VATAN SAĞOLSUN

OYNAYANLAR:
AYŞE KADIN : 50 Yaşlarında köylü bir kadın.
ERKEK SESİ : Dışardan yükselen ses.
KADIN SESİ : Dışardan gelen ses.
2. SES : Dışardan gelen erkek sesi.
1. ASKER : Yunan askeridir ve üzerinde o devrin asker kıyafeti vardır.
2. ASKER : Birinci asker gibidir.
3. ASKER : Birinci asker gibidir.
KOMUTAN : Otuz beş yaşlarında bir Yunan subayı. Üze¬rinde üniforma vardır.
NÖBETÇİ : Komutanın kapısında nöbet bekler.
TEĞMEN : 25 yaşlarında bir Yunan subayı.
ÇORBACI: Yunanlılar hesabına çalışan bir hain.
FATMA : 50 yaşlarında, Osman Ağa'nın eşi.
OSMAN AĞA : 55 yaşlarında bir Türk köylüsü.
DİMİTRİ: Yunanlı asker.
MUHTAR : 55 yaşlarında, köyün muhtarı.
1. ADAM : İhtiyar heyeti üyesi.
2. ADAM : İhtiyar heyeti üyesi.
3. KADIN: Muhtarın karısı.
4. KADIN: 1. İhtiyar heyeti üyesinin karısı.
5. KADIN : 2. İhtiyar heyeti üyesinin karısı.
1. PERDE
DEKOR : (Geniş bir köy evinin salonudur. İki yan tarafta divan vardır. Orta yerde kilim bulunur. Duvarlardan birinde gaz lambası ve ayna asılıdır. Salonun çeşitli yerlerinde şilteler bu¬lunmaktadır.)
Ayşe kadın — (Salonun tam ortasındaki kapağı kaldırmış, içeriye cephane dolu sandıkları yerleştirmeye çalışmaktadır. Bir yandan da kendi kendine mırıldanır.) Düşman köye geliyor¬muş. Onlar buraya ulaşmadan şu sandıkları ortadan kaldırmalı¬yım.
ERKEK SESİ — (Dışardan) Ayşe kadın!.. Ayşe kadın! Çabuk hazırlan! Düşman neredeyse köye girmek üzere.
AYŞE KADIN — (Cephane sandıklarından birisini daha evin bodrumuna indirir.) Biraz daha işim var. Bitirir bitirmez ben de geleceğim. Siz yolunuza devam edin.
ERKEK SESİ — (Dışardan) Elini tez tut!... Biz ormana doğru gidiyoruz...
AYŞE KADIN — Ben kadınım... Düşman köye girse bile bana dokunmazlar. Fakat siz erkekleri, düşman ele geçirirse par¬çalar, (diye yüksek sesle dışarıya bağırır. Sonra tekrar cephane sandıklarını bodruma indirmeye devam eder.)
İKİNCİ SES — (Dışardan) Ayşe kadın düşman hemen te¬penin ardında. Çabuk ol... Sen de bizimle gel...
AYŞE KADIN — (Yüksek sesle bağırarak) Çok az işim kaldı... Siz yolunuza devam edin.
İKİNCİ SES — Ormanda seni bekleyeceğiz... Elini biraz çabuk tut.
AYŞE KADIN — Peki... Siz yolunuza devam edin.
(Ayşe kadın güçlükle bir sandığı daha bodruma indirdi. Sonra elinin tersi ile alnındaki terleri siler. Bu sırada dışardan silâh sesleri yükselir. Yaşlı kadın son sandığı da bodruma indi¬rir, kapağını güzelce kapatır. Üzerine de kilimleri serer. Ardın¬dan, divanın üzerinden seccadeyi alıp, bodrum kapağının üzeri¬ne sererek) artık çok geç. Düşman köye girdi bile... En iyisi na¬mazımı da kılıp kaderimle başbaşa kalayım...
(Ayşe kadın namaza durur. Bu sırada dışarıdan ayak sesleri ve konuşmalar yükselir. Ayşe kadın namazını bitirip dua etmeye başladığı sırada gürültüyle evin kapısı açılır ve içeriye üç düş¬man askeri girer. İçlerinden biri Ayşe kadına saldırır.)
