Giriş


REFORMTÜRK 17. YIL


4 sonuçtan 1 ile 4 arası
  1. #1
    ReformTürk Yöneticisi Mustafa Uyar - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    10 Eylül 2006
    Yer
    Ilgın, Konya
    Mesajlar
    13,663
    Tecrübe Puanı
    100

    Standart Bizbize

    BİZBİZE

    KAHRAMANLAR:

    Mümtaz bey
    Aysel hanım
    Beton Ziya
    Kadriye hanım
    Dilenci
    Kamil efendi
    Nöbetçi öğretmen
    Rehber öğretmen
    Suat
    Ömer
    Ayça
    Özlem
    Seçkin
    Nöbetçi öğrenci


    OYUN MÜZİĞİ:

    “Sevdan olmasa” Candan Erçetin







    I. BÖLÜM

    (Koridor, bir öğrenci elinde iki tebeşir, sınıfa doğru ilerken gözü seyirciye ilişir, göz ucuyla bakar, ilerlemeye devam eder, durup tekrar seyirciye bakar, gülümser.)

    Seçkin: Ah! Merhaba, birden fark edemedim. Dersinize selim hoca giriyorsa akan sular durur. Selim hoca kim mi, matematik öğretmenimiz. Tebeşir bitmişti, beni gönderdi. İyi ki beni gönderdi, biraz nefes aldım. Nedir şu öğretmenlerden çektiğimiz kardeşim! Tam da tebeşir alıyorum Aysel hanım gördü. (Aysel hanımı taklit ederek) “Çocuğum, senin dersin yok mu? Ne geziyorsun burada? Ne zaman vazgeçeceksiniz derslerden kaytarma huyunuzdan? Dövsen kabahat, bağırsan kabahat! Aaa! Ne bu canım!...” Anlayacağınız demediğini bırakmadı. Öğretmenler mi çok hassas, yoksa bizler mi çok duyarsızız anlayamadım gitti. Siz ne dersiniz? Karar vermek güç değil mi? Buyrun öyleyse izleyin görün.

    (Sahneden çıkar, perde açılır. Sahnede iki sıra, bir öğretmen kürsüsü, askılık… öğrenciler sınıfta, kimisi ayakta, kimisi sırasında oturmaktadır. Zil henüz çalmamıştır.)

    (Zil çalar, öğrenciler Fenerbahçe marşını hep birlikte söyleyerek sınıfa girerler. Kimisi sırasına geçer, kimisi ayaktadır. Ömer esneyerek)

    Ömer: Suat oğlum, bu ders neydi?
    Suat: Ooo! Uyuma be kardeşim! Üç ay oldu okul başlayalı, ders programını öğrenemedin gitti. Edebiyat oğlum, edebiyat!
    Ömer: Ödev var mıydı, oğlum?
    Suat: Olmaz mı? Kompozisyon yazacaktık.
    Ömer: Konu neydi oğlum?
    Suat: “Memleketimizi niçin severiz?”
    Ömer: Oğlum, ben yazmadım, ne yapacağız?
    Suat: Sanki ben yazdım.
    Ömer: Ne yapacağız oğlum, sen onu söyle!
    Suat: Yahu, ne bileyim buluruz bir bahane.

    (Zil çalar, öğretmen sınıfa girer, öğrenciler ayağa kalkar.)

    (Mümtaz bey-edebiyat öğretmeni- gözlüklü, ince bıyıklı, elinde kitaplar, gözlük burnunun ucuna düşmüş, öğrencilere bakar ve selam verir.)
    (Mümtaz bey’in dili peltektir.)

    Mümtaz: Günaydın çocuklar! (Öğrenciler, peltek konuşan Mümtaz beyi taklit ederler.)
    Sınıf: Saaağğoooolllll!
    Mümtaz: Buyrun oturun.
    (Mümtaz bey, kitapları kürsüye bırakır, öğrenciler döner, bu esnada hapşırır.)
    Mümtaz: Hapşuuu!
    Ömer: Hocam?
    Mümtaz: Efendim canım?
    Ömer: Çok yaşayın.
    Mümtaz: Teşekkür ederim.
    Suat: Hocam?
    Mümtaz: Efendim?
    Suat: Çok yaşayın.
    Mümtaz: Sağol.
    Ayça: Hocam?
    Mümtaz: Hah?
    Ayça: Çok yaşayın.
    Mümtaz: Sen de gör.
    Özlem: Hocam?
    Mümtaz: Ne var?
    Özlem: Çok yaşayın.
    Mümtaz: Anladık, çok yaşayalım, hep beraber.
    (Bu esnada kapı çalar, Kamil efendi içeri girer.)
    Kamil efendi: Hocam?
    Mümtaz: Evet Kamil efendi ne vardı?
    Kamil efendi: Çok yaşa!
    (Kamil efendi tepkiyi beklemeden sınıftan çıkar.)
    Mümtaz: Ulan nerden hapşırırdık! Üzerinize afiyet biraz üşütmüşüm.
    Ömer: Allah üşütmesin hocam!
    Mümtaz: Ömer, bırak gevezeliği; başkan, sınıf tam mı?
    Özlem: Tam hocam.
    Mümtaz: Güzel, bugünkü dersimizde yazdığınız kompozisyonları okuyacaktık, yazdınız mı?
    Sınıf:???
    Mümtaz: Yoksa yazmadınız mı? Ama üzüyorsunuz beni!
    Suat: Hocam ya, unuttuk falan…(Mümtaz bey araya girer.)
    Mümtaz: “Unuttuk falan???” Çocuklar, niçin Türkçeyi katlediyorsunuz? Ben size demiyor muyum “Düzgün konuşun .” diye! Rica ederim, rica ederim; lütfen! Ne o “falan, felan; ya, ma”??? Adı üzerinde çocuklar: Türkçe, Türkçeee!

