Giriş


REFORMTÜRK 17. YIL


Sayfa 1/3 123 SonSon
30 sonuçtan 1 ile 10 arası
  1. #1
    ReformTürk Yöneticisi Mustafa Uyar - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    10 Eylül 2006
    Yer
    Ilgın, Konya
    Mesajlar
    13,663
    Tecrübe Puanı
    100

    Yiyecek ve içecekler

    Psikologların bozucu etki kurallarıyla ilgilenmeleri bunların sınırlı uygulama değerlerinden dolayı değil, unutmadaki önemli rollerinden dolayıdır. Bu kurallar kısmen de olsa, niçin unuttuğumuzu açıklamaktadır. Çünkü bize unutmamızın, öğrendiklerimizin hatırlamak istediklerimiz üzerindeki bozucu etkisine bağlı olduğunu gösterir. Fakat, acaba bu kurallar unutmanın ne kadarını açıklayabilir?

    Kuramsal açıdan, unutmanın iki nedeni olabilir. Bunlardan biri bozucu etki, diğeri ise bellekteki çözülmedir. Her iki görüş de kuram olarak sunulmuştur, ikincisi bazen "sızan-kova hipotezi" (leaky-bucket hypothesis) adıyla anılır (Miller, 1956). ilk bakışta bu kuram daha çekici gelmektedir; çünkü, çoğu kimse unutmanın "doğal olarak" kendiliğinden meydana geldiğini kabul eder. Oysa yapılan deneyler, bozucu etkinin unutmada önemli bir rolü olduğunu, dolayısıyla unutmanın sadece bellek izinin silinmesi olamayacağını göstermiştir (Underwood, 1957).

    Bu durumda, unutmayı açıklarken etkenlerden her birine ne kadar ağırlık verebiliriz?Söz konusu kuramlar, deneysel olarak karşılaştırılamaz. Çünkü, laboratuvarda bile bozucu etkiden tamamen arınık bir durum düzenleme olanağımız yoktur. Denekler, deneyden önce bazı faaliyetler yapmışlardır; ve bunlardan bazıları deneyde söz konusu olan faaliyete benzer olabilir (ileri doğru bozucu etki). Aynı şekilde, öğrenme işlemiyle hatırlama işlemi arasında da bu tür faaliyetler yer alabilir (geriye doğru bozucu etki). Psikologlar, sadece bozucu etkiyi en aza indirmeye veya meydana geldiğinde ne ölçüde olduğunu tayin etmeye çalışabilirler.:teytey:

    Geriye doğru bozucu etkiyi azaltmanın bir yolu, deneklerin bir malzemeyi öğrenmeleri ile hatırlama testi arasında uyumalarını sağlamaktır. Bu yolla yapılan eski bir deney, bu gün psikolojide klasikleşmiştir (Jenkins ve Daltenbach, 1924). Deneklere laboratuvardaki yatağa yatmadan önce, 10 anlamsız heceden oluşan bir liste öğretilmiştir. Uykuya dalmalarından itibaren 1, 2, 4 ve 8 saat gibi değişik süreler sonunda uyandırılan deneklerin hatırda tutma miktarı, hatırlama tekniğiyle saptanmıştır.

    Aynı deneklere daha sonra, ilkine eşdeğerde başka bir liste öğretilip, bu sefer 1, 2, 4 ve 8 saatlik normal, günlük faaliyetlerinden sonra hatırlama miktarları yine aynı yöntemle ölçülmüştür. Uykudan sonraki hatırlamanın çok daha iyi olduğu görülmüştür. Her iki koşulda da hatırlama miktarı ilk bir kaç saat içinde hızla azalmıştır. Daha sonra, günlük faaliyetlerine devam eden denekler için hemen hemen sıfıra kadar düşen hatırlama, uyuyan deneklerde %50 civarında kalmıştır.

    Bu tür araştırmalar, çözülme kuramlarının aleyhine kanıt olarak kullanılmış, bozucu etkiye dayanan açıklamaları ise desteklemiştir. Fakat yukarıda sözü edilen deney, sadece geriye doğru bozucu etkiyi ele almış, ileriye doğru bozucu etkiyi kapsamamıştır.

    İleriye doğru bozucu etkiyi incelemek için daha değişik bir deney deseni gerekir, örneğin, deneklere anlamsız hecelerden oluşan tek bir listenin öğretildiğini ve 24 saat sonra hatırlamanın ölçüldüğünü farzedin. Genellikle o zamana kadar listenin %65'i unutulmuş olur. Bu yüksek unutma miktarı, deneğin öğrenmeyle hatırlama arasında yaptığı şeylerin etkisiyle açıklanamaz. Çünkü, deneğin laboratuvar dışındaki faaliyetleri, deneydeki faaliyetlerinden o kadar farklıdır ki, bozucu etkinin çok az olması beklenir. Ancak, bir de deneğin daha önceki sözel öğrenmeleri vardır. Yıllar boyunca yapılan bu sözel öğrenmeler, deneyde ileri doğru bozucu etki yaratmış olabilir.