1. ASKER — Söyle bakalım moruk, sen neden diğerleriyle
kaçmadın. Mutlaka bir bildiğin olmalı...
(Ayşe kadın cevap vermez)
2. ASKER — (Ayşe kadının yanına gelir ve saçlarından
ayağa kaldırarak.) Evet evet bir bildiğin olmalı. Haydi konuş.
(Ayşe kadın cevap vermeyince, iki asker birden yaşlı kadını hırpalamaya başlarlar.)
1. ASKER — Konuşsana be kadın.
2. ASKER — (Diğerlerinin yanına gelerek) Rahat bırakın
kadını. Komutan onu konuşturmasını bilir.
1. ASKER —Biz de biliriz...
2. ASKER — (Elindeki silâhın dipçiği ile kadına vurmağa
yeltenir.) Söyle köylüler nereye kaçtılar?
3. ASKER — Sakin ol... (diyerek 2. askerin hareketine en¬
gel olur.)
AYŞE KADIN — (Askerlere dönerek) Sizler ancak yaşlı bir kadına karşı erkekliğinizi gösterirsiniz.
1. ASKER — (üçüncü askere dönerek) Görüyor musunuz? Senden cesaret alıp bize çatmaya başladı.
AYŞE KADIN — Hiç birinizden cesaret almama gerek yok. Ben cesareti Türklüğümden Türk ordusundan alıyorum.
(Birinci asker tam tokadı indireceği bir sırada içeriye ko¬mutan girer.)
KOMUTAN — Ne oluyor burada... Bu kadın da nesi?
(Askerler hemen hazır ol durumuna geçerler.)
1. ASKER — Köyden kaçmayan yalnız bu kadın var ko¬mutanım... Burada kaldığına göre bir maksadı olmalı...
(Komutan geniş salonu baştan aşağı dolaşır. Elleri arkası¬na bağlıdır. Yüzünde mağrur bir insanın edası vardır. Tam kadı¬nın önünde durur.)
KOMUTAN — Adın ne senin?
AYŞE KADIN — Ayşe kadın.
KOMUTAN — Sen niçin diğerleriyle gitmedin?
AYŞE KADIN — Gördüğünüz gibi ben yaşlı bir kadınım. Gitmemle kalmam arasında hiç fark yok. Eğer öleceksem, ken¬di köyümde ölmek isterim.
KOMUTAN — Kendine çok güveniyorsun.
AYŞE KADIN — Her Türk gibi.
(Komutan Türk kelimesini duyunca öfkelenir. Yüksek sesle ve işaret parmağını Ayşe kadının burnuna uzatarak.)
KOMUTAN — Türk gibi ha.. Çok cesur oldukları için mi topraklarını bırakıp kaçtılar?
AYŞE KADIN — Onlar kaçmadılar... Cepheye Mustafa Kemal'in saflarına katılmak için gittiler.
KOMUTAN — (Kahkaha atarak) Cepheye mi gittiler? Mustafa Kemal'in yanına ha...
AYŞE KADIN — Evet Mustafa Kemal'in yanına...
KOMUTAN — (Ayşe kadının sert çıkışı üzerine) Alın bu¬nu, karşımdan. Bir odaya hapsedin. Onu daha sonra sorguya çe¬keceğim. (Askerler Ayşe kadını kıskıvrak yakalayıp odadan çıkarırlar. Komutan yalnız kalır... Odanın içinde bir aşağı bir yu¬karı dolaşır. Gözü yerdeki seccadeye ilişir. Ayağı ile onu odanın bir ucuna savuna: Sonra dışarıya seslenir.) Nöbetçi...
NÖBETÇİ — (Elinde silâhı ile bir nöbetçi içeri girer ve komutanı selamlar.) Buyurunuz komutanım...
KOMUTAN — Köydeki en güzel bina bu. Karargâh olarak kullanmağa karar verdim. Hemen burasını oturacak hale getiri¬niz.
