Giriş


REFORMTÜRK 17. YIL


Sayfa 1/2 12 SonSon
12 sonuçtan 1 ile 10 arası
  1. #1
    Gezgin - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    12 Eylül 2006
    Yer
    istanbul
    Yaş
    51
    Mesajlar
    1,372
    Tecrübe Puanı
    43

    Standart Roman Özetleri

    DON KİŞOT

    A. Dış yapı bakımımdan inceleme:
    1. Romanın adı: Don Kişot
    2. Yazarı: Miguel de Cervantes Saavedra
    3. Yazar hakkında kısa bilgi:

    Miguel de Cervantes Saavedra, baba tarafından Endülüslü, ana tarafındansa Yenikastilyalı bir ailenin çocuğudur. 1547’de çok muhtemelen 29 Eylül günü, üniversite şehri Alacala de Henares’ de dünyaya geldi. Miguel dördüncü çocuk olarak dünyaya gelmişti. Ailenin mali durumu pek parlak değildi.
    Çok küçük yaştan beri şiire ve oyunculuğa merak duyduğunu, “Parnas’a Yolculuk” adlı manzum eserinde de bizzat anlatır.
    1568 - Cervantes’in hayatında bir dönüm noktası olur. Bir kadın meselesi yüzünden bir düelloda birini yaralar. Olay mahkemeye intikal eder. Miguel hemen Madrid’i terk eder.Mahkeme Düellocuyu sağ elinin bilekten kesilmesine ve on yıl için İspanya krallığının sınırları dışına sürülmesine karar verir. Miguel İtalya’ya kaçar.
    1570 - Napoli’de garnizonlanmış bulunan üçüncü İspanyol Alayında silahşör olarak kabul edilir. Şair kalemi bırakmış kılıcı almıştır eline…
    1575 - Miguel İspanya’ya giderken Arnavut asıllı Türk korsanı Deli Memi’nin esiri olur. 5 yıl boyunca esir kalır. Tam dört kere firar eder. Başaramaz. 15 Eylül 1580’de istenen fidye olan 500 Escuda altınını bir rahip öder ve Cervantes kurtulur.
    1580 - Madrid’e dönen Cervantes’in is arama çabaları başarısızlıkla sonuçlanır.
    1583 - Cervantes sahne eserleri yazmaya başlar.
    1584 - 12 Aralık’ta Cervantes, 18 yaşındaki Catalina de Salazary Palacios ile evlenip La Manoha vilayetine taşınır.Çocukları olmaz.
    1585 - Bundan böyle adının sonuna bir de “SAAVESRA” ekleyerek Miguel de Cervantes Saavedra diye imza atmaya başlar. Karısını terk eder ve Sevilla’ya göç eder. Karısını terk ettiğinde 38 yaşındadır. Sonra yine bir araya gelirler.
    1593 - Annesini kaybeder.
    1595 - Cervantes bir şiir yarışmasına katılır, birinci olur ve gümüş kaşıktan olan ödülü kazanır… Aynı yıl babasını kaybeder.
    1597 - Zimmetine bazı vergi gelirlerini geçirdiği ve başka yolsuzluklarda bulunduğu iddasıyla tutuklanıp Sevilla Kraliyet hapishanesine konulur. Burada “ Don Kişot” u yazmaya başlar.
    1604 - Aile fertleriyle birlikte Valladcid şehrine göç eder ve orada “Don Kişot” u bitirir.
    1605 - “Keskin Zekalı Manşlı Don Kişot” yayınlanır. Roman, daha yayınlandığı andan itibaren yok satar. 1607’de “Don Kişot” un 12.000 ‘den fazla basımı satılmıştır.
    1614 - Cervantes “Don Kişot”un ikinci cildini yazar.
    1616 - Aşırı şeker hastası olan Cervantes 22 Nisan‘da hayata gözlerini yumar.

    4. Eserin baskı tarihi, basım sayısı: Eserin baskı tarihi ve basım sayısı verilmemiştir.
    5. Sayfa sayısı: 450 sayfa






    B. Muhteva bakımından inceleme :
    1. Romanın özeti :
    İspanyanın mancha ilinin bir köyünde fazla zengin olmayan Kişot adında soylu bir bey yaşarmış. Bizim soylu bey elli sırlarında, yapısı sağlam, vücudu ince, yüzü zayıftı. Sabahları erken kalkar ve avdan çok hoşlanırdı. Soylu bey boş kaldığı zaman şövalye romanları okumaya bayılırdı. Bu işi tutku ile yapar ve öteki işlerini çoğunu unuturdu.
    Sözün kısası bizim soylu bey kendini okumaya iyice kaptırdı. O kadar ileri gitti ki. Verimli topraklarının bir kısmını satıp şövalye romanları aldı gece gündüz hiç durmadan okuyordu. Sonunda beyni sulandı. Zihni kavgalarla meydan okumalarla aşklarla tutkularla doldu. Devletin iyiliği ve kendi kişisel ünü için zıhını giyip bütün haksızlıkları gidermek ölümsüz bir ün kazanmak ve dünyayı dolaşıp gezginci şövalye olmaktan başka bir şey yapamayacağını inandı
    Şövalyelik için ilk olarak dedesinin dedesinden kalma zıhı temizlemek oldu. Diğer eksiklikleri ise kartonla tamamlandı sonra ahıra gidip atını gözden geçirdi. Ona bir ad bulabilmek için tam olarak dört gün düşündü ve ona rosscinante adsını verdi. Atına isim bulduktan sonra sıra kendisine gelmişti. Kendisine isim bulabilmek için sekiz gün düşündü sonunda Donkişot adını buldu. Kişiliğini tamamladıktan sonra sıra aşık olacak bir kadın aramaya başladı söylenenlere göre kızını hiç haberi olmadan aşık olduğu genç ve güzel köylü kızını kendisine yavuklu olarak seçti. Kızın adı aldonzo laranzo idi. Ona dulcinea de Tosobo adını verdi.
    Don Kişot kapısındaki bu tatlı fikirleri gerçekleştirmek için gecenin ikisin de yatağından kalktı zıhını giyip silahını kuşandı ve daha sonra ahıra gidip atını eğeledi. Ve şotasundan süratle uzaklaştı ve atının üzerinde sallana sallana gidiyor ve nasıl olsa yolda bir asil zadeye rastlayıp kendisine silah kuşatmaya razı edeceğine inanıyordu akşama doğru kahramanımız uzakta görkemli bir şato gördü.Fakat görülen şey yol kenarında ki bir handan başka bir şey değildi hana doğru yaklaştı.
    Pek az sonra hancı kapıda görüldü şişman kurnaz bakışlı bir adamdı. Donkişot orada hancının önüne diz çöktü ve yalvardı
    - Sayın dere beyi vali dedi. Kendisini şövalye ilan edip zıhını ona giydirmesini istedi.Hancı ona şövalye olabilmesi için onu hanın arkasına götürdü ve burada sabaha kadar nöbet tutmasını söyledi. Gece bir oyana bir buyana giderek geçti gün ağarmasına birkaç saat kalmıştı.
    Sabah olduğunda hancı elinde bir hesap defteri aldı yanına iki köylü kadın ve yanan bir şamdan taşıyan küçük bir oğlan çocuğu ile Donkişot’un yanına gitti. Donkişot yere diz çöktü adam hesap defterini açarak orenus orenus dedi daha sonra kılıcı asil zadenin beline kuşattı. Hancı lütfen ayağa kalkınız şövalye dedi ve tören bitti.
    Kahramanımız handan uzaklaşırken sevinçten uçmaktaydı kendisine bir seyis lazım olduğunu düşündü ve adı panza olan küçük bir çiftlikte oturan delikanlı geldi. Bu delikanlı şişman ve yerden yapma bir adamdı cesaretli bir parça eksikti.ormanda ilerlerken karşıdan güzel atlara binmiş bezirganları geldiğini gördü. Onlara sövüp saymaya başladı. Bezirganları uşaklarından biri bu sövüp saymaları cezaya ait bularak don kişot’un yanına gitti ve mızrağını üzerinde kırdı asil zade bu sapa yağmuruna dayanamadı. Yalnız kalınca ayağa kalkmaya çalıştı fakat başaramadı.
    Don kişot’un ilk seferine tanık olan yol pek gelip geçeni olmayan bir yoldu. Komşusu Aldonzo yolda birinin yattığını gördü. Uzun uğraşlardan sonra şövalyeyi ayağa kaldırdı ve atına bindirip köyün yolunu tuttu. Bu adam Donkişot’un komşusu Pierre Aldonzoydu şövalyenin evine geldiler. Yeğeni pencereden başını uzattı ve amcasının aldonzonun atının üzerinde geldiğini görünce çok sevindi. Berber ve aldonzonun yardımıyla don kişotun atından indirilip yatağına götürdüler asil zadenin başına gelenleri öğrenmeye çalışanlar fakat onlara her şeyin de devlerle savaştığını ve onları kaçırdığından söz ediyordu. Ertesi sabah Donkişot’un derin uyuduğu arada papaz ile berber şatoya geldiler ve hizmetçiden kitap adasının anahtarını istediler kitapları camdan atarak yaktılar. Kitap odasının duvarını bi ustaya ördürdüler Donkişot’u uyandıktan sonra ilk işi kitap odasına yönelmek oldu fakat odasının kapısının yerinde görmeyince çok şaşırdı. Hizmetçisi ve yeğenini çağırıp kitap odasının nerde olduğunu sordu.
    Yeğeni tüm kitapları şeytan götürdü ve giderken kapıyı bu hale getirdi dedi hizmetçiside onu destekledi
    Evet efendimiz öyle dedi
    Donkişot iyileştikten sonra sık sık sonça panzanın evine gidiyor ve ona şövalyelik mesleğini şon ve şerefini bahsederek kandırmaya çalışıyordu daha sonra ona savaş sırasında kazandığı topraklardan birazını vereceğini söyledi ve onu ikna etti. Donkişot iyice iyileştikten sonra sonca panzanın yanına gitti gideceği günü ve saati konuştular
    İki dost sonra kararlaştırdıkları gün ve saatte yola çıktılar dağlar tepeler aştılar ilerde bir yel değirmeni gördüler Donkişot işte devler nasılda hain ve acımasızca kılıçlarını çekmiş bakıyorlar dedi sonca aman efendimiz karşımızda gördünüz devler değil sadece yel değirmeni desene Donkişot sus ben devler dediysem devlerdir dedi ve soncayı susturdu
    Tehditler ve meydan okumalarla kılıcını çektiği gibi devlerin üzerine yürüdü. Hala devlere doğru koşuyordu yanlarına geldiğinde ise birinin üzerine atladı fakat bunun sadece bir yel değirmeni olduğu değil de dev olduğunu zanneden don kişotu değirmen çevirdi ve yere çarptı.ve ikinci hamlede de aynısı oldu sonca koşarak efendisinin yanına geldi değirmenciye Allah cezanı versin durdur şu değirmeni diye bağırdı efendisini yara içinde ayağa kaldırdı birkaç gün sonra don kişot iyileşti ve yola çıktılar
    Yorulup uzandıklarını hissederek bir mola verdiler ve dinlenmeye çekildiler bu sırada bir serseri takımı zavallı sanco’nun zayıf eşeği ile ve Donkişot’un asil atı ile uğraşmaya başladılar. Donkişot yine tehditler ve meydan okumalarla haydutları üzerine yürüdü bu seferde haydutlardan dayak yemişlerdi adamların bu halde içeri girdiğini görünce gözleri iri iri açtı hancının karısı üç ayak boyunda minicik Avustralyalı bir hizmetçi ve hancını kızı Don Kişotun bir nuşanba içine sardılar ve yaralarını üzerinde tedavi ettiler.
    Donkişot birkaç gün sonra seyisi sancadan biber, tuz, şarap ve zeytin yağı istedi bun ları bir kazan da kaynatıp bir ilaç yaptı ve içti. içtikten sonra bir süre kustu kendisini eskiden daha iyi hissetiğini söyledi sanco bendemi içsem bu içkiden efendim dedi iç dostum sonca dedi. Sanco kabın dibinde kalan son içkiyi birdi kişte içti ve sonra içinden çıkarmak için uğraştı.
    Hancı masraflarınızı nasıl karşılayacaksınız dedi
    Donkişot bir şövalye asla kaldığı bir handa para ödemez dedi ve handan çıktı hancı soncayı sıkıştırarak ondan para istedi kargaşayı duyan ilerdeki çalışanlar hancının yanına geldiler ve bu olayı kendilerine bırakılmasını istediler. Yere bir battaniye sererek sancoyu içine koydular ve havaya doğru atmaya başladılar sanconın feryatlarını duyan Donkişot uzaklaştığı şatoya geri döndü dostu sanco, panzayı alarak geri döndü. Ertesi gün kahramanlarımız yeni bir macera ile başladılar sonca panza ve Donkişot yürürken karşıdan atlılar ve boyunları zincirli kişilerin geldiklerini gördüler Donkişot mahkumlara yönelerek suçlarını sordu birincini suçu aşık olmaktı, ikincinin suçu şarkı söylemekti, üçüncünün suçu para kesesi çalmaktı, dördüncünün suçu borcunu ödememekti, beşincinin suçu ise diğerlerinin suçunun toplamından daha fazla idi.
    Daha sonra Donkişot tüm mahkumların bırakılmasını istedi muhafızlardan biri bunun kralın emri olduğunu ve yapamayacaklarını söyledi Donkişot bir muhafızın üzerine atladı ve savaş başladı tüm mahkumlar zincirlerini kırarak muhafızlara saldırdı Donkişot ardından onlar için yaptıklarını gidip dulcine’ye anlatmalarını istedi ve onların üzerine çok gitti sonunda mahkumlara dayanamayıp Donkişot ve Soncayı taşladılar ve kaçtılar
    Sonca panza burada fazla durmak istemiyordu muhafızların santa hermondad polis ile berber geri gelmekte gecikmeyeceklerine şüphe yoktu .bu yüzden efendisini ve kendisini bu hale getiren haydutlar sonca Donkişotun yanına koştu ve ona bir an evvel burada gitmelerini rica etti uzunca bir dil dökmeden sonra Donkişotçu buradan gitmeya razı etti ve yola çıktılar. Aksi gibi haydutlardan gines de passamond da bu tarafa doğru kacmış ve onların gideceği yerde kalmıştı gün ışığı ile birlikte sonca panzanın eşeğini alarak oradan uzaklaşmıştı Donkişot panzaya üç eşek süreceğini söyledi ve onu teselli etti atın üzerin de yolculuk ederken donkişotun aklına sevgilisi için bir dağda bir çok delik açan amadis de gavlez geldi ve dulcineye olan aşkını bu şekilde kanıtlayacağına inandı Sierra morena ormanına çekildi orada çile çıkarmaya başladı. Dulcine de Tosobo ya bir mektup yazarak soncanın bu mektubu ona götürmesini ve onun için yaptıklarını bir bir anlatmasını istedi mektubu bitirdikten sonra yüksek sesle okudu
    sonca efendisini atı ile kısa sürede oraya indi orada berber ve papaz ile karşılaştı berber ve panza ona Donkişotun nerede olduğunu sordular sonca bunu söylememe hayatıma maal olur dedi papaz ona kızarak ona nerede olduğunu tekrar sordu efendi Sierra morena dağında çile çekiyor dedi. Panza ile berber Donkişotun yazdığı mektubu tekrar tekrar okudular ve uzun uzun düşündükten sonra bir çözüm yolu buldular.bir kız bularak Donkişotu döndürmeye karar verdiler.papaz akraba kızını getirmek için yola koyuldu. Berber kılık değiştirdi ve yola çıktılar.
    Ormana geldiklerinde sonca önden giderek Donkişot’a geldiklerini haber verdi.daha sonra prenses Micamica Don Kişot’un yanına gelerek onda yüzünü güldürüp üzüntüsünü gidermek için yardım istedi fakat yüzünü güldürmesi için bir devi öldürmesi gerektiğini söyledi ve ertesi gün papaz, berber, prenses, sonca ve Don Kişot yola çıktılar.Akşama doğru hana yaklaştılar.
    Ormana geldıklerınde sanco önden gelerek Donkişot a geldiklerini haber verdi. Daha sonra prenses mıco mıcam Don Kişotun yanına gelerek üzüntüsünü giderip yüzünü güldürmesini istedi.Fakat yüzünü güldürmesi için bir devi öldürmesi gerektiğini söyledi ve ertesi gün papaz,berber,prenses,sanco ve Don Kişot yola çıktılar.Akşama doğru hana yaklaştılar.Don Kişotu eve götürmek isteyen papaz ve berber oturup bir plan yapmaya koyuldular.Fakat ikisinin de aklına hiçbir şey gelmiyordu.Yanlarına gelen Dorothee (prenses mıco mıcam)ile bir plan yaptılar.Plan gereği bir at arabası kiralayıp üzerine de kafes yaptılar.Papaz ve berber hayalet kılığına girerek Donkişot’un odasına girdiler ve onu yatağa bağladılar. Donkişot uyanınca ona iyiliği için şan ve şöhretinin artması için yardım ettiklerini söylediler. Daha sonra Donkişot kafese konularak arabaya bindirildi ve köyüne getirildi.
    Hizmetçisi ve yeğeni buna çok sevinmişlerdi.Sancoda eve dönmüştü.Ertesi sabah Don Kişotun yanına gitti ve ona vaat ettiği adayı sordu.Don Kişot:
    _sana vaat ettiğim adayı vereceğim.Birkaç gün dinleyip sonra yeni seferlere çıkarız dedi.
    Sanco artık her sabah Don Kişotun yanına geliyor onunla konuşuyordu.Papaz ve berber tekrar gitmeleri için önlem alarak şatoyu göz hapsinde tuttular.
    Bir sabah yine sanco efendisinin ziyaretine gittiğinde onu odanın içinde gezinirken buldu.Don Kişot iyice dinlenmiş ve kendine gelmişti.Sanco ona ne zaman yola çıkacaklarına sordu.
    _Dostlarım papaz ve berber şatoyu göz hapsinde tutuyorlar bu biraz zor olacak dedi.Sanco:
    _Ben sizin eşyalarınızı parça parça dışarıya çıkarır ve bayırın altındaki koruluğa koyarım dedi.Bu planı Donkişot’a beğenmişti.Birkaç güne kadar Donkişotun tüm eşyalarını dışarıya çıkarttı.Don Kişot yeğenine atını gezdirmesi için sancoya vermesini istedi.Ve sanco atı da alarak koruluğa götürdü. O gece Don Kişot her kes uyuduktan sonra şatodan ayrıldı. Ve sanco ile birlikte Tosobo köyünün yolunu tuttular Don Kişot’un tekrar şatodan ayrıldığını öğrenen papaz ile berber onu tekrar getirebilmek için plan yaptılar. Berber bir şövalye kılığına tome ise seyis kılığına girerek onun bulunduğu ormana gittiler. Berberin Dulcine’de Tosobo için söylediği sözlere tahammül ederek savaşmaya başladı. Bir mızrak darbesiyle yere düşürdüğü şövalyenin kaksını açıp yüzüne baktığında dehşete düşmüştü bu dostu berberdi ama bunun büyücü Fleston’un bir oyunun olduğunu düşünde ve onu öldürmedi.Ve ona ölene kadar Dulcine de Tosobo nun esiri olduğunu ve her gittiği yerde onun kahramanlıklarından bahsederse canını bağışlayacağını söyledi.
    Ardından Donkişot ile seyisi sanco hiç vakit kaybetmeden yeni maceralara atılmak için Saragoza nın yolunu tuttular.
    İki gündür saragoza yollarındaydılar fakat hiçbir macerayla karşılaşmadılar.İlerlemeye devam ederken karşılarına Don Dıegue de miranda adında bir yolcu çıktı. Bu insan çok dürüst ve iyi bir insandı Donkişot’la tanışıp sohbet ederek yola çıktılar bir süre sonra karşılarına iki atlı çıkmıştı. Donkişot onların önüne gelerek dur emrini verdi. Arkasından arabanın sahibi durdu ve Donkişot ona sorular yöneltti adam arabanın içinde iki kafes olduğunu ve kafesin içindede iki aslan olduğunu söyledi Donkişot ona emir vererek kafesin kapılarını açtırdı. Aslanın karşıda elinde kılıcı ve keskin bakışlarıyla duruyordu.Aslan sağa sola baktıktan sonra kafesın dibine döndü.Donkişot aslanın ondan korktuğu için savaşmadığını düşündü ve sevindi.Sanco ve Miranda çıktıkları tepeden inip Donkişot’un yanına geldiler.Donkişot’sa bundan sonra unvanını Aslanlar şövalyesi olarak değiştirdi. Miranda oradan uzaklaşarak kendi yoluna gitti.
    Don Kişot ve sanco tekrar yola çıktılar.İki gün sonra karşıdan 4 kişinin geldiğini gördüler. Bunların ikisi bayağı köylü ikisi ise öğrenciydi.Donkişot onlara yaklaştı ve nereye gittiklerini sordu. Öğrenciler bir düğüne gittiklerini söylediler.Düğün yörenin en zengin çiftçisinindi.kızın adı quterıa adanın ki de camachoydu.Biraz ayak üstü sohbet ettikten sonra köyün yolunu tuttular.Hava kararmıştı fakat düğün yarı meşalerle gündüz gibi aydınlatılmıştı. Donkişot ve sanco biraz ileri gidip geceyi büyük bir tarlanın üzerinde geçirdiler. Sabah olduğunda düğün yerine geldiler.Herkes şaşkın bir halde onlara bakıyor ve gelenlerin kim olduğunu birbirlerine soruyorlardı.
    Quiteria ve Gamacho gelirken öğrencilerin Donkişot’a bahsettiği quiteria’ya deliler gibi aşık olan Basilio onların önüne geçti düğün alanı büyük ibr sessizlik kapladı Basilio bir hancer cıkararak göğsüne sapladı ve yere yığıldı. Bir ara Basilio gözlerini araladı ve konuştu. Donkişot bunun daha fazla ızdırap çekmeyip ölmesi için olisio’ya manevi olarak evlendirilmesini önerdi papazda bu fikri kabul ederek onları evlendirdi ve birden bire Basilio ayağa kalktı herkes şaşırmıştı. Bu oyulmuş bir tavuk göğsünden başka bir şey değildi. Bu bir savaş hilesi idi Gamaçhonın adamları onların üzerine yürümesi ile Donkişot onlara bir çok tehditler savurdu. Gamaçho ve adamları korkup geri çevirdiler. Basililo ise Donkişot ve Sancoyu evine davet etti. Donkişot ve seyisi Basilio’nun evinde birkaç gün misafir kaldıktan sonra bir sabah bir sabah izin alarak yola koyuldular
    Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/lise-edebiyat-dersi/11813-roman-ozetleri.html#post18894
    Kahramanlarımız yollarına devam ederler. Bundan sonra da başlarından bir çok macera geçer. Daha sonra Donkişot yemyeşil bir ovada ava çıkmış güzel bir kadına rastlar. Kadın düşeş ile eşi dük, maceracılarımızı şatolarına kabul ederler dük bir ada sahibidir. Adası için bir vali aramaktadır. Don Kişot da silahşoruna bir ada valiliği vaat ettiğinden Sanşo’ yu o adaya vali ilan ederler. Fakat Sanşo valilik işini en dazla bir hafta sürdürebilir tabii bu sırada düşeş ile dük kahramanlarımıza bir çok oyunlar oynarlar.
    Günlerden bir gün Don Kişot ile silahşoru tekrar maceralarına atılmak için yola çıkarlar. Yine her zaman olduğu gibi gidecekleri yolun yönünü Rossinante’ ye bırakırlar. İki gün boyunca hiçbir macera yaşamazlar fakat üçüncü gün bir kasabaya gelirler. Kasaba San Jan karnavalini kutlamaktaydı. Herkes garip kıyafetler giydiğinden kimse Don Kişot ile Sanşo’ yu yadırgamadı. Hemen kahramanlarımızı aralarına aldılar ve bir güzel dans ettiler. Tam o sırada atına binmiş bir şövalye eğlenceyi bölerek Don Kişot’a yine kendi sevgilisinin Dülsine’den güzel olduğunu itiraf etmek için onu savaşa zorlar. Fakat Don Kişot’ un bilmediği şey, bu şövalyenin yine Karrasko olduğudur. Karrasko, eğer yenecek olursa, kahramanımız evine çekilip bir süreliğine silah almayacak ve şövalyelikten vazgeçecekti. Don Kişot kabul eder ve savaşı kaybeder. Karrasko, don Kişot’un şövalyelik kanunlarına tamamıyla uyacağını bildiğinden hemen köyüne döner. Bu arada kahramanımız silahşoru ile birlikte son derece üzgün olarak kasabasının yolunu tutar ve evine gider. dan sonra Don Kişot’ un sağlığı çok kötüye gider. Daha zayıflar. Fakat aklı başına gelir. Yaptığı deliliklerden pişmanlık duyar. Gün geçtikçe daha fenalaşır. Sonunda hayata iyileşmiş bir şekilde gözlerini yumar.
    2. Romanın Konusu: İnsanların, olayları oldukları gibi değil kendi istedikleri gibi kabul etmesi
    3. Romanın Anafikri: İnsanların, olayları kendi istedikleri gibi kabul etmesi genelde yanlış anlaşılmalara yol açar. Bu nedenle kişiler yaşadıkları olayların olumlu sonuçlanmasını isterlerse gerçekçi olmaları gerekir.
    4. Romandaki Kişiler
    a ) Ana Kahraman : Bu romanda ana kahraman gerçekte bir asilzade olan Don Kişot’ tur. Don Kişot ince uzun boylu, zayıf yüzlü bir adamdır. Cılız bir atı vardır. Kitap okumayı çok sever. Sürekli şövalyelik kitapları okur ve zamanla aklını kaybeder. Kendisinin bir şövalye olduğunu ve şövalyelik görevlerini yerine getirmek için Tanrı tarafından gönderildiğini düşünür. Şövalyelik yüzyıllar önce bittiği halde Don Kişot bu unvanı tekrar yaşatmak için yola çıkar. Karşılaştığı her kişiyi veya nesneyi kitaplarındaki düşmanları zannedip onlara saldırır. Bu arada da cılız atının mahvolmasını sağlar. Don Kişot tüm kötülüklere karşı, adalet için savaştığını düşünür fakat ortada hiçbir şey yoktur.
    b ) Diğer Kişiler
    1. Sanşo Panza: Sanşo Panza, Don Kişot’ un bir komşusudur. Kısa boylu şişman bir adamdır. Bir eşeği vardır. Kendisi çiftçidir ve çok saf bir insandır. Don Kişot Sanşo’yu kandırır. Bir adanın valiliğini vaat eder. Sanşo kanarak çoluğunu çocuğunu terk eder ve eşeği ile birlikte yola çıkar.
    2. Tobasa’lı Dülsine: O, delicesine aşık olunan kadının ta kendisidir. Dülsine bir hayal gücü ürünüdür. Somut olarak mevcut değildir.
    3. Berber Nikolay
    4. Rahip Efendir
    6. Don Kişot serisinden 600 kadar şahıs vardır. Bunlar Rönesans sonları İspanya’ sının akla gelebilecek hemen hemen her türlü mesleklerden gelme figürlerdir. Asilzadeler, burjuvalar, köylüler, rahipler, çingeneler, çobanlar, hırsızlar, komedyenler, askerler, devlet memurları, köy papazları, berberler, Yahudiler, Mahribi Müslümanları, Türk korsanları, paşalar, Osmanlılar, beyler ve maceraperestler gibi
    5. Romanda Olayların Geçtiği yerler
    Don Kişot, İspanya’ da Manş eyaletinin Argamasilla d’Alba kasabasında yaşamaktadır. Uzun yıllar boyunca sürekli şövalyelik kitapları okur. Aklını kaybeder. Böylelikle şövalyeliği tekrar yaşatmak için yola çıkar. Don Kişot, yemyeşil ovalardan geçer, yüksek dağlara çıkar, derin ormanlara girer, serin pınarların dibinde istirahat eder. Sürekli bir yerden bir yere gitmek durumundadır.
    6. Romanda Zaman
    Romanda zaman 1590’lardır. Yani o zırhlı şövalye devirlerinin sona ermesinden bu yana yüz küsür sene geçmiştir.
    8. Plan
    Giriş: Don Kişot, İlk defa yola çıkar ve bir hancı tarafından şövalye ilan edilir. Hancı şövalyenin eve dönmesini önerir. Don Kişot dönerken atında düşer ve bir köylü tarafında eve getirilir…
    Gelişme: Don Kişot, hancının önerdiği gibi bir miktar para ve bir köylü olan Sanşo Panza’ yı silahşoru olarak yanına alır. Tekrar yola çıkarlar…
    Sonuç: Don Kişot Ve Sanşo Artık son kez evlerine dönerler. Bundan sonra Don Kişot hastalanır ve ölür.