    Psikologlar bu olasılığı doğrudan doğruya test edemezler. Çünkü, bozucu etki yapabilecek daha önceki öğrenmeyi dakik şekilde ölçemezler. Buna karşılık deneyciler, deneklere iki veya daha fazla liste öğretirler (Underwood, 1957); sonra da, bir listenin hatırlanmasının daha önce öğrenilen liste sayısından ne derecede etkilendiğine bakarlar. Bu tür deney sonuçları önceki öğrenmenin güçlü bir etken olduğunu göstermektedir. Daha önce öğrenilen liste sayısı ne kadar çoksa, test edilen listenin hatırlanması o kadar azdır.
    Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/saglik/21985-yiyecek-ve-icecekler.html#post41376

    Şu halde, hatırda tutma büyük ölçüde, yeni öğrenilen malzeme üzerinde ileriye doğru bozucu etki yapan eski öğrenmelerin varlığına bağlıdır. Bu bulguya laboratuvar dışına genelleyecek olursak eski öğrenmelerin, özellikle iyice yerleşmiş alışkanlıkların, sözel malzemenin hatırlanmasında bozucu etki kaynağı olacağı sonucuna varabiliriz. Bu olayın, unutmanın %100'ünü açıklayıp açıklamadığını bilemiyoruz; hiç bir zaman da öğrenemeyebiliriz. Mevcut bilgilere göre yapılacak bir tahminle, insanların unutmaları, büyük ölçüde önceki öğrenmelerine, fakat bir ölçüde de sonraki öğrenmelerine bağlıdır.
    Adetler ve İnanışlar Genel Giysiler Hayvanlar Dünyası İnsan Yiyecek ve İçecekler İletişim Anasayfa

  2. #2
    ReformTürk Yöneticisi Mustafa Uyar - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    10 Eylül 2006
    Yer
    Ilgın, Konya
    Mesajlar
    13,663
    Tecrübe Puanı
    100

    Standart --->: Yiyecek ve içecekler

    Testinin ham maddesi, çamur çukuru veya kuyusunda dinlendirilmiş topraktır. Binlerce yıllık bir geçmişe dayanan ve insanın öğrendiği ilk teknik olan toprak kap yapımı yöntemleri en az değişikliğe uğramış bir sanattır. Sanayi makineleri çömlekçinin el ile yaptığını otomatik olarak yaparlar, o kadar.

    Fırında pişirmek yoluyla çanak çömlek yapma sanatında evrim, estetiğin yanı sıra sağlamlık ve geçirimsizlik niteliklerini iyileştirmeyi amaçlar. Parçayı geçirimsiz kılabilmek için pişirme ve içini sırla kaplama yöntemleri geliştirilmişlerdir.

    Testilerin suyu soğuk tutma özellikleri ise istenmeyen bir nitelikten, geçirimli olmalarındandır. Testiler düşük derecelerde pişirildikleri için nispeten gözenekli kalırlar. İçlerindeki suyu hafif hafif gözeneklerinden dışarı vererek terlerler. Bu terleme olayı aynen insanda olduğu gibi buharlaşma yoluyla ısı düzenlemesi yapar, serinlemeyi sağlar.
    Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/saglik/21985-yiyecek-ve-icecekler.html#post41377

    Testinin geçirimli topraktan yapılmış, emici özellikleri olan, gözenekli yüzeyinden dışarı çıkan su dışarıdaki sıcak havayla karşılaşınca buharlaşır. Buharlaşma sırasında su tanecikleri testi yüzeyindeki ısıyı da alırlar ve testinin sıcaklığını düşürürler.

    İçindeki su ile testi arasındaki ısı alışverişinin azalmasından dolayı testinin içindeki su da ısınmaz. Bu böylece devam ettiği ve testiden dışarı sızan su buharlaşmaya harcandığı sürece, dış ortamın testiyi ısıtması önlenmiş olur. Şüphesiz bu sürede testideki su da bir miktar azalır.

    Testilerin bu özellikleri en iyi Orta Anadolu gibi kara ikliminin hakim olduğu, kurak ve gecelerin serin geçtiği bölgelerde görülür. Geceleyin düşen hava sıcaklığı ile soğuyan su, sabahtan itibaren ısınan havanın kuru yani içindeki nem oranının düşük olması sebebiyle daha kolay buharlaşır ve testi içindeki suyu gün boyunca serin tutar.
    Adetler ve İnanışlar Genel Giysiler Hayvanlar Dünyası İnsan Yiyecek ve İçecekler İletişim Anasayfa
    Konu Mustafa Uyar tarafından (12.Nisan.2015 Saat 20:59 ) değiştirilmiştir.

  3. #3
    ReformTürk Yöneticisi Mustafa Uyar - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    10 Eylül 2006
    Yer
    Ilgın, Konya
    Mesajlar
    13,663
    Tecrübe Puanı
    100

    Standart --->: Yiyecek ve içecekler

    SANDVİÇİ KİM İCAT ETTİ

    Sandviç, iki ince ekmek dilimi arasına istenilirse yağ sürülüp, peynir, domates, jambon, salam, sucuk, sosis, tavuk, balık, v.b. konularak hazırlanan yiyecek olarak tanımlanabilir. Çok geniş bir kapsama sahip sandviçte ekmek dilimlen arasına toplumların yemek kültürlerine göre yenilebilecek her şey konulabilir.

    Sandviç isminin kökeni İngilizce'deki 'sandwich'tir. Dünya haritasına bakıldığında Sandwich adı altında biri Atlas Okyanusu'nun güneyinde, diğeri Hawai'de iki ada grubu görülebilir. Sandviçe adını veren asıl yer ise İngiltere'de Kuzey Denizi yakınında, Ortaçağın beş büyük limanından biri olan Sandwich kasabasıdır.

