Ömer: Hocam, kitaplarda böyle bir bilgi yok hem ben Cığcıklı değil…(Suat, Ömer konuşurken eliyle Ömer’in karnını dürtükler.)
Ömer: Oyyynaaamaaaaa!
B.Ziya: Neyle oynamayayım ulan? Manyak mısın oğlum sen? Sana ödev, gelecek ders öğrenip geleceksin bu savaşta kaç Cığcıklı olduğunu! Hiişşt, oğlum kime diyorum??
Ömer: Tamam hocam, öğrenirim. Ulan hep senin yüzünden geldi bunlar başıma.
(Zil çalar)
B.Ziya: Ayağa kalkın bakalım, aferin, hepinizi beğendim, çalışmışsınız, ömer hariç.
(Beton Ziya sınıftan ayrılır.)
Suat: Oh be, ders bitti nihayet. Ömer oğlum, bu Beton’un dersleri her şeye bedel. Adam az daha Çanakkale savaşını tekrar başlatacaktı. İyi ki mücadele yıllarında yaşamamış, yoksa bu savaş bitmezdi. Bizi de askere çağırırlardı, bir de bu delinin eline düşerdik; ondan sonrasını var sen düşün artık.
Ömer: Oğlum, sen ne diyorsun yahu? Olan yine bana oldu. Nasıl yapacağım ben şimdi bu ödevi? Vah zavallı kulaklarım, olan yine size olacak!
Suat: Canını sıkma, buluruz bir yolunu. Boş ver, şimdi seyret ne yapıyorum. (Ayça’ya döner; Ayça, elindeki notları karıştırmaktadır.)
Suat: Ayça?..
Ayça:…
Suat: Ayça?..
Ayça: Ne var be?
Suat: Sen zayıfladın mı?
Ayça: Anlamadım.
Suat: Evet, evet. Sen zayıflamışsın.
Ayça: Haydi oradan, şaka yapma; ciddi olamazsın.
Suat: Vallahi bak, sen zayıflamışsın. Evet, evet. Gerçekten öyle. (Ayça, elindeki notları yere atar.)
Ayça: Gerçekten mi?
Suat: Canım neden yalan söyleyeyim halbuki hiç kilo vermeye ihtiyacın yok. (Ayça saçıyla oynamaya başlar.)
Ayça: Öyle deme Suatçığım. Dört kilo fazlam vardı, bir aydır rejim yapıyordum; demek ki etkisini göstermiş. Af edersin kardeşim, seni de yanlış tanımışım.
Suat: Yok canım önemli değil. Ayça?..
Ayça: Efendim canım kardeşim?
Suat: Şaka yaptım!
Ayça: Ulan Allah senin belanı versin! Kaçma, gel buraya!
(Suat, sınıftan kaçar, Ayça onu kovalar; perde kapanır.)
II. BÖLÜM
(Zil çalar, öğrenciler yavaş yavaş sınıfa girerler.)
Ömer: Özlem oğlum, dersimiz ne?
Özlem: Ömer kızım, dersimiz coğrafya!
Ömer: Oğlum, hasta mısın? Ne kızıyorsun, ben ne dedim şimdi?
Özlem: Allah’ım, bu çocuk gerçekten umutsuz vaka!
(Zil çalar, öğretmen içeri girer.)
A.hanım: Günaydın arkadaşlar!
Sınıf: Günaydın hocaaam!
A.hanım: Başkan, sınıf tam mı?
Özlem: Tam hocam.
A.hanım: Evet arkadaşlar, bugünkü dersimizde Doğu Anadolu’nun yeryüzü şekillerini öğreneceğiz. Evet, bu konuyu kısaca anlatmak isteyen var mı? (Ayça parmak kaldırır.)
Evet Ayça, bize kısaca anlatır mısın? Ya da yok yok, isterseniz soru-cevap şeklinde yapalım, öğrenmeniz daha kolay olur. Ne dersiniz?