  2. #2
    Gezgin - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    12 Eylül 2006
    Yer
    istanbul
    Yaş
    51
    Mesajlar
    1,372
    Tecrübe Puanı
    43

    Standart --->: Roman Özetleri

    ROMAN İNCELEMESİ



    ANA

    ( MAKSİM GORKİ )

    1.Metnin içeriğine yönelik inceleme
    a)Konu ve Tema
    Maksim Gorki’nin bu kitabında ana konu devrimci düşünce ve devrimci mücadele denebilir. Uyandırılmak istenen ana düşünce ise halkın kendi acılarına bakarak, nedenini inceleyerek biraz da cesaretle kendini savunabilecek onu ezenlere baş kaldırabilecek duruma gelebileceğidir. Bu düşünceyi aşılamak içinse bu yolda yoldaşlarıyla mücadele veren bir oğlu olan, kendine bir zarar gelmediği sürece (hatta bazen geldiğinde de) sesini çıkarmayan, hakkını arayamayan bir kadının, oğlunun ve çevresinin etkisiyle insanların acısını algılayan ve onları uyarmaya, uyandırmaya çalışan bir savaşçı haline gelmesi anlatılmaktadır.
    "İnsan, onurlu bir kelimedir," diyor Maksim Gorki, yalancı ve pasif bir insanlık adına insana acımak yerine; saygı duymak,onun yaşamı yeniden biçimlendirme yeteneğine inanmak, onu buna yönlendirmek gerektiğini vurguluyor. Gorki'ye göre insan çevresini değiştirirken kendisi de değişirse, kaderini halkın kaderiyle birleştirir, onların özgürlük ve mutluluk uğruna mücadelesine katılırsa, 'dünyaya yeniden gelir' ve kelimenin en gerçek anlamıyla insan olur. Dünyanın birçok ülkesinde, milyonlarca insan için başucu kitabı olan ve sosyalizmin temel dayanaklarından biri olan Ana romanında bu tema en güçlü anlatımına kavuşmaktadır.
    b)Mekan ve Çevre
    Roman; Rusya’da, içinde bir fabrika barındıran, halkın vaktini çalışarak ve içki içerek geçirdiği bir kasabada başlar. Devamında ise ananın taşınmak zorunda kalmasıyla anaya korkutucu gelen, insanların birbirlerini daha belirgin olarak ezdikleri bir kent ve ağalık düzeninin hakim olduğu, insanların karşı geldikleri için dövüldükleri, yok edildikleri köyler romandaki olayların arka planını oluşturur.
    Kişiler arası diyaloglar daha çok ananın veya çevresindeki insanların evlerinde ve bu gibi kapalı mekanlarda geçerken romanın akışını sağlayan tutuklanma gibi temel olaylar genelde gösterilerin yapıldığı açık mekanlarda gerçekleşmektedir.
    Not: Romanda yer kavramı açıkça verilmemiştir. Yer ismi olarak sadece Rusya kullanılmıştır.

    c)Zaman
    Yazar romanda zaman tam olarak belirtmemiştir, ancak olayların 1905 Rus Devrimi zamanında gerçekleştiği anlaşılmaktadır. Gorki bu romanında da diğer eserlerinde olduğu gibi sadece devrimden öncesini ele almıştır. Zaten Gorki’nin temel amacı devrimden sonra gelecek parlak günleri değil, devrim için nasıl bir ruh haliyle mücadele verilmesi gerektiğini göstermektir. Olayların oluşum süresi de tam olarak belli değildir. Yalnız romanın akışından bir yada iki yıl kadar bir sürede gerçekleşen olayların anlatıldığını tahmin ediyorum.
    Gorki’nin bu romanında 1902 yılı işçi bayramında tutuklanan ve yargılanarak sürgün edilen gençlerin temel oluşturduğunu göz önüne alırsak devrimden sonra hala çok tehlikeli olan ortamda belki de zor durumda kalmamak veya kimseyi zan altında bırakmamak için kesin olarak yer ve zaman belirtmediği düşünülebilir.

    d)Olay Örgüsü
    “Ana”, olay örgüsü bakımından Gorki’nin en çok eleştirildiği kitaplardan biridir. Bu eserinde Gorki’nin aynı dönemde yazdığı “Foma Gordayev” eserinde olduğu gibi, olaylardan ziyade kendi fikirlerini romandaki bazı karakterlere yükleyerek devrimcilerin nasıl davranmalarını gerektiğini anlatmaya, aşılamaya çalışmış ve gençleri sosyalizme kazandırmayı amaçlamıştır.
    Olaylar basit ve sayıca azdır. Nilovna adında bir kadının sürekli içki içip karısını döven, çevresi tarafından fazla sevilmeyen kocasının ölümüyle başlar. Daha sonra Nilovna devrimci oğlu Pavel ve onun arkadaşlarıyla yaşamaya başlar. Oğlu fabrikadaki bir eyleme önderlik eder ve hapse girer. Çıktıktan sonraysa 1 mayıs gösterilerine katılır ve tekrar hapse girer. Uzun süre tutuklu kaldıktan sonra yargılanıp sürülür. Mahkemeden sonra Nilovna da yakalanır ve roman sona erer. Romanın başından itibaren ananın etrafındaki mücadelecilerden bazıları sürülüyor, yakalanıyor veya ölüyordu. Zaten romana olaylar değil diyaloglar ve ananın düşünceleri, yorumları hakimdir.
    Not: Romanın olay örgüsü daha detaylı olarak özet bölümünde incelenecektir.

    e)Kişi, Karakter ve Tipler
    Pelageya Nilovna Vlasova (Ana):
    Romandaki ana kişilerden biri ve en önemlisidir. Roman boyunca olaylar ve diyaloglar onun etrafında gerçekleşmekte yazar onun fikirlerine, gözlemlerine birinci veya üçüncü tekil şahıs ağızdan yer vermektedir.
    Palegeya bir tiptir ve her tip gibi bazı belirgin özelliklere sahiptir. Bunlardan ona en çok hükmedenler (romanın sonlarında) davaya olan tutkusu, insanlara duyduğu sevgi ve onlardan gelen pozitif ve negatif enerjileri kolaylıkla algılamasıdır. Bunların hepsinin üstünde ve onun karakterden çok bir tip olmasına neden olan özellik ise oğluna olan inanılmaz sevgisidir. Bu sevgi o kadar yoğundur ki etrafındaki herkesi ve her olayı buna bağlı değerlendirmesini, ne olursa olsun en üste her zaman oğlunu koymasını sağlıyordu. Ancak bu sevgi diğer özellikleriyle bir çatışma halinde değildir, tersine oğlunun da devrim yolunda çalışması nedeniyle onları destekler niteliktedir.
    Başlangıçta Pelageya’nın kocası onu sürekli dövüyor, onu kendine hizmet etmesi için zorluyordu. O ise bu durumdan şikayetçi olmakla beraber kaderci bir tavırla hareket ediyor, tüm bunlar ona kendisinin çekmesi gereken acılarmış gibi geliyordu. Bunun ana sebebi çevresindekilerin de buna bir tepki vermemesiydi. Ana bu bölümde bir tipten çok karakter niteliklerine sahiptir.
    Kısaca kitabı ananın karakteri bakımından ikiye ayırabiliriz. Birinci kısımda vurdumduymaz bir karakterken ikinci kısımda etrafına duyarlı, zeki ve sevgi ve eylem bakımından daha verici bir tip olur. Onda değişmeyen tek şey oğluna olan sevgisidir. İlginçtir ki bu, değişiminin temelini oluşturur.
    Pavel Vlasov
    Pavel Vlasov Gorki’nin bu kitapta vurguladığı en önemli tiplerden biridir. Bu tiple, sosyalizm ruhu taşıyan gençlerin içlerinde duydukları istenci akıllı bir gerçekçilikle yontarak devrimcilerin takınması gereken tavrı göstermeye çalışmıştır. Pavel sert görünüşlü düşüncelerini etkileyici bir şekilde aktarabilen, dava uğruna herşeyinden hatta sevgilisi Aleksandra’dan (Saşa, Saşenka) bile vazgeçen bir tiptir. Pavel’in yandaşlarına ve düşmanlarına verdiği cevaplarda gerçekçilik ve mücadele hırsı kolayca anlaşılmaktadır.
    Gorki’nin yarattığı olan bu tip, kendine güveni yüksek gururlu kendini ve düşüncelerini karşısındaki ne kadar güçlü olursa ezdirmeyen onlara karşı dimdik ve edalı tavırlarla hareket eden bir kişiliğe sahiptir. Öyle ki tutuklandığı sırada bile Pavel hiçbir şekilde askerlerin suyuna gitmez, onların acizliklerini, köleliklerini kendi yüzlerine vurur. Düşüncelerinin sağlam ve temelli olması ve buları iyi, etkileyici bir biçimde aktarabilme yeteneği beraberinde liderlik özelliğini de ortaya çıkarıyor. Pavel her girdiği ortamda saygı görür, en yaşlı ve bilgeler bile onu dinler, hapishanede ve dışarıda yandaşlarının istemeden de olsa lideri konumunu alır. Gurur, gerçekçilik ve liderlik Pavel tipini biçimlendiren en önemli özelliklerdir.
    Pavel çevresine karşı o kadar ciddi ve gerçekçi bir tavır sergiler ki bazen annesinin şefkatini bile tersler ve onu kırar. Ancak kitabın ortalarına doğru Andrey’in onu uyarmasıyla annesinin değerini daha iyi anlar ve ona karşı daha sevgiyle yaklaşır. Bir bakıma, bu noktada Gorki bu sert, dirençli tipin mayasına şefkati de katarak ideal sosyalistini yaratır.
    Andrey (Sorgucu)
    Pavel ve Ana’nın en yakın arkadaşı, yoldaşı olan Andrey romandaki son ana karakterdir. O da ana ve Pavel gibi, bir tiptir. Yine o da mücadeleci, sakin, etrafını iyi gözlemleyen ve akılcı bir kişiliğe sahiptir. Fakat onu Pavel’den ayıran en önemli özelliği gerçekçi olduğu kadar hayalci de olmasıdır. Öyle ki çoğu zaman gelecek güzel günleri düşünerek hayallere dalar ve davasından uzaklaşır. Bir başka önemli özelliği ise şefkat ve sevgisini açık açık gösterme isteğidir Pavel’e göreyse bu ancak mücadelenin sonunda yapılmalıdır. Pavelin bu düşüncesi nedeniyle her ikisi de sevgililerinden ayrı yaşamaktadırlar. Fakat, Andrey tipinin üzüntüsü daha belirgindir.

    Bu romanın en ilginç yönlerinden biri diğer romanlarda olduğunun tersine iyi ve ana kişilerin tip olmasıdır. Birçok yazar insanların kötü özelliklerini göstermek ve insanların ana karakterleri daha yakın bulmaları için romanlarındaki kötü kişileri tip halinde, ana kişileri ise karakter halinde verir. Bu romanda ise tam tersine ana karakterler sağlam tipler iken onların yanında ve karşılarındaki kişiler insanların acıma, egoistlik, sevgi, güç arzusu gibi tüm insanlardaki özelliklere sahipler. Bundan ise Gorki’nin “Ana”yı, eleştirmek yerine yönlendirmek üzere yazdığı anlaşılmaktadır.
    f)Özet
    Nilovna Rusya’nın bir kasabasında yaşayan bir işçi eşidir. Kocası onu evde sürekli kullanıyor ve oldukça sık döverdi. Kasabadaki diğer evlerdeki durum da pek farklı değildir. Kasabada kimse birbirine yakın değildir. Herkes birbirini nedensiz bir kinle izlemektedir. Kocasının ölümüyle Nilovna’nın tek yakını oğlu Pavel kalır. Pavel içki içmeyi dener, içki pek hoşuna gitmez. Sonraları ise kendini sosyalizme verir ve boş zamanlarında bol bol kitap okumaya, arkadaşları ile bazı toplantılara katılmaya başlar. Ana ise endişeli ve biraz da meraklı bir halde onları izlemektedir. Onu en çok endişelendiren onların Hıristiyanlık hakkındaki düşünceleri ve oğlunun yakalanma ihtimalidir. Önce onlarda kalmaya başlamış olan Andrey, sonraysa oğlu tutuklanır. Oğlunun tutuklanmasındaki en büyük etken oğlunun fabrika müdürüyle yaptığı tartışma ve ortaya çıkan bildirilerdir. Oğlunun hapse girmesinden sonra bir arkadaşının tavsiyesiyle Nilovna fabrikada bir işe girer ve bildirileri içeri sokarak onların devamlılığını sağlar. Bu sıralarda Andrey de hapishaneden çıkar ve Ana’ya gizliden gizliye okuma yazma öğretmeye başlar. Bu sayede Ana’nın Andrey’e duyduğu sevgiyi ve güveni artar. Ayrıca Ana oğlunun kendine hiç söylemediği bazı yanlarını Andrey’den öğrenir. Oğlunun Saşa’yı sevdiğini fakat dava uğruna evlenemediğini öğrenmesi, özellikle bunu başka birinden duyması iyice moralini bozar.
    Pavel hapisten çıktıktan sonra da evlerine yapılan baskınlar devam eder. İspiyoncu Isay’ın öldürülmesinden sonra daha da sıklaşır. Fakat herhangi bir tutuklama olmaz. Bu sırada, Pavel ve arkadaşları 1 Mayıs hazırlıklarına devam etmektedirler. Ana, Pavel’in işçi bayramında bayrağı taşıyacağını öğrenir bu ise Pavel’in tutuklanıp kürek yada sürgün cezasına çarptırılacağı anlamına gelmektedir. Ana daha bilinçli olmasına rağmen, Pavel’in bu inadını saçma bulmaktadır. Ama oğlunu vazgeçiremeyeceğinin farkındadır. 1 Mayıs’ta bildirilerin de etkisiyle herkes sokaklara dökülür ve yürüyüşe geçerler. Askerle karşılaşılınca ise grupta Pavel, Andrey ve birkaç yoldaş kalır. Askerler onları yaka paça yakalayıp hapsederler.
    Kendisi için en iyisinin kente gitmek olduğuna karar verilir. Kentte, Nikolay isminde bir gencin yanında kalmaya başlar. Fakat eskisi gibi boş boş evde oturmak değil, fabrikada olduğu gibi dava için, oğlu için bir şeyler yapmak istemektedir. Oğlunun arkadaşı olan Rıbin isimli birinin kasabadayken köylere gidip onları uyaracağı bilinmektedir. Rıbin efendi takımına büyük kin duymaktadır. Pavel ve Andrey ise devrimin kansız bir şekilde yapılması taraftarıdırlar ve Rıbin’in halkı isyana sürükleyeceğini düşünmektedirler. Pavel ve arkadaşları hem bu kini kıracak hem de insanları, ezenlere karşı uyaracak bildiriler yayınlamayı planlarlar. Ana görevi üzerine alır. Köylere giderek, Rıbin’e kitap ve bildiri taşımaya başlar. Bu sayede dağıtımda Rıbin’den de faydalanmış olurlar. Ana Rıbin’in insanın sinirini bozan sözlerini sevmemekle beraber onun insanların acılarını gördüğünü ve halk için çalıştığının farkındadır.
    Bu gezilerden birinde köyde çalıştığı fabrika tarafından adeta kanı emilmiş hasta bir gençle tanışır. Bu gencin anlattıkları henüz kafasında canlandıramadığı sömürülmenin canlı kanıtıdır, artık kendini işine daha fazla vermeye başlar. Bu, Nilovna’nın gördüğü burjuvazi tarafından çürütülmüş ilk kişiydi. Daha sonraları sürekli evlerine gelen bir yoldaşın zatüreye yenik düşmesine, bir başkasının kafasının kılıç kabzasıyla acımasızca ezilmesine şahit olur. Köye gittiği günlerden birindeyse Rıbin’in polislerce acımasızca dövüldüğünü görür. Bu tecrübelerin etkisiyle burjuvazinin gücünün yine halktan geldiğini, halkı halka kırdırarak insanları korkuttuğunu fark eder. Bu kafasındaki, halkı bilinçlendirmenin bir çözüm olabileceği düşüncesini güçlendirmektedir. Ayrıca bu tür tecrübeler kazanması ve inancının artması, kendine güvenilir ve içten konuşmalar yapabilmesine yardımcı olur. İnsanların kendisini dinlemeye başlaması ve onları etkileyebildiğini görmek Nilovna’nın çok hoşuna gider.
    Mahkeme günü gelir. Ana; mahkemeden çok korkmakta savcının ve yargıcın, sorgulayıcı ve aşağılayıcı sorular sorup oğluna hakaret edeceği fikrini bir türlü kafasından atamamaktadır. Mahkeme ananın düşündüğü şekilde gitmez. İlk bölümde savcı yalnızca onları bazı yüzeysel laflar kullanarak suçlar. Ana Oğlu ve arkadaşlarının ise pek korkmadıklarını kolayca anlar. Oğlu Rusya’da büyümekte olan kapitalist düzenden ve insanların sömürülmesini konu alan etkileyici bir konuşma yapar, fakat yargıç tarafından susturulur. Diğerleri ise mahkemeyi tanımayarak ifade vermeyeceklerini söylerler. Hepsine sürgün cezası verilir. Ana bu karara sevinir. Çünkü ona, oğlunun sürgünün ilk yıllarında kolayca kaçabileceği söylenmiştir. Mahkemeden sonra arkadaşları Pavel’in konuşmasının basılmasına ve dağıtılmasına karar verirler. İtirazlara karşın, Nilovna oğlunun konuşmasının dağıtımını üstlenir. Köye giderken trende bir hafiyenin peşinde olduğunu fark eder. Hafiyenin üzerine yürümesiyle bağıra bağıra insanların acılarını ve sistemin aşağılık yanlarını anlatmaya başlar. Bir yandan da oğlunun konuşmalarını etrafındaki aç beyinlere dağıtmaktadır. Sonunda kan revan için tekmelerle tokatlarla tutuklanır.

    g)İleti
    Romandaki ana ileti, romandaki tiplerin kişiliklerinde saklıdır. Bunlardan birincisi ve temel olanı ana karakterinde işlenmiştir. Buna göre insanlar seviyeleri ne olursa olsun biraz ilgiyle ve bilinçle kendi durumlarını değerlendirebilen, kendini ve sevdiklerini savunabilen birer vatandaş haline gelebilirler. Romanda anayı uykusundan uyandıran oğluna ve insanlara karşı duyduğu sevgidir. Gorki’ye göre devrimcilerin insanları bilinçlendirerek kendi yanlarına çekmek için sadece onların ilgilerini çekmeleri ve onların egolarını kendi sevgileriyle törpülemeleri gerekmektedir. Çünkü her insanın içinde bir adalet duygusu vardır, önemli olan onun insana egemen olmasını sağlamaktır.
    Romandaki bir diğer ileti ise daha önce belirtildiği üzere Pavel tipinde gizlidir. Buna göre bir devrimci asla boyun eğmemeli, karşısının gücü karşısında zayıflamamalı, tam tersine haklı mücadelesini göğsünü gere gere anlatmalıdır. Gerçekleri en çıplak haliyle algılayıp onları etkileyici bir üslupla halka anlatıp insanları aydınlatmalıdır. Mücadelesindeki ciddi tavır ise şefkat gibi insancıl duygularını asla bastırmamalı kendine sevgi gösterenlere aynı şekilde cevap vermelidir. Ayrıca Andrey’in açıkça belirttiği gibi birey olarak kimseyi suçlamamalı kullananları, kullanılanları ayırt edebilmelidir. Romandaki iletiler sadece direnenler için değildir. Gorki, para ve güç sahiplerinin sadece malları için yaşadıklarını vurgular. Böyle bir yaşamın bir kısır döngü olduğunu, asla mutluluk getirmeyeceğini ve asıl mutluluğun insana sevmekle, sevilmekle, paylaşmakla geleceğini söyler.

    h)Tür
    Romanın teması, iletisi ve anlatılış biçimine bakarak bu romanın gerçekçi roman ve toplumcu roman türlerine girdiği söylenebilir. Yazar, romanında toplumun her kesimine daha iyi şartlarda yaşayan bir toplum oluşturma amacıyla sesleniyor.