    Sandwich Birinci Kontu Edward Montagu, 1660'ta krallığın yeniden kurulmasını sağlamakla, Deniz Kuvvetleri Komutanlığı yapmakla, deniz savaşları kazanmakla İngiltere tarihine geçmiştir. Ancak Dördüncü Kont John Montagu'nun (1718-1792) ünü onu çok aşmış, dünyaya yayılmıştır.
    Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/saglik/21985-yiyecek-ve-icecekler.html#post41378

    Sandwich Dördüncü Kontu Montagu, tanınmış bir siyaset adamıydı. Deniz Bakanlığı'na kadar yükselmişti. Tecrübeli bir idareciydi ama ahlak yönünden zayıftı. Bakanlığında çeşitli karışıklıklara ve skandallara yol açmıştı. Rüşvet ve zimmetine para geçirmekle geçen çalışma hayatının yanında özel hayatı da düzgün değildi. Evli olmasına rağmen metresi Margaret Reay'den dört çocuk sahibi olmuştu.

    Kumar müptelası Montagu, yemek yemek için bile oyun masasını terk etmek istemiyordu. 1762 yılında 44 yaşında ve ülkenin dışişleri sekreteri iken gününün 24 saatini oyun masasında geçiriyordu. Bu arada aç kalmamak için hizmetçilere, etleri iki ekmek dilimi arasına konulmuş şekilde getirtiyor, bir eliyle bunları yerken, diğer eliyle oyun oynamaya devam ediyordu. Böylece ellerini yemekle meşgul etmiyor, oyun kağıtları da yağlanmıyordu.

    Bu besleniş şekli, onun zaten dillere düşmüş olan sergüzeşt yaşamı ile birlikte meşhur oldu. Ekmek arası yenilen şeyler onun kontu olduğu yerin adı ile anılmaya başlandı. 1778 yılında Kaptan Cook, Hawai adalarını keşfedince, bu adalara Montagu'nun şerefine 'Sandwich Adaları' ismini verdi. Montagu'nun 3 Kasım olan doğum günü ise bazı yerlerde 'sandviç günü' olarak kabul edilmiştir.

    Sandviçe ismini veren Montagu olabilir ama onun icat ettiğini söylemek doğru olmaz. Ekmeğin tarihi 6000 yıl evveline kadar gidiyor. O tarihten itibaren Mısır'da, Ortadoğu uygarlıklarında, Avrupa'da yiyeceklerin ekmek dilimlen arasına konularak yenildiği biliniyor. Örneğin, ekmek pişirmeyi sanat haline getirmiş olan Romalılarda iki yemek arasında, ekmek arasına konulmuş yiyecekleri ayak üstü yemek adettendi.
    Adetler ve İnanışlar Genel Giysiler Hayvanlar Dünyası İnsan Yiyecek ve İçecekler İletişim Anasayfa
    Konu Mustafa Uyar tarafından (12.Nisan.2015 Saat 20:59 ) değiştirilmiştir.

  4. #4
    ReformTürk Yöneticisi Mustafa Uyar - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    10 Eylül 2006
    Yer
    Ilgın, Konya
    Mesajlar
    13,663
    Tecrübe Puanı
    100

    Standart --->: Yiyecek ve içecekler

    Tosttaki Peynirin Uzaması


    İnsanlar ekmeği fırında pişirmeye başladıklarından beri tost yemeye de başladılar. Ancak o zamanlar ekmeğin tekrar ısıtılmasının nedeni değişikti. Amaç ekmeğin tadını değiştirmek değil daha uzun süre muhafaza edebilmekti.

    Binlerce yıl boyunca ekmeğin, çatal benzeri demir çubuklara takılarak şiş yapar gibi ateşte kızartılma şekli değişmedi. Tost yapımında en büyük aşama 19. yüzyılda Amerika'da oldu. Tellerden ve teneke plakalardan yapılmış bir kafes, kömür sobasının üstüne yerleştiriliyor, bir kerede dört ekmek tost haline getirilebiliyordu. Elektriğin keşfi ile her şey değişti. 20. yüzyılın başlarında ilk elektrikli tost makineleri ortaya çıktılar.

    İlk elektrikli makinelerde ısı kontrolü olmadığından, gözü makineden ayırmamak gerekiyordu. Ekmekler anında kömür olabiliyorlardı. Yine de bir dilim tost yemek için koca kömür sobasını yakmak ve beklemek gerekmiyordu. Asıl önemli olan mutfağa bağımlı olmaktan kurtulmaktı. Evin her köşesinde, günün her saatinde tost yapılıp yenilebiliyordu.

    Termostatın da ilavesi ile tost makineleri günümüzdeki pratik şekillerine geldiler, insanlar için tost, hızlı bir şekilde karın doyurmanın bir sembolü oldu. Ancak peynirli tostu sevenler için küçük bir sorun vardı. İki ekmek arasında ısınan peynir, yağı da görünce, ısırırken kopmuyor, uzadıkça uzuyor, bir ucu ağızda iken diğer uç tostta kalarak adeta mideye gitmemekte direniyordu.
    Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/saglik/21985-yiyecek-ve-icecekler.html#post41379

    Peynirin bu azizliği sadece ayak üstü tost yerken değil, resmi bir yemekte çorba üzerine rendelenmiş peynirlerde de görülür. Minik peynir parçalan, sıcak çorbaya değince, kaşıkla ağza götürmek istenildiği zaman neredeyse yarım metre ince tel gibi uzarlar.

    Isınan peynirin bu direnişinin nedeni, soğukken içinde uzun zincirler halinde bulunan protein molekülleridir. Bu moleküller, sıcak bir ortamda yağlı bir karışıma girdiklerinde, kıvırcık bir saç gibi kıvrım kıvrım şekle dönüşüp, aralarındaki kuvvetli bağlar nedeniyle, çekildiklerinde yay gibi uzayan lifler oluştururlar.