Ayça: Siz nasıl uygun görürseniz öğretmenim.
A.hanım: Güzel, o zaman söyle bakalım Ayça, Doğu Anadolu’nun en yüksek dağı nedir?
Ayça: Ağrı Dağı’dır öğretmenim.
A.hanım: Evet arkadaşlar, bu bölgemizin en yüksek noktası Ağrı Dağı’dır, Ağrı Dağı aynı zamanda yurdumuzun en yüksek noktasıdır. Peki, söyle bakalım Ayça, bu bölgemizin en geniş ovaları nelerdir?
Ayça: Muş Ovası, Iğdır Ovası…Var…Vardar Ovasııı…Vardar Ovası…(Diğer öğrenciler de tempo tutar.)
A.hanım: Kes kes kes! Bu ne terbiyesizlik! Bir daha böyle sululuklar istemiyorum!
(Sınıf sessizleşir, Aysel hanım bir süre sonra başka bir soru sorar.)
A.hanım: Neyse… Nerde kalmıştık? Başka bir arkadaşınız ayağa kalksın.
(Özlem parmak kaldırır.)
A.hanım: Evet Özlem, sen bize Doğu…
(Sınıfın kapısı açılır, Kamil efendi şarkı söyleyerek elinde süpürge olduğu halde içeri girer.)
Kamil: İşte geldik gidiyooruk/ Bir bilinmez diiiiyaara/ Önceden karpuziiiidik/ Şimdi döndük biz hıyaaara… Hocanım, bi saniye tut şu süpürgeyi.
A.hanım: O ne? Ne yapıyorsun sen yahu?
Kamil: Hocam?!?
A.hanım: Kamil efendi al şu süpürgeyi!
Kamil: Hocanım, valla ben ders yok zannettimdi, o yüzden girdim kusura kalma. Madem girdim, şu çöpleri alıp çıkayım.
A.hanım: Peki, al bakalım; yalnız bundan sonra temizliklerini dersten sonra yaparsan daha iyi olur.
Kamil: Hocam, ben ne yapayım? Müdürü çağırıyo ‘Kamil gel’ müdürün yardımcısı çağırıyo ‘Kamil gel, şöyle oldu böyle oldu’ müdürün yardımcısının yardımcısı çağırıyo ‘Kamil gel şunu yap bunu yap’ öğretmeni çağırıyo ‘Kamil çay ver’ öğrencisi çağırıyo ‘Kamil abi gel, şu kırıldı bu kırıldı’ Hangi birine yetişeyim? Hele bugün! O kadar çok işim var ki! Buradaki işler bitince de daha bizim bacanağın evine gideceğim. Haa, sen bilmiyon değil mi? Bugün bizim yegenin sünneti var. Bizim bacanak dedi ki: ‘Kamil bacanak, bugün öğleden sonra gel bizim oğlanın kirveliğini yap.’ Eee, hocam, kirve olunca da mesarif artıyo. Az sonra gideceğim, en kralından en seçmecesinden bir altın alacağım; sahi hocanım, bu çeyrek kaç para oldu?
(Aysel hanım çok sinirlenir.)
A.hanım: Kamil efendi, başlarım senin çeyreğine de sünnetine de bacanağına da! Aaaa! Bu ne ayol! Temizliğini yap git, senin benim dersimi bölmeye ne hakkın var?
Kamil: Hocanım bana ne bağırıyorsun, ben öksüz müyüm? (Seyirciye dönerek) Herhalde akşam kocasıyla dövüşmüş.
(Kamil efendi, çöp kutusuna yönelir, yerdeki pisliği görünce Suat’a çıkışır.)
Kamil: Ulan bu pislik ne gevur? Ben demiyor muyum çöpleri yere atmayın diye.
A.hanım: Kamil efendi işine bak!
Kamil: (Ağlamaklı) Hocam ben bıktım bunlar bıkmıyor, her gün aynı rezillik, evde on baş beni bekliyor!
Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/piyesler/52845-bizbize.html#post108680
A.hanım: (Bağırarak) İşine bak işine!
Kamil: Hıı?
A.hanım: İşine bak!
Kamil: Tamam hocanım, ne bağırıyorsun?
A.hanım: Allah’ım sen sabır ver.
(Kamil efendi yerdeki çöpleri temizlerken Aysel hanım derse tekrar başlar.
A.hanım: Neyse, nerde kalmıştık? Hah! Söyle bakalım Özlem, Doğu Anadolu’nun barajları nelerdir?
Özlem: En büyük barajımız Keban’dır. Sonra şey barajı var hocam şey…ımmm…neydi?
(Suat, Kamil efendiyi dürter.)
Suat: Kamil abi, baraj soruyor, baraj soruyor!
Kamil: Hocanım, ben söliim mi, ben söliim mi? Coğrafyam iyidir benim. (Özlem’e)
Kamil: Sen otur, ben söylerim.
A.hanım: Çattık belaya! Eh söyle o halde.
Kamil: Hocam, en büyük baraj bizim Cığcık’ta. Muhtar yaptırdıydı. Allah inandırsın derinliği nereden baksan…ııım…üç metre var. İçine de nerden baksan on-on beş tane kerpiç bina sığar.
Balık bile vardı…da…şimdi yok. Şu topal Himmet’in oğlu şerefsiz Muhsin dinamit atmış deyorlar aslı varısa… (Aysel hanım müdahale eder.)
A.hanım: Tamam Kamil efendi, teşekkür ederim bizi aydınlattığın için. Bırak da artık dersimizi bitirelim!
Kamil: Tamam hocam, çıkıyorum. (Çıkarken zil çalar.) Tüh! Hocanım, gördün mü zil çaldı. Amma hocanım sana helal olsun, yahu sen ne güzel ders işliyon öyle; zaman nasıl geçti öyle vızt vızt diye anlamadım. Çocuklar, hocanızın kıymetini bilin valla, yahu ne güzel ders işliyo öyle, pes! (Çıkarken bir de türkü tutturur.) Köylü gızıııı, köylüü gıızı…
A.hanım: Okul mu tımarhane mi belirsiz! Öğrencileri ayrı, hademesi ayrı! Böyle de olmaz ki canım… (Söylenerek sınıftan ayrılır.)
Ömer: Yahu bu Kamil abi de alem doğrusu, para versen böyle kaynatmazdı.
Suat: Oğlum, ne güzel oldu boş ver; öyle değil mi Ayça? (Ayça’yı dürtükler.)
Ayça: Ay! Ne dürtüyorsun be?
Suat: Kızım, iyi olmadı mı diyorum, ne güzel ders kaynadı.
Ayça: Hiç de bile! Ben Aysel hocanın derslerini çok seviyorum.
Suat: Ömer, bu Ayça var ya, uçmuş oğlum uçmuş: Ayça, Aysel hoca, ders dinlemek… Bu üç şey nasıl yan yana geliyor anlamadım gitti.
Ayça: Sen anlayamazsın zaten kıt kafa!
Ömer: Boş ver şimdi çene çalmayı da yazılıya çalıştın mı sen onu söyle.
Suat: Ne yazılısı ulan, yazılı mı vardı?
Ömer: Ne ya kardeşim! Bir de bana dersiniz sorumsuz diye. Toparlan biraz arkadaş, toparlan!
Suat: Bırak şimdi laf salatasını, felsefe yapma da söyle, hangi dersten yazılıyız?
Ömer: Felsefe yapmamdan belli olmuyor mu? Felsefeden oğlum, felsefeden.
Suat: Oğlum, ben çalışmadım ne yapacağız?
Ömer: Valla ben bilmem, ne yaparsan yap. Yazılıya çalışmamışsın, bu vakitten sonra da çalışılmaz, eee benim gibi dersi derste de dinlememişsin; işin zor. Bana da güvenme kopya veririm diye…Avucunu yalarsın.