Büyük rüyalarım olmadı, dedi. Dostumdu. Üzüldüm. Keşke, dedim, olsaydı büyük, hem de çok büyük rüyaların. Ne güzel olurdu. Rüyası olması insana “insanî” bir özellik katardı. Kim demişti bu sözü? Hem niye demişti? Saçmalıktı.

74 model Renault steyşını vardı. Abimizdi. Mercedes’e ne zaman bineceğini sorar, bu minval üzere şakalaşırdık. Çok uzun zaman geçmedi bindi mercedese. Hem de bakanların, başbakanın bindiklerinden birisine bindi. Meğer rüyalar da rüyaları getirirmiş. Devam etti rüyaları. Hanlar, hamamlar, yatlar, katlar… Mutluluk ve huzurun kapı dışarı edildiği rüyalardan bir demet…
Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/konusuz-konular/6445-bagislanmami-istiyorum.html#post9597

Gençtim ve okumayı seviyordum. İyi bir okuyucuydum. Sen yazar olmalısın dediler. Yazarlık kimdi, ben kimdim? Attılar denize. İstersen kulaçlama suları? Dergiler çıkarttım, yazarı oldum, reklâmcısı oldum, kapıcısı oldum, muhalifi oldum. Ne olmayı umduğum noktadaydım, ne de başkalarının beni yakıştırdıkları makamda. Yazdım ve okudum. Devamlı yazdım ve okudum. Kimin için? Kendim için. Rüyalarım için. Ben, rüyasının ahengine dalıvermiş bir havarî idim. Cemil Meriç vardı yanı başımda.

Yaşadıklarımı yazdım her zaman. Sükûnet ve mutmain bir kalp muradı ile seğirttim gölgemin önü sıra. Sonbahardı, en sevdiğim mevsimdi. Kuru, sarı yapraklar üzerinde ayak basışlarımdan yayılan müthiş musıkî ile tanıdık sokaklara taşıyor, tanıdık gözler arıyordum. Mevsimler geçti, aradıklarım göğe kaldırılmıştı. Ya erken geliyordum ya geç kalıyordum. Bir beyt geliyordu aklıma: “Sunar bir cam-ı memlû bir tehî peymâneden sonra /Döner vefk-i murâd üzre felek ammâ neden sonra”

Bunun gibi işte. Sonra yürüdüm. Yürüdükçe saçlarım aklaştı. Dişlerim hiçbir zaman güldürmedi beni. Kamburun çıkmış diyordu eş dost. Adını koyduk: ihtiyarlık. İhtiyarlık kim, ben kimim? Daha 17 yaş dinçliği ile yazıyordum; yaşıyordum. Taşı sıktı mı suyunu çıkarırdım Allah’ın izniyle. Gel gör beni aşk n’eyledi. Olmayınca olmuyor. Ne kadar uğraşırsan uğraş elde var sıfır.

Kocadık gayrı. Hayat mecraı kendi bildiği yolda acayip hızlı ilerliyor. Rahmetli Zarifoğlu geliyor dilimin ucuna, Sultan diyor üstat:

Seçkin bir kimse değilim
İsmimin baş harfleri acz tutuyor
Bağışlamanı dilerim.
Sana zorsa bırak yanayım
Kolaysa esirgeme.
Hayat bir boş rüyaymış
Geçen ibadetler özürlü
Eski günahlar dipdiri
Seçkin bir kimse değilim
İsmimin baş harflerinde kimliğim
Bağışlanmamı dilerim.
Sana zorsa bırak yanayım
Kolaysa esirgeme.
Hayat boş geçti
Geri kalan korkulu
Her adımım dolu olsa
İşe yaramaz katında
Biliyorum
Bağışlanmamı diliyorum.

Büyük rüyalarım olmadı, dedi. Dostumdu. Üzüldüm. Keşke, dedim, olsaydı büyük, hem de çok büyük rüyaların... Ne güzel olurdu... Rüyası olması insana “insanî” bir özellik katardı. Kim demişti bu sözü? Hem niye demişti? Saçmalıktı.

Dedim ama rüyalarımın peşinden koşturup durmaktayım. Heyhat!..