    (Kapı çalar, nöbetçi öğrenci sınıfa girer.)

    Nöbetçi: Hocam ya, Ayça Boran’ı müdür falan çağırıyo, acilmiş falan…
    Mümtaz: Al! Buyur buradan yak! Evladım, o nasıl konuşmak öyle? Müdür bey diyeceksin, müdür bey! Hem ne o öyle “falan”?
    Nöbetçi: Hocam, bu ne sinir, bu ne stres? Relaks, relaks... Cool olun biraz ya!
    Mümtaz: Ya sabır, ya sabır! Tamam evladım, beni fazla sinir etmeden git artık! Haydi, kış kış!
    Nöbetçi: Hocam, sakin olun ya; hem, akşam Cimbom da yendi!
    Mümtaz: Sen Cimbomlu musun?
    Nöbetçi: Tabi hocam.
    Mümtaz: Vay! Gel seni bir öpeyim.
    (Mümtaz bey, nöbetçi öğrenciyi öper.)
    Mümtaz: Tamam, fazla laubali olmadan git artık.
    Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/piyesler/52845-bizbize.html#post108679
    Nöbetçi: Hocam, yine ne oldu yaa!
    Mümtaz: Defol ulan!
    (Nöbetçi öğrenci korkarak sınıftan kaçar.)
    Mümtaz: Görüyorsunuz işte çocuklar, bir de bizim okulun öğrencisi olacak.
    (Kapı çalar, içeri bir dilenci girer.)
    Dilenci: Abi, Allah rızası için bir sadaka veresin, sevaba giresin.
    Mümtaz: Bacım, n’oluyor, burası okul mu cami mi çık!
    Dilenci: Abi bir elli kuruş veresin, n’olursun, bir sevaba giresin.
    Mümtaz: Bacım, burası cami önü mü çık dışarı.
    (Dilenci, öğrenci sırasındaki kaleme elini uzatır.)
    Özlem: Hocam, kalemimi alıyor!
    Dilenci: Sus kız, sus! Abi, bir elli kuruş veresin n’olur?
    Mümtaz: Bacım, kalemi ver çık dışarı.
    Dilenci: Vermeyon mu şimdi?
    Mümtaz: Vermeyom!
    Dilenci: Tüh! Allah cezacığını versin, boyun posun devrilsin, kılıksız tüysüz herif!
    (Dilenci söylenerek sınıfı terk eder, Mümtaz bey arkasından ona bakar.)
    Mümtaz: Görüyorsunuz ya çocuklar, dilenciler bile okula geliyor.
    (Zil çalar.)
    Mümtaz: Neyse çocuklar, öğleden sonraki derste görüşürüz.
    (Mümtaz bey sınıftan ayrılır.)
    (Teneffüs, öğrenciler sınıfta.)
    Suat: Oh be! Neyse ki zil çaldı. İyi yırtık ha, ne dersin?
    Ömer: Oğlum, doğru dedin ha! Mümtaz hoca da bir başladı mı susmak bilmiyor. (Mümtaz beyi taklit eder.)
    (Bu esnada Özlem ve Ayça kendi aralarında konuşmaktadırlar.)
    Özlem: Öyle deme, çok şeker çocuk, hem de çok kibar; bunlar gibi hödük değil Ayça.
    (Kızlar gülüşmeye başlayınca durumu fark eden Ömer kızlara sinirli sinirli bakarak)
    Ömer: Ne gülüyorsunuz be? Şunlara bak, bize bakıp bakıp gülüyorlar.
    Ayça: Ne güleceğiz be, size belediye gülsün!
    Ömer: Ulan, şeytan diyor ki al ayağının altına, ez şöyle sülük ezer gibi…(Saçlarını düzelterek) Ama benim gibi karizmatik birine yakışmaz ki.
    Özlem: Sen misin karizmatik? Ha hay! Güleyim bari. Oğlum, ne karizmasın ama(!) Senden olsa olsa kerizmatik olur!
    Ayça: Aldın mı ağzının payını, kızım harikasın ya!
    (Öğrenciler tartışırken nöbetçi öğretmen sınıfa girer.)
    N.Öğretmen: Ne yapıyorsunuz burada?
    Ayça: Hiç hocam, oturuyoruz.
    N. Öğretmen: Ben demiyor muyum size teneffüste sınıflarda durulmayacak diye? Cevap verin, ne işiniz var sınıfta?
    Ayça: Hocam dışarısı…(Nöbetçi öğretmen Ayça’nın sözünü keser.)
    N. Öğretmen: Sus! Haddini bilmez! Bir de cevap veriyor utanmadan. Haydi çıkın bakalım dışarı! (Zil çalar.)
    Ömer: Hocam, bakın zil çaldı.
    N.Öğretmen: Çabuk girin içeri!
    (Nöbetçi öğretmen sınıftan çıkar, Ömer arkasından sinirli sinirli konuşur.)
    Ömer: Bu ne oğlum ya! Dışarı çık, içeri gir; nefes al, nefes ver! İyi ki dersimize girmiyor.
    Suat: Doğru dedin valla!
    Ömer: Suat, şimdi Beton Ziya’nın dersi değil mi?
    Suat: Bakıyorum da Ziya hocanın derslerinin ne zaman olduğunu çok iyi biliyorsun.
    Ömer: Oğlum, ne diyorsun ya! Adam psikopat, bana da takmış. Kulaklarım hala cayır cayır yanıyor. Takmış oğlum bana takmış.
    (Zil çalar, Beton Ziya- tarih öğretmeni- sınıfa girer.)
    B.Ziya: Günaydın!
    Sınıf: (Gür bir şekilde) Sağol!
    B.Ziya: Oturun.Kızım, sınıf tam mı?
    Özlem: tam hocam. (B. Ziya sınıf defterini imzalar, ayağa kalkar.)
    B.Ziya: Tarihini bilmeyenin kanından şüphe ederim. Çalıştınız mı verdiğim ödeveee?
    Sınıf: (Mırıldanarak) Eeeveeet…
    B.Ziya: (Seyirciye dönerek sınıfı taklit eder.) Eeeveeet… Üzerinize ölü toprağı serpilmiş. Ruh gi***iniz. (Yumruğunu sıraya vurarak) Çalıştınız mı verdiğim ödeveee?
    Sınıf: Eveet!
    B.Ziya: Aferin, görelim bakalım. Evladım, ayağa kalk, söyle bakalım Çanakkale savaşı ne zaman olmuştur?
    Ayça: 1915’te hocam.
    B.Ziya: Aferin! (Eliyle öğrencinin omzunu göçürür.)
    Ayça: Omzum!
    B.Ziya: Evladım, ayağa kalk, sen söyle; bu savaş kimler arasında oldu?
    Özlem: Osmanlı devleti ile itilaf devletleri arasında hocaaam.
    B.Ziya: Şuna bak (Özlem’i işaret ederek) evladın olsa sever misin? Otur!
    B.Ziya: Arkada oturan evladım, ayağa kalk, söyle bakalım bu savaş nasıl gelişti?
    Suat: Hocam zırtapoz düşman askeri içeri doğru ilerliyordu. Önde bizim köylülerden üç beş tane Cığcıklı başladılar bağırmaya:
    Sınıf: Kırmızıııı-Siyaaah-Kırmızııı-Siyaaah! En büyük…Cığcııkkk! En büyük… Cığcııkkk!
    Suat: Sesleriyle düşma…(Beton Ziya sözünü keser.)
    B.Ziya: Hoop hoop, otur yerine terbiyesiz herif! Demek Cığcık aşkı…Ömer efendi kalk bakalım ayağa, söyle bakalım bu savaşta kaç Cığcıklı vardı?
    Ömer: Haydaaa, çattık. Hocam ne bileyim ben?
    B.Ziya: Ne demek bilmiyorum ulan?

