa, kısa bir zaman sonra onun tedavi edilmez bir kangrene dönüşeceğinden şüphe edilmemelidir. Öyle ise her daire, kendi uhdesine aldığı emaneti hakkıyla yerine getirmelidir ki, muhtemel bütün arızaların önü alınabilmiş olsun.
İşte hadîs-i şerifte de bu irtibata ve bu bütünlüğe işaret edilmektedir. Bu işaret çerçevesinde, kapıcıdan devlet reisine kadar milleti meydana getiren bütün fertler, emanet mevzuunda kendi sorumluluklarının şuurunda olurlarsa, insanlık ütopyalarda aradığını bu “emin”ler topluluğunda bulacaktır.
Emanetin bu her şey sayılan ehemmiyetindendir ki, Allah Resulü şöyle buyurur: “Emaneti olmayanın îmanı da yoktur” 193. Elinin altında bulunan emanete riayet etmeyen ve emanetin hakkını görüp gözetmeyen kimsenin îmanı da, tam ve kâmil değildir.
Yani, bir cihetten îmanla emanet, birbirine sebep ve netice gibidirler: Emanete riayet etmeyen bir insan, kâmil mü’min sayılamayacağı gibi, kâmil mü’minlerin dışında da sağlam bir emanet düşüncesi bulmak zordur. Evet, eğer insan kâmil bir mü’min ise o, emanette de emin olacaktır; eğer emanette emin olamıyorsa, îmanı da kâmil değil demektir.
Başka bir hadîslerinde, Allah Resulü, mü’minin tarifini yaparken şöyle buyururlar: “Hakiki mü’min odur ki, insanlar malları ve canları hususunda ona karşı emniyet içindedirler.” 194
Efendimiz’in sıdkını anlatırken arz ettiğim bir hadîsi -meâl olarak- mevzumuzla alâkalı gördüğüm için tekrar etmek istiyorum. Allah Resûlü meâlen şöyle buyururlar: “Siz bana altı mes’elede söz verin; ben de size cenneti tekeffül edeyim.”
1. “Konuşurken dosdoğru konuşun!” Evet, davranış ve beyânlarınız dosdoğru olsun.. ve sizler bu mevzuda âdeta birer oka benzeyin!
2. “Va’dettiğinizi yerine getirin!” Zaten bunun aksi münafıklık alametidir ki, yukarıda bir nebze bahsedilmişti.
3. “Emanette emin olun!” Bir yerde emin bilindiğinizden dolayı size birşey emanet edilmişse, sakın sizi böyle zannedeni, zannında yalancı çıkarmayın! Hatta, onların hüsn-ü zanlarını ahirette dahi yalan çıkarmamaya bakın!
4. “İffetli olun!” Irz ve namusunuzu koruyun; başkalarının ırz ve namusunu aynen kendi namusunuz gibi muhafaza edin! (Bu bahsi ileride iffet bahsini işlerken tafsilatıyla ele alacağız).
5.“Gözlerinizi harama karşı kapayın!” Size ait olmayan şeylere bakmayın ve istifadesine mezun olmadığınız şeylere göz dikmeyin!
Harama bakmak, kalbi ifsad eder. Bir kudsî hadîste şöyle buyrulur:
“Harama bakmak şeytanın zehirli oklarından bir oktur. (Sizin irade yayınızdan çıkar ve kalbinize saplanır. Veya şeytana ait bu yay, sizin irade elinizdedir). Kim bana saygısından dolayı o bakışı terkederse, onun kalbine öyle bir îman salarım ki, onun zevkini bütün kalbinde hisseder.” 195
6. “Elinizi başkalarına zarar vermekten uzak tutun! ” Hiç kimseye ve hiçbir şekilde kötülük yapmayın!196
İşte, bir bakıma emniyet insanı olmanın şartları sayılan bu maddelere riayet eden bir insan, emin olarak yaşar, ahiretini de bu şekilde emniyet ve garanti altına almış olur. Zaten bu mevzûda, Allah Resûlü’ne söz verene, O da Cennet sözü vermektedir.
Evet, yeryüzünün güven içinde devamı, emin insanların söz sahibi olmalarına bağlıdır. Eğer topyekün İslâm âlemi, kendine tevdi’ edilen emanete sahip çıkar, yeryüzünde emniyet ve güvenin temsilcisi haline gelebilirse, dünya da yeniden muvazene ve dengeye kavuşacaktır. Yoksa şu anda, sadece Türkiye’nin değil, bütün dünyanın hali yürekler acısıdır. Bu tabloyu Akif, şu mısralarla ne güzel dile getirir:
Haya sıyrılmış, inmiş: Öyle yüzsüzlük ki her yerde...
Ne çirkin yüzler örtermiş meğer o incecik perde!
Vefa yok ahde hürmet hiç, emânet lafz-ı bî-medlûl;
Yalan raiç hıyânet mültezem her yerde, hak meçhûl.
Ne tüyler ürperir, yâ Rab, ne korkunç inkılâb olmuş!
Ne din kalmış, ne îman, din harâb, îman turâb olmuş