    2.Metnin Biçimine Yönelik İnceleme
    a)Dil
    Romanın dili üzerine yapılan inceleme okunurken romanın Türkçe’ye çevirisinin incelendiği göz önünde tutulmalıdır. Ayrıca Rusça’daki bazı anlatımlar değerlendirilerek, çevirisindeki aktarım hatalarına da yer verilecektir.
    Yazar romanında genel olarak yalın bir dile yer vermiştir. Romandaki ilginç anlatıcı seçimi nedeniyle dilin karmaşıklaşmasına pek izin verilmemiştir. Çünkü roman Ana’nın gözüyle olmasa bile onun düşünceleri çevresinde anlatılmıştır. Diyaloglar karmaşıklaşmaya başladığında “yine Ana’nın anlayamadığı cümleler kullanmaya başladılar” gibi bağlaç cümleler kurularak bu bölümler sonlandırılmıştır. Bazı yerlerde ise Andrey ve Pavel arasındaki diyaloglar kesilmemiş, okuyucuya aktarılmıştır. Bu gibi kısımlar ise hem içerik hem yapı bakımından oldukça karmaşıktır. Çeviride argo kullanılmamaya dikkat edilmiş özellikle bu tür konuşmalar “ağır bir küfür savurdu” gibi tümcelerle ifade edilmiştir. Bazı bölümlerde, özellikle subayların ve köylülerin konuşmalarında argo ifadeler, çok olmamakla beraber, yer almaktadır.
    Çeviride az da olsa anlatım bozuklukları var. Anlatım bozukluklarının temelini ise tamlama uyumsuzlukları ve yanlış kelime kullanımı oluşturmaktadır. Ayrıca çevirirken bazı cümlelerin kelime ve yapı bakımından olmasa da hissettirdikleri bakımından anlatım hataları içermektedir. Bunlardan en önemlisi ise kullanılan “-cik”, “-cık” ekleridir. Rusça’da konuşanın anlatımına sevgisini katmak, objenin küçüklüğünü vurgulamak veya acıma duygusunu göstermek için kullandığı bu ekler Türkçe’ye çevrildiğinde bazen yerine otururken bazense ( özellikle ciddi konuşmalarda) yüklediği şirinlik anlamı nedeniyle cümlelerin ciddiyetini bozmuş, kullanımını anlamsız bir hale sokmuştur. Örneğin “semavercik” Rusça’da küçük semaver anlamındayken kullanımların çoğunda anlatıma çocukça bir sevinç katmıştır.

    b)Anlatım Öğeleri
    Romanda olaylar anlatılırken zamana bağlı kalınmış, ileri ve geri atlamalar yapılmamıştır. Bu nedenle anlatımda öykülenmenin kullanıldığı söylenebilir. Yazar detaylara çok önem vermiş ve görünenlerin çoğunu betimlemeye çalışmıştır. Bunu yaparken de Nilovna’nın gözlem yeteneğinden yararlanmış her şeyi onun gözünden fakat üçüncü kişinin ağzından betimlemiştir. Ancak betimlemelerin ve öykülemenin daha çok arka planda kaldığı söylenebilir. Asıl ağırlık diyaloglar ve Ana’nın bilinç akışındadır. Diyaloglar o kadar yoğundur ki ana neredeyse hiç yalnız bırakılmamıştır. Ana’nın aklından geçenlerse sürekli verilerek bir bakıma olayların yorumlanmasına yardımcı olunmuş romanda okuyucunun unutmuş olabileceği bazı gerçekler hatırlatılmaya çalışılmıştır.
    Nilovna hariç karakterlerin anlatılmasında kıyafet, mimik gibi dış görünüşün yanında Ana’nın onlar hakkındaki yorumları ve diyaloglar kullanılmıştır. Bu diyaloglarda karakterlerle ilgili bilgilere konuşanların düşünceleriyle doğrudan ulaşırken, konuşmacıların diğerleri hakkında düşündüklerinin ve diğerleriyle paylaştıkları tecrübelerin anlatılmasıyla dolaylı olarak ulaşabiliriz. Bu karakterlerin çözümlemelerine neredeyse hiç yer verilmemiştir. Çözümlemeler, sadece “kimse onu sevmezdi” gibi genellemelerde ve romanın başında henüz olaylar ananın etrafında gözlemlenmeden önce kullanılmıştır. Nilovna karakteri anlatılırken ise doğrudan çözümleme yoluna gidilmiş onun tüm düşünceleri açıkça ortaya koyulmuştur. Fakat romanda diyaloglar o kadar yoğundur ki ana çoğu zaman düşüncelerini bir çözümlemeye gerek kalmadan söyler.
    Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/lise-edebiyat-dersi/11813-roman-ozetleri.html#post18895
    c)Anlatıcı
    Kitabın başlarında olaylar herhangi bir kişiden bağımsız üçüncü tekil kişi tarafından anlatılmaktadır. Sonraları ise değişim anlatıcı biçiminde değil anlatılan alanın genişliğinde olmuştur. Yazar ilginç olarak olayları bir kişinin gözünden anlatmaktadır, fakat sözünden değil. Yani yalnızca Ana’nın çözümlemelerini sürekli olarak verir, onun etrafında olan olayları diyalogları anlatır, fakat anlatıcı tipi olarak 1. tekil kişi’yi kullanır. Bu sayede kendini onun içine hapsetmez. Olaylara ise genelde sadece Nilovna’nın bakış açısından bakar. Bu sayede ana kahramanı çok iyi bir şekilde anlatırken, başkalarının düşüncelerine yer vermesi gerektiği zaman yöntemini ustaca kullanmaktadır. Bu da ona karakterlerini anlatmakta çok büyük avantajlar sağlar.

    d)Tür Kimliği
    Yazar eserin roman kimliğinin yanında anlatımı güçlendirmek için diğer türlerin bazı özelliklerini de kullanıyor. Örneğin anılarda olduğu gibi hikaye ve öznel düşünce anlatımı, makalelerdeki ikna etme çabası...


    3.Biçem
    Gorki üslup olarak kendi döneminin yazarlarından oldukça farklıdır. Bunun ana sebebi ise Gorki’nin halkı sosyalizm ve efendilerin yaptığı haksızlıklar hakkında bilgilendirmek gibi önemli bir amacı olmasıydı. Diğer yazarlar hayal güçlerine dayanan gerçekçiliği şüpheli romanlar yazıyor, kahramanları bağımsız konuşuyorken Gorki kahramanlarına daha hakim bir biçemle yazıyordu. Gorki’nin çoğu eserinde olduğu gibi Ana’da da konuşmacılar birbirlerinin bildikleri düşüncelerini söylüyor ancak bunu sanki karşısındakine değil okuyucuya anlatırmış gibi konuşuyor.
    Gorki son derece basit, sade bir dil kullanmıştır. Bu özelliğiyle birçok sosyalist yazarın önüne geçer ve halka daha kolay bir biçimde seslenir. Bu sebeple, çoğu tarihçi ve sosyoloğa göre Rusya’daki Ekim Devrimi’nin yazı alanında önderliğine yol açar ve bu konuda adı diğer yazarlardan daha sık anılır.

    4.Yazar Hakkında
    Maksim Gorki, asıl adıyla Aleksey Maksimoviç Peşkov, 1868 yılında Nijni Novgorod’da (şu an Gorki Kenti olarak biliniyor.) doğdu. Rusça’da acı anlamına gelen “Gorki” takma adını doğumundan itibaren tüm yaşamı boyunca katlanmak zorunda olduğu acılarla onlarla savaşarak bütünleştiği için almıştır.
    Gorki babasının ölümünden birkaç yıl sonra henüz 10 yaşındayken çalışması için sokağa konmuştur. Bu günlerini anlatan “çocukluğum” ve “ekmeğimi kazanırken” adlı eserlerinde insanların acılarını anlatırken bunlara alışık fakat düzeni değiştirmeye çalışan bir insanın dünyasını yazıya döker. Yazın tekniği açısından da oldukça basittir bu kitaplar çünkü Gorki kendini anlatmaktadır.
    Gorki’nin hayatındaki en önemli dönemeç yamak olarak çalıştığı geminin aşçısı aydın bir emekçiydi. Gorki onun yanında hiç durmaksızın Jack London’un Martin Eden’i kadar kitaba, bilgiye aç bir şekilde okumaya başladı. Sonraları Narodizmin gruplarında yer aldı. Yaptığı çalışmalar nedeniyle yirmi yaşında tutuklandı. Serbest bırakıldıktan sonra yazdığı kısa öykülerde romantizm ile19.yy’ın gerçekçiliğinin en olumlu geleneklerini birleştirerek yeni bir çizgi yaratmıştır. Toplumsal işleyişin dışladığı insanları konu aldığı bu öykülerde doğallığın ve sıcaklığın görünür bir şekilde kaynaşması dünya edebiyatı için bir yeniliktir. Fakat Gorki’nin bu yıllardaki, bu konulardaki kahramanları daha çok bireysel başkaldırma niteliğindeydi ve genelde trajikti.
    Gorki sosyalist gerçekliği iki yüzyılın kesişme noktasında ilk romanları ve oyunlarıyla biçimlendirmeye başladı. Tarihsel bir kesit içinde Rus kapitalizminin gelişim yollarını ve genel kişiliklerini yansıtmaya başladı. Gorki ilk eserlerinden itibaren şöhreti yakalayan ender yazarlardandır. Ona şöhreti getirense ilk hikayesi olan Makar Çudra’dır. Daha sonra yazdığı Ana ve Düşmanlar isimli eserleri sosyalist gerçekçiliğinin klasik romanları haline geldiler.
    1917 devriminden sonraysa sosyalist kültürün kuruluşunda önemli rol oynadı. Gorki eserlerine portreleriyle devam etti. Bunların Gorki’nin yaratıcılığında başlı başına bir yeri vardır. Tolstoy’dan Korolenko’ya birçok insanın portresini yazmıştır. Gorki devrimden sonraki Rusya’nın en gözde yazarlarından biriydi. 1936’da edebi yaratıcılığının ve devrimci kavganın zirvesinde öldü.
    En önemli eserleri : Eskizler ve Öyküler, Makar Çudra, Üçler, Foma Gordeyev, Dipte, Küçük burjuvalar, Güneş çocukları, Ana, Düşmanlar, Çocukluğum, Benim üniversitelerim...

  3. #3
    Gezgin - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    12 Eylül 2006
    Yer
    istanbul
    Yaş
    51
    Mesajlar
    1,372
    Tecrübe Puanı
    43

    Standart --->: Roman Özetleri

    SEFİLLER
    Bay Myriel genç yaşında evlenmiştir. Eski parlamento üyeleri dağıtıldıktan sonra Bay Myriel İtalya’ya göç etmiştir ve burada uzun süredir hasta olan eşini Fransız İhtilali ile birlikte kaybetmiştir.

    Uzun bir aradan sonra Bay Myriel tekrar Fransa’ya dönmüştür. Burada rahip olmuştur ve Digne piskoposluğuna atanmıştır. Bu atamayla Bay Myriel kendisinden on yaş küçük olan kız kardeşini ve hizmetçilerini alarak görev yerine gitmiştir.

    Piskoposluk sarayı çok görkemli bir konaktır fakat bunu yanında hastane tek katlı çok küçük bir yerdir. Bay Myriel bir akşam hastanenin başhekimini evine yemeğe çağırır ve ona evi ile hastaneyi değiştirmeyi önerir. Bu öneriyi sevinçle karşılayan başhekim bu öneriyi kabul eder ve kısa bir sürede hastane ile piskoposluk sarayının yeri değişir.

    Bay Myriel yaptığı yardımlarla kısa sürede halkın kalbinde taht kurmuştur. Halka verdiği vaazlarda hasta olan insanlara kötü gözle bakılmaması gerektiğini bunu aksine hastalığı yaratan koşulları görüp onları iyileştirmenin bir çaresini bulmanın gerektiğini anlatmıştır.

    1815 yılının Ekim ayında Digne kentine kırk yaşlarında bir adam gelmiştir. Bu adam ilginç giyimiyle garip bir görüntü oluşturuyordur. Adam kentin en gösterişli bir hanına doğru yürür ve orada kalmak istediğini han sahibine iletir fakat kalacak yer olmadığı için buradan geri döner. Halbuki bu handa yer vardır fakat hancı sahibinin gözü tutmadığı için adama yalan söyler ve onu başından atar.

    Adam, girdiği diğer meyhanede de handaki olaylara benzer davranışlarla karşılaşır ve bir cezaevinin kapısını çalar. Küçük pencereden bakan gardiyana bir gecelik yatak istediğini söyler fakat gardiyan oraya sadece suç işleyenlerin girebileceğini söyler ve pencereyi kapatır.

    Gece yaklaştıkça adam iyice titremeye başlamıştır. Yürüdüğü yolun sonunda yıkık bir kulübe görür ve geceyi geçirmek için oraya sığınmaya karar verir. Fakat içeri girer girmez kocaman bir köpekle karşılaşır ve haykırarak oradan uzaklaşır. Bütün umutlarını yitirmiş bir vaziyette kilisenin bahçesindeki taş kanepeye uzanır. Tam o sırada kiliseden çıkan yaşlı bir kadın adamı görerek ona yaklaşır. Bu kadın Bay Myriel’in hizmetçisi Bayan Magloire’dir. Adama yaklaşarak ona bir kaç soru sorar ve sonunda adamın elini tutarak bahçenin öbür ucundaki kulübeye gitmesini önerir ve daha sonra oradan uzaklaşır.

    Adam hiçbir şey söylemeden kendisine gösterilen yere doğru yürür ve kulübenin kapısını çalar. İçerden bir ses kapının açık olduğunu ve içeri girebileceğini söyler.

    Yabancı adam kapıyı itip içeri girer. Kısa bir süre sonra adam Bay Myriel’in yanına gelerek boğuk bir sesle adını Jan Valjan olduğunu ve kürek hükümlüsü olduğunu anlatır ve devam eder. Tam on dokuz yılının zindanda geçirdiğini, Paterliye kasabasına gittiğini ve dört gündür yolda olduğunu söyler

    Piskopos (Bay Myriel) sakin bir sesle hizmetçiye dönerek misafirlerine yiyecek ve yatacak bir mekan hazırlamalarını söyler. Kısa bir süre sonra Bayan Magloire elinde gümüş şamdanlarla içeri girer. Misafirin önüne altın, gümüş çatal-bıçakları ve tabakları koyar.
    Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/lise-edebiyat-dersi/11813-roman-ozetleri.html#post18896

    Bayan Magloire çok güzel bir yemek hazırlamşıtır ve Piskopos bir de bunlara özel günler için sakladığı Bordo şarabını ilave ederek misafirine:

    -Buyurun sofraya! demiştir.

    Adam, açlığın vermiş olduğu hisle hemen sofraya oturup yemeklerini yemiştir ve yemekten sonra meyve yerken piskoposa teşekkürlerini bildirir.

    Adam yemekten sonra kendisine ayrılan yatağa giderek deliksiz bir uykuya dalar.

    Jan Valjan gece yarısı uyanır ve tekrar yatmak ister fakat bir türlü uyuyamaz. Aklı yaşlı, hizmetçinin birkaç saat önce masaya koyduğu gümüş ve altın yemek takımlarında kalmıştır. Geceyarısı kalkıp gizlice papazın odasına girer ve sanki bunu daha önceleri yapıyormuş gibi çabucak papazın başucundaki sepeti kavrar. Bu sepetin içinde o akşam yemek yediği gümüş takımlar vardır.

    Jan Valjan kısar sürede odadan çıkar ve kaçmaya başlar.

    Ertesi sabah Bay Myriel bahçeye dolaşmaya çıkar Bu sırada sararmış bir yüzle hizmetçi Magloire çıkagelir ve dünkü adamın gümüş takımlarını alarak kaçtığını söyler

    Myriel kadına dönerek gümüş takımların kendilerinin mi olduğunu sorar. Hizmetçi tam cevap vermeye hazırlanırken Jan Valjan ve onu yakalayan üç jandarma kapıyı açarak içeri girerler. Jandarmalar piskoposa askerce bir selam vererek:

    - Piskoposum... bu sefil...

    Myriel jandarmanın sözünü keserek Myriel’e niçin sadece çatal-bıçak ve tabakları aldığını oysa ki kendisinin ona gümüş şamdanları da verdiğini söyler. Bu sözler karşısında Jan Valjan Myriel’e büyük bir şaşkınlıkla bakar. Bu sırada piskopos jandarmalara Jan Valjan’ı serbest bırakarak gitmelerini emrederek Jan Valjan’a şamdanları da verir.
    Jan Valjan, hayretten ve korkudan sapsarı kesilmiştir. Piskopos şamdanları uzatırken ona yaklaşarak gümüşleri alarak kötü geçmişini unutmasını ve iyi bir insan olma yolunda kendisine verdiği sözü tutmasını söyler.

    Jan Valjan koşarcasına Digne kentinden çıkar ve akşama kadar kırlarda yürür.

    Aynı yüzyılın içinde Montfermei’de bir otel vardır. Bu oteli Tenardiye adında bir karı-koca çalıştırmaktadır. Kapının önünde iki kız çocuğu oynamaktadır. Çocukların annesi oturmaktadır. Tam bu sırada kucağında çocuğu ile birlikte çok yoksul bir kadın kapıya gelir. Üzgün ve birazda hasta görünümlü olan bu kadın Bayan Tenardiye’ye kendi öyküsünü anlatmaya başlar. Konuşması bitince kucağındaki çocuğu öperek uyandırır ve kapının önünde oynayan iki kız çocuğun yanlarına yollar ve iki kadın konuşmalarına devam ederler.

    Bu sırada Bayan Tenardiye küçük kızın adının Cosette olduğunu öğrenir. Üç küçük kız kardeş gibi kapının önünde oynuyorlardır. Bu durum karşısında yabancı kadın Bayan Tenradiye’nin elinin tutarak kızının onların yanın kalmasını ister. Bayan Tenardiye kadının bu isteğini geri çevirmez.

    Yabancı kadın onlara ayda altı frank verebileceğini söyler. Bu sözü duyan Bay Tenardiye yedi franktan aşağıya olmayacağını üstelik altı aylığının da peşin olacağını,çocuğun giyimi içinde on beş frank vermesi gerektiğini ancak bu koşullar altında çocuğu kabul edeceğini söyler.

    Kadın seksen frankı olduğunu ve adamın istediklerini vereceğini söyler ve böylece pazarlık kısa sürede sona erer. Kadın o gece otelde kalır ve ertesi sabah kısa zamanda dönmek umuduyla oradan ayrılır.

    Otel sahibi bir ölü soyucudur. Kadından aldığı paralarla borçlarını ödemiştir fakat çocuğa gereken ilgiyi göstermemiştir.

    Çocuğunu otel sahiplerine bırakan Bayan Fantine, Monteil-Sur-Mer kentine gelince her şeyi değişmiş bulur ve bu sırada kendisi gitgide yoksullaşmıştır.

    1815 yılının sonlarına doğru yabancı biri şehre gelip yerleşmiş ve yeni buluşlarıyla yeni bir sanayi geliştirmiştir. Üç yıl sonra bu adam hem kendisini hem de çevresindekileri zengin etmiştir.

    Adam köye geldiğinde bir yangın başlamıştı ve adam ölümü hiçe sayarak jandarma komutanının iki çocuğunu alevler çıkarmıştır. Cesur yabancı bu olaydan sonra Baba Madlen diye tanınmıştır. Adam çok kazanıyordur ama kazancının tümünü yoksullara harcamaktadır. Kasabaya hastane, okul ve düşkünler evi yaptırmıştır.

    Kral,halka yaptıklarına karşı Baba Madlen’e şehrin valiliğini teklif etmiştir. Halkın da sürekli istek ve ricalarıyla bu görevi kabul ederek vali olmuştur. Herkese yardımcı olmaya çalışmaktadır.

    1821 yılının başlarında Digne şehri piskoposunun öldüğü haberi gelmiştir şehre. Vali Madlen bu habere çok üzülmüştür. Günlerce karalar giyerek yas tutmuştur. Bu durum şehir sakinlerinin dikkatini çekmiştir ve kısa bir süre sonra Vali’yle piskopos arasında akrabalık olduğu söylentileri yayılır. Merakını yenemeyen bir vatandaş Vali’ye bunu sorar. Bu soru karşısında Vali böyle bir şey olmadığını fakat bir zamanlar onun uşaklığını yaptığını söyler.

