* Şinasi'nin ünlü eseri "Şair Evlenmesi"ni M. Ali SÜNGER'in sadeleştirmesiyle sunuyoruz... *
-BİR PERDELİK KOMEDİ-

OYNAYANLAR:
Müştak Bey: Şair, güveyi
Hikmet Efendi: Müştak Bey’in yakın dostu
Kumru Hanım: Müştak Bey’in sevgilisi
Sakine Hanım: Kumru’nun çirkin ablası
Ziba Dudu: Kılavuz Kadın
Habbe Kadın: Yenge kadın
Ebül-Laklaka: Nikahı kıyan kişi
Batak Ese: Mahalle bekçisi
Atak Köse: Mahalle çöpçüsü
Mahalleli: İki-üç kişi esnaftan

Mekan: Gelin odası... Arka planda yatak, oda genişçedir. Sahneye iki taraftan da giriş yapılabilir. Kapının biri selamlığa açılır. Odada Müştak Bey ve Hikmet Efendi ayaküstü konuşmaktadırlar.
MÜŞTAK BEY: Bu akşam güveyi giriyorum ya sevinçten havalara uçuyorum. Allah’tan bugün nikâhımız kıyıldı, az kalsın telâştan nikâhsız güveyi girecektim.
HİKMET EFENDİ: Hiç öyle şey olur mu?
MÜŞTAK BEY: Niye olmasın? Aşıklar dalgın olur. Buna aşık evlenmesi derler.
HİKMET EFENDİ: Acayip!
MÜŞTAK BEY: Öyle ya! Aşksız, sevgisiz, görücü usulüyle evlenenlere aşk olsun. Ben Kumru Hanımla niye evleniyorum; çünkü onu tanıyorum, seviyorum. Ne dersin onunla evlenmekte akıllılık etmemiş miyim?
HİKMET EFENDİ: Her halde öyledir.
MÜŞTAK BEY: Onun yüzü gibi huyu da güzel. Ben her halinden memnunum; fakat Kumru’nun o karga suratlı ablası olmasa!
HİKMET EFENDİ: Gerçekten... onun adı neydi?
MÜŞTAK BEY: Sakine midir, nedir... Cadı suratlının adını bile sevmiyorum.
HİKMET EFENDİ: Niçin?
MÜŞTAK BEY: Bize engel olduğu şöyle dursun, yüzünde meymenet yok karga suratlının... Yüzüne bakanın işi rast gitmiyor. Kırk beş yaşına gelmiş daha evlenememiş. Akıldan yana da pek nasibi yok. Böyle bir baldızım olduğundan alemden utanıyorum.
HİKMET EFENDİ: Eee, gülü seven dikenine katlanır.
MÜŞTAK BEY: Gel şunu sana vereyim be! Ama nikâhla ha! Geçinemeyecek ne varmış; ya o akıllanır, ya da sen çıldırırsın.
HİKMET EFENDİ: Sakın Kumru’nun yerine onu sana vermesinler! Olur mu olur. Büyük dururken küçüğü kocaya vermek pek adet değildir.
MÜŞTAK BEY: Yok, bak ben öyle şaka sevmem.
HİKMET EFENDİ: Biraz önce şakayla bana veriyordun ya?
MÜŞTAK BEY: Ben onu sana şakayla değil gerçekten vermek istiyorum.
HİKMET EFENDİ: Sus, özrün kabahatinden büyük.
MÜŞTAK BEY: Hiç de bile!
HİKMET EFENDİ: Yaaa!
MÜŞTAK BEY: Aman sus, kılavuzum Dudu Hanım geliyor. Galiba Kumrucuğumu getiriyorlar. Sen öbür odaya geç, birazdan yine görüşürüz.
( Hikmet Efendi çıkarken Ziba Dudu girer. )
ZİBA DUDU: Müjde evladım müjde! Müjdeliğimi peşin isterim: Gelin hanım geliyor yoldadır.