NÖBETÇİ — Baş üstüne efendim.
KOMUTAN — (Tam nöbetçi dışarıya çıkacağı bir sırada) Teğmene söyle Çorbacı'yı alıp buraya gelsin.
(Sahne değişmeye başlar.)
2. PERDE
DEKOR : (Salonun şekli değişmiştir. Yerdeki şilteler kaldı¬rılır. Divanlar da yoktur. Onların yerine büyük bir masa yerleş¬tirilmiştir. Masanın etrafında sekiz sandalye vardır. Masanın başında komutan çalışmaktadır. Bu sırada kapı çalınır.)
KOMUTAN — (Hiç istifini bozmadan) Giriniz...
(İçeriye teğmen ve Çorbacı girerler. Çorbacı elinde şapka¬sını evirip çevirmektedir. Teğmen komutanı selamladıktan son¬ra.)
TEĞMEN — Beni emretmişsiniz komutanım.
KOMUTAN — (Başım kaldırıp gelenlere bakar.) Evet Teğmen... Şöyle oturunuz. Sen de Çorbacı geç otur. (Teğmen ve Çorbacı yerlerine oturduktan sonra) Ev sahibi olan kadın hayli inatçı birine benziyor. (Çorbacıya dönerek) O kadını tanıyor musun?
ÇORBACI — Bu yörede Ayşe kadını kim tanımaz ki ko¬mutanım. Eşi Karabıyık Mustafa Büyük savaşta şehit oldu. Şimdi de iki oğlu cephede size karşı savaşıyor.
KOMUTAN — Çok ilginç... Fakat bana karşı koymanın ne demek olduğunu ben ona gösteririm.
ÇORBACI — Yaşlı olduğuna bakmayınız. Oldukça dinç birisidir. Duyduğuma göre kendisi de cepheye cephane taşıyor-muş.
KOMUTAN — Cephane mi taşıyormuş? (diye söylenerek ayağa kalkar, odanın içinde bir aşağı bir yukarı dolaştıktan sonra) Öyleyse cephane deposunun yerini de biliyordur, (diye¬rek sinsi sinsi güler. Kapıya doğru dönerek Nöbetçi... Nöbetçi
NÖBETÇİ — Buyurun komutanım.
KOMUTAN — Bana o ihtiyar kadını getirin.
NÖBETÇİ — Baş üstüne efendim. (Odadan çıkar.)
KOMUTAN — Onu bülbül gibi konuşturup cephaneliğin yerini öğreneceğim.
ÇORBACI — Konuşacağını hiç sanmıyorum.
TEĞMEN — Biz onun dilini çözmesini biliriz.
KOMUTAN — Teğmenin hakkı var. Onu bülbül gibi ko¬nuşturacak bir çok metotlarımız var. (Ardından da bir kahkaha savurur. Diğerleri de onun kahkahasına katılırlar. Kapı çalınır. Komutan kahkahayı kesip kapıya doğru dönerek Giriniz. (İçe¬riye iki askerin arasında Ayşe kadın girer. Askerler kadını, ko¬mutana doğru iterler. Bir ara Çorbacı ile Ayşe kadın dikkatle birbirlerine bakarlar. Çorbacı başını başka yöne çevirir.)
TEĞMEN — (Ayağa kalkarak.) Şu tarafa geçin!...
AYŞE KADIN — (Teğmenin işaret ettiği tarafa doğru ilerlerken) Benim gibi yaşlı bir kadından ne istiyorsunuz?
KOMUTAN — Henüz bir şey istemiş değiliz... İstekleri¬mizi daha sonra bildireceğiz. (Çorbacıyı işaret ederek) Bu ada¬mı tanıyor musunuz?
AYŞE KADIN — (Nefretle Çorbacıya bakarak) Şehirden tanıyorum. Bir mala ihtiyacımız olduğunda ondan alış—veriş ederiz.
ÇORBACI — (Başım önüne eğer ve kekeleyerek) Şey efendim. Doğru söylüyor. Ne zaman şehre gelseler hep benden alış—veriş yaparlardı.
