u dizidekiler de sana ithaf olunur... Eski bir adamın hezeyanları manasında...

Ne alçılı ayak parmaklarıdır, ne İzmir'in balkonlarından sarkan, güneşin saçlarını savurduğu o kadınlar, ne de haşim'in Diclenin kenarında dolaşan, hâste, leyli, kadın gölgeleri....
Ne hırçınlığı amansız, ne de bitmeyen otobüs yolculuklarının tuhaf tartışmaları içinde akan bilinmeze yolculuklar....
Ne alkolden kaybolduğunda aklın, ne çalışarak geçirdiğin ömrün ne de tutkularının bir aksi olan kelimelerin ve hiçbir şey bu kadar güçlü olamayacak....
Bu gemiler bu limandan habersiz yüzmeye devam edecek bu gökyüzünde...
Rakid havza düşen o kuru yapraklar olmasa..
Sıcaktan bunalmış Turfan'da bir akşam icray-ı hayat etmiş olmasak,,
Karizlerin büyülü sükunetinde sandal ağaçları ile dolaşmış olmasak..
Bütün bunları haykırabilirdim, herneyse bu da burada bitsin artık...

Bu nehrin akacağı bellidir.. ne noksan ne de ziyade.
Bu nehrin varacağı yer de bellidir.. ne baîd ne de garîb.
Görüp göreceğimiz bu deniz mağarası da budur ancak, bu kadar berrak bu kadar yeşil, ve bu kadar gürültülü..
Bakışlarındaki karamsarlık da böyle ölçülü olmalı...Neftî gözlerinin buyur eden sıcaklığı..
Buradan sarı başaklara uzanıyoruz, durmadan salınan başaklara, Rûz-i gârın aramgâhı olan güneşten bir parça olan bu ekinlere...
Sana olan bu sonsuz tutkumu, ipek tenlerine yazıyorum, bilmediğim, görmediğim, işitmediğim başkalarının adlarını...
Böylece bu sabah da bekliyorum, öncekilerdeki gibi.. Kimileyin yoruluyorum, doğrudur,
Fakat beklemek de sanattır biraz, bu şarkın mavi gecelerinde,
Beklemek de sanattır biraz sana olan tutkumu büyütürken...

Durmadan savruluyorum böylece,
İpek yoluna düşen en son kervanın izindeyim..
Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/konusuz-konular/53885-tutku.html#post110418
Harabelerde soluklanıyorum tutkunu..
Böyle doğmamıştı bu güneş üzerimize bundan önce,
Böyle esmemişti rüzgar sanki alacak gibi ruhumuzu,
Böyle bir dil duymamıştı kulaklarımız, şu gelen yabancıdan,
Tutkumuz böyle büyük olmamıştı hiçbir zaman..

Saçlarını arıyorum bu nîl-i ebedde,
Gölgen sarı bir fener gibi kılavuzluyor yolumuzu,
Böyle gökçek, bir görçeği görmemişti gözlerimiz..
Yavaş yavaş aydınlanırken gün ne de kararırken tün.

Tutkundan önce…

Büyük bir hücreymiş dünya,
İçine hapsolduğumuz..
Gökyüzü bir dam denizlerse duvarmış,
İçinde kaybolduğumuz
Böyleymiş hayat dediğimiz, bunu anladım

Öyle değerlisin demek,
Akdeniz kadar duru, yağmur kadar ince, zarif,
Okyanustayım, tutkun kadar büyük..
Bu mavide bir bilinmeze giderek
Adını tekrarlıyorum içimden,
Öyle değerlisin demek…

Bir pelit koyağından geçiyoruz,
Önümüzde kaliptoslar , ardımız da bir üzüm vadisi,
Tut ellerimden diyorsun gülerek,
Bir mavi rüya açılıyor önümüze,
Bütün güllerini bu şehrin, sana sunuyorlar,
Böyle değerlisin demek,





--------------------

'UZAK VE MAİ GÖLGELİ BİR BELDEDEN CUDA KALARAK
BU NEFY-İ HİCRE MÜEBBED BU YERDE MAHKUMUZ'