MÜŞTAK BEY: Ah Dudu teyzeciğim, sana nasıl teşekkür edeceğim, bilemiyorum.
ZİBA DUDU: Parayla, (Müştak’ın ceplerine bakar kalan son meteliğini de alır.) teşekkür edebilirsin.
MÜŞTAK BEY: Al, helâl olsun sana, al ( Sevincinden oynamaya başlar, katibim türküsünü söyleyerek oynar. )
ZİBA DUDU: Evladım biraz ağır başlı ol. Sen artık nikâhlı birisin,utan, utan!
MÜŞTAK BEY: Adam evlenirken utanır mı! Her neyse sen dışarıda bekleyedur, ben utanma talimi yapayım.
( Ziba Dudu çıkar. )
MÜŞTAK BEY: ( Kendi kendine ) Şimdi benim Kumrum kafesine girecek ha! Ah, bir kere kanadının altına girebilseydim... Yalnız insan kısmı paraya düşkün olur. Kumrum da paraya düşkünse! ( Ceplerini açar, iki yana sallar. ) Cepte para da kalmadı. Bir de yüz görümlüğü var. Ne yapmalı acaba!...
Adam sende o da kolay; şöyle birkaç kıta şiir okurum olur biter.
Bir kumrusun sen taba muvafık
Yapsam yuvanı sinemde layık
Can ü gönülden ben oldum aşık
Yapsam yuvanı sinemde layık
Benim gibi fakir bir şairin vereceği yüz görümlüğü ancak bu kadar olur.
( Ziba Dudu ve Habbe Kadın gelinin/Sakine'nin/ koluna girmiş şekilde içeri girerler. )
ZİBA DUDU: Evladım gelin hanımı getirdim. gel koluna gir de köşeye oturt.
MÜŞTAK BEY: ( Sevincinden türlü hareketler yaparak gelini karşılamaya gider.) Amanın... (Gelini görür görmez bayılır.)
ZİBA DUDU: A dostlar! Damat Bey gelin hanımı görür görmez sevincinden bayıldı.
Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/showthread.php?p=134142
HABBE KADIN: Damat Bey, kalk!
ZİBA DUDU: (Damadın yüzüne bir bardak su serper.) Kalk haydi sevinçten bayılmanın sırası değil.
MÜŞTAK BEY: Ben sevincimden bayılmıyorum, üzüntümden yüreğime iniyor. Ah, ah...
HABBE KADIN: ( Ziba Dudu’ya ) Aaaa, zavallı gelin hanımı bir titreme aldı. Sakın al basmasın. (Sakine Hanım’ı sandalyeye oturtur.)
MÜŞTAK BEY:Nedir bu?
ZİBA DUDU: İşte sana ömür boyu can yoldaşı olacak olan sevgili karın Sakine Hanım.
MÜŞTAK BEY: O bana can yoldaşı olacağına benim canım çıksa daha canıma minnet.
ZİBA DUDU: ( Habbe Kadın’a ) Damat Bey sayıklamaya başladı. Galiba sevincinden aklını kaybetti.
HABBE KADIN: (Ziba Dudu’ya ) Zavallı sevgilisine kavuştuğu için sevinç delisi oldu.
MÜŞTAK BEY: Ah, ah, ah... (hüzünlü)
ZİBA DUDU: Ağlama, sen ağlayacağına düşmanların ağlasın.
MÜŞTAK BEY: Ah, düşmanlarım bu halimi bilse nasıl gülerler.
ZİBA DUDU: Haydi oğlum gelin hanımın duvağını aç da yüzünü gör. Biraz gönlün açılır.
MÜŞTAK BEY: Şeytan görsün yüzünü!