    Bu beklenmedik haberle Vali’ye gösterilen saygı tüm yörelerde dillere destan olur. Fakat bu hastalığa polis müfettişi Javert yakalanmamıştır. Bu adam tüm bakışlarını Vali Madlen üzerine çevirmiştir fakat Madlen herkese olduğu ona da içtenlikle davranmaktadır. Bir gün Fauchelevent Babanın ayağı kayar ve bir at arabasının altına düşer. Araba ağır yüklüdür ve tekerler gittikçe çamura gömülmektedir. Kaldıraç getirip ihtiyarı arabanın altından kurtarmak gerekmektedir. Tam bu sırada Vali Madlen olay yerine gelir ve canı pahasına arabanın altına girip Fauchelevent Babayı tekerleklerin altından kurtarır.

    Vali Madlen, Fauchelevent Babayı kendi fabrikasının revirlerinden birine yatırır. Zavallı ihtiyar ertesi sabah başucunda Vali Madlenin bıraktığı bir zarf içinde kaybettiği atların ve kırılan arabasının bedeli olan bin frank bulur.

    Fauchelevent baba iyileşmiştir fakat bacağı sakat kalmıştır. Madlen onu Paris’te bir manastıra bahçıvan yapmıştır.

    Fantine memleketine döndüğünde Vali Madlen’in fabrikasında iş bulup çalışmaya başlamıştır. Her ay kızı için Tenardiye’lere düzenli para göndermektedir. Okuma yazma bilmediği için mektupları başkasına yazdırmaktadır. Sık mektup yazması, hakkında olumsuz söylentilerin çıkmasına neden olmuştur. Fabrika müdürü, bir gün Fantine’yi yanına çağırıp ona elli frank vermiş ve Madlen’in kendisini işten çıkarmak istediğini söylemiştir. Oysa ki Madlen’in hiçbir şeyden haberi yoktur. Bir gün Tenardiyeler’den mektup gelir. Çocuğu hasta olduğu için elli frank istemektedirler. Fantine elindeki son parayı hemen postayla göndermiştir. Kısa bir süre sonra başka bir mektupta çocuğuna çok masraf yapıldığını ve yüz frank göndermezse çocuğu sokağa atacakları yazmaktadır.

    Fantine’nin bütün parası bitmiştir ve bu parayı bulmak için saçlarını berbere, ön dişlerini dişçiye satarak elli frank toplayabilmiştir ve son durumuyla on beş yaş birden ihtiyarlamıştır gibi görünmektedir. Fantine, bunlara neden olan Madlen Baba’ya lanetler yağdırmaktadır.

    Bir gün sokakta yürürken, birkaç sokak serserisi ona saldırır ve bu durum karşısında Fantine kendini savunmak için adamları tırmalamaya başlamıştır. Bağrışmalarla etrafta insanlar toplanmaya başlamıştır. Tam bu sırada Javert yanındaki jandarmalarla olay yerine gelerek jandarmalara kadını onunla birlikte karakola getirmelerini emretmiştir.

    Javert, hazırladığı tutanakla Fantine’ye altı ay hapis cezası verir. Bu ceza karşısında Fantine Cosette’i düşünerek ağlamaya başlar.

    Askerler Fantine’yi tam götürecekleri sırada Vali Madlen çıkagelir. Fantine gülerek Madlen’e yaklaşır ve “demek vali olacak adam sensin!” diyerek yüzüne tükürür. Müfettiş tam olaya müdahale edecekken Madlen onu engeller ve Fantine’yi serbest bırakmasını emreder. Javert serbest bırakmak istemese de Madlen büyük çabaları sonucu Fantine serbest kalır. Madlen tüm olanları yeni öğrendiğini ve bu durum karşısında üzgün olduğunu söyleyerek özür diler ve tüm borçlarının ödenerek çocuğuna kavuşacağının müjdesini verir.

    Fantine bu sözler karşısında dayanamaz ve düşüp bayılır. Madlen onu fabrikasındaki revire yatırır. Ertesi gün her şeyi öğrenir ve Tenardiyeler’e bir mektup yazarak Fantine’nin borcunun bir mislisini ödeyeceğini ve çocuğu hemen Monteuil-sur-Mer’e göndermelerini ister.

    Fantine’nin sağlığı kötüye gitmektedir. Tenardiye’ler parayı görünce çok şaşırmışlardır fakat çocuğu vermek istememişlerdir.

    Madlen bir gün Fantine’ye Cosette’i almak için birini göndereceğini , olmazsa kendi gideceğini söylemiştir. Sonra Fantine’nin ağzından Tenrdiyeler’e bir mektup yazmıştır.

    Ertesi gün gelişen olaylar sonucunda Madlen eskiden işlediği suçun cezasını başka birisinin çektiğini öğrenir ve hemen adamın cezasının kesileceği duruşmaya gider. Tam yargıç duruşmayı bitirecekken Madlen yapılan hatayı düzeltmek istediğini asıl suçlunun kendisi olduğunu itiraf eder Bu itiraf daha sonra tanıklar tarafından da onaylandı ve sonun adam serbest bırakılır.

    Madlen’in gerçek adı Jan Valjan’dır ve aynı gün akşamı Javert; Jan Valjan’ı tutuklama emrini alır. Bu durum sonucunda Fantine yeniden yavrusu Cosette’i göremeyeceği duygusuna kapılarak umutsuzluk ve acı içinde son nefesini verir. Jan Valjan tutuklandıktan sonra hizmetçisine bir mektup yazıp Fantine’nin cenaze masraflarının karşılanmasını ve geriye kalan servetin yoksullara dağıtılmasını söyler.


    Jan Valjan, Fantine’ye verdiği sözü tutmak için ilk fırsatta kaçmıştır ce küçük Cosette’i bulmak için Monfermeil’e gitmiştir. Jan Valjan ormanın içinden yürüyerek tarif edilen otele doğru giderken, çaresizce inleyen bir ses duyar. Bu ses küçük Cosette’e aittir. Kız su dolu kocaman bir kovanın ağırlığı altında iki büklüm yürümektedir.
    Jan Valjan küçük kıza yardım eder ve onunla birlikte çalıştığı otele yani Tenardiyeler’in yanına gider ve bu sırada küçük kızın Cosette olduğunu öğrenir.

    Jan Valjan otele girdiğinde Tenardiyeler’le tanışır ve bir gece orada kalacağını belirtir.

    Jan Valjan ertesi sabah kalktığında Bayan Tenardiye’ye gideceğini hesabının ne kadar olduğunu sorar. Bayan Tenardiye kocasının hazırladığı yirmi üç franklık faturayı utangaç bir yüzle Jan Valjan’a uzatır. Jan Valjan makbuza bir göz attıktan sonra kazançlarının iyi olup olmadığını sorar.

    Kadın utangaç bir yüzle hayır diye cevap verir ve Cosette’in kendilerine çok masraf açtığını söyler. Jan Valjan Cosette alabilmek için ilgisiz görünür ve Cosette’i birisinin onlardan alsa nasıl olacağını sorar.

    Bayan Tenardiye sevinçle onu alıp götürebileceğini sevinçle söyler ve Jan Valjan gizli bir sevinçle kabul eder. Konuşmaları dinleyen Bay Tenardiye Jan Valjan ile konuşmak ister ve ona acilen bin beş yüz franka ihtiyacı olduğunu söyler. Jan Valjan hiç tereddüt etmeden üç tane beş yüzlük frankı masa üstüne atar. Paraları gören Bay Tenardiye hemen çocuğu getirir ve daha sonra Jan Valjan ile Cosette oradan uzaklaşırlar.

    Jan Valjan Cosette’i Paris’e götürür ve orda eski bir eve yerleşirler. Ertesi Jan Vljan sokakta bir dilenciye para verirken dilencinin ona dik dik baktığını görür ve onun bir polis olabileceğinden şüphelenir. Eve geldiğinde hemen bütün eşyalarını toplar ve Cosette’i yanına alarak oradan uzaklaşır ve bir avluya gelir. Bu avluda topallayarak yürüyen bir ihtiyara rastlar ve adama cebinden çıkardığı paraları uzatarak bir gecelik yer istediğini söyler.

    Adam geri dönerek şaşkın bir ifadeyle Jan Valjan’ın suratına bakar ve ona Madlen Baba olup olmadığını sorar. Fakat Jan Valjan bu ihtiyarı tanımamıştır. Adam kendisinin bir arabanın altından kurtardığı Fauchelevent Baba olduğu söyler. Sonunda Jan Valjan hatırlar ve Fauchelevnt’in kaldığı bayanlar manastırının arkasında bir kulübeye yerleşir. Fauchelevent onu manastıra kardeşi olarak tanıtır ve onun bahçıvan olarak işe alınmasını sağlar ve Cosette’inde manastıra kabul edilmesini sağlar.

    Cosette haftada bir gün Jan Valjan’ın yanında kalmaktadır. Manastırda her şey huzur vericidir. Bu durum Jan Valjan’a büyük bir huzur vermektedir. Böylece aradan sekiz yıl geçmiştir.

    Cosette eğitimini manastırda tamamlamış ve büyümüştür. Bay Jilnorman doksan yaşını geçmiştir fakat hala dimdik ayaktadır. Bir kızı, çocuğunu doğururken ölmüştür. Bay Jilnorman torununu kendisi yetiştirmek istemiş, eğer bu isteğine karşı çıkarsa onu mirasından mahrum edeceğini çocuğun babasına bildirmişti. Maryüs(çocuk)’ün babası Waterloo Savaşı sonrası albay rütbesiyle baron ünvanını almıştır. Oysa Bay Jilnorman büyük devrimin bir haydutluklar yığını olduğunu düşünüyordur. Damadının fikirlerine karşı çıkıyordur fakat torununu da çok sevmektedir.

    Maryüs’ün babası Vernon’da çocuğunun hasretini çiçekleri severek gidermeye çalışmaktadır. Maryüs on yedi yaşına girmiş, koleji bitirmiş, hukuk tahsiline başlamıştır.

    Bir akşam okul dönüşü dedesi elinde bir mektupla onu karşılar ve babasının ağır hasta olduğunu ve ertesi günü Vernon’a gideceğini söyler.

    Maryüs’ün babası hakkındaki kanaati yılda iki mektuptan oluştuğu için Vernon’a gitmekte acele etmez. Ertesi günü Vernon’a verdiğinde gözü yaşlı hizmetçiyle karşılaşır. Albay Pontmercy iki saat önce ölmüştür. Maryüs babasının yatağının başucunda bir mektup bulmuştur. Mektupta imparatorun kendisini baron yaptığını, Jilnorman’ın bu ünvanını tanımadığını fakat onu Maryüs’ün taşıyacağından hiçbir kuşkusu olmadığını belirtir. Mektubun sonunda kendisini savaştan yaralıyken kurtaran çavuşun adı yazıyordur. Oğlu Maryüs’e eğer o adamı görürse ona iyilik yapmasını istemektedir.

    Maryüs, babasının defin merasiminden sonra Paris’e dönüp öğrenimine devam etmiştir. Dedesi, babasının üniformasını ve kılıcını bir eskiciye satmıştır.

    Birkaç ay sonra Maryüs bir gün kiliseye duaya gider. Merasim başlamadan yanına yaklaşan yaşlı biri ona eski yerine oturduğunu söyler. Maryüs yan sandalyeye geçer. Bu sırada adam konuşmasında oturduğu yerin eskiden Pontmercy adında bir albayın olduğunu söyler. Kiliseye duaya getirilen oğlunu uzaktan görmek için geldiğini fakat bundan çocuğun haberi olmadığını söyler. Çocuğun anne tarafının ailesi bir miras meselesini araya sokarak çocuğu görmesini engellediklerini fakat kendisine göre siyasi inançları nedeniyle çocuğunu ondan ayırdıklarını söyledi.

    Maryüs, bir tesadüf eseri babası hakkındaki gerçeği acı da olsa öğrenmişti. O günden sonra babasının bütün hayatını öğrenmeye çalıştı.

    Maryüs dedesi ile babası yüzünden tartışmış ve dedesinin evini bir daha dönmemek üzere terk etmiştir. Ertesi günü fakültede yeni birisiyle tanışmıştır. Bu kişi, “Maryüs Ponmersi” dendiğinde “burada” diyen ve bu yüzden okuldan kaydı silinen biridir. Adı Legi’dir. Maryüs, olayı duyunca çok üzülmüştür fakat arkadaşı onun aksine çok neşelidir.

    Maryüs’ün siyasal düşünceleri yüzünden evden kovulduğunu öğrenince çok üzülmüştür. Onu teselli ederek kendi otelinde birlikte kalabileceğini söyler.

    Maryüs, geceleri çeviri yaparak gündüzleri hukuk fakültesine devam ederek okulunu bitirir. Kaldığı oda Legi Kurfeyrak’ındır. Bu oda eskiden Jan Valjan ile Cosette’in Paris’e ilk geldiklerinde yerleştikleri eski evdi.

    Kısa zamanda yürekliliği ve çalışkanlığıyla Maryüs yoksul olmaktan çıkmıştır. Almanca ve İngilizce Öğrenmiştir. Pek hukuk davaları almıyor onun yerine çeviri ve gazete makalelerine derleme yapmaktadır. Bu iş ona yılda yedi yüz frank kazandırmaktadır. Boş zamanlarında yürüyüşlere çıkıp bol bol düşünerek hayaller kurmaktadır.

    Yirmi yaşında yakışıklı bir genç olan Maryüs, Lüxemburg Parkı’nda her gezmeye çıkışında, genç bir kızla yaşlı bir adamın kanepede yan yana oturduklarını görmektedir. Bu çiftin önlerinde her geçişinde yüreği tarifsiz çarpıntılar içinde atmaktadır. Bir gün onları oturdukları eve kadar izler. Fakat durumu anlayan yaşlı adam, hemen oturduğu semtteki evi değiştirdi ve bir daha Lüxemburg Parkı’na uğramaz olmuştur. Bu olay Maryüs için bir darbe olmuştur ve bütün aramalarına rağmen yaşlı adam ve kızı bulamadı.

    Maryüs, yaşlı adam ve kızını bir türlü aklından çıkaramıyordu. Bir gün Tenardiye’nin kızı Eponin’i görmüştür. Maryüs Eponin’e yaşlı adamın adresini sorar. Kız bunun kendisi için çok kolay olduğunu söyler.

    Bir hafta sonra Eponin dediğini yapar ve Maryüs’e kızın adresini verir. Maryüs, verilen adrese hemen gider. Gördüğü ev büyük bir bahçe içinde müstakil bir evdir. Maryüs, yaşlı adamın ve komşularının dikkatini çekmemek için elinden geleni yapar.

    Bir gün genç kızı bahçenin köşesinde otururken görür fakat yanına yaklaşmaz. Genç kız ikinci gün aynı yerde otururken üzerine taş konmuş bir mektup bulur. Mektupu açıp okuduğunda içi kalbinin atışı hızlanır çünkü bu mektubun Lüxemburg Parkı’nda kendisini tatlı bakışlarla süzen gençten geldiğini anlar.

    Ertesi akşam güzel giyinip aynı yere oturur. Kısa bir zaman sonra arkasında bir gölge görür. Dönüp baktığında onun olduğunu görür.

    Genç adam özür dileyerek lafa girer ve hayatın onun için yaşanmaz hale geldiğini, geçen akşam kızı dinlediğini ve onu taparcasına sevdiğini söyler.
    Bu sözler üzerine genç kız heyecanlanır. Maryüs, kızı kolları arasına alır. Genç kız Maryüs’ün elini kalbinin üzerine koyar ve bu sırada Maryüs oradaki mektubu hissederek Kendisini sevip sevmediğini sorar. Genç kız bunu zaten bildiğini söyler ve tanışırlar.

    O gece birlikte oturup birbirlerini yakından tanımaya çalışmışlardır. Ve bu durum 1832 yılının Mayıs ayı boyunca her akşam böyle devam etti.


    Bir akşam Cosette oradan ayrılacaklarını söyler. Bu haber üzerine Maryüs çok üzülür ve kendisinin bu durumdan sonra yaşayamayacağını söyler. Cosette, onunda kendileriyle gelip gelemeyeceğini sorar. Maryüs Pasaport parası bulmasının imkansız olduğunu söyler. Cosette bu durumu babasına açacağına söz verir. Maryüs adresini, “Camcılar Sokağı No:16”, yazarak oradan ayrılır.

    Jan Valjan, manastırdan çıktıktan sonra, Sorguç Sokağı’ndaki evi kiralamıştır. Bir gün parkta dolaşırken Javert ile karşılaşır. Üstündeki elbiselerin farklı olması nedeniyle Javert onu tanıyamaz ve Jan Valjan o günden sonra daha dikkatli davranmaya başlar.

    Ayaklanmalar Paris’i kuşkulu kimselerin bulunduğu bir ortama dönüştürmüştür. Bu nedenle Jan Valjan Paris’ten ayrılmaya karar verir.

    Bir akşam Maryüs, Cosette’i eski buluştukları yerde arar fakat bulamaz. Tam o sırada Eponin’i görür. Eponin Maryüs’e arkadaşlarının onu Kenevir sokağındaki barikatlarda beklediğini söyler.

    Maryüs hemen evine koşup silahlarını alır ve Kenevirciler sokağına doğru yol alır. Maryüs sokağa vardıktan iki saat sonra hükümet güçleriyle göstericiler arasında çatışma başlar. Yalnızca Hal ahallesi’nde üniversite öğrencileri il işçiler yirmi yedi adet barikat kurmuşlardır.

    Bu çatışmalar sırasında Anjobra ismimde bir adam Javert’i yakalar ve onu bir direğe bağlayarak, barikat düşmeden on dakika önce kurşuna dizileceğini söyler.


    Uzun çatışmalardan sonra Maryüs öldürülmek istenir fakat ona doğrultulan namlunun ucuna Eponin elini koyar ve Maryüs’ün yaralanmasını hatta ölmesini engeller ve bir süre sonra Maryüs'ün yanına gelerek ona bir mektup verir ve daha sonra başı yana düşerek ölür.

    Maryüs hemen yandaki salona girer ve mum ışığında Eponin’in verdiği mektubu okumaya başlar. Mektupta Cosette hemen yola çıkmaları gerektiğini, o, akşam Silahlı Adam Sokak No:7’de kalacaklarını söyler.

    Maryüs biraz düşündükten sonra not defterinden bir sayfa kopararak, evlenmelerinin imkansız olduğunu, kendisinin şansı olmadığını, o akşam evlerine geldiğini fakat onu bulamadığını, verdiği sözü tuttuğunu ve öleceğini yazar. Son olarak onu çok sevdiğini ve onun bu mektubu okuduğu zaman kendi ruhunun onun yanında olacağını ve ona gülümseyeceğini söyler.

    Gayroş’u çağırıp yazdığı mektubu, yazdığı adrese ulaştırmasını ister. Bu isteği hemen yerine getiren Gayroş mektubu kaptığı gibi karanlıkta kaybolur.

    Jan Valjan, Sorguç sokağındaki eşyalarını toplamadan kaçmak ister fakat tam bu sırada Cosette’in yazdığı mektubun kurutma kağıdının üzerine geçtiğini görür. Bu satırları tuvaletteki aynada okuduğunda bir acı hisseder. Kağıtta Cosette: “Sevgilim ne yazık ki, babam hemen yola çıkmamızı istiyor. Bu akşam Silahlı Adam sokağı No:7’de kalacağız...” demektedir.

    Sokağa çıkıp bir taşın üzerine oturur. Her taraftan silah sesleri gelmektedir. Tam bu sırada buz gibi alaylı bir ses duyar. Bu ses Gayroş’un sesidir. Gayroş bu sokakta oturup oturmadığını sorar. Jan Valjan evet diye cevap veriri. Gayroş ona 7 nolu evi gösterip gösteremeyeceğini sorar. Bu sözler üzerine Jan Valjan’ın zihninde aniden şimşekler çakar ve beklediği mektubu mu getirdiğini sorar. Gayroş onun bir erkek olduğunu söyler fakat Jan Valjan bu mektubu kendisinin alması için görevlendirildiğini söyler. Gayroş mektubu verir ve hızla oradan uzaklaşır.

    Jan Valjan mektubu okuduktan sonra kapıcıya belirli talimatlar verir ve daha sonra bir kaç barikatı aşıp Mondetur Sokağı’na gelir.

    Jan Valjan’ın devrimciler arasına katılması Maryüs’ü pek etkilemez fakat bu olanlar Jan Valjan için bir rüyadan farksızdır. Javert, Jan Valjan’ın görünce çok doğal bir hareket olduğunu, bir kürek mahkumunun ait olduğu yeri bulduğunu söyler.

    Uzun çatışmalardan sonra Gayroş ölür Sokağın ucunda omuzlarında baltalarıyla itfaiyeciler görünür. Yol aşmak için askerlerin önünde yürümektedirler. Devrimciler kaldırım taşlarını kucaklayıp evlere sığınmaya başlamışlardır. Bı sırada Anjobra’nın gözü Javert’e takılır ve ona onu unuttuğunu sanmamasını, orada çıkacak son kişinin onun kafasını patlatacağını söyler. Tam bu sırada Jan Valjan bu görevin kendisine verilmesini ister. Anjobra bunu kabul ederek onu arka sokağa götürmesini ve orada işini halletmesini söyler.

    Jan Valjan elinde tabancası, Javert’i ellerinin bağlandığı ipi çekerek arka sokağa götürür ve orada ellerinin ipini keserek onu serbest bırakır.

    Javert arkasını dönüp hızlı adımlarla oradan uzaklaşmaya başlar. Bir süre sonra bir kurşunla Maryüs’ün köprücük kemiği kırılır tam yere düşüp bayılacağı sırada Jan Valjan onu tutar ve omzuna alarak ateş çemberinden uzaklaştırmaya başlar. O anda ateş çemberinden kurtulmanın en iyi yolu bir lağım deliğine girerek oradan uzaklaşmaktır ve Jan Valjan bunu yaparak lağım deliğinin içerisinde temkinli adımlarla ilerlemeye başlar. Uzun bir yürüyüşten sonra önünde büyük bir aydınlık görür. Fakat Fakat burası kemer şekline bir demirle kapatılmıştır. Üzerinde kocaman bir kilit vardır.


    Tam bu sırada tanıdık bir sesle karşılaşır. Bu ses Tenardiye’nin sesidir. Bay Tenardiye para karşılığı demirin kilidini açacağını söyler. Tenardiye Jan Valjan’ı tanımamıştır. Jan Valjan otuz frank vererek oradan çıkmayı başarır. Dışarı çıktıktan kısa bir süre sonra Javert’i görür ve ondan kendisine yardım etmesini ister ve Javert onu Bay Jilnorman’ın evine getirir. Bay Jilnorman torununu görünce telaşa kapılır ve herkes seferber olur. Bu sırada Jan Valjan evine son bir defa girmek istediğini ve daha sonra jendisini tutuklayabileceğini söyler. Javert Jan Valjan’ı arabasıyla evine bırakır ve daha sonra oradan uzaklaşır.

    Javert kendisinin bir kürek mahkumu tarafından ölümden kurtarılmasını gururuna yediremez ve intihar ederek ölür.