  2. #2
    ReformTürk Yöneticisi Mustafa Uyar - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    10 Eylül 2006
    Yer
    Ilgın, Konya
    Mesajlar
    13,663
    Tecrübe Puanı
    100

    Standart Yanıt: Bizbize

    Ömer: Hocam, kitaplarda böyle bir bilgi yok hem ben Cığcıklı değil…(Suat, Ömer konuşurken eliyle Ömer’in karnını dürtükler.)
    Ömer: Oyyynaaamaaaaa!
    B.Ziya: Neyle oynamayayım ulan? Manyak mısın oğlum sen? Sana ödev, gelecek ders öğrenip geleceksin bu savaşta kaç Cığcıklı olduğunu! Hiişşt, oğlum kime diyorum??
    Ömer: Tamam hocam, öğrenirim. Ulan hep senin yüzünden geldi bunlar başıma.
    (Zil çalar)
    B.Ziya: Ayağa kalkın bakalım, aferin, hepinizi beğendim, çalışmışsınız, ömer hariç.
    (Beton Ziya sınıftan ayrılır.)
    Suat: Oh be, ders bitti nihayet. Ömer oğlum, bu Beton’un dersleri her şeye bedel. Adam az daha Çanakkale savaşını tekrar başlatacaktı. İyi ki mücadele yıllarında yaşamamış, yoksa bu savaş bitmezdi. Bizi de askere çağırırlardı, bir de bu delinin eline düşerdik; ondan sonrasını var sen düşün artık.
    Ömer: Oğlum, sen ne diyorsun yahu? Olan yine bana oldu. Nasıl yapacağım ben şimdi bu ödevi? Vah zavallı kulaklarım, olan yine size olacak!
    Suat: Canını sıkma, buluruz bir yolunu. Boş ver, şimdi seyret ne yapıyorum. (Ayça’ya döner; Ayça, elindeki notları karıştırmaktadır.)
    Suat: Ayça?..
    Ayça:…
    Suat: Ayça?..
    Ayça: Ne var be?
    Suat: Sen zayıfladın mı?
    Ayça: Anlamadım.
    Suat: Evet, evet. Sen zayıflamışsın.
    Ayça: Haydi oradan, şaka yapma; ciddi olamazsın.
    Suat: Vallahi bak, sen zayıflamışsın. Evet, evet. Gerçekten öyle. (Ayça, elindeki notları yere atar.)
    Ayça: Gerçekten mi?
    Suat: Canım neden yalan söyleyeyim halbuki hiç kilo vermeye ihtiyacın yok. (Ayça saçıyla oynamaya başlar.)
    Ayça: Öyle deme Suatçığım. Dört kilo fazlam vardı, bir aydır rejim yapıyordum; demek ki etkisini göstermiş. Af edersin kardeşim, seni de yanlış tanımışım.
    Suat: Yok canım önemli değil. Ayça?..
    Ayça: Efendim canım kardeşim?
    Suat: Şaka yaptım!
    Ayça: Ulan Allah senin belanı versin! Kaçma, gel buraya!
    (Suat, sınıftan kaçar, Ayça onu kovalar; perde kapanır.)