AYŞE KADIN — Senin düşmanla işbirliği kuracağını bil¬seydik, hiç yapar mıydık... Eğer sonunda hain çıkacağını bilsey¬dik, dükkanını başına yıkardık.
ÇORBACI — (Başını önüne eğerek.) Nasıl olsa ordunuz yakında yenilecek. Siz de aklınızı kullanın da Yunanlılardan yana olun. Böylece hem canınızı, hem de malınızı kurtarmış olursunuz.
AYŞE KADIN — Alçak!... (diye bağırarak Çorbacıya sal¬dırır. Askerler kollarından yakalayıp engel olurlar.)
KOMUTAN — Kocan gibi yarın oğulların da ölecek... O genç insanların sorumlusu da sen olacaksın. Onları askere gön¬dermekle hiç de iyi etmedin.
AYŞE KADIN — (Gururla) Vatan uğruna hepimiz seve seve canımızı vermeye hazırız. Daha on çocuğum olmuş olsaydı onları da gözümü kırpmadan gönderirdim.
KOMUTAN — Kes sesini... Şimdi şöyle karşıma geç de sorularıma cevap ver.
(Ayşe kadın istifini bozmaz. Bunu üzerine teğmen kadını ko¬mutanın önüne doğru iter.)
TEĞMEN— Ne söyleniyorsa onu yap.
AYŞE KADIN — Çek ellerini üzerimden.
KOMUTAN — Şimdi beni iyi dinle. Eğer sorularıma doğ¬ru cevap verirsen kılına bile dokunmayız.
AYŞE KADIN — Söyledim ya, ben yaşlı bir kadınım. Benden ne öğrenebilirsiniz?
KOMUTAN — Çok şey... Çorbacının anlattığına göre cepheye cephane taşıyanların arasında sen de bulunuyormuşsun.
Söyle bakalım cephaneleri nereden alıyorsunuz?
AYŞE KADIN — (Hiddetle Çorbacı'ya bakarak) Çorbacı bizim cephane taşıdığımızı bildiğine göre yerini de biliyordur. Ona niçin sormuyorsunuz?
KOMUTAN — (Önce Çorbacı'ya bakar, sonra da Ayşe kadına dönerek) Burada soruyu sen değil, ben soracağım. (Son¬ra sesini yükseltir.) Söyle cephanelik nerede?
AYŞE KADIN — (Başını dimdik tutar ve gururla odada-kileri süzerek) Bilmiyorum.
KOMUTAN — Yalan söylüyorsun... Zorluk çıkarmadan her şeyi bize anlat.
(Ayşe kadın gözlerini belirli bir noktaya diker ve cevap ver¬mez. Kısa süren sessizliği teğmen bozar.)
TEĞMEN— Komutanım izin verin ben konuşayım onunla. İki dakika içinde bülbül gibi şakıyacağından hiç kuşkunuz ol¬masın.
KOMUTAN — (Yaşlı kadının burnunun ucuna sokularak) Seni teğmene teslim edersem emdiğin sütü burnundan getirir.
AYŞE KADIN — (Kılını bile kıpırdatmadan) Ben bir şey bilmiyorum.
TEĞMEN — Yalan söylüyorsun.
AYŞE KADIN — (Tekrar başını Çorbacı'ya çevirerek.) Niçin Çorbacı'ya sormuyorsunuz? O benden çok şey biliyor.
ÇORBACI — (Korkuyla oturduğu yerden ayağa kalkar. Önce Ayşe kadına, sonra da komutana döner ve ellerini iki yana açıp yalvarırcasına konuşur) İnanın ki komutanım ben bir şey bilmiyorum. Bu şeytan kadın bana iftira atıyor.
KOMUTAN — Otur yerine sen Çorbacı. (Çorbacı korkuy¬la yerine otururken, komuta?! Ayşe kadına döner.) Soruma ce¬vap ver. Aksi halde seni teğmene teslim etmek zorunda kalacağım.
AYŞE KADIN — Daha önce de söyledim. Cephanelik hakkında ben tek bir şey bilmiyorum.