    Dört ay sonra Maryüs iyileşir ve yasal engellerin hepsi kalktıktan sonra Maryüs ve Cosette evlenirler.

    Uzun bir süre sonra Jan Valjan Maryüs ve Cosette’in yanında bulunduğu bir zamanda vefat etmiştir. Bu ölüyü iki adet gümüş şamdan aydınlatmaktadır.

  4. #4
    Gezgin - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    12 Eylül 2006
    Yer
    istanbul
    Yaş
    51
    Mesajlar
    1,372
    Tecrübe Puanı
    43

    Standart --->: Roman Özetleri

    ÖLÜ CANLAR


    1. BÖLÜM :
    N.......... kentinin merkezindeki büyük hana bir yolcu oldukça güzel, küçük, yaylı bir araba ile gelir. İlk etapta bu kimsenin ilgisini çekmez. Gelen şahıs Pavel İvanoviç ÇİÇİKOV’dur. Kendisini danışman, çiftlik sahibi ve iş için yolculuk eden biri olarak tanıtır. Tez elden kentin ileri gelenleriyle tanışır: Vali, polis memuru, yargıç, savcı, çiftlik sahipleri vs. ve gittiği her yerde kendini görgülü bir salon adamı olarak gösterir; konusu ne olursa olsun her konuşmada canlı, ilgi uyandırıcı sözler söyler.
    Her gün akşam toplantılarına, yemeklere gider hoş vakit geçirir. Sıra kent dışı ziyaretlere geldiğinde ise işe önce çiftlik sahibi Manilov ile Sobakeviç’ten başlar. Çünkü onlara söz vermiştir. Belki de ÇİÇİKOV’u bu ziyaretlere zorlayan daha temelli, daha ciddi, daha derin nedenler vardır. Önce Manilov’un çiftliğine gider. Manilov ailesi üzerinde çok iyi izlenimler bırakır. Yemekten sonra çalışma odasına geçip iş konularında konuşmaya başlarlar. Çiçikov öncelikle Manilov’a kaç tane kölesi olduğunu, en son sayımı hükümete ne zaman verdiğini, kaç kölenin öldüğü gibi sıradan sorular sorar. Ancak o kadar çok ölen olmuştur ki Manilov bile sayısını kahyadan öğrenir. Ancak Çiçikov bunların listesini isteyince ortalık birden gerginleşir ve Manilov bunu niçin istediğini sorar. Çiçikov ne diyeceğini şaşırır ve ancak “Köylü satın almak istiyorum.” diyebilir. Daha sonra toparlayarak ölmüş olan köleleri almak istediğini söyler. Yani ölmüş ama yaşıyor gibi görünen köylüler ...
    ÇİÇİKOV uzun tartışmalardan sonra Manilov’a ölmüş köylüler için devlete boşuna vergi ödediğini anımsatarak bunları kendisine satmasını teklif eder. Ancak Manilov aralarındaki dostluğu öne sürerek bu iş için para istemeyeceğini söyler. Anlaşmalar yapılır ve Çiçikov evden ayrılır. Yolda yağmura tutulur ve arabaları devrilir. Ancak kısa sürede toparlanıp yola tekrar koyulurlar. Karşılarına çıkan ilk evin kapısını çalarlar. Ev sahibi onları içeri alır ve ağırlar. Geceyi orada geçirirler. Sabah ev sahibi bayana nerede olduklarını sorar. Anlaşılan yanlış yoldan gitmişlerdir. Geldikleri ev ise çiftlik sahibi bayan Koroboçka’nın evidir. Çiçikov, Manilov’a köylülerle ilgili sorduğu soruları bayan Koroboçka’ya da sorar. Lafı evire çevire ölü köylülerin satışına getirir. Bayan Koroboçka şaşkınlıktan küçük dilini yutar. Ancak Çiçikov, bayan Koroboçka’ya, ölen köylüler için boş yere vergi ödediğini, kendisine yardım etmek için bu masrafları karşılamak için ölü köylüleri almak istediğini söyler. Uzun tartışmalar sonucu Çiçikov, ileride çiftlik ürünlerini alacağı sözünü vererek ölü canlar için anlaşma yapar. Çiçikov çiftlikten ayrılarak meyhaneye gider. Burada Nozdriev ile karşılaşır. Nozdriev ile savcının evinde tanışmıştır. Nozdriev birkaç günlük bir panayırdan döndüğünü ve eve gideceğini söyleyerek Çiçikov’u da evine götürmek ister. Ancak Çiçikov işlerinin çok olduğunu söyleyerek teklifi reddetse de Nozdriev’le başa çıkamaz ve eve giderler. Nozdriev gereğinden fazla konuşan, sürekli kumar oynayan ve olayları abartan bir kişidir. Yemek, içki, sohbet derken konu döner dolaşır Çiçikov’un işlerine, oradan da ölü köylüleri satın almaya gelir. Nozdriev’de diğer çiftlik sahipleri gibi şaşırır. Ancak Nozdriev çok uyanıktır. Onları pahalıya satmaya çalışır. Ancak Çiçikov’un fazla parası olmadığı için uzun uzun pazarlık yaparlar. Nozdriev bu alışverişin sebebini öğrenmek için ısrar eder. Çiçikov ise zengin bir kızla evlenmek istediğini ancak babasının kızı vermesi için üç yüz can kölesi olması gerektiğini bu yüzden de ölü can almak istediğini söyler. Nozdriev her ne kadar inanmasada olay böylece kapanır. Nozdriev, Çiçikov’u iskambil oynamaya davet eder; ancak Çiçikov oynamak istemediğini söyler. Çok ısrar eder ancak sonuç alamaz. Hiç olmazsa dama oynayalım hem damada hile yapma şansım da yok deyince Çiçikov kurtulmak için teklifi kabul eder. Ancak Nozdriev yine hile yapar. Bunun üzerine Çiçikov sinirlenir ve evi terk eder.
    ÇİÇİKOV’un aldığı köleler kentte günün konusu olur. Köylülerin başka bir yere götürülüp yerleştirilmesinin karlı bir iş olmadığı üstüne bir çok yorumlar yapılır, bir çok düşünceler, görüşler ileri sürülür. Bu konuşmalardan bir çok kişinin bu sorunla ilgili derin bilgisi olduğu anlaşılır. Kimileri: “Elbette’’ der, “buna bir şey denemez. Güney illerinde toprak iyidir, verimlidir. Ama su olmadı mı, Çiçikov’un köylülerinin elinden ne gelir? Orada hiç akarsu yoktur.’’ “Su olmaması mümkün değil... Önemli değil bu. Fakat yerleştirme işine güvenilmez. Bizim köylülerin ne adam olduğunu bilemezsin. Yeni bir yerde, kulübesi, bahçesi olmadan toprağı sürsün, imkanı yok. İki kere iki dört gibi biliyorum, kaçarlar. Hem öyle kaçarlar ki, izlerini bulana aşk olsun.” “Hayır, afedersiniz ama, ben bunu kabul etmiyorum. Çiçikov’un köylüleri kaçmazlar. Rus köylüsünün her şeye gücü yeter, her iklime alışır. Onu Kamçatka’ya bile gönderseniz bir sıcak eldiven verdiniz mi elini bir oğuşturur, baltayı eline aldığında yeni bir kulübe yapmak için başlar odun kesmeğe.” “Ama önemli bir sorunu gözden kaçırıyorsun. Sen Çiçikov’un köylüleri nasıl adamlardır, orasını düşünmüyorsun. Hiçbir çiftlik sahibi iyi adamını satmaz. Çiçikov’un köylüleri son derece hırsız, sarhoş kimseler olsalar bile kellemi keserim ki tümü de tembel, kırıcı dökücü heriflerdir.” “Ha bunu kabul ederim doğrusu. Kimse iyi adamını satmaz. Çiçikov’un köylüleri de baştan aşağı sarhoştur. Ama şuna dikkat etmeli ki; konunun can alacak noktası da buradadır. Evet şimdi hepsi ahlaksızdır ama yeni topraklarına gittiler mi çok iyi birer uyruk olabilirler. Bunun bir çok örneği var. Hem bugün hem geçmişte.” Devlet fabrikaları müdürü: “Böyle şey olmaz,” diyordu, “Çünkü Çiçikov’un köylülerinin şimdi iki büyük düşmanı olacaktır. Biri küçük Rusya illerinin yakınlığı. Pek iyi bilirsiniz ki orada içki serbestçe satılır. Bana inanın hepsi de on beş gün içinde ayyaş olup çıkarlar. İkinci tehlikede köylülerin göç sırasında serseriliğe alışmaları. Ancak Çiçikov onları sürekli göz hapsinde tutar, demir pençe içine alır, en küçük suçlarına göz yummazsa o başka.”
    Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/lise-edebiyat-dersi/11813-roman-ozetleri.html#post18897
    Çoğu, Çiçikov‘un durumunu iyice anlıyor, bu kadar çok köylünün bir yerden başka bir yere götürülmesindeki zorluğu kavrıyordu. Kimileri, Çiçikov’un köylüleri gibi, netameli insanlar arasında bir ayaklanma çıkması olasılığından çok korktuklarını söylerler. Bunlara emniyet müdürü, bir ayaklanma korkusu olmadığını, komiserin pekala haklarından gelebileceğini söyler. O’na göre komiserin gitmesine bile gerek yoktur. Sadece kasketini yollasa, bu kasket onları yerleştirilecekleri yere kadar götürür. Kimi de, Çiçikov’un köylülerine egemen olan başkaldırma ruhunun kökünden kazınması için başvurulacak çareleri sayıp döktüler. Bu düşünceler çeşit çeşitti. Bir kısmı, son kerte zor ve baskı kullanılması gereğini ileri sürüyor, bir kısmı ise tam tersine merhametli davranmayı öğütlüyordu. Posta müdürü ise Çiçikov’a kutsal bir görev düştüğünü O’nun bir çeşit “baba” yerinde olduğunu, hatta köylülerini eğitimden yararlandırmasını söylüyor bu sırada Lancaster’in önerdiği karşılıklı eğitim sistemini övüyordu.
    Artık kentte bu gibi düşünceler yürütülür, böyle şeyler konuşulur. Bir çoğu Çiçikov’a duydukları sevgiden ötürü bazı öğütlerde bulunurlar. Hatta köylülerin Kerson’a kadar rahatça götürülmeleri için kolcu vermeye hazır olduklarını söylerler. Çiçikov bu öğütlere teşekkür eder, gerektiğinde bunlardan yararlanmayı unutmayacağını söyler. Ancak kolcuları kesin olarak reddeder. Kolcuların gereksizliğini, çünkü satın aldığı köylülerin çok sakin insanlar olduğunu yeni bir yere götürülmekten memnun olduklarını, aralarında bir ayaklanma olasılığının bulunmadığını söyler. Bütün bu düşünceler ve öğütler, Çiçikov için çok yararlı sayılabilecek bazı sonuçlar sağlar: Ortalığa O’nun milyoner olduğu üstüne söylentiler yayılır. Kenttekilerin bu söylentilerden sonra O’na olan sevgileri daha da derinleşir .
    Kentteki insanların tümü iyi kalpli, konuksever insanlardır. Onlarla birlikte yemek yiyen ya da Whist oynayan biri hemen dostları olup çıkar. Hele bu kişi Çiçikov gibi iyi huylu terbiyeli, kendini sevdirmenin büyük gizini bilen biri olursa. Çiçikov kentte o kadar sevilmiştir ki bir türlü ayrılıp gitmenin yolunu bulamaz. Her zaman “bizimle bir haftacık daha kalın, Pavel İvanoviç” gibi sözlerle karşılaşır. Kısacası kentte el üstünde tutulur. Ama kentin bayanları üzerinde bıraktığı etki çok daha güçlü, çok daha şaşırtıcıdır.
    Sonunda Çiçikov da kendisine gösterilen bu ilgiyi fark eder. Bir gün oteline döndüğü zaman masanın üzerinde bir mektup bulur. Mektubunun altında imza falan yoktur. Ne adı, ne soyadı, ne tarih. Yalnız Çiçikov’un kalbi bu mektubun sahibini bulmalı, deniyor okur ve çekmeceye koyar. Biraz sonra Çiçikov’a valinin balosu için bir çağrı mektubu gelir. Bu, il merkezi için olağan bir şeydir. Nerede bir vali varsa, orada mutlaka bir balo vardır. Yoksa soylular valiye karşı duymaları gereken sevgiyi, saygıyı besleyemezler...
    Çiçikov’un baloya gelişi büyük mutluluk uyandırır. Bütün gözler O’na çevrilir ve herkes O’nun yanına toplanır. Çiçikov herkese mutluluk ve neşe getirir. Herkese, her sorulana yanıt yetiştirir, içinde bir rahatlık, alışık olduğu üzere yandan, sağdan, soldan selam verir, herkesi büyüler. Bayanlar yerini alır almaz “Acaba yüzlerinden, gözlerinden mektubu yazanın kim olduğunu anlayabilir miyim? diyerek onları süzmeye başlar. Ancak hiçbirinde böyle bir yüz ifadesi yoktur. Çiçikov O’nu bulmaya kararlıdır. Bayanlarla sohbeti koyulaştırır. Ancak tam o sırada, kötü bir sürpriz; Nozdriev salona girer. Çiçikov’un çok aptal bir insan olduğunu çünkü ölü can aldığını haykırır. Önce insanlar pek aldırış etmezler. Ancak bu hikaye kulaktan kulağa yayıldıkça insanlar itibar etmeye başlarlar. Olay o kadar yayılır ki herkes Çiçikov’un valinin kızını kaçırmak için bunu yaptığını düşünmeye başlarlar. Ancak her iki olay arasında hiçbir bağlantı kuramazlar. Sonunda kentte iki parti kurulur. Erkekler partisi ve kadınlar partisi. Erkekler, sadece ölü canlarla; kadınlar ise sadece valinin kızının kaçırılmasıyla ilgilenirler. Kısacası bütün kent olayı çözmek için seferber olur. Bu arada Çiçikov hasta olduğu için evden dışarı çıkamaz ve olaylardan haberdar olamamıştır. Dışarı çıktığında ise bütün insanların ona karşı tavırları değişmiştir. Kısa sürede olayları öğrenir. Buna canı sıkılır ve kenti terk eder ...
    Çiçikov; küçük yaşta annesini kaybetmiştir. Babası ise onu, bakması için yaşlı bir akrabasına bırakır. Çiçikov okula başlar ancak dersleri iyi değildir. Babasının ona bıraktığı tek şey ise hayatta her şeyin para olduğu felsefesidir. Okulda öğretmeninin prensiplerini takip ederek ona göre davranır ve onun gözüne girer, derslerini düzeltir, okulunu başarı ile bitirir. Artık bir delikanlı olmuştur. Tek amacı vardır artık: Çok çile çekse de zengin olmak. Elindeki diploması ile ancak devlet dairesinde memurluk yapar. Burada müdürü onu hiç sevmemektedir. Ancak bir yolunu bulup evde kalmış kızı ile diyaloğa geçer, sık sık evlerine gidip gelmeye başlar. İşler ilerleyince müdüre “baba” bile demeye başlar. Bu arada müdürü onu kullanmaya başlamıştır. Bir süre sonra boşalan bir zabıt katipliğine getirilir. Ancak emeline ulaşmıştır. Atamadan sonra müdürün evine gitmemeye ve ona “baba” dememeye başlar.
    Zamanla tüm ilişkisini keser. Rüşvet almaya başlar, para biriktirir, hayatını bir düzene sokar. Ancak bir süre sonra çok sert, rüşvetin ve her türlü haksızlığın, düzensizliğin amansız düşmanı yeni bir müdür gelir. Memurların çoğu işten atılır. Evleri hazineye mal edilir. Çiçikov ise bir türlü kendini müdüre sevdiremez. Yeni alınan memurlar çeşitli dolaplar çevirerek müdüre doğru görünerek onlara güvenmesini sağlarlar. Ancak yeni çete eskisine rahmet okutacak bir niteliktedir. Artık hırsızlık ve rüşvet büsbütün alıp yürümüştür. Ancak Çiçikov kendisini bir türlü kabul ettiremez. Yenilip kaybederek işten ayrılır. Bir süre sonra çok istediği gümrüklerde bir iş bulur. Burada kaçakçılara kök söktürür. Rüşvete aman vermez. En küçük bir rüşveti bile kabul etmez. Bu haliyle de yönetimin gözüne girer ve yükselir. Kaçakçılarla savaşması için gerekli yetkileri kendisine verirler. Artık önünde bir engel kalmamıştır. Kaçakçılardan inanılmaz paralar alır ve servetine servet katar. Ancak Çiçikov’un kaçakçılarla ilişkisini idareye haber verirler. Nazik tavırlar ve konuşmasını bilmesi, el-etek öpmesi ve para gücü sayesinde kendini savunur ve yakasını mahkemeden kurtarır. Artık bir işi yoktur. Yeniden yoksulluk günlerine döner ama inancını kaybetmez.
    O günlerde kahyalık adi görülen bir işti. Küçük memurlar bile hor görürdü. Bir gün Çiçikov birkaç yüz kölenin rehin işlemi ile uğraşmak görevini alır. Çiftlik sahibinin işleri çok kötü gitmektedir. Hükümetten borç para almak çok zordur. Çiçikov, çiftlik sahibinin vekili olarak maliyeye başvurur. Çiçikov, memura kölelerden yarısının öldüğünü, bunun sorun yaratıp yaratmayacağını sorar. Memur ise; eğer ölenlerin adının listede sağ olarak gösterilmişse sakıncası olmadığını nasılsa ölenlerin yerine yenilerinin doğduğunu söyler. Bu sözler kafasında inanılmaz fikirler oluşturur. Yeni nüfus sayımından önce ölü can satın alırsa borç ödeme sandığı bu ölenler karşılığında adam başına iki yüz ruble borç para verebilecektir. Çiçikov planını uygulamaya koyar ve oturacak bir yer arıyormuş gibi görünerek Rusya’nın çeşitli yerlerini gezmeye başlar. Tanıştığı insanlarla büyük dostluklar kurar. Böylece yardımlarını kazanır.

    2. BÖLÜM :
    Çiçikov günler sonra Rusya’nın uçsuz bucaksız topraklarında dolaşırken cennet bahçelerini andıran çiftlikten gözünü alamaz ve çiftlik sahibi ile tanışmak için evine gider. Çiftlik sahibi Tientietnikov’dur. Okulu bitirdikten sonra bir süre memurluk yapar, müdürünün üstlerine farklı, astlarına farklı davranışı onu çileden çıkarır ve dayanamayıp ona hakaretlerde bulunur. Böylece işine son verilir. Tekrar çiftliğine dönerek aldığı eğitimle köylüsünü eğitip daha fazla verim elde etmek için çabalar. Köylüsüne toprak vererek hem kendisi için hem de çiftlik için çalışmasını sağlar. Onlara mümkün olduğunca iyi davranır, daha fazla boş zaman sağlar. Ancak gün geçtikçe verimin düştüğünü, köylünün davranışının değiştiğini fark eder. Zamanla iyice sıkılır. Her şeyden elini eteğini çeker. İşte tam bu sırada Çiçikov’la tanışır ve bir süre kendisiyle kalmasını ister. Çiçikov bunu kabul ederek tez elden çevre çiftlikleri gezerek çiftlik sahipleri ile tanışır. Ölü canlar satın alır. Tek hayali bir çiftlik sahibi olmaktır. Gittiği yerlerde çiftlik sahiplerinin eğitimli ve işten anlayan insanlar oldukları gözünden kaçmaz. Söylenenleri bir bir aklında tutar bu konular üzerinde geceler süren tartışmalara girer. Konuşmaların çoğu Köylünün eğitilmesi ve bilimsel yöntemlerle tarımın geliştirilmesi üzerinedir.
    İflasın eşiğine gelmiş bir çiftlik sahibi çiftliğini satmak ister. Çiçikov’un ise o kadar parası yoktur. Çiftlik sahiplerinden biri borç para vermeyi kabul eder ve Çiçikov çiftliği satın alır. Ancak paranın yarısını verir. Geri kalanını da ileri bir zamanda ödemek koşuluyla bırakır.
    Bu arada Çiçikov ölü can almaya devam eder. Ancak bunları yaşıyor gibi göstermeyi de unutmaz. Çiçikov bu yolculuktan çok karlı çıkmıştır. 300 bin Ruble kadar para biriktirmiştir. Ancak yaptığı kanunsuz işler maliye memurlarına, valiye ve hatta prense kadar gitmiştir. Prens tarafından hapse atılır. Arkadaşı Murazov ona yardım edeceğini söyler ancak bunun karşılığı olarak bütün kötü alışkanlıklarından vazgeçmesini ister. Çiçikov isteği kabul eder. Prens ise hiç istemediği halde Murakov’u kıramaz ve Çiçikov’u serbest bırakır. Ancak tüm ülkeyi saran bir hastalık gibi rüşvet, ahlaksızlık ve dolandırıcılık almış başını gitmiştir.
    Genel vali tüm memurları toplantıya çağırarak bu durumu gündeme getirir. Tüm insanların bu alışkanlıklardan vazgeçmesini, aksi taktirde bir çok kişinin işten atılacağını ve durumun Çar’a bildirileceğini söyler. Vali sözlerini şöyle bitirir. “Sahteciliğin hiçbir ceza, önlem ve yaptırım ile ortadan kaldırılamayacağını bilirim. Çünkü sahteciliğin kökleri ruhumuzun ta derinliklerine kadar sokulmuş ve rüşvet alma, olağan bir hak durumuna girmiştir. Düşman karşısında nasıl silaha sarılmışsak, namussuzluk ve sahteciliğe karşı da ayaklanmamız gerektiğini herkes anlamadıkça kötülükleri ortadan kaldırmamıza olanak yoktur ...”
    Eğer Çiçikov’un kişiliğinin ahlak yönü sorulursa; erdemli ve kusursuz bir kahraman olmadığı açıkça anlaşılır. Ancak O “İşini Bilen” biri diyebiliriz. Kolay yoldan mal edinme ve kazanç hırsı çoğu kişiye göre kusurdur ve saygıdeğer işlerden sayılmaz.