ZİBA DUDU: Aç evladım, aç! Sevgilin olup olmadığına şüphen kalmasın. (Habbe ile beraber Müştak’ı gelinin duvağını açması için zorlarlar. )
MÜŞTAK BEY: İstemem! (Elini çekerken Sakine hanımın duvağı ile iğreti saçı eline ilişir, elinde kalır. Sakine’nin yüzü ve ak saçları açılır.) Bu ne?
ZİBA DUDU: Vaaay! Zavallı kızcağızın sırma gibi nazik saçlarını yolup çıkardı.
MÜŞTAK BEY: Haklısın, beyaz saçları sırma gibi. Baksana, nasıl parlıyor.
ZİBA DUDU: Ay, bu laf geline değil, yenge kadınla banadır. Ben sana laf atmayı gösteririm. ( Habbe’ye ) Haydi yenge kadın! Gelin hanımı çabuk dışarı çıkar da nikâhını kıyan efendiyi çağırt. Yandaki kahvededir. Mahalleliyi alsın da gelsin şuna laf anlatsınlar.
( Habbe Kadın gelini dışarı çıkarır. )
MÜŞTAK BEY: Mahalleli beni zorla mı güvey koyacak?
ZİBA DUDU: Evet ya güvey koyarlar, ya hapse.
MÜŞTAK BEY: Böyle bir karıyla bir evde yatmaktansa, rahat rahat hapiste yatmak bence daha iyidir.
ZİBA DUDU: Hele sen bir hapse gir de bak, başına ne dertler gelir.
MÜŞTAK BEY: Adam sende!... Sayende peyda ettiğim borçlularımın duaları sayesinde sapasağlam yaşarım.
ZİBA DUDU: Ya, kazara hasta olursan?
MÜŞTAK BEY: Borçlularım da bana doktor göndermeyip baktırmazlarsa? Ben de ölürsem?
ZİBA DUDU: Ay n’olur sanki?
MÜŞTAK BEY: Sonra kendilerine büyük zararım dokunur.
ZİBA DUDU: Ne zararın dokunacakmış?
MÜŞTAK BEY: Vallahi onlara inat ölürüm hâ!
( Habbe Kadın, Ebül-Laklaka, Batak Ese ve Mahalleli girerler. )
EBÜL-LAKLAKA: (Başında bir mendil, pijamalarla, lisanı ile ayınları çatlatarak, kafları patlatarak) Beni böyle uykudan kaldırıp, rahatsız etmenizin sebebi nedir? Böyle, ortaoyununa çıkar gibi, bakın şu kıyafetime? Ayıp, ayıp...
ZİBA DUDU: (Entarisinin kenarıyla başını örterek Ebül- Laklaka’nın elini öper.) Amanın efendim, güveyi olacak şu herif isteyerek aldığı hanımı şimdi istemiyor. Bütün saçını başını yoldu. O şöyle dursun, yenge kadınla bana etmediği edepsizlik kalmadı. Size anlatmaya utanıyorum.
EBÜL-LAKLAKA: (Müştak Bey’e) Vay namussuz vay!
MÜŞTAK BEY: Efendim müsaade ediniz bendeniz de bildiğim kadar hakikati size anlatayım.
EBÜL-LAKLAKA: Sen sus sefil! Zavallı hatun yalan mı söyleyecek?
ZİBA DUDU: Efendim bu kızı mutlaka almalıdır.
EBÜL-LAKLAKA: Almalı ya! Almazsa ırzına leke sürmüş olur. (Mahalleliye) Öyle değil mi komşular?
MAHALLELİ: Hay hay!
MÜŞTAK BEY: Alamam efendim! Bunda bir yanlışlık var. Zira bana nikah ettiğiniz kız bu değildir. Bunun küçüğüdür. Ben onu isterim.
EBÜL-LAKLAKA: Hayır, sana nikah ettiğim büyük kızdır.
MÜŞTAK BEY: Değildir.
EBÜL-LAKLAKA: Vay! Sen beni de yalancı çıkarıyorsun ha? Bu ne yüzsüzlük!