    II. BÖLÜM

    (Zil çalar, öğrenciler yavaş yavaş sınıfa girerler.)
    Ömer: Özlem oğlum, dersimiz ne?
    Özlem: Ömer kızım, dersimiz coğrafya!
    Ömer: Oğlum, hasta mısın? Ne kızıyorsun, ben ne dedim şimdi?
    Özlem: Allah’ım, bu çocuk gerçekten umutsuz vaka!
    (Zil çalar, öğretmen içeri girer.)
    A.hanım: Günaydın arkadaşlar!
    Sınıf: Günaydın hocaaam!
    A.hanım: Başkan, sınıf tam mı?
    Özlem: Tam hocam.
    A.hanım: Evet arkadaşlar, bugünkü dersimizde Doğu Anadolu’nun yeryüzü şekillerini öğreneceğiz. Evet, bu konuyu kısaca anlatmak isteyen var mı? (Ayça parmak kaldırır.)
    Evet Ayça, bize kısaca anlatır mısın? Ya da yok yok, isterseniz soru-cevap şeklinde yapalım, öğrenmeniz daha kolay olur. Ne dersiniz?
    Ayça: Siz nasıl uygun görürseniz öğretmenim.
    A.hanım: Güzel, o zaman söyle bakalım Ayça, Doğu Anadolu’nun en yüksek dağı nedir?
    Ayça: Ağrı Dağı’dır öğretmenim.
    A.hanım: Evet arkadaşlar, bu bölgemizin en yüksek noktası Ağrı Dağı’dır, Ağrı Dağı aynı zamanda yurdumuzun en yüksek noktasıdır. Peki, söyle bakalım Ayça, bu bölgemizin en geniş ovaları nelerdir?
    Ayça: Muş Ovası, Iğdır Ovası…Var…Vardar Ovasııı…Vardar Ovası…(Diğer öğrenciler de tempo tutar.)
    A.hanım: Kes kes kes! Bu ne terbiyesizlik! Bir daha böyle sululuklar istemiyorum!
    (Sınıf sessizleşir, Aysel hanım bir süre sonra başka bir soru sorar.)
    A.hanım: Neyse… Nerde kalmıştık? Başka bir arkadaşınız ayağa kalksın.
    (Özlem parmak kaldırır.)
    A.hanım: Evet Özlem, sen bize Doğu…
    (Sınıfın kapısı açılır, Kamil efendi şarkı söyleyerek elinde süpürge olduğu halde içeri girer.)
    Kamil: İşte geldik gidiyooruk/ Bir bilinmez diiiiyaara/ Önceden karpuziiiidik/ Şimdi döndük biz hıyaaara… Hocanım, bi saniye tut şu süpürgeyi.
    A.hanım: O ne? Ne yapıyorsun sen yahu?
    Kamil: Hocam?!?
    A.hanım: Kamil efendi al şu süpürgeyi!
    Kamil: Hocanım, valla ben ders yok zannettimdi, o yüzden girdim kusura kalma. Madem girdim, şu çöpleri alıp çıkayım.
    A.hanım: Peki, al bakalım; yalnız bundan sonra temizliklerini dersten sonra yaparsan daha iyi olur.
    Kamil: Hocam, ben ne yapayım? Müdürü çağırıyo ‘Kamil gel’ müdürün yardımcısı çağırıyo ‘Kamil gel, şöyle oldu böyle oldu’ müdürün yardımcısının yardımcısı çağırıyo ‘Kamil gel şunu yap bunu yap’ öğretmeni çağırıyo ‘Kamil çay ver’ öğrencisi çağırıyo ‘Kamil abi gel, şu kırıldı bu kırıldı’ Hangi birine yetişeyim? Hele bugün! O kadar çok işim var ki! Buradaki işler bitince de daha bizim bacanağın evine gideceğim. Haa, sen bilmiyon değil mi? Bugün bizim yegenin sünneti var. Bizim bacanak dedi ki: ‘Kamil bacanak, bugün öğleden sonra gel bizim oğlanın kirveliğini yap.’ Eee, hocam, kirve olunca da mesarif artıyo. Az sonra gideceğim, en kralından en seçmecesinden bir altın alacağım; sahi hocanım, bu çeyrek kaç para oldu?
    (Aysel hanım çok sinirlenir.)
    A.hanım: Kamil efendi, başlarım senin çeyreğine de sünnetine de bacanağına da! Aaaa! Bu ne ayol! Temizliğini yap git, senin benim dersimi bölmeye ne hakkın var?
    Kamil: Hocanım bana ne bağırıyorsun, ben öksüz müyüm? (Seyirciye dönerek) Herhalde akşam kocasıyla dövüşmüş.
    (Kamil efendi, çöp kutusuna yönelir, yerdeki pisliği görünce Suat’a çıkışır.)
    Kamil: Ulan bu pislik ne gevur? Ben demiyor muyum çöpleri yere atmayın diye.
    A.hanım: Kamil efendi işine bak!
    Kamil: (Ağlamaklı) Hocam ben bıktım bunlar bıkmıyor, her gün aynı rezillik, evde on baş beni bekliyor!
    Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/piyesler/52845-bizbize.html#post108680
    A.hanım: (Bağırarak) İşine bak işine!
    Kamil: Hıı?
    A.hanım: İşine bak!
    Kamil: Tamam hocanım, ne bağırıyorsun?
    A.hanım: Allah’ım sen sabır ver.
    (Kamil efendi yerdeki çöpleri temizlerken Aysel hanım derse tekrar başlar.
    A.hanım: Neyse, nerde kalmıştık? Hah! Söyle bakalım Özlem, Doğu Anadolu’nun barajları nelerdir?
    Özlem: En büyük barajımız Keban’dır. Sonra şey barajı var hocam şey…ımmm…neydi?
    (Suat, Kamil efendiyi dürter.)
    Suat: Kamil abi, baraj soruyor, baraj soruyor!
    Kamil: Hocanım, ben söliim mi, ben söliim mi? Coğrafyam iyidir benim. (Özlem’e)
    Kamil: Sen otur, ben söylerim.
    A.hanım: Çattık belaya! Eh söyle o halde.
    Kamil: Hocam, en büyük baraj bizim Cığcık’ta. Muhtar yaptırdıydı. Allah inandırsın derinliği nereden baksan…ııım…üç metre var. İçine de nerden baksan on-on beş tane kerpiç bina sığar.
    Balık bile vardı…da…şimdi yok. Şu topal Himmet’in oğlu şerefsiz Muhsin dinamit atmış deyorlar aslı varısa… (Aysel hanım müdahale eder.)
    A.hanım: Tamam Kamil efendi, teşekkür ederim bizi aydınlattığın için. Bırak da artık dersimizi bitirelim!
    Kamil: Tamam hocam, çıkıyorum. (Çıkarken zil çalar.) Tüh! Hocanım, gördün mü zil çaldı. Amma hocanım sana helal olsun, yahu sen ne güzel ders işliyon öyle; zaman nasıl geçti öyle vızt vızt diye anlamadım. Çocuklar, hocanızın kıymetini bilin valla, yahu ne güzel ders işliyo öyle, pes! (Çıkarken bir de türkü tutturur.) Köylü gızıııı, köylüü gıızı…
    A.hanım: Okul mu tımarhane mi belirsiz! Öğrencileri ayrı, hademesi ayrı! Böyle de olmaz ki canım… (Söylenerek sınıftan ayrılır.)
    Ömer: Yahu bu Kamil abi de alem doğrusu, para versen böyle kaynatmazdı.
    Suat: Oğlum, ne güzel oldu boş ver; öyle değil mi Ayça? (Ayça’yı dürtükler.)
    Ayça: Ay! Ne dürtüyorsun be?
    Suat: Kızım, iyi olmadı mı diyorum, ne güzel ders kaynadı.
    Ayça: Hiç de bile! Ben Aysel hocanın derslerini çok seviyorum.
    Suat: Ömer, bu Ayça var ya, uçmuş oğlum uçmuş: Ayça, Aysel hoca, ders dinlemek… Bu üç şey nasıl yan yana geliyor anlamadım gitti.
    Ayça: Sen anlayamazsın zaten kıt kafa!
    Ömer: Boş ver şimdi çene çalmayı da yazılıya çalıştın mı sen onu söyle.
    Suat: Ne yazılısı ulan, yazılı mı vardı?
    Ömer: Ne ya kardeşim! Bir de bana dersiniz sorumsuz diye. Toparlan biraz arkadaş, toparlan!
    Suat: Bırak şimdi laf salatasını, felsefe yapma da söyle, hangi dersten yazılıyız?
    Ömer: Felsefe yapmamdan belli olmuyor mu? Felsefeden oğlum, felsefeden.
    Suat: Oğlum, ben çalışmadım ne yapacağız?
    Ömer: Valla ben bilmem, ne yaparsan yap. Yazılıya çalışmamışsın, bu vakitten sonra da çalışılmaz, eee benim gibi dersi derste de dinlememişsin; işin zor. Bana da güvenme kopya veririm diye…Avucunu yalarsın.

