Milli Edebiyat Hareketi, kısa bir süre içinde sanatçı kadrosunu, muhalefeti bırakan sanatçılar v.e yeni yetişen gençlerle genişletir. Süleyman Nazif, Cenab Şehabettin ve Ali Kemal'in şiddetle devem eden muhalefetlerine rağmen Türkiye Cumhuriyeti'nin ilanından önce konuşma dili edebiyat dilinin yerini tamamen alır, bu gayeye ulaşmak için Tanzimat'tan beri süren çabalar sonuç verir.
Ziya Gökalp, Fuat Köprülü gibi büyük fikir ve ilim adamlarının devamlı yardımlarıyla kuvvetlenen Yeni Lisan Cereyanı; Türk dili ve edebiyatının sadeleşmesi ve sade bir güzellik içinde işlenerek gerek nesir, gerek şiir alanında Refik Halit, Yakup Kadri, Orhan Seyfi ve Faruk Nafiz gibi kuvvetli şahsiyetler yetiştirmesi yolunda, edebi hayatın akışına faydalı bir sürat kazandırmış, edebi milli bir harekettir.
Dil hususunda ve aruzun yerine hece veznini geçirme konusunda kendisinden önce gelen Servet-i Fünun ve Fecr-i Aticilerden ayrılan Milli edebiyat sanatçıları, şiiri sanatçıya ait şahsi bir mesele olarak kabul edip, estetik bir haz sayarlar. Bu yönleriyle de kendilerinden önce gelen. bu edebi akımların ferdiyetçi olan estetik anlayışına yaklaşırlar. Ancak Türkiye'nin ölüm kalım mücadelesi yaptığı ülkenin birçok cephede savaştığı halkının büyük bir yoksulluk ve sefalet içinde kıvrandığı böyle nazik bir zamanda bile, genç şairlerin sırf kendi duygu ve hayallerinden ayrılmamaları birçok aydın tarafından yadırganır. Birçok şair ve yazar bu tutumun yanlışlığını dile getirmeye çalışır.
Aruzun yerine hecenin geçmesi de pek kolay olmaz, genç nesli bu vezni benimsemeye alıştırmak için uzun ve sürekli telkinler yapılması gerekmiştir.
Cumhuriyetin kuruluşuna kadar Servet-i Fünun, Yeni Mecmua, Büyük Mecmua ve Dergah gibi dergilerin sürekli yayınları ile şiirde dil ve veznin
millileştirilmesi, meselesi tamamen gerçekleşir. Dil ve veznin birkaç yıl gibi kısa bir sürede millileştirmesi konusunda "Hecenin Beş Şairi 'nin de" payı büyüktür. .
"1908' den sonra, sadece ferdi temaları işleyen, dilde Servet-i Fünun nesrinin bir devamı olan, sosyal hayat ve onun sorunları ile genellikle ilgisiz kalan Fecr-i Ati hikaye ve romanlarının yanı başında, daha çok hayata ve sosyal mesele1ere yönelen, yapma bir dil ve üslubu bir yana bırakarak konuşma dilini ve üslubunu hakim kılmaya çalışan yeni bir hikaye ve roman tarzının da hızla yer almaya başladığı görülür. Bu tarz roman ve hikayeler arasında Refik Halit'in "Memleket Hikayeleri" Ebubekir Hazım'ın "Küçük Paşa" romanı gibi, milliyetçiliği norn1al bir sosyal davranış olarak yaşatanların;
Halide Edip'in "Yeni Turan" ve Ahmet Hikmet'in "Gönül Hanım" romanları gibi milliyetçiliği siyasi bir ideoloji olarak ele alanların; yine Halide Edip'in "Ateşten Gömlek" Romanı gibi İstiklal Mücadelesini canlandıranların; Yakup Kadri'nin "Kiralık Konak" romanı 'gibi Türk yaşayışının Tanzimat'tan başlayarak üç nesil boyunca geçirdiği sosyal değişiklikleri tasvir ve tahlil edenlerin de yer aldıkları göz önünde tutulursa, bu devirde roman ve hikayeciliğin Türk sosyal hayatını ve meselelerini ne kadar çeşitli yönlerden ve ne kadar genişlemesine ele almaya çalıştığı kolaylıkla anlaşılabilir. Ancak bu genişliğe karşılık, ele alınan sosyal meselelerde tatmin edici bir derinliğin henüz bulunmadığını da kaydetmek gerekir. Ayrıca bu sosyal muhtevanın içinde roman ve hikayenin ezeli teması olan aşk maceralarının da unutulmamış olduğu ve bu devri n hemen bütün romancı ve hikayecilerinin yalnız aşk temasını işleyen roman ve hikayeler yazdıkları da belirtilmelidir.