    Bu durum şeklen pamuk yününün çekilip, uzatılıp iplik haline getirilmesine benzer. Uzama olayı benzer yapıya sahip plastik moleküllerinde de görülür. Isıtılınca kıvrılır, eğri büğrü olurlar, bir ucundan çekince de lifler halinde uzarlar.

    Her şeyde olduğu gibi bu oluşumun da faydalı bir tarafı vardır. Yediğiniz tosttaki peynirin protein miktarını merak ediyorsanız, ısırdığınızda ne kadar üzüyorsa o kadar çok protein olduğunu anlayabilirsiniz.
    Adetler ve İnanışlar Genel Giysiler Hayvanlar Dünyası İnsan Yiyecek ve İçecekler İletişim Anasayfa
    Konu Mustafa Uyar tarafından (12.Nisan.2015 Saat 20:59 ) değiştirilmiştir.

  5. #5
    ReformTürk Yöneticisi Mustafa Uyar - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    10 Eylül 2006
    Yer
    Ilgın, Konya
    Mesajlar
    13,663
    Tecrübe Puanı
    100

    Standart --->: Yiyecek ve içecekler

    Yemeğin Teflona Yapışmaması


    Yanmaz tava deyince, teflon denilen kimyasal bir madde ile kaplanmış, yiyeceklerin yapışmadığı mutfak gereçleri akla gelir. Teflon, dünyadaki en kaygan madde olarak Guinness rekorlar kitabına girmiştir. Teflon tava veya tencere üzerinde ısıtılan yemek yanmaz, yapışmaz, yağ kullanımına pek ihtiyaç duyulmaz. Bu nedenlerle de temizdir, ekonomiktir, diyet yapanlar için idealdir.

    Yapışma olayı fiziksel ve kimyasal olarak iki türlüdür. Ayakkabınıza yapışan bir sakızın yapışma şekli fizikseldir. Elle veya başka bir malzeme ile kolayca ayrılabilir. Yumurtanın normal bir tavaya yapışması da fiziksel yapışmadır. Bunu önlemek için tavaya yağ konulur. Yağ tavanın yüzeyindeki boşlukları doldurur. Yumurta bu ince yağ tabakası üzerinde yüzer.

    Teflonun yüzeyi pürüzsüz olduğundan yiyeceğin fiziksel yapışması söz konusu olamaz. Gerçi birçok plastik malzeme de aynı derece de pürüzsüz olabilirler ama onlar teflon kadar sıcağa dayanamazlar.
    Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/saglik/21985-yiyecek-ve-icecekler.html#post41380

    Asıl önemli olan kimyasal yapışmadır. Burada iki malzemenin molekülleri birbirleriyle bağlar kurarlar. Tavanın yüzeyindeki moleküller, yiyecekteki moleküllerle birleşirler. Teflonun yapışmamasındaki sır, pürüzsüz bir yüzeye sahip olmanın yanında moleküllerinin de dünyada mevcut hiçbir şeyin molekülleri ile birleşmemelerinde yatıyor.

    Dört florin, iki de karbon atomundan oluşan molekülleri kendi aralarında öyle kuvvetli bağlar oluşturur ve diziler halinde büyürler ki başka hiçbir cismin molekülleri ile birleşmezler. Hiçbir madde teflonla kimyasal birleşmeye giremez.

    Peki, bu hiçbir şeye yapışmayan kaygan malzeme, tavanın metal kısmına nasıl tutturuluyor? Teflon, tavaya yapıştırıl(a)mıyor, raspa yapılarak pürüzsüz bir yüzey elde edilmiş olan tavanın içine gömülüyor yani bir çeşit fiziksel kaplama yapılıyor.

    Teflonu Dr. Roy Plunkett, 1938 yılında, piyasadakilerden daha iyi bir soğutucu gaz üretmek üzerinde çalışmalar yaparken tesadüfen bulmuştur. Çeşitli gazları bir araya getirip deneyler yaparken, bir grup gazı gece süresince bir fırında unutmuş. Sabah geldiğinde, gazların buharlaştığını, onların yerine kaygan, balmumuna benzer katı bir maddenin kaldığını görmüş. Esas şaşırtıcı olan ise bu maddenin müthiş fiziksel özellikleriymiş.

    Bu sonuca nereden ulaştığını araştırınca, bu maddenin freon gazının katı bir hali olduğunu tespit etmiş. Kimyasal ismi olan 'tetrafluoraethylene' (PTFE) ismini de çok uzun bularak 'teflon' olarak kısaltmış.

    Doktorun çalıştığı Du Pont firması bu buluşu motorların yağlama gerektirmeyecek kaymalı yataklarında kullanmayı düşünmüş. Mutfak gereçlerinde kullanmak ise tam 10 sene kimsenin aklına gelmemiş.

    Müteşebbis bir Parisli Marc Gregoire teflonun özelliğini görünce, pişerken yapışan balıkları temizlemekten nefret eden karısının da yardımıyla, onu balık tava ve kaplarına kaplamayı başarmış. Birkaç yıl içinde bu uygulama 'Tefal' adı ile bir milyondan fazla satılmış.

    Malzemenin Amerika'ya girişi, üreticilerin böyle bir malzemenin olabileceğine inanamamalarından dolayı güç olmuş. Şimdi ise tüm dünyada aynı işi yapan diğer mutfak gereçlerinin toplamından daha fazla üretilmekte ve satılmaktadır.
    Adetler ve İnanışlar Genel Giysiler Hayvanlar Dünyası İnsan Yiyecek ve İçecekler İletişim Anasayfa
    Konu Mustafa Uyar tarafından (12.Nisan.2015 Saat 20:59 ) değiştirilmiştir.