  3. #3
    ReformTürk Yöneticisi Mustafa Uyar - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    10 Eylül 2006
    Yer
    Ilgın, Konya
    Mesajlar
    13,663
    Tecrübe Puanı
    100

    Standart Yanıt: Bizbize

    Suat: Ne kopyası ulan? Kalacağımı da bilsem Kadriye hocanın dersinde kopya çekmem.
    Ömer: Neden, korkuyor musun?
    Suat: Ne korkması be! Ondan değil, Kadriye hoca, en sevdiğim öğretmenim, ona karşı saygım sonsuz. Kalırım da kopya çekmem!
    Ömer: Haydi öyle olsun bakalım; yalnız yazılıda ‘Ömer, kurbanın olurum, cevapları yaz da ver’ dersen külahları değişiriz, orda dur arkadaş!
    Suat: Merak etme demem.
    (Zil çalar. Özlem, Suat’ın yanına gelir.)
    Özlem: Suat, iyi çalışmışsın galiba, bana kopya verirsin artık.
    Suat: Hah! Tam da buldun bal alacak çiçeği! Kızım, yürü git işine be!
    Özlem: Aman, senin kopyana mı kaldık be!
    Ayça: Gel otur sırana, zil çalacak.
    (Zil çalar. Kadriye hanım sınıfa girer, öğrencileri selamlar; öğrenciler alelacele notları karıştırmaktadır.)
    Kadriye: Evet, hazırsanız başlayalım sınava. Sıraların üzerinde bir şey kalmasın. Ha bu arada siz ikiniz, öne gelin bakalım.
    Ömer: Ya hocam önde yazılı mı olur?
    Kadriye: Bal gibi olur, geç öne!
    Ömer: Of ya! Yaşayan kızlar oldu yine!
    (Kadriye hanım yazılı kağıtlarını dağıtır.)
    Kadriye: Evet, yazılı başlamıştır, süre kırk dakika, istediğiniz sorudan başlayabilirsiniz
    (Öğrenciler yazılıya başlar.)
    Özlem: Hocam?
    Kadriye: Efendim yavrum?
    Özlem: İstediğimiz sorudan başlayabilir miyiz?
    Kadriye: Tabii yavrum.
    Suat: Hocam?
    Kadriye: Efendim?
    Suat: İstediğimiz sorudan başlayabilir miyiz?
    Kadriye: Başlayabilirsin.
    Ayça: Hocam?
    Kadriye: Hıh?
    Ayça: İstediğimiz sorudan başlayabilir miyiz?
    Kadriye: Hıııı.
    Ömer: Hocam?
    Kadriye: Ne var?
    Ömer: İstediğimiz sorudan başlayabilir miyiz?
    Kadriye: Başla be oğlum, başla!
    Ömer: Niye kızdı ki şimdi?
    (Kapı çalınır, Kamil efendi sınıfa girer.)
    Kamil: Hocaaanııım?
    Kadriye: Ne var Kamil efendi?
    Kamil: Çocuklar diyom, istedikleri sorudan başlasınlar mı?
    Kadriye: Kamil efendi, gidiyor musun yoksa terlik kafana gelsin mi? Çattık yahu!
    Kamil: Ulan bugün bizim hocaanımların da hepsi sinirli; ‘Köylü gızııı…köylü gıızı.’
    Kadriye: Ya sabır ya sabır!
    (Bu esnada Suat’ın eli ceketinin cebindedir, Kadriye hanım durumu fark eder.)
    Kadriye: Suat, ne var cebinde?
    Suat: Hiç, hiçbir şey yok ki.
    Kadriye: Neden peki ikide bir cebini karıştırıyorsun? Kopya mı var yoksa?
    Suat: Yok hocam, ne kopyası? Cebimde bir şey yok ki. (Telaşlanır.)
    Kadriye: Biz yine de bir bakalım. Çıkar cebindekileri.
    (Suat’ın cebinden bir tespih çıkar.)
    Kadriye: Bu ne evladım?
    Suat: Iııı… şey…hocam, camiye gitmiştim, cebimde kalmış.
    Kadriye: Bana pek de camide kullanıyorsun gibi gelmedi. Sol cebini de boşalt bakalım.
    (Suat’ın sol cebinden bir çakmak çıkar.)
    Kadriye: Bunun ne işi var?
    Suat: Şey…Hocam, babam sabah evden çıkarken unutmuş, arkasından çağırdım ‘Baba babacığım!’ diye duymadı, baktım okula geç kalacağım attım cebime geldim. Anlayacağınız babamın çakmağı hocam.
    Ömer: yalan söylüyor hocam, sigara içiyor!
    Kadriye: Sigara mı içiyorsun yoksa?
    Suat: Ne sigarası hocam! Sigarayı da sigara içeni de hayatta sevmem.
    Kadriye: sen şu pantolon ceplerini de bir boşalt hele.