Bu devrin roman ve hikayelerinde fert hayatından sosyal hayata doğru genişçe bir açılmanın; tema bakımından sosyal konulara doğru büyük bir kaymanın başladığı görülmüştür.
Berna Moran'a göre, Memleketçi Anadolu romanını hazırlayan sosyo-
ekonomik şartlardan başka, Milli Edebiyat akınının da etkisi vardır. Edebiyat tarihçileri tarafından 1911-1923 yılları arasında sınırlandırılan Milli edebiyat, roman türünde 1950'lere kadar devam etmiştir. Çünkü Cumhuriyet ile birlikte siyasal bakımdan yeni bir döneme geçilmişse de, Cumhuriyet romanını Milli Edebiyat temsilcileri, roman ve hikaye yazarları devam ettirmiştir.
Milli Edebiyat akımının roman alanında iki ana ilkesi dikkati çeker. Birincisi, milli konulara, yerli yaşama yönelmek ilkesi, ikincisi de sözlü gelenekten gelen halk edebiyatını yeniden değerlendirmek ilkesi.
Milli Edebiyat akımı, yazarları yerli konulara, her sınıftan halkı anlatmaya çağırırken, Osmanlı edebiyatında söz konusu edilmeyen Anadolu konusuna da çağırır. Nitekim 1950'lere kadar olan dönemde yazarlarımız, Küçük Paşa, Ateşten Gömlek, Çalıkuşu, Yeşil Gece, Yaban, ve Kuyucaklı Yusufile Anadolu'yu romana sokarlar.
Milli Edebiyat Hareketi'nin başlattığı yerli kaynaklara yönelme hadisesi de masalları, destanları, halk hikayelerini yeniden canlandırma ve değerlendirme şeklinde olur. Ziya Gökalp Türk masallarını yeniden işler; Ömer Seyfettin masallardan efsanelerden konular alır; Fuat Köprülü, Nasrettin Hoca fıkralarını koşuk biçiminde yazar.
Milli Edebiyat devrinin en tanınmış şair ve yazarları şunlardır: Mehmet Emin Yurdakul, Ziya Gökalp, Yusuf Ziya Akçura, Ahmet Hikmet Müftüoğlu, Ali Canip, Mithat Cemal Kuntay, Fuat Köprülü, Hamdullah Suphi, İbrahim Alaaddin, Beş hececiler Halide Edip, Yakup Kadri, Refik Halit, Aka Gündüz, Ömer Seyfettin, Reşat Nuri, Ebubekir Hazım ve daha birçok sanatçı bu edebi hareketin safında yer almıştır.
Milli Edebiyat Dönemi Sanatçilari
MİLLİ EDEBİYAT DÖNEMİ SANATÇILARI
ZİYA GÖKALP (1876-1924)
23 Mart l876'da Diyarbakır'da doğdu. Babası Diyarbakır vilayeti evrak müdürü ve muhitinin aydın simalarından biri olan Mehmet Tevfik Efendi'dir. Babası vilayet gazetesinde muhabirlik yapan, modernleşme yolunda atılan adımlardan haberdar ve Namık Kemal hayranı bir kişidir. Ziya Gökalp'ın yetişmesinde babasının bu özellikleri etkili olur. Ziya Gökalp da Namık Kemal hayranı bir kişi olarak yetişir. İlk ve rüştiye mektebinden sonra Mülkiye İdadisini bitiren Ziya Gökalp Diyarbakır'daki eğitimden tatmin olmadığı için İstanbul'a gitmek ister. Bu arada İslam felsefesi, tasavvuf fen ilimleri ve Arapça derslerini ayrıca özel hocalardan ders alır. Ziya Gökalp bu arada felsefi anlayışlarındaki dalgalanmalar, yenilikçi fikirler ve pozitivist anlayışlar altında hummalı bir dönem geçirir ve intihara kalkışır. Ancak ölmez. İyileşince tekrar İstanbul'a gitmek ister. Ağabeyinin yardımıyla İstanbul'a gider ve Baytar Mektebi'ne kaydolur. Burada Tıbbiyelilerin kurduğu gizli bir cemiyete üye olur, ancak yakalanır ve dokuz ay hapis yatar. Daha sonra Diyarbakır'a sürgün gönderilir. Diyarbakır'da amcasının kızıyla evlenir.