  5. #5
    Gezgin - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    12 Eylül 2006
    Yer
    istanbul
    Yaş
    51
    Mesajlar
    1,372
    Tecrübe Puanı
    43

    Standart --->: Roman Özetleri

    ÇANLAR KİMİN İÇİN ÇALIYOR





    Roberto Jordan; sarı saçlı, rüzgar ve güneşle yanmış yüzü, ince yapılıydı. Çok zor bir göreve seçilmişti. Gerçi daha önce birçok defa yaptığı işlerden biriydi ama yinede General Golz onu bu görev için bizzat kendi görevlendirmişti. General Golz, Roberto Jordan ‘ın şimdiye kadar çalıştığı en iyi general olmasına rağmen, tümeninin taarruza başlamasıyla beraber köprüyü uçurması gerekecekti. Uçakların bomba sesleri duyulunca köprü uçmuş olacaktı.
    Aşağıda yaşlı adam onu arabada beklemekteydi. 68 yaşına rağmen dinç ve kuvvetli bir görüntüsü vardı. Dağda Amerikalıya yardım edecek çetelerin hepsini tanıyordu. Gerçi çoğu işe yaramaz adamlardı ama tren işini iyi yapmışlardı. Kashlein görevini çok iyi yapmış, treni bölgedeki çetelerle beraber havaya uçurmuştu. Daha sonrada başka bir iş esnasında ölmüştü.
    Yaşlı adam Roberto ‘yu köprüye götürdü. Köprünün iki yanında iki nöbetçi vardı ve biraz uzağında 7 askerin kaldığı bir karakol vardı. Dinamitleri, yarım saatlik uzaklıkta bir tepede olan Pablo’ nun yerine götürdüler. Ağaçların arasında olan bu yerde Pablonun dört atı vardı. Pablo 50 yaşını geçmişti, çok akıllı ve tecrübeli bir adamdı. Tren işinde o da vardı. Çingene, Fernando, eşi Pilar ‘da. Tren işi esnasında kurtardıkları Maria’ yı hepsi de taşımışlardı.
    Pablo Cumhuriyetçiydi, çetelerin hepsi Cumhuriyetçiydi. Ama köprü işini öğrendiğinde Pablo ‘nun hoşuna gitmedi bu iş. Tren işi daha mantıklı idi. Onun kadar kampta sözü geçen Pilar, Roberto ‘yu destekleyince diğerleri de desteklediler. Pilar başkanlığı Pablo ’nun elinden aldı ve köprü için Roberto ‘ya yardım edeceğini söyledi. El Sordo (diğer çete reisi) ‘nun da yardım edeceğinden şüphe yoktu. Dağlarda yüzlerce adam olmasına rağmen El Sordo ‘nunkilerle beraber topu topu 18 kişi bulabilmişlerdi. Diğerleri güvenilir değildi. Köprünün imha edilmesinden dolayı Pilar ve Sordo adamlarıyla beraber bu bölgeyi terk etmek zorunda kalacaklardı. O akşam Sordo gelmeyince ertesi gün Pilar ve Maria ‘yla beraber, Roberto Jordan El Sordo ‘nun yanına gitmeye karar verdiler. Maria trenden baygın halde kurtulmuştu. O zamanlar saçı tamamen kesilmiş olmasına rağmen, büyüdükçe Maria güzelleşmişti. Daha tamşah bir gün olmasına rağmen Maria ve Roberto birbirlerini sevmişlerdi. Pilar, Roberto ‘dan bu iş bitince kızı götürmesini istemiş, Roberto ‘da kabul etmişti.
    El Sordo Cumhuriyetçi ruhunu dağlarda koruyan ender çete reislerinden biriydi. Roberto Jordan, El Sordo ‘nun kendisine yardım edeceğinden emin olmuştu. Altı at vardı. El Sordo, daha sonraki kaçış için gereken atları bulmak için gayret göstereceğini söyledi. Ne de olsa köprü işinden sonra buralardan gitmek zorunda kalacaktı.
    Roberto, Maria ve Pilar akşama doğru barınaklarına döndüler. Pablo köprü işinden yana değildi. Roberto Jordan onu öldürmek zorunda olduğunu biliyordu. Diğer adamların hepsi de onun ölmesini istiyorlardı. Köprü işini bozabilirdi Pablo. Bir an mağaradan dışarı çıkan Pablo ‘nun kaçtığını düşündü herkes. Çünkü kaçarken birkaç dinamit lokumu da götürmüştü.
    Roberto dışarıda yatmaya alışkındı. Gece bayağı ilerlemiş ve Maria ‘nın güzelliği onu büyülüyordu. Maria sıcacıktı. Bir ses üzerine arkaya dönünce Faşist Süvarilerden birini karanlıkların arasından zorda olsa seçebildi. Tabancasıyla onu vurdu. Tam kalbine gelmişti mermi. Diğer süvarilerinde gelmesi yakındı. Adamlarıyla beraber pusu kurdu ve kardan ayak izini takip etmesini beklediği diğer süvarileri bekledi. Süvariler bekledikleri gibi geldiler. Onları farketmemişlerdi, ama ilerlemelerine devam edip gittiler.
    Silah sesleri Sordo ‘nun barınağından geliyordu. Atları satan Sordo ’nun yerini bulmuşlardı. Birkaç saat sonra silah sesleri kesildiğinde Sordo ve adamları ölmüştü.
    Artık yalnızdılar. Andreas ‘ı, Roberto ‘nun verdiği notu götürmek için General Golz ‘un yanına gönderdi. Köprü sabaha uçurulacaktı.
    Pablo gece yarısı beş abamla geldi. Pablo kaçamamıştı. İhaneti kendine yedirememişti. Roberto Pabloyu karşısında görünce ümitlendi. Köprü işi olabilirdi.
    Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/lise-edebiyat-dersi/11813-roman-ozetleri.html#post18898
    Pilar ve yanındakiler üstteki karakolu, Pablo yeni getirdiği beş atlı ile alttaki karakolu imha edecekti.
    Uçakların bombaları sabaha karşı duyuldu, Anselmo ve Roberto köprüdeki iki nöbetçiyi öldürdüler. Roberto dinamitleri yerleştirirken acele edemezdi. Neredeyse başarmak üzereydi. Diğer iki karakoldan silah sesleri ardı ardına geliyordu. Dinamitleri yerleştirdi ve Anselmo ile beraber ipi germeden köprüden bir miktar uzaklaştılar. Pilar ve yanındakiler karakolu halletmişlerdi ama iki adamı ölmüştü Pilar‘ın. Roberto ipi çekti ve köprü ortadan ikiye ayrıldı. Gökden yağan demir parçalarından biri Anselmo ‘yu öldürmüştü. Yaşlı adam çok küçük gözüküyordu.
    Pablo tek başına kurtulmuştu tanktan. Karakolu imha edememişlerdi ama Pablo tek başına kurtulmuştu. Artık herkese yetecek kadar at vardı. Maria çok seviniyordu, Roberto yaşıyordu. Atlarla hızla ilerliyorlardı. Pablo ‘nun kaçmak için çok güzel planları olsa gerekti.
    Bayırı çıktıkça Roberto ‘nun atı yavaşlıyordu. Zavallı hayvanın nefesleri bile hızlanmıştı. Büyük bir gürültü ile Roberto ‘nun ayağı, düşen atın altında kalmıştı. Ayağı kırılmış ve kırık kemik Roberto ‘nun kaslarını yırtmıştı. Daha fazla ilerleyemezdi. Yardıma gelenlerle vedalaşıp, orda kalmak istediğini söyledi. Diğerleri giderlerken, biliyordu. Daha General Golz ‘dan emir alırken böyle olacağını biliyordu.

  6. #6
    Gezgin - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    12 Eylül 2006
    Yer
    istanbul
    Yaş
    51
    Mesajlar
    1,372
    Tecrübe Puanı
    43

    Standart --->: Roman Özetleri

    İKİ ŞEHRİN HİKAYESİ


    1) ROMANIN KONUSU:

    1789 Fransız ihtilalinin yaşandığı dönemde bir markinin yeğeni olan Charles Darnay’ın Lucie Manette ile evlenip Londra’ya yerleşmesinden sonra bir takım nedenlerden dolayı Paris’e dönmek zorunda kalması, burada soylu bir aileye mensup olduğundan dolayı hapse atılması sonucunda bu durumu öğrenen eşi Lucie’nin ve Lucie’nin babasının Charles Darnay’ı kurtarmak için verdikleri mücadele romanın konusunu oluşturmaktadır.

    2) ROMANIN ANA DÜŞÜNCESİ:

    Sevgi, şefkat, yardımlaşma, merhamet ve acıma gibi duygular insanı insan yapan değerlerdendir. Roman intikam duygusunun insanı insan yapan özelliklerini kaybettirdiği gerçeğini ana düşünce olarak karşımıza çıkar.

    3) ROMANIN İLETİSİ

    Kan ve şiddetle hiçbir sorunun çözüme ulaştırılamayacağı gerçeğidir.

    4) ROMANDAKİ YARDIMCI DÜŞÜNCELER:
    • Avukat olan Sidney Carton’un karşılıksız olarak sevdiği kadının (Lucie Monette) mutluluğu için Lucie’nin kocası olan C. Dornay’ın yerine geçerek idam edilmesinden hareketle aşk için ölümün bile göze alınabileceği düşüncesi.
    • Charles Darnay’ın amcası gibi asilzadelikten hoşlanmaması sonucunda amcası ve diğer asiller tarafından hor görülmesine karşın asilzade olduğu için ihtilal döneminde hapse atılmasından hareketle “doğru” kavramının kişilere göre değiştiği gerçeğidir.
    5) ROMANDA YER:
    Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/lise-edebiyat-dersi/11813-roman-ozetleri.html#post18900

    Romanın adından da anlaşılabileceği gibi olaylar Londra ve Paris kentlerinde geçmektedir.

    6) ROMANDA ZAMAN

    Romanda olaylar 1789 Fransız ihtilalinden 5-6 yıl öncesinden başlar ve 1789 Fransız ihtilali döneminde yoğunlaşır.

    7) ROMAN HAKKINDA DÜŞÜNCELER

    İKİ ŞEHRİN HİKAYESİ, oldukça akıcı ve yalın bir anlatıma sahiptir. Bu nedenle birkaç saat içinde okunabilecek bir niteliktedir.
    Romanda, Fransız ihtilali dönemindeki halkın sosyal ve ekonomik durumu toplumun psikolojisini oldukça iyi yansıtılmış ve ihtilali hazırlayan nedenler ortaya konulmuştur. Ancak ihtilal gerçekleştirilirken pek çok masum insanın katledilmesi bizlere insanoğlunun kin ve intikam alma duygularının sonucunu açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Bugün aynı duygular maalesef daha başka toplumlarda (İsrail – Filistin, Sırp – Bosna vb) tüm canlılığını korumaktadır. İnsanoğlunun en değerli varlığı olan sevginin hatırlanması adına okunması gereken bir roman.

  7. #7
    Gezgin - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    12 Eylül 2006
    Yer
    istanbul
    Yaş
    51
    Mesajlar
    1,372
    Tecrübe Puanı
    43

    Standart --->: Roman Özetleri




    Yazar : Paulo Coelho, Rio de Janerio'da doğdu. Roman yazarlığına başlamadan önce oyun yazarı, tiyatro yönetmeni ve sevilen bir şarkı sözü yazarıydı. Coelho, 1986 yılında Hristiyanların Batı Avrupa'dan başlayıp ispanya'da Santiago de Compostela kentinde sona eren geleneksel hac yolculuğunu yaptı. Bu deneyimi 1987 yılında yayınladığı The Pilgrimage (Hac) adlı kitabında anlattı. 1988 yılında yayınlanan 3. kitabı Simyacı Coelho'yu en çok okunan çağdaş yazarlardan biri yaptı. Simyacı 48 ülkede yayınlandı, 26 dile çevrildi. Bu kitap Coelho'yu Gabriel Garcia Marquez'in (Yüz Yıllık Yalnızlık) arkasından en çok okunan Latin Amerikalı yazarlardan biri konumuna getirdi.
    Diğer Eserleri:
    Ø Piadra Irmağının Kıyısında Oturdum, ağladım.
    Ø Beşinci Dağ
    Ø Seranika ölmek İstiyor
    Ø Şeytan ve Kadın
    Ø Işığın Savaşcısının El kitabı

    B) İÇERİK ÖZELLİKLERİ
    KONU: İ
    İspanya'dan yola çıkıp Mısır Piramitlerinin eteklerinde hazinesini aramaya giden Endülüslü çoban Santiago'nun felsefi ve masalsı yaşam öyküsü anlatılıyor.
    ÖZET:
    Santiago, ispanya'da yaşayan bir delikanlıdır. Santiago'nun ailesi onun bir papaz olmasını ister. Fakat onun düşüncesi, beklentileri farklıdır. O, çoban olmayı ve dünyayı gezmeyi arzulamaktadır. Bir gün babasına bu düşüncesini açar ve onunla konuşur. Babası da Santiago'nun düşüncesine olumlu yaklaşır. İsteğini gerçekleştirmesi için ona para verir. Santiago bu parayla bir sürü koyun alır. Düşündüğü gibi ülkeyi dolaşmaya başlar.
    Santiago koyunlarıyla birlikte bir kilisede yatıp kalkmaktadır, ilk önce karşısına bir kral çıkar. Kral ona yol gösterir. Santiago rüyasında Mısır Piramitlerine gittiğini ve orada bir hazine bulduğunu görür. Bu rüya iki defa tekrar edince Santiago rüyayı karşısına çıkan bir çingeneye anlatır. Çingene ona Mısır Piramitlerine gitmesini söyler. Bunun üzerine Santiago koyunlarını satar, Afrika'ya gitmek üzere yola çıkar. Bundan sonra Santiago'nun hayatı oldukça maceralı geçer.
    Santiago önce parasını çaldırır. Sonra billuriye dükkanında çalışır. Arapça öğrenir. Bir yıl çalıştıktan sonra yeteri kadar para kazanır. Bundan sonra tekrar bir kervanla yola koyulur. Birçok arkadaş edinir. Delikanlı hiç beklemediği bir anda Simyacıyla tanışır. Simyacı ona yardım eder, yol gösterir. Santiago'ya "evrenin dilini" öğretir. Nesnelerle konuşmayı öğretir. Simyacı piramitlere kadar ona yol gösterir.
    Santiago sonunda piramitlere gider. Simyacının öğüdünü hatırlar. Yüreğinin sesini dinleyecektir, bundan sonra. Santiago'nun içinden gelen ses ona gözünden yaş akan yeri kazmasını söylemektedir. Bunun üzerine kazıya başlar. Bu sırada haydutlar üzerindeki altın parçasını alırlar. (Kimyagerin verdiği tarifle yumurta biçimindeki bir altın elde etmiştir. Bunun dörtte biri de kendisinde kalmıştı). Santiago'yu saatlerce döverler. Kazı sırasında Santiago'nun yanına gelen bir kişi ona rüyasında Endülüs'teki bir kilisede hazine olduğunu gördüğünü söyler. Bu kilise ve hazinenin bulunduğu yer Santiago'nun üzerinde yattığı yerdir.
    Gerçeğin sırrını çözen Santiago ispanya'ya geri döner ve koyunlarıyla kaldığı kilisedeki incirin altını kazar ve bir sandık dolusu paranın sahibi olur. Parayı alır ve sevdiği kadının (Fatima) yanına gitmek için yola koyulur.
    ANAFİKİR :
    Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/lise-edebiyat-dersi/11813-roman-ozetleri.html#post18901
    Yaşamda mutlu olmak insanın elindedir, insan her zaman hayallerinin, umutlarının peşinde koşmalıdır. Gerçekleşmesini istediklerimiz uzaklarda aranmamaktadır, insan kendi yazgısına egemen olabilir.
    YARDIMCI FİKİRLER :
    Ø Yaşamda mutlu olmak insanın elindedir.
    Ø insan için en önemli hazine sevgi ve aşktır.
    Ø insanı ayakta tutan hayalleri ve umutlarıdır.
    Ø
    Dünyanın en eski dili evrenin dilidir. Ama insanlar bunu zamanla
    unutmuşlardır.

    Ø Yüreğimizin sesini dinlemeliyiz.
    Ø Elde etmek istediklerimiz bizim çok yakınımızdadır.
    KAHRAMANLAR:
    Santiago : Kitabın baş kahramanı, düşündüklerini gerçekleştirmek için mücadele eden, kendisine farklı bir yaşam planı çizen Endülüslü çoban.
    Fatima : Santiago'nun sevdiği fakat Mısır'a gitmek için bırakmak zorunda kaldığı kızdır.
    Kral : Santiago'ya Endülüsteyken yol gösteren kişidir (Salem Kralıdır).
    Çingene Falcı : Santiago'nun gördüğü rüyayı yorumlayan ve Mısır'a gitmesini söyleyendir.
    Simyacı: Santiago'ya yol gösteren bilge bir kişidir. Mısır'da onu yalnız bırakmamıştır.
    YAZARIN İŞLEMİŞ OLDUĞU TEMEL DEĞERLER
    Ø Sevgi,
    Ø Saygı,
    Ø İletişim,
    Ø Duyarlılık,
    Ø Yaşama bağlılık,
    Ø Mücadele etme,
    Ø Mutluluk,
    Ø Aşk,
    Ø Evrenin dili,
    Ø Yetkinlik
    YAZARIN KABULLERİ:
    Ø
    Yaşamdaki her canlının bir konuşma dili vardır. Onlarla bir iletişimi
    kurmalıyız. Evrenin dilini öğrenmeliyiz.

    Santiago koyunlarıyla sürekli konuşurdu. Evrenin dilini öğrendikten sonra da bu konuşmaları sürdürdü.
    Ø İnsanlar sadece kendilerini değil başkalarını da düşünmelidir.
    İnsanlar kendilerini düşünür, kendileri için ağlarlar. Bu temel değerlerle örtüşmüyor; her insan bunu düşünmez.
    Ø Mutlu olmamız/ı sağlayan şeyleri kaybedince üzülürüz.
    "Sularıma eğildiği zaman gözlerinin derinliklerinde kendi güzelliğimin yansımasını görebiliyordum."
    Ø
    Yaşayarak öğrenmek okuyarak öğrenmekten daha etkilidir.
    Koyunlar Santiago'nun gezmesini ve öğrenmesini sağladılar. O yüzden,

    koyunların kitaplardan daha öğretici olduğunu söyleyebiliriz, Çok okuyan değil çok gezen yargısına ulaşırız.
    Ø İnanmak her insan için farklı anlam taşır.
    Santiago'nun küçüklüğünden beri hayali dünyayı tanımaktı. Ona göre bu Tanrı' ya da insanın günahlarını öğrenmesinden çok daha önemlidir.
    Ø Bir düşü gerçekleştirme olasılığı yaşamı ilginç kılar.
    Santiago'da düşünü gerçekleştirmekten yola çıktı ve başından bir sürü olay geçti. Sıradan yaşamı ilginç bir yaşam örneği haline geldi, insanı hayata bağlayan hayalleridir, temel değerlerle örtüşür.
    Ø Her işin zorluğu vardır.
    Çobanlığın da zorlukları vardı, işi çekici kılan onun tehlikeleridir.
    Çocuklar masumiyetin ve saflığın simgesidir. Onlar asla yalan söylemez.
    Çocuklar her zaman dünyanın en saf yaratıklarıdır.
    Ø Büyüklere karşı saygılı olmalıyız.
    Santiago krala yaşından dolayı daha saygılı davranıyordur.
    Ø
    İnsanlar yaşamlarına yön vermeyi bildikleri sürece kaderlerini yaşar/ar.
    Yaşamımızda bir amacımız, bir planımız olmadan yaşarsak buna "Bu

    bizim kaderimizdi" deyip geçmek doğru değildir.
    Ø Yürekten istediklerimiz gerçekleşir.
    İnsanın kim, ne, nasıl olduğu önemli değildir. Önemli olan gerçekten, içten istemeyi bilmek gerekmektedir.
    Ø Amaca ulaşmak için sonuna kadar gitmek gerekir.
    Santiago'nun bir amacı vardır. Dünyayı gezmek ve bunu bütün zorluklara rağmen başarmayı bildi. Bilginin derinliğini öğrenerek amacına ulaştı.
    Ø Bir şeyi elde ettikten sonra onu başkalarıyla paylaşmalısın.
    Henüz sahip olmadığımız birşeyi vaat ederek amaca gidecek olursak, onu ele geçirme arzumuzu kaybederiz.
    Ø
    İnsan sahip olduklarını kaybetmeden mutluluğu e/de etmesini
    bilmelidir.

    Santiago Fatima'yı seviyordu. Fakat başka bir mutluluk için onu bırakmak zorunda kaldı. Bilge Kağan hikayesinde de söylendiği gibi "Mutluluğun gizi dünyanın bütün harikalarını görmektir, ama kaşıktaki iki damla yağı dökmeden". Santiago bilmediğini keşfetmek için elindekini kaybetti.
    Ø
    Dünya gerçeklerine olduğu gibi değil, olmalarını istediğimiz gibi
    bakarız.

    Bu temel değerlerle örtüşmez.
    Ø İnsan sevdiği işi yaparsa mutlu olur.
    Tıpkı Santiago'nun papazlık yerine çobanlığı tercih etmesi gibi, yaptığımızda mutlu olacağımız işleri tercih etmeliyiz.
    Ø İnsanları hayata bağlayan düşleridir.
    Santiago'yu da mücadele etmeye götüren onun düşleri, istekleri olmuştur, insanın yaşamak için bir sebebi olmalıdır.
    Ø Doğum, ölüm gibi yaşamımızda değiştiremediklerimiz kaderin bir parçasıdır.
    Öyle zamanlar vardır ki, insan hayat ırmağının akış yönünü değiştiremez. İşte bu kader denilendir.
    Ø
    Bir işi yapmaya karar vermek o işin olması için atılan en büyük
    adımdır.

    Karar vermek önemlidir, insan bu sayede aklına gelmeyen şeyleri bile yapıp, yaşayabilir. Santiago'nun verdiği karar ve yaşadığı olaylar.
    Ø İnanmak bazı unsurları anlamlandırmak için gereklidir.
    Bizler sahip olduğumuz şeyleri kaybetmekten korkarız. Ama hayat hikayemiz ile dünya tarihinin aynı el tarafından yazılmış olduğunu anladığımız zaman, bu korku uçup gider.
    Ø Yaşam kitaplardan öğrenilmez.
    Yaşamın kendisi en iyi o yollardan geçerek öğrenilir. Bu öğrendiklerimiz evrenin dilidir.
    Ø Şimdiyi yaşamayı bilirsek mutlu oluruz.
    Yaşam yaşamakta olduğumuz andan ibarettir. O yüzden insan içinde bulunduğu anı yaşamalıdır.
    Ø Aşık olmak, sevmek yaşamı daha farklı anlamlandırmaktır.
    Sevgi insanın hayata karşı bakış açısını değiştirir.
    Ø İnanmak geleceğe umutla bakmaktır.
    Gelecek Allah tarafından yazılmıştır ve Allah ne yazarsa yazsın, insanların iyiliği için her şeyi sunmuştur. Temel değerlerle örtüşmez.
    Ø Kendimize yön vermeyi bilirsek kaderi yaşarız.
    Allah gerçeği nadir açıklar. Bunu da bir tek gerekçe için yapar. Değişmek üzere yazılmış bir gelecek söz konusu olduğu zaman.
    Ø Kötülük anlayışı.
    Kötülük insanın ağzına giren şeyde değildir. Ağızdan çıkandadır. Santiago simyacıya şarabın şeriat tarafından yasaklandığını söyler.
    Ø Aşk karşılık beklemeden sevmektir.
    Aşk, kişinin kendi amaçlan peşinde gitmesine engel değildir. Böyle bir şey varsa, bu gerçek aşk değildir, insan sevdiği için sever, aşkın gerekçesi yoktur.
    Ø
    Korkularımızın düşlerimizi gerçekleştirmeye iz/n vermemesine engel
    olmalıyız.

    Korkuları yenmeliyiz, başarısız da olsak riskleri göze almalıyız.
    Ø
    Bir kere olan bir daha asla tekrarlanmaz. Ama iki kere olan mutlaka
    üçüncü defa da olacaktır.