    (Suat’ın pantolon ceplerinden bir deste oyun kağıdı ve bir tornavida çıkar.)
    Kadriye: Oğlum bunlar ne?
    Suat: Iııı…şey…hocam, sınıfımızın prizi bozulmuştu onu tamir etmek için getirdim bu tornavidayı.
    Kadriye: Peki, tornavidayı anladık; bu oyun kağıdı neyin nesi? Hani camiye gidiyordun sen? Oyun kağıdıyla ne iş görüyorsun bakalım?
    Suat: Bununla ne yapıyorum?...Bununla ne yapıyorum? Hah!... Hocam, bu bir sürpriz, zamanı gelince söyleyeceğim.
    Kadriye: Bırak şimdi yalan söylemeyi. Güzel çocuğum, bu yaşta bu oyunlarla ilgilenmeyin demiyor muyum ben size, bir daha yalan söyleme! Sen devam et şu cepleri boşaltmaya.
    (Suat ceketin iç ceplerinden alakasız eşyalar çıkarır.)
    Kadriye: Oğlum, sen manyak mısın? Bunlar ne? Hem bu kadar kalemle ne iş görüyorsun?
    Ömer: Ulan benim kalemin ne işi var sende?
    Suat: Haydi oradan! Hepsini ben aldım oğlum.
    Kadriye: Oğlum bu kadar kalemle ne iş görüyorsun?
    Suat: Ne yapayım hocam, her öğretmen farklı kalem istiyor. Biri diyor ki siyah kalem kullanın, öbürü diyor ki kurşun kalem kullanın, diğeri diyor ki kırmızı tükenmez kalem kullanın. En beteri de Niyazi hoca, hocam!
    Kadriye: O ne diyor?
    Suat: Fosforlu kalem kullanacakmışız, yazdıklarımız da fosforlu fosforlu parlayacakmış. Valla gözlerimiz bozulacak hocam, bu işe bir çözüm bulmak gerekiyor.
    Kadriye: Tamam tamam, anladık. Sen bir de arka ceplerini boşalt bakalım.
    Suat: arka ceplerim mi?
    Kadriye: Evet, arka cepler.
    Suat: Hocam, o dediğiniz olmaz işte!
    Kadriye: Ne demek ‘olmaz işte’ bal gibi olur, boşalt bakalım!
    Suat: Hocam, boşaltmasam?
    Kadriye: Cepleri boşaltıyor musun yoksa terlik gelsin mi kafana?
    Suat: Peki hocam; ama pişman olacaksınız.
    Kadriye: Oğlum boşaaaaaallltt!!!
    Suat: Tamam hocam, sinirlenmeyin, arkadaşlar kusura bakmayın.
    (Suat’ın arka cebinden kokuşmuş bir çift çorap çıkar.)
    Sınıf: Öff!!! Allah belanı versin! Onlar ne be?
    Kadriye: Öfff!!! Oğlum onlar ne? Ne işi var o pis çorapların cebinde?
    Suat: Hocam, beden eğitimi dersinde kullanmıştım. Daha sonra kirli sepetine atarım diye arka cebime koymuştum, unutmuşum.
    Ömer: Allah belanı versin kokarca kılıklı herif, ders üç gün önceydi be!
    Suat: Ne bileyim oğlum ya, insanda akıl mı bırakıyorlar?
    Kadriye: Tamam Suat, tamam; otur ve yazılıya devam et.
    (Zil çalar.)
    Suat: Buyrun hocam. (Suat cevap kağıdını uzatır.)
    Kadriye: Yo, olmaz! Sana biraz süre vereceğim, vaktini aldım.
    Suat: Hocam, bana bir asır da verseniz bu kağıda yazacaklarım değişmez. Özür dilerim, çalışamadım.
    (Öğrenciler cevap kağıtlarını verir, Kadriye hanım sınıftan çıkar.)
    Ömer: Helal olsun oğlum, Halkalı çöplüğünü geçmişsin ha!
    Suat: Ne diyorsun oğlum sen?
    Ömer: Cebinden çıkanlarla bir iş yeri açarsın artık. Dükkanın ismi de belli: ‘Ucuzlukçu Suat’
    Suat: Yürü git işine be!
    Ömer: Oğlum, iyi hoş da o kirli çoraplar neyin nesiydi?
    Suat: Valla onu ben de anlamadım. Ulan hele diyorum bir yerden bir koku geliyor neyin nesidir, meğer çorap kokuyormuş.
    Ömer: Allah belanı versin, nasıl unutursun be?
    Suat: Ömer, git işine be kardeşim, zaten Kadriye hanıma ayıp oldu.
    Ömer: Takılıyorum, sıkma canını.Ne dersin bu saat yapalım mı numaramızı?
    Suat: Arı operasyonu mu?
    Ömer: Evet, ne dersin?
    Suat: Tamam da nerden bulacağız arıyı?
    Ömer: Ayça’nın babası arıcı ya, dün ben ona tembih etmiştim, bir tane yakalayıp getirecekti. Ayça, ne yaptın, getirdin mi canavarı?