1908 İkinci Meşrutiyet inkılabı üzerine Diyarbakır' da İttihat ve Terakki şubesini açar. Dicle ve Peyman gazetelerinde yazılar yazar. 1910 yılında Selanik'te toplanan İttihat ve Terakki Cemiyeti kongresine Diyarbakır temsilcisi olarak katılır. Burada Ömer Seyfettin Ali Canip gibi milliyetçi gençlerle fikir alışverişinde bulunur. Bu tarihten itibaren etkin milliyetçilik çalışmalarına başlar. Genç Kalemler dergisinde milliyetçi şiir ve yazılar yazar. Bu arada sosyoloji dersleri okur, Emile Durkheime'in sosyolojiye dair eserlerini okur. Dar'ül-Pünun' da sosyoloji kürsüsünü kurar ve sosyoloji dersleri vermeye başlar.
Birinci Dünya Savaşı sonunda İstanbul'un işgaliyle İttihat ve Terakki'nin İleri gelenleriyle beraber Malta'ya sürülür. Malta'da iken Milliyetçi fikirleri daha olumlu
ve somut bir şekil kazanır. Vatancılık anlayışı somutlaşır.
Malta'dan 1912 yılında ayrılır ve Roma yoluyla İstanbul'a gelir. Ankara'ya geçer, Ankara'da maddi imkansızlık nedeniyle duramaz Diyarbakır'a gider. Diyarbakır'da, çıkardığı "Küçük Mecmua" adlı dergide Milli Mücadeleyi destekler. Türk Töresi ve Türkçülüğün Esasları isimli eserleri burada yazar. Milli Mücadele'den sonra II. Meclis' e milletvekili seçilir. 25 Ekim 1924 tarihinde hastalanır ve ölür.
Türk edebiyatına şiir, manzum destan ve masal, nesir, ilmi- fikri makaleler ve kitaplar bırakmış olan bir fikir ve sanat adamıdır.
"Turan" adlı manzumesi kendinden sonraki sanat ve fikir adamlarını, sanat fikir ve düşünce bakımından etkileyen ve çığır açan bir şiirdir. Gökalp'ın Turan manzumesinden önceki hayatı, onun yetişme ve arayışlar dönemidir. Arayışlarını Turan manzumesiyle köklü bir şekle sokmuştur. Fikirlerindeki değişmeler memleketimizin o zamanki siyasi hadiseleri tam bilinmeden tenkit konusu olmuştur. Onun Turan manzumesi dönemine kadar olan dönemdeki anlayışı Osmanlıcı-Milliyetçi anlayıştır. Ancak 1911' den itibaren Turan manzumesiyle bu anlayış tamamen değişmiştir. Ondaki bu değişme onun şiir ve sanat anlayışında da aynı özellik gösterir.
Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/lise-edebiyat-dersi/50585-milli-edebiyat-bes-hececiler-yedi-mesaleciler-bagimsizlar-garip-akimi-ve-toplumcular.html#post103145
Ziya Gökalp' ta edebiyat araçtır şiir veya nesrin bütün türleri onun fikir ve idealleri için birer araçtır. "Şuur devrinde şiir susar, şiir devrinde şuur susar" diyen Ziya Gökalp şiir için değil şuur için çalıştığını söyler. Böylelikle 1911' e kadar "sanat sanat için" olan görüşünü 1911' den itibaren sanat halk için görüşüne çevirir.