KOMUTAN — (Bağırarak) Yalan söylüyorsun.
AYŞE KADIN — (Aynı tonda sesle) Hayır...
TEĞMEN — (Heyecanla ileri atılarak) İzin verin komuta¬nım, ona metotlarımızdan birini uygulayayım.
KOMUTAN — Görüyorsun ki, teğmen acele ediyor. Hâlâ konuşmamakta ısrar edecek misin?
AYŞE KADIN — Ben bir şey bilmiyorum.
KOMUTAN — (Teğmene dönerek) Götürün bu kadını kar¬şımdan ve konuşturmak için ne gerekirse onu yapın.
TEĞMEN — (Pis pis sırıtır ve kadının saçlarından yakala¬yıp sürükleyerek kapıya doğru götürür.) Merak etmeyin komu¬tanım iki dakika sonra bülbül gibi konuşacaktır.
KADIN — (Debelenir ve teğmene karşı koymaya çalışır. Bir yandan da avazı çıktığı kadar bağırarak.) Bu yaptıklarını¬zın hiç biri yanınıza kalmayacak... Türk ordusu kısa zamanda buraya gelecek ve hepinizi denize dökecek. (Ayşe kadın ve teğ¬men dışarı çıkarken, komutan kahkaha ile güler. Çorbacı ise şaşkın şaşkın olup bitenleri izlemektedir. Tekrar içeriye giren komutan orta yerdeki masanın başında oturur. Birkaç saniye sü¬ren sessizlikten sonra, masaya hiddetle bir yumruk vurarak aya¬ğa kalkar. Odanın içinde bir aşağı bir yukarı dolaşırken de ken¬di kendine konuşmaktadır.)
KOMUTAN — Ne dayanıklı bir kadınmış... Tam bir aydır yapılan işkencelere karşı koydu. Olacak şey değil... Eğer ona yapılan işkence bana yapılmış olsaydı, çoktan öbür dünyayı boylardım... (Sağ eliyle boğazını keser gibi bir işaret yapar. Sonra kapıya doğru döner ve yüksek sesle) Nöbetçiler... (Diye bağırır.)
NÖBETÇİ — (Koşarak içeri girer.) Buyurunuz komutanım.
KOMUTAN — Bana tutsak kadını getirin.
NÖBETÇİ — Baş üstüne efendim.
(Nöbetçi dışarı çıkarken kapıda teğmenle çarpışır.)
TEĞMEN — (Nöbetçiye çıkışır.) Önüne baksana be adam.
NÖBETÇİ — Affedersiniz efendim.
TEĞMEN — (Nöbetçinin dışarı çıkışını izler. Sonra komu¬tana doğru ilerler. Selâm verir.) Günaydın komutanım.
KOMUTAN — Günaydın teğmen.
TEĞMEN — Komutanım, hiç bu kadar inatçı birisine rast¬lamadım. Ne yaptıysak hepsi boşuna... Ağzını bile açmıyor.
KOMUTAN — Öyleyse yemeğini kesin. Belki açlığa daya¬namayıp konuşur.
TEĞMEN — Bizim kesmemize gerek yok komutanım. Üç gündür ağzına bir lokma ekmek bile koymuyor.
KOMUTAN — Üç gündür yemek yemiyor mu?
TEĞMEN — Evet efendim...
KOMUTAN — Bu hareketi onun ölmeye karar verdiğini gösterir.
TEĞMEN — Ben de öyle tahmin ediyorum efendim.
KOMUTAN — Konuşmadan ölmesini istemiyorum.
TEĞMEN — Fakat komutanım kendini öldürmeye karar verdiyse, ona engel olamayız.
KOMUTAN — Doğru ya...
TEĞMEN — Sizin bir öneriniz var mı?
KOMUTAN — (Masanın başına geçer. Başını ellerinin arasına alır. Teğmen de karşısındaki bir sandalyeye oturur.) Doğrusunu istersen ne yapmamız konusunda kesin bir karara varamıyorum.
TEĞMEN — Ben de.
KOMUTAN — Acaba kadın gerçekten hiç bir şey bilmiyor mu?