    Ayça: Hah! Evet, getirdim. Kavanoza koydum kaçar diye.
    Suat: Oğlum, iyi hoş da kim çıkaracak canavarı kavanozdan?
    Ömer: Kapağı açıp ters çevirsek?
    Suat: Oğlum, ya kaçırırsak?
    Ömer: O da doğru ya, elimize alalım desek Mümtaz hocadan önce bizi sokar.
    Suat: Eee, ne yapacağız öyleyse.
    Ömer: Kavanozu sallayıp aptal edelim biraz. (Kavanozu sallar.)
    Suat: Oğlum, iyice delirdi bu!
    (Özlem araya girer.)
    Özlem: Çekilin be kardeşim, bir de erkek olacaksınız. Verin şu kavanozu.
    Suat: Ulan bücüre bak! Bizim yapamadığımızı sen mi yapacaksın?
    Özlem: Evet, yaparım ne var? (Kavanozu açar, arıyı avucuna alır.) Eee, şimdi ne yapacağız?
    Ömer: Yoklama defterinin arasına koyalım. Mümtaz hoca sınıfa girdiğinde tam yoklamayı almaya kalktığında çılgın arı Conan, Mümtaz hocayı yoklayacak. Ha ha ha! Plan budur!
    (Özlem arıyı yoklama defterinin arasına koyar, zil çalar, öğrenciler yerlerine oturur. Mümtaz hoca sınıfa girer.)
    Mümtaz: İyi öğleler çocuklar!
    Sınıf: Saaağoooolll!
    Mümtaz: Siz de sağ olun çocuklar, buyrun oturun. Çocuklar, sabahki ders beni çok üzdünüz. Neden öyle bozuk konuştunuz? Bunu size hiç yakıştıramadım.
    (Kapı çalar, dilenci yine belirir.)
    Dilenci: Abi, Allah rızası için bir sadaka veresin sevaba giresin.
    Mümtaz: Bacım, n’oluyor, burası okul mu cami mi, çık!
    Dilenci: Abi?? Ben seni bir yerden tanıyom.
    Mümtaz: yok yahu nerden?
    Dilenci: Abi, ben seni sabah görmüşüm.
    Mümtaz: Olabilir, çık haydi.
    Dilenci: Abi, bir elli kuruş veresin abi.
    Mümtaz: Vermem bacım.
    Dilenci: Yirmi beş kuruş?
    Mümtaz: Vermeeeem!
    Dilenci: Ablam, bari sen veresin.
    Özlem: Aaa, git be! Zaten kalemimi de aldın sabah.
    Mümtaz: Haydi bacım çık dışarı!
    Dilenci: Vermeyon mu şimdi?
    Mümtaz: Verrrmeeyom!
    Dilenci: Ben de getmeeyom! (Yere oturur, bir türkü tutturur.)
    Dilenci: Oyyhh! ‘Ocağım söndüüü naaasıl belaadıır/ Bııırakıp gitti bu ne devrandıırr…
    Mümtaz: İçim parçalandı, vereceğim!
    Sınıf: Helal olsun hocam, helal olsun! Var ol! (Alkışlarlar.)
    Dilenci: Allah razı olsun… Tüysüz, bazen işe yarıyon ha! Abi, bir şey soracağım, bu diğer sınıf nerdedir?
    Mümtaz: Haydi abcım haydi, paranı aldın çık artık.
    Dilenci: Tamam abi kızma ya, çıkıyom.
    Mümtaz: Şuna bak yahu, bu gidişle iş merkezi açar. Neyse, başkan, sınıf tam mı kızım?
    Özlem: Tam hocaaam. (Ayça, oyunu bozmaya çalışır.)
    Ayça: Ya hocam??? Hocam!
    Sınıf: Sus kız sus!
    Özlem: Hocam sizi kandıracak inanmayın!
    Mümtaz: Hişt, aloo! N’oluyor be? Sessiz olun bakalım. N’oluyor kızım?
    Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/piyesler/52845-bizbize.html#post108681
    Ayça: Hocam defteri açmayın!
    Mümtaz: Neden kızım?
    Ayça: İçinde arı var.
    Mümtaz: Yok yahu, eee daha ne var ne yok?
    Ayça: Arı vaaar!
    Mümtaz: Ne arısı?
    Ayça: Arı arısı.
    Mümtaz: Yok yahu yemezler kızım, dersi kaynatacaksın değil mi?
    Sınıf: Sizi kandıracak hocam!
    Mümtaz: Geç otur yerine!
    Ayça: Peki, görürsünüz o zaman.
    Mümtaz: Arıymış, ulan ne arısı? Benim adım Mümtaz, yer mi Anadolu çocuğu!
    Sınıf: Yemez tabii!!!
    Mümtaz: Şuna bak, dersi kaynatacak. (Mümtaz bey yoklama defterine elini attığında arı Mümtaz bey’in parmağını sokar.)
    Mümtaz: Allaaaaah! Yandım anam! (Canı yana Mümtaz bey, can havliyle sınıftan çıkar. Öğrenciler birbirini kutlar, Suat Ayça’ya çıkışır.)