Milli Edebiyat Cereyanı ile şiirler şerh ve sanat bulma yönünden açık hale gelir. Çünkü bu dönemden itibaren dil açık ve sadedir. Sanat şiirde süs olsun diye değil, şiirin daha açık ve kalıcı olması için kullanılır önemli olan şiirin şerhi ve sanatların bulunmasından çok, şiirin etkisinde kaldığı fikir ve görüşlerin bilinmesi ve
bunların çerçevesi içersinde incelenmesi önem kazanmıştır.
Turan manzumesi nazım şekli olarak şekli belli olmayan başlı başına bir nazım şeklidir. Şiir, şekilden çok muhteva bakımından dikkat çekicidir. Şiirdeki mısralar mana olarak son mısrada tamamlanır buna anjanbman tarzı denir. Şiiri açıklayabilmek için devrin siyasi halini ve olaylarını bilmek gerekir. Bu manzume bir yönden Avrupalı tarihçilerin eski cihangirler hakkındaki taraf tutucu görüşlerine karşı bir isyandır.
Şiirde şairin gönlüne ilham edilen Turan'dır. Turanı ne olduğu söyleniyor ama neresi olduğu söylenmiyor. Turan Şaire göre "büyük ve ebedi olan bir ülkedir".Şiirde Şair iki idealin peşindedir. : 1Türkün, ilim aleminde layık olduğu yerinin almasını sağlamak, 2Türklerin tümünü tek bayrak altında toplayan Turan' da yaşamalarını sağlamak. Ziya Gökalp bu iki ideali gerçekleştirmek için gereken bütün işlerin programını yapmaya çalışmıştır. Türkçülüğün esasları adlı kitabı bu ideallerin programıdır.
Ziya Gökalp'ın 1918' de neşrettiği Yeni Hayat adlı kitabındaki Vatan manzumesinde vatan anlayışının Turan şiirinden büyük farklarla ayrıldığı görülür. Bu yeni Vatan manzumesinde Gökalp artık Türkiye hudutları dışındaki eski-yeni, kaybedilmiş ülkeleri ve bunların hepsinin ve hepsindeki Türklerin bir araya gelmesiyle gerçekleşecek olan Turan mefkuresini bir yana bırakır. Yeni Vatan manzumesinde hudutları içinde dil, mefkure ve dil birliğiyle birleşmiş yekpare çalışkan bir millet düşünülür.
Bir dilde eğer lehçe seviyesinde farklılıklar meydana gelirse aynı milletin çocukları farklı coğrafyalarda birbirini anlamaz ve milli birliğin dağılmasına sebep olabilir. Bu nedenle Türkçüler, Türkler arasındaki dil birliğine ehemmiyet vermişlerdir. Türkçülere göre bir milleti millet yapan, en başta gelen bağ ve mefkure birliğidir. Ama Gökalp "Lisan" adlı şiirinde bunu dil olarak gösterir. Tanzimat
sonrasında sevilen bazı kelimeler vardır. Mesela: Tanzimat, Islahat, Meşrutiyet, Cedit gibi Milli Mücadele yıllarında ise daha çok milli kelimesiyle kurulan ifadeler vardır. (Hakimiyet-i Milliye, Misak-ı Milli, İrade-i Milliye gibi) Cedit kelimesi de bu dönemden itibaren yerini "Yeni" kelimesine bırakır. (Yeni Adam, Yeni Mecmua, Yeni Hayat gibi) Yeni kelimesiyle eski yaşam tarzından yeni bir yaşayış tarzına geçiş anlatılır. Ölçü ise muasır medeniyet ölçüleridir.
Ziya Gökalp ferdiyetçi olmayan, toplumu esas alan bir anlayışla vazifeyi yani milletin hakkını önemseyen bir anlayışı benimsemiştir. Gökalp'ın içtimaiyyattaki sistemi "İçtimai Mefkurecilik" sistemidir. Onu bu bakımdan Emile Durkheim'nin içtimai mektebine mensup bir mütefekkir olarak düşünmek lazımdır. Ancak Gökalp'ın bu içtimai mefkureciliğe temas ve onu izah eden görüşlerinde geniş ölçüde bir milliyetçilik vardır. "Gözlerimi kaparımı Vazifemi yaparım" şiirinde ideal uğruna büyük teslimiyet göze çarpar.