  6. #6
    ReformTürk Yöneticisi Mustafa Uyar - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    10 Eylül 2006
    Yer
    Ilgın, Konya
    Mesajlar
    13,663
    Tecrübe Puanı
    100

    Standart --->: Yiyecek ve içecekler

    Ketçap Neden Zor Çıkar

    Günümüzde ketçap tamamen domatesten yapılmış bir sos olarak tanınır. Halbuki ketçap, asırlar boyu yemeğe tat veren ve iştah açan, değişik yiyeceklerden hazırlanmış bir sos olarak bilindi. İlk olarak milattan önce 300 yıllarında Romalılar tarafından hazırlanan ezme veya püre halindeki bu sos, yağ, sirke, biber ve kurutulmuş küçük balıklardan hazırlanıyor, balık ve tavuk yemeklerine lezzetlerini arttırmak için konuluyordu.

    Her ne kadar Romalıların ezmeleri kayda geçen en eski sos olarak bilinse de ketçabın atası sayılamazlar. Çin'de 1690 yılında yine balık ve tavuk yemekleri için, tuzlu suda salamurası yapılmış balık ve baharatlardan oluşan bir sos kullanılıyordu. Bu sosun adı 'ketsiap' idi ve ünü zamanla Malezya'ya yayıldı. Orada adı 'kechap' olarak azıcık değişti.

    1700'lü yılların başlarında İngiliz kaşif ve denizcileri bu çok sevdikleri sosu anavatanlarına getirdiler. Ne var ki bu karışık sosun içinde ne olduğunu çözemeyen İngiliz aşçılar onu kendi kafalarına göre mantar, ceviz, salatalık karışımı ile hazırladılar. Bu karışımı 'ketch-up' olarak telaffuz eden İngilizler onu o kadar çok sevdiler ki, 1748 yılında devrin en önemli yemek kitabında bile yer aldı.

    İyi güzel de, domates ketçabın içine ne zaman girdi? 1790 yılında girdi ve daha Önce olamazdı çünkü o tarihe kadar, Amerika kıtasından getirildiğinden beri domatesin zehirli olduğu sanılıyordu. Domates o zamanlara kadar saksılarda pencereleri süslüyordu. Gerçi domates, bazı cinsleri zehirli olan 'solanum ailesindendir ama o bitkilerin de sadece yapraklan zehirlidir.

    1876 yılında, hem iyi bir aşçı hem de başarılı bir işadamı olan Hanry Heinz Amerika'da ilk ketçap fabrikasını kurdu. 'Heinz ketçapları'nın içinde bulunanlar ve şişesinin şekli günümüze kadar, yüz yıldan fazla bir sürede hemen hiç değişmeden geldi.

    Bu süre içinde de insanlar ketçap şişeleriyle boğuşup durdular. Şişeyi sallayarak, dibine vurarak, çatalı şişenin ağzına tıklayarak, bıçağı daracık ağzından içeri sokmaya çalışarak, geliştirdikleri birçok ilginç metotlarla ketçabı şişesinden çıkarmaya çalıştılar.

    Ketçabın içinde şeker, sirke, nişasta, tuz ve bazı aromatik kimyasal maddeler vardır ama aslında ketçap koyu bir domates suyudur. İçinde baharat ve acı maddelerin yok denecek kadar az olmasından dolayı yiyeceklerin üstüne bol bol dökülür. Bir şeyin üzerine dökülecek sıvı için ise en iyi kap şekli dar ağızlı bir şişedir.

    Ketçabın kardeşi hardal için ise durum farklıdır. Hardalın tadı yakıcıdır, bir yiyeceğin üstüne bol miktarda sürülemez, dolayısıyla bıçağın ucu ile alınabileceği geniş ağızlı bir cam kap onun için daha uygundur. Bu nedenlerle yıllar boyu ketçap şişeleri ince uzun ve dar ağızlı, hardal şişeleri de kısa ve geniş ağızlı imal edilmişlerdir.
    Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/saglik/21985-yiyecek-ve-icecekler.html#post41381

    Heinz, ketçabını piyasaya sürmeden önce diğer bütün soslar geniş ağızlı kaplarda satılıyorlardı. Heinz'in ketçabı başlangıçta daha sulu ve akıcı idi. Bu nedenle de dar ağızlı ve sekiz köşeli şişeleri kullandı. Zamanla müşteri isteği doğrultusunda ketçabının kıvamını koyulttu ama aynı müşteri alıştığı ve elde tutması kolay olan şişenin dizaynının değişmesini istemedi.

    Heinz mecburen ketçabını dar ağızlı şişelerle satmaya devam etti. Ketçap deyince Heinz markası ve onun sekizgen şişeleri akla geldiğinden, diğer üreticiler de ürünlerini bu tip şişelerde salmaya başladılar.

    Koyu kıvamlı ketçabı dar ağızlı şişeden çıkarmaya çabalayanların verdikleri amansız mücadele, 1983 yılında, yine Heinz firmasının ürettiği plastik şişelerle son buldu. Artık ketçap, şişenin ortası sıkılarak kolayca şişesinden çıkarılabiliyordu.