  4. #4
    ReformTürk Yöneticisi Mustafa Uyar - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    10 Eylül 2006
    Yer
    Ilgın, Konya
    Mesajlar
    13,663
    Tecrübe Puanı
    100

    Standart Yanıt: Bizbize

    Suat: Kızım, neden söyledin arı olduğunu?
    Ayça: Arkadaşlar, sanırım saçmaladık, herifin canını da yaktık.
    Suat: Ne saçmalaması be! Bak, ders kaynadı işte.
    Özlem: Öyle deme Suat, bence de saçmaladık. Görmedin mi Mümtaz hocanın nasıl da canı yandı?
    Suat: Galiba haklısınız, bu kez ileri gittik. Acaba Mümtaz hoca sinirli midir? Yanına mı gitsek?
    Ayça: Bir şeyler yapmalıyız…da…hoca!
    (Rehber öğretmen sınıfa girer, öğrenciler ayağa kalkar, öğretmen eliyle oturmalarını işaret eder.)
    Rehber: Yaptığınızı beğendiniz mi çocuklar?
    Sınıf:...
    Rehber: Yahu bilmem ki böyle şeyler nereden aklınıza gelir. adamcağızın alerjisi varmış, oracıkta bayılıverdi, eli de şişmiş. Neden böyle bir şey yaptınız?
    Sınıf:…
    Rehber: Anlıyorum, gençsiniz içiniz kıpır kıpır; ama genç olmanız bunları yapmanızı gerektirir mi? Elbette güleceksiniz, eğleneceksiniz, şakalaşacaksınız; ama her şeyin de bir sınırı olmalı, öyle değil mi?
    Ömer: Hocam, haklısınız. Bir çocukluktur, yaptık. Böyle sonuçlanacağını inanın ki düşünmedik. Mümtaz hoca bize çok kızmış mıdır?
    Rehber: Bilmiyorum, olan olmuş artık. Önemli olan bundan sonrası. Sizden ricam, öncelikle öğretmeninize kendiniz affettirin, sonra artık kendiniz için bir şeyler yapmaya başlayın.
    Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/piyesler/52845-bizbize.html#post108682
    Özlem: Ne gibi hocam?
    Rehber: Geleceğinizi düşünmek gibi. Birkaç ay sonra üniversite sınavına gireceksiniz; ancak gördüğüm kadarıyla hiçbiriniz durumun ciddiyetinin farkında değilsiniz.
    Özlem: Hocam, biz çalışıyoruz ama.
    Rehber: Acaba? Sizce şu anki çalışmanız sınavda başarılı olmanız için yeterli mi? Arkadaşlar, anne-babalarınızın sizler için çırpınmaları, biz öğretmenlerin özverili çalışmaları tek başlarına hiçbir şey ifade etmez. Bu bir takım oyunudur. Bu takım oyununda en önemli iş size düşer. Sizler bize güvenebilirsiniz, peki biz size güvenebilir miyiz? Canınızı sıktım sanırım, dediğim gibi önce öğretmeninizin gönlünü alın, sonra da üzerinize düşen görevi yerine getirin. Size güveniyoruz, merak etmeyin. İyi dersler!
    Sınıf: Sağol.
    Suat: Arkadaşlar, ne güzel konuştu öğretmenimiz değil mi?
    Özlem: Evet, gerçekten doğru söyledi. Haydi, hemen gidip öğretmenimizden özür dileyelim.
    Ayça: Haydi gidelim arkadaşlar! (Öğrenciler tam çıkarken Mümtaz bey sınıfa gelir, öğrenciler yerlerine oturur. Mümtaz bey sınıfa bakar, sargılı olan eline gözü ilişir sonra tekrar sınıfa bakar.)
    Mümtaz: Aşk olsun çocuklar, bunu sizden beklemezdim. Yahu benim dilime ne oldu?
    Ayça: Aaa! Hocam, diliniz açılmış!
    Mümtaz: Hakikaten! Vay be!
    Ömer: Hocam, bu eşek şakasının başrol oyuncusu benim, lütfen affedin beni.
    Suat: Hocam, yardımcı eşek oyuncu da benim, beni de affedin.
    Ayça-Özlem: Biz de özür dileriz hocam!
    (Mümtaz bey gülümser.)
    Mümtaz: Size küsebilir miyim çocuklar, hem sayenizde dilim açıldı!
    Ömer: Hocam, verin elinizi öpeyim.
    (Mümtaz bey sağlam elini uzatır.)
    Ömer: Yooo! Hocam, onu değil, diğerini uzatın. Öpeyim de geçsin!...
    (Sınıfta gülüşme başlar, Mümtaz bey Ömer’i kucaklar. Zil çalar, hep birlikte sınıftan çıkarlar.)
    (Seçkin sahneye gelir.)
    Seçkin: Ya, işte böyle. Ne dersiniz, sizce kim haklı?
    (Bu esnada dışarıdan bir ses gelir)
    Selim hoca: Seçkin! Nerede kaldın kızım, tebeşir mi imal ediyorsun orada?
    Seçkin: Eyvah! Dersi tamamen unuttum, haydi hoşçakalın!

    -SON-

Bu Konudaki Etiketler


Search Engine Optimization by vBSEO 3.6.0 PL2 ©2011, Crawlability, Inc.