TEĞMEN — Sanmıyorum. Bu kadının cephaneliğin yerini bildiğini sanıyorum. Ne var ki, ağzını açıp tek kelime bile ko¬nuşmuyor.
KOMUTAN — (Koltuğunun arkasına yaslanarak) O hal¬de ne yapıp yapıp konuşturmalıyız onu. Cephanelik Türklerin eline geçerse, bu hepimiz için çok kötü.
TEĞMEN — Aklıma bir fikir geldi komutanım.
KOMUTAN — Neymiş o?...
TEĞMEN — Kadını serbest bırakalım.
KOMUTAN — Serbest mi bırakalım?
TEĞMEN — Evet komutanım.
KOMUTAN — Çıldırdınız mı siz? Eğer onu serbest bıra¬kırsak, her şeyi berbat ederiz. Bir Türkle konuşsa her şeyi anla¬tır. Mevcudumuzun ne kadar olduğunu, cephane durumumuzu her şeyi açıklar.
TEĞMEN — (Ayağa kalkar.) Fakat hiç kimse ile konuş¬masına meydan vermeyiz. Gittiği yer mutlaka cephanelik ola¬caktır.
KOMUTAN — Kendinden çok emin görünüyorsun.
TEĞMEN — Bu kez başaracağımdan eminim komutanım.
KOMUTAN — Olmaz... Buna asla izin veremem.
TEĞMEN — Bir kere denemekte yarar görüyorum ben.
KOMUTAN — Bundan bir ay önce de yanılmayacağını ve kadını iki dakika içinde bülbül gibi konuşturacağını vaad etmiş¬tin. (Komutanın bu konuşması üzerine teğmen cevap vermez, kı¬sa bir sessizlikten sonra kapı çalınır komutan.) Giriniz... (diye seslenir. Kapı açılır ve içeriye Çorbacı girer. Komutan canı sı¬kılmış bir şekilde eliyle bir işaret yaptıktan sonra) Gel Çorba¬cı...
ÇORBACI — (Kasketi elinde içeriye girer. Korkulu ve şüp¬heci bir hali vardır. Hızlı adımlarla komutanın masasının başı¬na doğru ilerler.) Günaydın komutan bey. Türkler bu yöreye doğru geliyorlarmış.
KOMUTAN — Gelecekleri varsa görecekleri de vardır. (Diyerek kahkaha savurur.)
Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/showthread.php?p=108849
TEĞMEN — (Alaylı bir tavırla Çorbacı ya yaklaşarak) Türklerin bu yöreye doğru ilerlemesi seni korkutuyor mu Çor¬bacı?
ÇORBACI — (Kekeleyerek.) Pek... pek korkmuyorum. Fakat Türkler hiç belli olmaz. Bir bakarsınız hemen buraya da saldırabilirler. Şehirde ölüm sessizliği hüküm sürüyor. Bu ses¬sizlik iyiye alâmet değil. Herkes Başkomutanları Mustafa Ke¬mal adından bahsediyor.
KOMUTAN — (Elini masanın üzerine vurur.) Bizi hiç kimse yolumuzdan çeviremez. Bütün dünya bizim yanımızda. Mustafa Kemal tek başına ne yapabilir? Etrafta dolaşan sözler bir dedikodudan ibarettir.
TEĞMEN — Haklısınız komutanım. Silâh ve askeri olma¬yan bir ülke ne yapabilir.
ÇORBACI — Ben Türkleri çok iyi tanırım. Onlar silâhsız da olsa, güvendikleri bir önderin ardından koşa koşa giderler. Bundan hiç kuşkunuz olmasın.
KOMUTAN — (Yumruğunu tekrar masanın üzerine indi¬rir.) Ne o Çorbacı? Şimdi de Türklerin tarafını mı tutuyorsun?
ÇORBACI — (Korkulu nazarla komutan ve teğmene bak¬tıktan sonra) Yooo... Hayır böyle bir şey söylemedim. Hem sonra bundan böyle Türkler'in tarafını tutsam bile aralarında barınamam ki...