    Ayaküstü, sandviç, hamburger ve benzeri yiyecekler satan yerlerde ketçap da. hardal da birbirine benzer kaplarda sunulurlar. Musluklarına basarak yiyeceklerin üstüne istenildiği kadar konulabilir. Burada amaç herkesin aynı kabı veya şişeyi kullanmamasıdır. Tabii bu kaplardaki ketçabın da, hardalın da fazla koyu olmadıkları dikkatinizi çekmiştir.
    Adetler ve İnanışlar Genel Giysiler Hayvanlar Dünyası İnsan Yiyecek ve İçecekler İletişim Anasayfa
    Konu Mustafa Uyar tarafından (12.Nisan.2015 Saat 21:00 ) değiştirilmiştir.

  7. #7
    ReformTürk Yöneticisi Mustafa Uyar - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    10 Eylül 2006
    Yer
    Ilgın, Konya
    Mesajlar
    13,663
    Tecrübe Puanı
    100

    Standart --->: Yiyecek ve içecekler

    Yiyecek Seçmenin Nedeni

    Lezzet, halk arasında yiyeceğin tadı olarak bilinir, halbuki tat. lezzet duyusu içindeki faktörlerden sadece bir tanesidir. Yiyeceğin lezzetini, tadının yanı sıra kokusu, sıcaklığı, sertliği, görünüşü ve içindeki baharatlar da belirler. Lezzet duyusu ayrıca kişinin yaşına, sigara içip içmemesine halta dişlerindeki protezlere bile bağlıdır.

    Yemek ağza gönderilmeden önce, gözler dış görünüşü hakkında beyine bilgiler gönderirler. Sonra yiyecek ağza yaklaştırılırken koklanır. Yemeğin kokusunun alınabilmesi için burun içinde hava akımı olması gerekir. Nezle olunduğunda burun tıkanıp hava akımı durduğundan koku alınamaz. Eğer burun parmaklarla iki yandan sıkılırsa, soğan mı yoksa elma mı yendiği anlaşılmaz.

    İnsanlar çoğu yiyecekleri sıcak yemeyi severler. Sıcaklığı, ağzın içinde bulunan sıcaklık alıcıları saptar ve beyine bildirirler. Tadı ve kokusu iyi olan bir yiyecekten sırf soğuk olduğu için lezzet duyamayabiliriz. Yiyeceğin yumuşak olması ve görüntüsünün güzelliği de daha büyük bir iştahla yenilmesini sağlar.
    Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/saglik/21985-yiyecek-ve-icecekler.html#post41382

    Bazı kişiler acı olarak sevdikleri bir yiyeceği, bibersiz ve baharatsız yerlerse lezzet alamazlar. Ağızdaki ağrı duyusunu akmaya yarayan alıcıların da lezzet duygusunun alınmasında rolleri vardır.

    Ağızda sayıları 9-10 bin civarında olan tat alıcılarının 45 yaşından sonra azalmaya başlar. 80 yaşında normalin beşle birine düşer. Genç yaşlarda sevilmeyen bazı yemeklerin ilen yaşlarda sevilerek yenilmesinin sebebi, bu tat alıcılarının sayılarının azalmaları, yiyeceğin tadının tüm ayrıntılarının, daha önce hoşlanılmayan kısımlarının artık algılanmaması olabilir.

    Dişlerdeki protezler hem damaklardaki sıcaklık ve dokunma alıcılarının üzerlerini kapadıklarından hem de tadın alınmasında ana etken olan tükürük salgı miktarını etkilediklerinden tat alma duygumuzu önemli derecede etkilerler.

    Ağrı duyusunu alan alıcılar dışında, ağız ve burundaki alıcılar uyarılara çabuk adapte olurlar. Ağza alınan bir yiyeceğin lezzeti başlangıçta iyi bir şekilde alınırken zaman geçtikçe bu alıcıların gönderdikleri sinyal seviyesi azalır. Bu nedenle daha iyi lezzet alabilmek için yemeklerin azar azar ve İki lokma arasında bir süre beklenerek yenilmesi tavsiye edilir.

    İlk insanlar av hayvanlarının etlerini çiğ olarak yiyorlardı. Sonra ateşte pişirmeye başladılar. Yıllar geçtikçe pişirdikleri yemeklerin daha lezzetli olmalarını sağlamak ve çeşidi arttırmak için birbirleri ile karıştırmaya başladılar. Yemekler zamanla toplumların tarihsel gelişimleri ve çevre etkileriyle, geleneklere göre şekillendiler. İnsanların lezzet anlayışları da bulundukları toplumlara göre gelişti.

    Yemek yeme alışkanlığı ve damak tadı denilen lezzet anlayışında, sadece kültür ve coğrafi koşullar değil, toplumun sosyolojik ve ekonomik yapısı, göçebelik, tarım, hayvancılık, ormancılık, balıkçılık gibi yaşam alanları, iklim koşulları, din ve komşu kültürler de etkili oldular.

    Bütün bunlara rağmen, aynı toplumdaki iki insanda veya aynı insanda değişik yaşlarda oluşan farklı lezzet anlayışının nedenleri tam anlaşılabilmiş değildir. Araştırmacılar en çok insan tükürüğündeki kimyasallar ve bunların insandan insana fark eden genetik yapıları üzerinde duruyorlar.
    Adetler ve İnanışlar Genel Giysiler Hayvanlar Dünyası İnsan Yiyecek ve İçecekler İletişim Anasayfa
    Konu Mustafa Uyar tarafından (12.Nisan.2015 Saat 21:00 ) değiştirilmiştir.