    Temel değerlerle örtüşmüyor.
    Ø İnsan farkında olmasa da yaşamda baş rolde oynamıştır.
    İnsan tarih boyunca baş rolü oynar ve bunu doğal olarak bilmez.
    Ø Her şey bir ve tek şeydir.
    Yeryüzündeki her şey Tanrı'nın yansımasıdır. Vahdet-i vücud (varlığın birliği) temeline dayanır.
    ÇOCUKSU ÖĞELER:
    Ø
    Santiago'nun koyunlarıyla konuşması. Onlara kitap ve dergi okuması,
    onlarla uyuması, kendi hayatını anlatmasıdır.

    Ø
    Santiago'nun rüzgarın kendisine sevdiği kadının kokusunu getirdiğini
    düşünmesi ve mutlu olmasıdır.

    Ø Santiago'nun rüzgarla, güneşle, çölle konuşması.

    C) DİL VE ÜSLUP
    Felsefik ve masalsı bir üslupla yazılmıştır. Dili ağırdır. Eserde çok sayıda felsefi terim kullanılmıştır. Ama bu terimlerin anlamı dipnot şeklinde sayfanın altın verilmiştir.
    Çeviri olması da eserin dil özelliğini korumadığını ortaya çıkarmaktadır. Devrik cümleler fazladır. Karşılıklı konuşmalar vardır. Yazar konuyla paralel olarak araya nasihat verici mesajda dediğimiz cümleler vererek sürükleyici olmayı sağlamaya çalışmıştır.

    D) DEĞERLENDİRME
    Kitap Mevlana'nın mesnevisindeki küçük bir öyküden yola çıkarak hazırlanmıştır. Okudukça derinliği ve genişliği olan bir kitaptır. Hristiyanlıktan, İslamiyetten çeşitli inançlardan kesitler verilmiş. Bu dinlerde yapılan bazı şeyler yazarca değerlendirilmiştir. Tartışmaya açık, herkesin kendine göre yorum yapacağı bir kitaptır.
    Kitabın tasavvufi bir boyutu vardır. Vahdet-i vücud (varlığın birliği) görüşü üzerine oturtulabilecek bir kitaptır. Her şey bir ve tektir. Dünyanın yazgısı tek elden yazılmıştır.
    Kitabın kahramanı Santiago'nun başından geçenler oldukça keyif verici ve kitabın akıcılığını sağlayan noktadır. Nitelikli kitap olma ve okuduğunu eleştirme yeteneğini geliştirmiş herkesin okuyabileceği bir kitaptır. Eğer yeterli eleştiri yapamıyorsak inanç sistemimizde farklılıkların olmasına neden olabilir. Kitaptaki olumlu unsurları olup olumsuzları atmasını bildikten sonra yaşamımıza güzel bir bakış açısı katacağına inandığım bir kitaptır.

  8. #8
    Gezgin - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    12 Eylül 2006
    Yer
    istanbul
    Yaş
    51
    Mesajlar
    1,372
    Tecrübe Puanı
    43

    Standart --->: Roman Özetleri

    HONORE DE BALZAC’IN ‘VADİDEKİ ZAMBAK’ ROMANI ÜZERİNDE BİR İNCELEME




    Honore de Balzac (1799-1850), Fransız edebiyatçısıdır. Roman türünde büyük yapıtlar ortaya koymuştur. XIX. yüzyılda romantizmin egemen olduğu bir dönemde Realizmin öncüsü olmuş ve bu yönde eserler vermiştir. Romanlarında zamanın olaylarını büyük bir gerçeklik tablosu içinde verdiği görülür.
    Roman dünyasına her tabakadan insanın girmesine izin verir. Onun yapıtlarında her sınıftan, her meslekten, her yerleşim biriminden, her yaştan insan vardır.
    Yazar bütün yapıtlarını İnsanlık Komedyası adı altında toplamaya karar vermiştir. İnsanlık Komedyası’nı üç bölüm ve 137 kitaptan oluşan bir bütünlük içinde tasarlamıştır. Fakat bu tasarısı tam olarak gerçekleşmemiştir.
    Yazarın bazı romanları: Goriot Baba, Tılsımlı Deri Jugenie Grandet, Vadideki Zambak, Mutlak Peşinde’dir.
    VADİDEKİ Zambak yazarın, insanlık Komedyası’nın “Taşra Yaşamından Sahneler” bölümünün bir romanıdır. İlk olarak 1835’teRevue Paris gazetesinde tefrika edilmiş, 1836 yılında da tamamlanmıştır.
    Vadideki Zambak’taki olaylar 1809-1836 yılları Fransa’sının taşrasında ve Paris’inde geçer. Romanın kahramanları sıradan insanlar değil, soylulardır. Romanın konusu aşktır.
    Romanın vak’ası Fransa’nın Tours kasabasında geçer. Romanın asıl kahramanı Felix de Vandenesse, anne ve baba sevgisinden uzak, kardeşleri tarafından küçümsenen, baskı altında bir çocukluk geçiren, zengin ve soylu bir ailenin küçük oğlu olan bir gençtir. Annesi ve kardeşleriyle Paris’te bulunan Felix, babasının çağırması üzerine Tours’a gider. Tours’ta babası Felix’i bir baloya davet eder. Baloda hiç tanımadığı güzel bir bayanın omuzları Felix’i büyüler. Dayanılmaz bir arzuyla bu omuzları öptükten sonra bu kadına aşık olur. Bu olaylarla roman başlar.
    Felix, aşık olduğu bu kadını daha sonra Clechogour de Şatosu’nda görür. Omzunu öptüğü kadının bir kontes olduğunu öğrenir. Bu kadın Kont Mortsauf’un eşi, evli ve iki çocuk annesi Madam de Mortsauf’tur. Madam de Mortsauf da Felix’i platonik bir aşkla sevmeye başlar ve bağlanır.
    Artık Kontes, Felix için, şatonun bulunduğu güzel vadinin zambağıdır. Bu kadın Felix’in yükselmesi için yardımcı olur. Felix’e Kral’ın yanında iyi bir yeri olan annesiyle babasının desteğini sağlar.
    Felix, Kral’ın iyi bir danışmanı ve güvenilir bir adamı olur. Buradaki işlerinde hızla yükselir. Fakat, Kontes’e olan aşkından vazgeçmez. Madam de Mortsauf ile sürekli mektuplaşırlar. Kontes’in hayatı acılarla doludur. Çocukluğunda çektiği sıkıntı ve acıları evlilik döneminde de devam eder. Kontes’in sert yapılı, anlayışı zayıf Kont kocası ve hastalıklı iki çocuğu vardır. Kendisini hep ailesine adamıştır. Böyle bir yaşam içinde Felix’in aşkına gereken karşılığı veremez.
    Madam de Mortsauf ile Felix’in birbirlerine duydukları bu yoğun sevgi, Felix’in Leydi Dudley ile cinsel aşk yaşamasıyla farklı bir görünüm kazanır.
    Bu olayları duyan Kontes hastalanır. Felikx’e duyduğu gerçek aşkı anlatamamanın verdiği üzüntü ile hastalığı artar. Gerçek aşkını ve ne kadar çok sevdiğini, fakat evliliğe, anneliğe olan bağlılığının bunların üstünde, aynı zamanda aşkının bedeli olduğunu bildiren bir mektup yazar. Bu mektubu Felix’e verdikten sonra ölür.
    Felix, Madam de Mortsauf’un son dakikalarına yetişir. Hayatının geri kalan kısmında üzüntülü bir yaşam geçirir. Bilimle, sanatla, politikayla ilgilenir ve aşkını unutmaya çalışır.
    Bakış Açısı, Anlatıcı

    Vadideki Zambak romanında vak’a kahraman bakış açısıyla verilmiştir. Olaylar romanın asıl kahramanı Felix tarafından anlatılmıştır. Olayları anlatırken geniş tasvirlere yer vermiştir. Hem kendi hem de diğer kahramanların ruh yapısıyla iç ve dış mekanı yansıtmıştır. Vadideki Zambak’ta dış mekana ait tasvirler daha ağır basmaktadır.
    Romanın genel itibariyle tek bir kahraman tarafından aktarılmıştır. Bu da romanda geniş tasvirlerin oluşturduğu sıkıcılığı ortadan kaldırmış ve akıcılığı sağlamıştır.
    Romanın Olay Örgüsü

    Romanın olay örgüsü kötü bir çocukluk geçirmiş olan Felix’in aile sevgisinden uzak, zorluklar ve baskı içinde geçen hayatının, babasının Tours’a çağırmasıyla değişmesini anlatır. Tours’ta bir baloya katılması ve güzel bir Kontes’e aşık olması olayın seyrini değiştirir ve hızlandırır. Kontes’in evli olması bu aşkı güçleştirir. Kontes’in Felikx’i platonik aşkla sevmesi, Felix’in aşkına tam manasıyla karşılık verememesi olay örgüsünün heyecanını arttırır.
    Romanın Mekanı

    Vadideki Zambak romanında mekan geniş yer kaplar ve önemli bir unsurdur. Romanda olayın geçtiği birkaç önemli yer vardır. Öncelikle roman Fransa’nın Paris’inde başlar. Bunu yazarın şu sözlerinden anlayabiliriz: “Annem beni Tours’a götürmeyi düşünüyordu. Çünkü; düşman ordusunun ilerleyişini dikkatle izleyenlere göre Paris tehlikeyle karşı karşıyaydı. Tam orada kaderimin belirleyeceği sırada apar topar Paris’ten alınıp götürüldüm. (s. 38). Paris’ten Tours’a kadar annemle birlikte yaptığım yolculuktan hiç söz etmeyeceğim. (s. 39). Buradan da anlaşılacağı üzere roman Paris’te başlar, Tours’ta gelişiyor. Romanın asıl önemli mekanı Tours’taki Clochegourde Şatosu ve şatonun da içinde yer aldığı İndre Irmağı vadisidir.
    Yazar romanında geniş tasvirlere yer vermiştir. Hem romanın kahramanları hem de mekan unsurları uzun uzun tasvirlerle verilmiştir. Örneğin yazar; Kontes’in vücut yapısını, Kont’un kişiliğini, İndre Irmağı’nı, Clochegour Şatosu’nu geniş geniş anlatmıştır.
    Vadideki Zambak romanında bu uzun tasvirler dikkat çekicidir. Bu uzun tasvirler bazı zamanlar insanda bir bıkkınlık yaratabiliyor. Okuyucu romandan sıkılıyor. Bazı tasvir bölümleri kahramanların ruh dünyasıyla paralellik göstermektedir.
    Şahıslar Dünyası

    Vadideki Zambak romanında şahıs kadrosu geniştir fakat etkili değildir. Olaylar belirli kahramanların çevresinde gerçekleşir. Diğer kahramanlar sınırlı ölçüde ve dekoratif unsur olarak romanda yerini alır.
    Felix de Vandenesse

    Romanın baş kahramanlarındandır. Yirmi yaşlarında bir gençtir. Çocukluğu ve gençliği acılarla geçmiştir. Değişken bir yapıya sahiptir. Çünkü; çocukluğunun ilk yılları acılarla geçer. Kral’ın yanında iyi bir iş bulur. Hayatı değişir. İki tane bayana aşık olur. Bunların arasında çıkmaza girer, sıkıntılı günler yaşar. Kontes’in ölmesiyle üzüntülü bir hayat yaşar. Hiçbir zaman tam mutluluğu yakalayamaz.
    Madam de Mortsauf

    Romanın belirleyici ve etkileyici kahramanlarındandır. Aslında romanın baş kahramanı da sayılabilir. Madam de Mortsauf Kont de Mortsauf’un eşidir. İki çocuk annesi bir Kontestir. Kontes de Felix gibi çocukluğunda acı çekmiştir. Evliliğinde de sorunlar yaşamıştır. Hastalıklı iki çocuğuna ve sert kişilikli Kont’a hayatını feda etmiştir. Felix’e aşık olmuştur; fakat bu aşk platonik aşktır. Gerçek aşkını hayatının son zamanlarında, bir mektupla Felix’e itiraf eder ve ölür. Madam de Mortsauf romanın hızlanmasını ve heyecanın artmasını sağlamıştır. Bu özellikleriyle romanın merkezindeki kahraman sayılır.
    Kont de Mortsauf

    Madam de Mortsauf’un kocasıdır. Sorunlu bir kişiliğe sahiptir. Bunun nedeni çocukluğunda yaşadığı zor günlerdir. Ülkenin içinde bulunduğu sürgün yılları onun eğitimini yarıda bırakmasına neden olmuştur. Üst üste kırılan umutlarının ardından yarı aç, yarı tok olarak yapılan uzun yürüyüşler sağlığını bozmuş, ruhuna güçsüzlük vermiştir. Hatta bir süre düşkünler evinde Allah rızası için bakılmıştır. Karınzarı iltihabı hastalığına yakalanmıştır. Ömrünün sonuna kadar bu hastalığın acılarını çekmiştir.
    Olay örgüsünde Kontes’in kocası olmasıyla çatışma yaratmaktadır. Felix ile Kontes’in aşkına engeldir. Olay örgüsünün her zaman içinde yer alır, Kontes’in kocası olması nedeniyle önemli kahramanlardandır.
    Leydi Dudley

    Romanın ilerleyen sayfalarında olay örgüsüne girer. Romanın heyecanını arttırır. Yeni bir çatışma ortamı yaratır. Olaylar Felix – Leydi Arabelle ve Kontes arasında odaklanır. Felix, Leydi Dudley’e karşı sonsuz bir tutku besler ve ateşli bir sevgiyle sever. Kontes’i ise taparcasına sevmektedir. Hatta Kontes’e Henrietti diyordu ve böyle seviyordu.
    Felix’in Leydi Arabelle ile olan ilişkisini öğrenen Kontes büyük bir yıkıntıya uğrar, hastalanır ve ölür. Leydi Dudley bir bakıma çatışma yaratmış, kötü kadın rolünü üstlenmiştir.
    Diğer Kahramanlar:

    Madeleine ve Jacgues

    Kont ve Kontes’in çocuklarıdır. Madeleine annesine benzer. Annesinin ruh yapısı onda tekrar hayat bulur. Jacgues de kız kardeşi gibi zayıftır. Her iki çocuk da sağlık yönünden problem yaşamaktadır. Romanın olay örgüsüne fazla katılmazlar.
    Mösyö de Chessel

    Frapesle Şatosu’nun sahibidir. Felix buraya dinlenmek için gelmiştir. Burada Mösyö’nün yardımıyla Kontes’le tanışır. Felix, Madam de Mortsauf’a aşık olur. Romanın olay örgüsü bu noktadan sonra hızlanır. Mösyö de Chessel’e ileriki sayfalarda fazla yer verilmez. Romanın arada başvurulan kahramanlarındandır.
    Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/lise-edebiyat-dersi/11813-roman-ozetleri.html#post18902
    Mösyö Origet

    Ünlü bir doktordur. Kont’un hastalanması nedeniyle Clochegour Şatosu’na birkaç defa gelmiştir. Kontes’in hastalığı döneminde de kendisine yer verilmiştir.
    Vadideki Zambak’ta karşılıklı mektuplarla, aşk ve evlilik konusuyla, kadınların gerçek özgürlüğüyle, gerçek sevgilerle din ve inançla ilgili felsefi tartışmalarla dolu olan romanda insanların duygusal varlıkları ve çatışmaları büyük bir ustalıkla aktarılmıştır.
    Romanda cinsel aşkla platonik aşk, annelik sevgisi, evliliğe bağlılık güzel bir vadinin temizliği ortamında okuyuculara sunulmuştur.
    Balzac bu romanında asıl olarak aşkı ele almış ve işlemiştir. Roman, Balzac’ın hayatıyla bağlantılıdır.
    Honore de Balzac, romanında Realizmin ilkelerine büyük oranda bağlı kalarak konularını ele almıştır. Romantizmden tam manasıyla kopmasa da gerçekçilik ilkesinin kurucusu ve savunucusu olmuştur.

  9. #9
    Gezgin - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    12 Eylül 2006
    Yer
    istanbul
    Yaş
    51
    Mesajlar
    1,372
    Tecrübe Puanı
    43

    Standart --->: Roman Özetleri

    GELİBOLU

    (Uzun-Beyaz-Bulut)


    2000 yılının mart ayında Yeni Zelanda’dan gelen genç bir kadın Çanakkale Savaşında kaybolmuş dedesini bulmak için Çanakkale Milli Parkına gelir. Çanakkale’nin Ece Yaylası köyüne gelerek önemli bir açıklama yapacağını söyler. Gazi Alican Çavuş isimli Çanakkale gazisinin kendi dedesi EL-yi John Taylor olduğunu söyler. Bölge halkı tarafından çok sevilmiş olan Alican Çavuş Çanakkale Savaşı’ndan sağ ve sağlam dönen tek kişidir. Savaşta kahramanlıklar göstermiş, İngilizlerin elinde tutsak kalmış, türlü işkencelere maruz kalmasına rağmen sır vermemiş, bir yolunu bularak da kaçmıştır. Köye geri geldikten sonra da köyün gelişmesi için çok çalışmıştır. Bütün bunlar onun bölge halkınca bir kahraman olarak görülmesine sebep olmuştur.
    Kardeşini aramak için cephe hattının gerisine geçen Meryem tarafından bulunarak köye getirilen askerle Meryem evlenir. Meryem bulduğu askere Alican dediği için bu adla anılır. Meryem ile Alican Çavuşun üç çocuğu olur. Alican Çavuş’u herkesten hatta kendi çocuklarından özellikle de Beyaz’dan kıskanan Meryem; bu uğurda kızı Beyaz’ın okumasına da engel olur. Hiç evlenmeyip, babasının yanında kalarak annesinden intikam alan Beyaz da tıpkı babası gibi yöre halkı tarafından çok sevilir.
    Ece Yaylası köyüne gelerek Alican Çavuş hakkında konuşan bu kadına önceleri köylüler mesafeli yaklaşırlar. Turist rehberi Mehmet’le köylüler Viki’yi Beyaz Hala’nın yanına götürürler. Yeni Zelandalı kadın, kendi büyük dedesi olduğunu iddia ettiği Türk gazisinin yaşayan tek çocuğu, yaşlı kızının (Beyaz Hala) evine misafir edilmiştir. Gelibolu'da bilgeliği, deneyimleri ve babasına duyulan saygı nedeniyle çok sevilen yaşlı köylü kadın, babasının Çanakkale savaşı sırasında yazdığı mektupları, yabancı genç kadına verir. Genç kadın da kendi büyük dedesinin aynı tarihlerde, aynı yerden evine yazdığı mektupları yanında getirmiştir.
    Yaşlı köylü kadının İstanbul'da yaşayan avukat torunu Ali Osman, büyük ninesini ziyaret için Gelibolu'ya gelince, yabancı kadın uzak akrabası olduğuna inandığı bu genç adamın tarihi yeniden okumak, yeniden yorumlamak tezleriyle, karizmatik albenisi arasında sıkışır, bocalar. Aralarındaki duygusal gerilim, her ikisinin de büyük dedelerinin aynı savaşta birbirlerine karşı savaşan iki düşman asker mi, yoksa bir Türk askerinin şehit olmadan önce tesadüfen kurtardığı, aklını kaçırmış bir Anzak askeri mi olduğu sorusuna yoğunlaşmalarını güçleştirir. İki gencin büyük dedelerinin izlerini sürerken yaşadıkları aşk, romanın can alıcı gizemini çözmekte beklenmedik açılımlar yaratır. Ve geldikleri noktada evrensel bir soruyla karşılaşırlar: Eğer aynı adam aynı savaşta iki düşman ülkede savaş kahramanı olmuşsa, 21. yy insanlığı bunu kabul edebilecek kadar gelişmiş midir? Yoksa bazı sırlar sonsuza dek korunmalı mıdır?
    Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/lise-edebiyat-dersi/11813-roman-ozetleri.html#post18903
    “Alistair John Taylor büyük umutla katıldığı savaşın ilk ve son durağı olan Çanakkale Savaşı’nda bir tabur askerin kaybolmasına sebep olan uzun ve beyaz bir buluttan kaçarken Türk cephesinin gerisine geçer. Tam vurulacakken ayağına takılan yaralı bir Türk askerinin sayesinde vurulmaktan son anda kurtulur. İki gün boyunca ekmeğini ve suyunu paylaştığı bu Türk askeriyle dost olur. Adının Ali Osman olduğunu öğrendiği bu Türk askerinin ölümüyle şoka giren bu Anzaklı asker daha sonra cesedi gömer. Mezar başında garip sesler çıkararak ağlayan bu asker Meryem tarafından bulunur. Meryem ilk görüşte âşık olduğu bu Anzak askerini köye getirir, onun savaştan kurtulan bir Türk askeri olduğunu söyler. Daha sonra bu savaş gazisiyle evlenir.” Beyaz Hala tarafından Viki’ye anlatılan bu olay Viki’yi derinden etkiler. Çünkü Viki ile Beyaz Hala akrabadır. Viki birkaç gün hasta yatar.
    Kahraman bir Türk askerinin aslında Yeni Zelandalı bir asker olduğu haberi çabucak yayılarak uluslararası boyuta taşınır. Köy adeta basın mensupları tarafından işgal edilir. Konu televizyonlarda enine boyuna tartışılır.
    Beyaz Hala’nın isteğiyle İstanbul’dan gelen Bulut kardeşinin avukat torunu bir basın açıklaması yapacaklarını duyurur. Basın açıklamasına Beyaz Hala, Viki, Avukat Ali Osman Taylar ve köy muhtar katılır. Açıklamada Viki olayı yanlış anladığını, Alican Çavuşun kendi dedesi Alistor John Taylor olmadığını, olayların bu hale gelmesinden derin bir üzüntü duyduğunu söyler. Beyaz Hala da babasının bir savaş kahramanı gazi olduğunu, ölmüş insanlara saygı duyulması gerektiğini söyler. Derin bir hayal kırıklığına uğramış olan basın mensupları bu gelişmeler üzerine bölgeyi terk ederler.
    Bu gelişmeler sırasında Viki ile Ali Osman Taylar arasınsa duygusal bir yakınlık oluşmaya başlar. Birlikte Arı burnu-Anzak Koyu’na giderek Anzak anma törenine katılırlar. Daha sonra Ali Osman Viki’ye Mülazım Ali Osman Bey ile Gazi Alican Çavuş’un mezarlarını gösterir.