Fert olarak kinden kaçınılmasını, ancak milli amaçların, faydaların yerine getirilmesini ister. Fert olarak sessiz, sakin ama millet menfaatlerinde coşkun bir dalga gibi olunmalıdır.
"Köy" Yeni Hayat adlı şiir kitabında yazılmış bir şiir. Yeni edebiyat döneminde köye, köy insanına yönelme oldukça karışık bir meseledir. Köye yönelişte karşımıza oldukça farklı anlayışlar çıkar. Köyün zorluk içinde olan yönlerini dile getiren eserler de verilmiştir. Bu şekildeki anlayışta köylünün hiçbir değerine önem verilmemekle beraber, köyün hep kötü tarafları nazara verilmektedir. Gökalp'ın köye ve köylüye bakışı ise; O Vatan şiirindeki ekonomik bağımsızlığı köylü için de ister. Köylüyü kendi efendisi olan, hiç kimse için çalışmayan, askerlik görevini yapan, ümmi olmayan, dostunu düşmanını bilen bir vaziyette görmek isteyen bir anlayışa sahiptir.
"Kadın" adlı şiiri de Yeni Hayat adlı şiir kitabında yer alır. Ziya Gökalp'ın
kadına bakışı; kadının dertleri ve haksızlığa uğratıldıkları noktalarındadır.
Ziya Gökalp düşündüğü sistemde aileye çok önem verir. "Aile" adlı şiirinde kadın ya eş, ya anne, ya kardeş, veya kız olarak görülür. O aileyi devletin esası olarak görür. Eğer kadın vazife ve mesuliyetleri açısından eksik yetiştirilirse topluma zararlı olur. Bu yüzden kadın eksik bırakılmamalı, eğitilmelidir. Bu görüş devrin iki büyük şairi T. Fikret ve M. Akif’te de bu yöndedir. Ailenin de sağlam bir yapıya sahip olabilmesi için nikah, talak ve mirasta eşitlik olması gerektiği düşüncesindedir.
Tanzimat sonrası Türk edebiyatında fikir hayatının münakaşa ettiği kavramlardan biri medeniyettir. Medeniyet etrafında o dönemde şu fikirler göze çarpar: Medeniyet ya hep alınır, ya da hiç alınmaz. Medeniyet alınacaksa her yönüyle alınmalı. (T. Fikret, Abdullah Cevdet vs.) Avrupa medeniyetini alalım. Ama bizim milli ve içtimai yapımızı bozmayacak şekliyle alalım. Bunu iddia edenler de daha çok ilim ve teknoloji alınmalı, kültür milli kalmalı der. (M. Akif, Z. Gökalp vs.) Batı medeniyetini hiç kabul etmeyenler.
Ziya Gökalp'ın "Medeniyet" adlı şiiri ikinci anlayış çerçevesinde yazılmıştır.
"Sanat" Yeni Hayat adlı şiir kitabında yer alan bir şiirdir. Z. Gökalp, Recaizade M. Ekrem'in yaptığı gibi şiirimize yeni edebiyat döneminde istikamet vermiştir. Her ikisinin ortak özelliği şiirde teorik olarak başarılı olmaları, ve uygulamayı başkalarına bırakmalarıdır.
Z. Gökalp'ın "Altun Işık" adlı kitabında nesir- nazım, nesir sadece nazım olan masallar vardır. Bu şiirlerin bir özelliği, Z. Gökalp halka yönelmek istediği için- bu masalların kaynağının halk ve halk edebiyatı olmasıdır. Halk kültüründen birçok kavram ve kelimeyi aydınlar edebiyatına sokmuştur.
Ziya Gökalp'ın başlıca eserleri şunlardır:
Şiirler: Kızıl Elma (1914), Yeni Hayat (1918), Altun Işık (1923), Şiirler ve Halk Masalları (1952)
Fikri eserler, makaleler: Türk Medeniyeti Tarihi (1926), Türkçülüğün Esasları (1923), Hars ve Medeniyet (1964), İlm-i İçtimaı Dersleri (1923), Türk Töresi (1923). Bunların dışında edebi, fikri ve sosyolojik bir çok makale ve yazı yazmıştır. Ayrıca Yeni Mecmua ve Küçük Mecmua isimli dergileri çıkarmış, farklı olan birçok dergide yazılar yayımlamıştır.