  8. #8
    ReformTürk Yöneticisi Mustafa Uyar - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    10 Eylül 2006
    Yer
    Ilgın, Konya
    Mesajlar
    13,663
    Tecrübe Puanı
    100

    Standart --->: Yiyecek ve içecekler

    Sirkenin tarihi de neredeyse şarap kadar eskidir. Aslında sirke ekşimiş şaraptır. Muhtemelen 10 bin yıl önce tembel bir şarap imalatçısı, şarabı yaparken uzun süre bekleterek hava almasına, sonucunda da ekşimesine sebep olmuş böylece bilmeden, rastlantıyla sirkenin kaşifi olarak tarihe geçmiştir. Binlerce yıl her medeniyet değişik meyve, sebze ve hububattan kendi usullerince sirke yapmış ama sirkeleşmenin ne olduğu ancak geçen yüzyılın başlarında anlaşılabilmiştir.
    Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/saglik/21985-yiyecek-ve-icecekler.html#post41383

    Genellikle sirkenin sadece salatalarda, turşularda, salçalarda, gıda maddelerinde kullanıldığı sanılır. Halbuki tarihe bakıldığında sirkenin asırlar boyu tıbbın hizmetinde olduğu görülür. Milattan yaklaşık 400 yıl önce tıbbın babası Hipokrat'ın hastalarına sirkeyi ilaç olarak tavsiye ettiği biliniyor. Sonraları doktorlar sirkeyi nefes açıcı olarak akciğer rahatsızlıklarında, cilt hastalıklarında, incinme ve burkulmalarda, ateş düşürmede ve iç kanamaların tedavilerinde yaygın olarak kullanmışlardır.

    Romalı askerler sirkeyi içme sularına dezenfektan olarak koyarlarmış. Hatta Anibal'in Alp dağlarını sirke sayesinde aştığı bile rivayet edilir. Anibal yoluna çıkan kayaları önce ateş yakarak ısıtmış sonra üzerlerine sirke sürmüş, çatlayan ve ufalanan kayaları da yolu üzerinden kolayca kaldırmış. Sirkenin tarih boyunca en önemli kullanım alanı ise yiyeceklerin muhafazasında olmuştur.

    Bugün insanlar sirkeyi hala günlük yaşamda, alına sirkeli bez koyarak ateşi düşürmede, ağrı gidermede, temizlikte, pasları çözmede, yabani otları öldürmede kullanıyorlar.

    Sirkenin kendine özgü ekşi tadı 'sirke asidi' denilen 'asetik asit'ten gelir. Asetik asit doğal olarak meyvelerde bulunmaz. Ancak meyve suları, mayalar ve bakteriler gibi mikroskobik canlıların rol oynadıkları iki basamaklı bir süreç sonunda sirkeye dönüşebilirler.

    Üzümün bolca yetiştirildiği Türkiye gibi ülkelerde sirke üzümden elde edilen alkolden yapılır ama mayalanma ve sirkeleşme yalnızca üzüm suyuna özgü değildir. Sirke, elmadan, hurmadan, çeşitli meyvelerden, şekerleşmiş tohumlardan, arpadan, pirinçten, patatesten hatta ispirtodan bile yapılmaktadır.

    Günümüzde marketlerden aldığımız sirke artık bilinçli metotlarla yapılmaktadır ama zaten sirke imalatının formülleri ve yöntemi çok basittir, binlerce yıl da Önemli bir değişiklik göstermemiştir. Birinci kademede alkol elde edilir, mayalanma sonucu bildiğimiz şeker alkole dönüşür. Buna fermantasyon deniliyor ve böylece şarap elde edilmiş olunuyor.

    İkinci kademede havadaki bakteriler bu alkolü etkileyerek onu aside çeviriyorlar. Bu işleme de 'ikinci fermantasyon' veya 'asit fermantasyonu' deniliyor. Bu iş için şarap bir süre hava ile temasta bırakılıyor.

    İkisi de Farsça 'sirke' kelimesinden dilimize girmiştir ama dişi bitin saç diplerine bıraktığı yumurtaların adı olan sirke ile şaraptan elde edilen sirkenin isim benzerliğinden başka ortak bir yanları yoktur. Aslında küçük bir ilişki vardır. Baştaki bit yumurtalarının yani sirkenin tedavisinde, ılık sirkeye batırılmış, sık dişli bir tarakla başı taramak oldukça faydalı bir yoldur.
    Adetler ve İnanışlar Genel Giysiler Hayvanlar Dünyası İnsan Yiyecek ve İçecekler İletişim Anasayfa
    Konu Mustafa Uyar tarafından (12.Nisan.2015 Saat 21:00 ) değiştirilmiştir.

  9. #9
    ReformTürk Yöneticisi Mustafa Uyar - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    10 Eylül 2006
    Yer
    Ilgın, Konya
    Mesajlar
    13,663
    Tecrübe Puanı
    100

    Standart --->: Yiyecek ve içecekler

    Süt Neden Kaymak Tutar

    İnek sütünün yüzde 87'si sudur. Geri kalanı yağ, protein ve laktoz adı verilen süt şekeri olup, bileşiminde ayrıca kalsiyum, fosfor gibi mineraller ve pek çok vitamin bulunur.

    Sütün içindekiler değişik fiziksel durumlarda bulunurlar. Yağ, sütün içinde emülsiyon halindedir. Bir süt damlasına mikroskopla bakıldığında yüzeye çıkan küçük kabarcıklar halinde yağ tanecikleri görülür. Laktoz ve proteinler ise eriyik halindedirler.

    Sütte üç tür protein bulunur. Bunlardan 'kazein' süte beyaz rengini verir. Diğer ikisi yani 'albümin' ve 'globülin' kaynamış sütteki kaymağı oluşturan ana maddelerdir. Sıcakla birlikte yoğunlaşırlar, pıhtılaşırlar.