    ROMAN içeriğinin İNCELEMESİ

    1. Şahıs Kadrosu:
    Viki (Victoria) : Romandaki bütün olaylar onun etrafında geçmektedir. Çünkü roman onun kafasındaki soru işaretlerinin çözümü üzerinde kurulmuştur. Viki Yeni Zelanda’dan dedesinin izini sürmek için gelmiştir. Uzun boylu, sarışın, mavi gözlü ve çok güzel bir kadındır. Dedesinin rüyalarına girerek kendi izini bulmasını istemesi üzerine Gelibolu’ya gelmiştir.
    Beyaz Hala: Romanda Beyaz Hala ideal bir bilge kadın motifinde verilmiştir. Kendisi de ismi gibi bembeyazdır. Çocukluğundan beri güzelliği ile dikkatleri üzerine toplamıştır. Kendisi son derece soğukkanlıdır; ama çevresindeki insanlar üzerinde korkutucu bir otorite kurmuştur. Eserde yerel dili en iyi yansıtan (özellikle “marı” sözünü çok kullanmaktadır.) odur. Kendisi çok zekidir.
    Alican Çavuş: Uzun boylu, sarışın, mavi gözlü ve çok yakışıklıdır. Savaştan döndükten sora ani titreme nöbetleri, kısa süreli kısmi felçler, hafıza kaybı, dil tutulmaları, şiddetli baş ağrıları, gündüz kâbusları ve uykusuzluk gibi rahatsızlıklarla baş etmek zorunda kalır. Kendisi Yeni Zelandalı olduğu halde Gelibolu’ya yerleştikten sonra turistlerden özellikle kaçar onlarla İngilizce konuşmazdı. Ama çocuklarına yabancı dili kendisi öğretmiştir.
    Meryem: Fiziksel olarak pek güzel değildir. Kendisi erkek gibi büyümüştür. Romanda Meryem’in aşkı çarpıcı bir şekilde dile getirilmiştir. Bu da romana farklı bir hana katmıştır. Kendisini kocasına adamıştır.
    Teğmen Ali Osman Bey: İyi bir eğitim almıştır. Her Türk genci gibi vatani görevini yapmaktan onur duyan bir gençtir. Romanda özellikle mektuplarıyla yer almaktadır.
    Avukat Ali Osman: Romana sonradan dahil olmuştur, avukattır. Uzun boylu, siyah saçlı ve kahverengi gözlüdür. Romanın sonunda Viki ile yakınlaşması eseri tek düzelikten kurtarmıştır.
    Diğer Şahıslar Şunlardır: Uzun, Bulut, Mehmet(turist rehberi), Semahat Hanım, Salih ve Köy Muhtarı




    2. Mekân:
    Romanda savaş Arı burnu (Anzak Koyu)’nda; diğer olaylar Eceyaylası Köyü’nde, İstanbul’da ve Eceabat’ta geçmektedir.

    3. Zaman:
    Romanda olayların geçtiği zaman olarak iki farklı zaman görülmektedir. Birincisi Çanakkale Savaşı yıllar; diğeri 2000 yılının mart ayından sonraki üç haftadır.

    4. Dil ve Anlatım Özellikleri:
    Romanın akıcı bir dili vardır. Köylülerin konuşmalarında özellikle de Beyaz Hala’nın konuşmasında bölgesel dile yer verilmiştir. Roman üçüncü tekil şahıs ağzıyla yazılmıştır. Mektupların yer aldığı bölümlerde ise birinci tekil şahıs ağzı hâkimdir. Yazarın kadın olmasından dolayı kadın karakterlerin hisleri erkek karakterlere göre daha iyi yansıtılmıştır.
    Eleştiri:
    Roman Çanakkale Savaşı için yazılmış kitapların en ilgi çekicilerinden birisidir. Kahraman düşmanım söylemine uygun düşen bir yaklaşımı bulunmaktadır. Eser, kendi ölümüyle arkadaşının hem de düşman milletten olan arkadaşının yaşaması için bir Türk askerinin göstermiş olduğu özverinin en güzel örneğidir.
    Roman ilerledikçe okuru da; bir dedektif gibi katılacağı iz sürme serüveni, tez-antitez ekseninde milliyetçilik, emperyalizm gibi konular üzerinde cesur ve farklı bir yolculuğa çıkarken, eser aynı zamanda, sekiz buçuk ayda 500.000 genç insan hayatının yok olduğu, Türk ve dünya tarihi açısından çok önemli sonuçlara neden olan Çanakkale Savaşları'nın insani ayrıntıları da gün yüzüne çıkmaktadır.
    Uzun Beyaz Bulut-Gelibolu, Türk Tarihi'nin en önemli zaferlerinden Çanakkale Savaşları'na, iki binli yılların bilinciyle ve uluslarası tezleri de ciddiye alarak bakan, epik bir roman. Tarihin ve savaşların insani ayrıntılar bilinmeden anlaşılamayacağının derinlikli, lirik ve edebi bir kanıtı.
    Eserde mektuplar önemli bir yer tutmaktadır. Gerek Ali Osman Bey’in gerekse Alistor John Taylor’un ailelerine yazdıkları mektuplar romanı hem daha çekici hale getiriyor hem de romana farklı bir özellik kazandırıyor. Mektuplarda farklı kültür çevrelerinde yetişmiş olan iki gencin hayalleri, geleceğe dair planları, önceleri bir oyun gibi görülen savaşın ürküten yanları çarpıcı bir şekilde dile getirilmiştir.
    Romanda işgal altındaki yıllarında İstanbul’un içler acısı haline de yer verilmiştir. İşgal hem de bir Anzak askerinin hisleriyle dile getirilmiştir. İstanbul’daki işgal kuvvetlerinin yapmış oldukları eziyetleri gören Alistor John Taylor ilk defa kendini Alican Çavuş gibi hissetmeye başlıyor.
    Romanın sonlarına doğru biz okuyucuları daha da gururlandıran diğer bir olay da Mustafa Kemal ATATÜRK gibi bir lider yetiştirdiğimiz gerçeğidir. Romanın son bölümünde Mustafa Kemal’in Anzaklı askerler ve onların ailelerine hitaben yapmış olduğu ünlü konuşmasına yer verilmiştir.
    Bu memleket toprakları üzerinde kanlarını döken kahramanlar, burada bir dost vatanının toprağındasınız, huzur ve sükûn içinde uyuyunuz. Sizler Mehmetçiklerle yan yana, koyun koyunasınız. Uzak diyarlardan evlatlarını savaşa yollayan analar, gözyaşlarınızı dindiriniz. Evlatlarınız bizim bağrımızda, huzur içindedirler ve huzur içinde uyuyacaklardır. Onlar bu topraklar üzerinde canlarını verdikten sonra artık bizim evlatlarımız olmuşlardır.


    ATATÜRK,1934

    Yukarıdaki hitaptan da anlaşılacağı gibi büyük liderleri büyük millet çıkartmaktadır. Herhalde bizim en büyük sıkıntımız kendimizi diğer milletlere yeteri kadar anlatmaya özen göstermeyişimizdir.
    Romanda dikkati çeken diğer bir özellik de yazarın, eserin bazı bölümlerinde bilgi vermesidir. Yazar söylemek istediği veya karşı olduğu düşünceleri roman kahramanları aracılığıyla okuyucuya sunmaktadır. Beyaz Hala, Gelibolu ve İstanbul bülbüllerinden bahsederken Divan Edebiyatı mazmunlarından olan gül ile bülbül olayına telmih yapmaktadır.
    Buket Uzuner eserin önsözünde “Bu kitap bir kurgu çalışmasıdır. Gerçekle benzerlikler olsa bile bunlar bir tesadüftür.” diyerek; içinde tarihi gerçekler olsa bile romanın tarih kitaplarından ayrılan yönüne işaret etmiştir.

  10. #10
    Gezgin - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    12 Eylül 2006
    Yer
    istanbul
    Yaş
    51
    Mesajlar
    1,372
    Tecrübe Puanı
    43

    Standart --->: Roman Özetleri


    Varlıklı bir ailenin çocuğu olan Ali Bey,yirmi iki yaşlarında ii bir eğitim ve öğrenim
    görmüş bir gençtir.Yalnız hayat tecrübesinden yoksundur.
    19.yy’ın seçkin gezinti yerlerinden biri olan Çamlıca’da dolaşırken çok güzel bir kadınla
    tanışır.Kadının adı Mahpeyker’dir.Genç adam, ilk karşılaşmada ilgi duyduğu bu kadını derin
    bir aşkla sevmeğe başlar. Bu ilk tanışmadan sonra hemen her hafta Mahpeyker’le buluşmak
    üzere Çamlıca’ya gider. Oysa kadının kirli bir geçmişi vardır ve Ali Bey’in sevgisine layık
    değildir.Bu durumun farkında olmayan ve onu da kendisi gibi temiz bir sevda içinde hyal
    kuran genç adam, kısa zamanda eini ve işini ihmal etmeye başlar.Zamanla geceleri bile evine
    uğramadığı olur.
    Bir süre sonra ailesi, Ali Bey’in durumunu öğrenirler.Onu, zor kullanarak,bu durumdan
    kurtarmaktan çek, başka çarelere başvururlar.Delikanlının annesi oğlunu dış etki ve
    bağlardan kurtarmak için eve genç ve çok güzel bir cariye alır.Cariyenin adı Dilaşub’dur.Bu
    cariye temiz,saf,iyi ahlaklı bir gencecik kızdır.Annenin amacı, Ali Bey’in Dilaşub’u sevmesi,
    böylelikle yakasını sokak kadını Mahpeyker’den kurtarmaktır.Ne var ki, iyi düşünülmüş bu
    çare umulanı vermez;Ali Bey, Dilaşub’un dfarkında bile değildir.Her geçen gün çoğalan bir
    sevdayı Çamlıca’ya, Mahpeyker’e taşımaya devam eder.
    Aradan bir süre geçmiştir.Bir seferinde yine sevgilisine gidip onu evinde bulamayan Ali
    Bey, bir tesadüf v küçücük bir inceleme sonucu,onun nasıl bir kadın olduğunu öğrenir.Büyük
    bir sarsıntı geçirir.O, bu sarsıntılarla bocalarken,annesi ustalıkla Dilaşub’u yeniden karşısına
    çıkarır.Avunmak ihtiyacı ile yanan genç adam bu sefer genç,güzel cariye ile ilgilenir.Dilaşub
    da zaten çoktan beri Ali Bey’i sevmektedir.Evlenmeleri kararlaştırılır.
    Öte yandan Ali Bey’in kendisine uğramadığını gören ve sebebini araştıran
    Mahpeyker,durumu öğrenince büyük bir öfkeye kapılır;iki gençten intikam almaya karar
    verir.Birçok tanıdıkları aracılığı ile hazırladıkları iftiraları yağdırmaya başlar.Bu iftiraların
    ağırlık noktası,Dilaşub’un da,kendisi gibi,iffetsiz bir kadın olduğu şeklindedir.Ali Bey, kısa
    zamanda bu iftiraların etkisinde kalır.Onun karısına olan sevgisi zaten bir tesellinin ucuna
    bağlanmış bir düğümden ibaret olduğu için, çabucak kine ve düşmanlığa döner.Nihayet bir
    gün karısını adam akıllı azarlar,döver:bununla da yetinmez, genelevlerden birine kapatılmak
    üzere zavallıyı bir esirci tellalına satar.Esirci tellalı aslında Mahpeyker’in
    adamlarındandır.Dilaşub’u alıp doğru Mahpeyker’e götürür.Mahpeyker, paralı ve genç
    sevgilisini elinden almış olan mazlum kadını, kendisine bağlı evlerden birinde sermaye olarak
    kullanmaya başlar.
    Üst üste uğradığı gönül kırıklıkları ve yaşadığı düzensiz hayat Ali Bey’in sağlığını
    sarsmıştır.Bunun sonucu olarak hastalanır.Oğlunun kötü bir sona gittiğini sezinleyen annenin
    de hastalığı artar;sonunda bu kahırlara dayanamayarak ölür.
    Ali Bey’e karşı olan kini bir türlü sönmeyen Mahpeyker, Dilaşub gibi onuda büsbütün
    mahvetmek kararındadır.Bu kararını gerçekleştirmek üzere bir plan düzenler:Ali Bey’i bir
    eğlenti evine çağıracak ve orada bir yolunu bulup öldürecektir.Kocasını her zaman sevmiş
    olan,hala da seven Dilaşub, bu planı öğrenir.Büyük zorluklarla, gizli yollardan ona haber
    salar, hakkındaki kötü hazırlığı kendisine bildirir.Bu habere önce inanmayan Ali Bey,gittiği
    evde durumun gerçekten de böyle olduğunu öğrenince bir yolunu bulup kaçar ve

    kurtulur.Eşinin kurtuluşundan dolayı büyük bir mutluluk içine düşen Dilaşub, onun kaçarken
    bıraktığı paltosuna sarılır ve yatağına girer.Biraz sonra genç adamı öldürmekle görevli kiralık
    katil odaya girer.Karanlık odada göz yordamı ile aranırken, köşede palyolu birinin
    uyuduğunu görür; usulca yanına sokulup elindeki bıçağı kelbine saplar,kadıncağızı öldürür.
    Bu arada Ali Bey, karakola gitmiş birkaç emniyet görevlisi alarak yeniden eve
    dönmüştür.İçeri girip de Dilaşub’un kanlar içinde yüzen cesedini görünce çılgına döner.Tam o
    sırada dudaklarında zalim bir tebessümle, içeriye Mahpeyker girmektedir.Kendini kaybeden
    Ali Bey, Dilaşub’u öldürn bıçağı kapıp Mahpeyker’i delik deşik eder ve yanındaki emniyet
    görevlilerine teslim olur.
    Ali Bey; artık herşeyii ,sağlığını,sevdiği kadını,şeref ve onurunu, servetini yitrmiş bir
    zavallı bir insandır.Bu büyük elemlerim havası içinde bir süre hapishane köşelerinde sürünür
    ve birgün tam bir hüsran içinde son nefesini verir.

    3. MUHTEVA BİLGİSİ
    A.ANA FİKİR :
    Karşılaştıkları olaylar hakkında derinlemesine değerlendirme yapmadan karar veren
    insanlar çoğu zaman yanlış yaparlar.Ve ne yazık ki bu karardan dönmeleride çok zor
    olur.Genellikle son pişmanlık fayda etmez.
    B. ALINACAK DERSLER :
    · Güvendiğimiz insanları iyi tanımamız lazımdır.
    · Sevdiğimiz insanları seçerken çok dikkatli olmalıyız.
    · Kalbimizin sesini dinlerken beynimizin de sesini dinlamaliyiz.
    · Aşık olunmaması gereken kişilere aşık olanların hayatları alt-üst olur.
    · Seçimlerimiz yaparken sonuölarını göz önünde bulundurmalıyız.
    · Kaybedecek birşeyi olmayanlar hiçbir şeyden korkmazlar.
    · Düşünerek karar vermeliyiz.
    · Bir anlık zevkler uğruna hayatımızı karartmamalıyız.

    B.OLAYIN KİŞİLERİ VE TAHLİLLERİ :
    ( 1 ) FİZİKİ TAHLİLİ

    ALİ BEY : Yirmi bir, yirmi iki yaşlarında yakışıklı bir delikanlıdır.Sarı benizli, kızların
    dikkatini toplayacak derece çekicidir.Mahpeyker’in ona vurulmasının tek sebebi de onun bu
    karşı konulmaz çekiciliğidir.
    MAHPEYKER : Boyu posu gayet düzgün, siyahımsı samur saçlı, incerek düz kaşlı,
    noktalı yeşil gözlü, çekme burunlu,ufacık ağızlı, kor dudaklı bir kadındır.
    ATIF BEY :Aşağı yukarı Ali Bey’le aynı yaştaydı.Zarif biri olan Atıf Bey terbiyeli olduğu
    kadar düzgün giyimli ve bakımlı bir adamdır.
    MESUT BEY : Ellili yaşlarda olan Mesut Efendi’nin şakkalarına aklar düşmüş, yüzünde
    çizgiler belirginleşmiştir.Terbiyesini dış görünüşüyle açığa çıkarır.
    FATMA HANIM : Ali Bey’in annesi olan Fatma Hanım, özellikle kocasının ölümünden
    sonra iyice yaşlanmıştır.Ölmeden önce oğlunun mürüvvetini görmek ister.
    ABDULLAH EFENDİ: Çok zengin olan Abdullah Efendi, Suriyeli bir Arap’tır.Yaşı
    yetmişi geçtiği halde kadın, kız peşinde koşmaktan kendini alamaz.Yüzüne bakılamayacak
    kadar suratsız, çirkin bir adamdır.Yüzü çiçek bozuğundan delik deşik, rengi zenci hurması
    denilecek drecede koyu esmerdir.Gözü de hastalıklardan dolayı hem pereli hem de çipildi.Alt
    kısmı frengiden dökülmüş çentik,yarım burnu;fırça yüzü görmemiş çürük dişleri; uyuz hyvan
    tüyü kadar seyrek bıyık ve sakalı, yüzünün korkunçluğunu bir kat daha arttırmaktadır.

    DİLAŞUB : Vücudunun tüm güzellikleriyle tam bir melektir.Güzelliğiyle Ali Bey’i
    etkileyen Dilaşub,sçları sırma gibi sarı; alnı duru ve beyaz; tatlı mavi gözleri ve gülpembe
    yanaklarıyla çok çekiciydi.

    ( 2 ) RUHİ TAHLİLİ

    ALİ BEY : Vatanımızın kültür merkezi olan İstanbul’da büyümüş, özel öğretmenlerden
    ders almış, çok muhteşem şekilde öğrenim görmüştür.O kadar ki;daha on yaşına bastığı
    zaman birkaç yabancı dl öğrenmişti.Ali Bey’in terbiyesine ve davranışlarına bakanlar
    kendisini adeta bir melek zannederlerdi.Fakat Ali fazlaca sinirli ve kanı oynak birisiydi.Bunun
    neticesi olan hiddetini, aldığı terbiye ve gördüğü şefkatli muameler sayesinde, herhangi bir
    şeye karşı lüzumundan fazla, adeta esirlik derecesinde düşkünlüğü hemen her halinden
    anlaşılırsı.Her neye merak sarsa, bütün işlerini bir yana bırakır, dünyayı unutur, sadece
    onunla meşgul olurdu.Bir şeyi arzu eder de gerçekleştirmesinde küçük bir engele rastlasa,
    arzusu ne kada önemli olursa olsun, onu gerçekleştirmek için en büyük fedakrlıktan
    çekinmezdi.Hatta ufak bir emeline ulaşamıyınca günlerce hastalanır; geceleri gizli gizli
    ağlardı.
    MAHPEYKER : Terbiye ve ahlak bakımından Ali Bey’in tamamen zıddıydı.Alçak ve
    namussuz bir aileden yetişmiş; daha on dört, on beş yaşına gelmeden rezaletin her çeşidini
    öğrenmişti.Biraz okuyup yazma öğrendiği ve hemen bütün şahitlerini İstanbul’un tanınmış
    aşifteleriyle geçirdiği için şeytani zekası çok gelişmişti.İstediği adamı elde edip ona keyfinin
    istediği şekilde tahakküm ederdi.Son derece şehvet düşkünü olduğu için hoşlandığı erkekleri
    bin cilveyle hükmü altında tutmak ister ve bunu daima ustalıkla becerirdi.Yakışıklı erkekleri
    gerçekten severdi; fakat yılan bir adama nasıl sarılırsa bu da öyle sarılmak isterdi.Ve o
    erkeğin yalnız kendisine ait olmasını isterdi.
    ATIF BEY : Ali Bey’in iş arkadaşı olan Atıf Bey en az Ali Bey kadar terbiyeli ve
    karakterli bir insandır.Kısa zamanda ALİ Bey ile canciğer arkadaş ve sırdaş
    olmuştur.Fikirleri ve nasihatlarıyla Ali Bey’e yardımcı olmaya çalışmaktdır.
    MESUT BEY : Atıf Bey’in dayısı olan Mesut Bey İstanbul’un her köşesine sokularak
    çeşitli olayların içinde yoğrulmuş, dünyanın kaç bucak olduğunu anlamış, tecrübeli bir
    adamdı.Kötülerin düşmanı iyilerin dostuydu.
    FATMA HANIM : Oğlunu gayet terbiyeli ve olgun şekilde yetiştirmeye dikkat
    ederdi.Oğlunun başına gelebilecek en ufak kötülük onu mahfederdi.Özellikle Mahpeyker’e
    aşık olduktan sonra oğlunun geleceğinden şüphe eder olmuştu.Asıl isteği ölmeden önce
    hayırlısıyla oğlunun mürüvvetini görmekti.
    ABDULLAH EFENDİ : Suriye’nin en alçak, en ahlaksı adamlarından biriydi.Ortak
    olduğu tüccarları batırarak çok para kazanmış, bin bir hile ve düzenbazlıkla servetini kat kat
    arttırmıştı.Mahpeyker’le tanıştıktan sonra ona büyük bir ilgi duymuştur.
    DİLAŞUB : Bir cariye olarak Ali Bey’in evine girmiştir.Ali Bey’le evlendikten sonra
    iftiraya uğraması sonucu satılmış ve Mahpeyker’in eline düştükten sonra bin bir sıkıntı ve
    işkenceye göğüs germiştir.Aslında Ali Bey’i gönülden sevmektedir.


    ( 3 ) SOSYAL TAHLİLLERİ

    ALİ BEY :Babı-Ali’ de ktiplik yapan ALİ Bey özellikle bbasının ünüyle tanınmış terbiyeli
    ve dürüst biridir.Zor duruma düştüğünde babasından kalan mirası sayesinde geçinebilmiştir.
    MAHPEYKER : Tam anlamıyla bir aşiftedir.Kendisinin bu aşifteliği annesinden
    kalmadır.Küçük yaştan beri her türlü namussuzluğu ve ahlaksızlığı ypmıştır.Aklı fikri
    beğendiği erkeklerle birlikte olmaktadır.
    ATIF BEY : İstanbul’un ileri gelen ailelerinden birinin çocuğu olarak yetişmiştir.
    Eğitimini tamamladıktan sonra Babı-Ali’ de katiplik yapmaya başlamıştır.
    MESUT BEY : Olgun ve terbiyeli karakteriyle, çeşitli yönleriyle tanınmış, güvenilir br
    insandır.Gayet tecrübeli olan Mesut Bey İstanbul’u, özellikle de Çamlıca’yı tüm yönleriyle
    bilmektedir.
    ABDULLAH EFENDİ : Aşırı derecede zengin, bir o kadar da şerefsiz ve namussuzdur.
    Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/lise-edebiyat-dersi/11813-roman-ozetleri.html#post18904
    Mısır’la yaptığı ticaret işleri sayesinde çok para kazanan Abdullah Efendi’nin yapamayacağı
    şerefsizlik ve adilik yoktur.Ondan her türlü kötülük beklenebilir.

Sayfa 1/2 12 SonSon

Benzer Konular

  1. kpss konu özetleri
    By soleil in forum KPSS
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 07.Mayıs.2009, 17:21
  2. kitap özetleri ...
    By soleil in forum Kitap Özetleri
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 21.Ocak.2009, 23:13
  3. İngilizce Hikaye Özetleri
    By soleil in forum Lise İngilizce Ders Notları
    Cevaplar: 3
    Son Mesaj: 24.Nisan.2008, 16:37
  4. Türk Edebiyatı Kısa Roman Özetleri
    By soleil in forum Kitap Özetleri
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 02.Mart.2008, 19:08
  5. Kitap Özetleri
    By Beyza in forum Türkçe Dersi
    Cevaplar: 48
    Son Mesaj: 06.Kasım.2006, 12:04

Bu Konudaki Etiketler


Search Engine Optimization by vBSEO 3.6.0 PL2 ©2011, Crawlability, Inc.