    Kaynamış sütün yüzeyinde oluşan tabaka, sütün yüzeyindeki suyun hızla buharlaşması sonucu, proteinlerin, kalsiyumun ve yüzeye gelen yağ taneciklerinin burada birleşmeleri ve gittikçe yoğunlaşmaları ile oluşur. Bu tabakada suyun oranı yüzde 29'a düşmüş yağ oranı ise yüzde 67,5'e çıkmıştır.
    Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/saglik/21985-yiyecek-ve-icecekler.html#post41384
    Adetler ve İnanışlar Genel Giysiler Hayvanlar Dünyası İnsan Yiyecek ve İçecekler İletişim Anasayfa
    Konu Mustafa Uyar tarafından (12.Nisan.2015 Saat 21:01 ) değiştirilmiştir.

  10. #10
    ReformTürk Yöneticisi Mustafa Uyar - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    10 Eylül 2006
    Yer
    Ilgın, Konya
    Mesajlar
    13,663
    Tecrübe Puanı
    100

    Standart --->: Yiyecek ve içecekler

    Ekmek neden bayatlar

    Bayatlamak ifadesi genellikle gıdaların tazeliklerini kaybetmeleri anlamında kullanılır. Ekmeğin bayatlaması ise biraz farklıdır. Ekmek bir gece üstü açık olarak ortalıkta bırakılırsa ertesi gün sertleşir. Bu, kızartma makinesinde kızartılan ekmeğin sertleşmesinden değişik bir olaydır. Bunu önlemek için ekmek, üstü örtülerek kapalı bir yerde veya buzdolabında muhafaza edilir.

    Açık havada ekmeğin sertleşmesi, içindeki nemin buharlaşması şeklinde izah edilebilir ancak hammaddesi yine un olan bir bisküvi açıkta bırakılırsa tam tersi olur. Ertesi gün bisküvi yumuşar.

    Bisküvi adı iki defa anlamındaki 'bis' ile pişmiş anlamındaki 'cuit' kelimelerinden türemiştir. Uzun süre saklanabilen, sert ve zaten kuru olan bisküvi aslında az kabarmış bir pastadır. İçindeki ana maddeler, unun yanında, süt, tereyağı, yumurta, şeker ve tuzdur.

    Ekmekle bisküvi arasındaki en önemli fark içlerindeki tuz ve şeker miktarlarıdır. Ekmekte bisküviye oranla çok az şeker ve tuz vardır. Tuz ile şeker ise nemi en çok çeken maddelerdir. İkinci fark ise dokusal yapıdadır. Ekmeğin yapısı oldukça gözeneklidir. Bisküvinin ise yoğun bir dokusal yapısı vardır.

    Ekmeğin gözenekli yapısının nedeni, kendisi de ekşi hamur olan ekmek mayasının, şekerle karşılaşınca, alkol ve karbon gazı oluşturmasıdır. Bu gaz kabarcıkları ekmek hamurunu kabartır, kabarcıklar arada bir patlarlar. Fırında mayalı hamurun içindeki alkol, karbon gazı ve suyun bir kısmı çıkar, ekmek hafifleyerek gevşek ve gözenekli bir yapı kazanır.
    Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/saglik/21985-yiyecek-ve-icecekler.html#post41385

    Bu iki farktan ötürü ekmek açıkta bırakıldığında, havadaki nemi emmek bir yana içindeki nemi bile tutamaz, sertleşir. Halbuki bisküvi zamanla içindeki bol tuz ve şeker sayesinde havadaki nemi çeker ve yumuşar.

    Bayatlama sadece su kaybından değil, ekmekteki maddelerin değişikliğe uğramasından da ileri gelir. Açıkta bırakılan ekmekte, nişastanın içinde bulunan amiloz miktarı azalır. Taze ekmeğin gözenekli yapısı ve nem nedeniyle birbirlerinden ayrık bulunan nişasta taneciklerindeki moleküller azalan amiloz miktarı ile birlikte birbirlerine yaklaşırlar.

    Bu yapı değişimi donma sıcaklığının üstündeki her sıcaklıkta olabilir. Yani ekmeği soğukta muhafaza etmek veya buzdolabına koymak da bayatlamasının önüne geçemez.
    Adetler ve İnanışlar Genel Giysiler Hayvanlar Dünyası İnsan Yiyecek ve İçecekler İletişim Anasayfa
    Konu Mustafa Uyar tarafından (12.Nisan.2015 Saat 21:01 ) değiştirilmiştir.

Sayfa 1/3 123 SonSon

Benzer Konular

  1. Bu 6 yiyecek sakinleştirir!
    By RüZGaR in forum Sağlık
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 23.Mayıs.2008, 12:15
  2. Asitli Içecekler Ve çocuklar
    By soleil in forum Sağlık
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 31.Mart.2008, 11:26
  3. zararlı 11 yiyecek
    By Always in forum Sağlık
    Cevaplar: 1
    Son Mesaj: 25.Kasım.2007, 17:34
  4. Peygamber Efendimizin sevdiği içecekler
    By yoLcu in forum Hz. Muhammed (sav)
    Cevaplar: 2
    Son Mesaj: 12.Haziran.2007, 01:07
  5. En cok zayiflatan 10 yiyecek ..
    By soleil in forum Sağlık
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 10.Kasım.2006, 19:09

Bu Konudaki Etiketler


Search Engine Optimization by vBSEO 3.6.0 PL2 ©2011, Crawlability, Inc.