Hz. Ali buyurdu ki:
- Müslümanlar, âhırete inanıyor. Kitapsız kâfirler, inkâr ediyor. Tekrar dirilmek olmasaydı, inanmıyanlar birşey kazanmaz, müslümanlar da, zarar etmezdi.
Fakat, kâfirlerin dediği olmayınca, sonsuz azâb çekeceklerdir.
Peygamber aleyhisselâm, birgün kızı Hz. Fâtımanın evine teşrif etmişti. Hz. Aliyi evde bulamayınca kızına sordu:
- Amcamın oğlu nerededir?
- Babacığım, aramızda küçük birşey olmuştu da, dışarı çıktı.
Ali nerededir?
Resûl-i ekrem efendimiz, Hz. Aliyi aramaya çıktı. Yolda rastladığı Hz. Sehle sordu:
- Ali nerededir, gördün mü?
Hz. Sehl arayıp, mescidde olduğunu haber verdi.
Resûlullah Hz. Alinin yanına geldi. Hz. Ali, toprağın üzerine yatmış, hırkası omuzundan düşmüş, vücudu toz-toprak içinde kalmıştı.
Resûl-i ekrem bir taraftan toprakları silkeliyor, bir taraftan da:
- Kum, yâ Ebâ Türâb! Yani kalk, ey toprağın babası, diyordu.
Fahr-i kâinat efendimiz, Hz. Ali ile birlikte evlerine gittiler.. Hz. Ali kendisine, Ebû Türâb denilmesinden çok hoşlanırdı.
Çünkü bu lakâb, ona, Allah Resûlünün verdiği manevî bir taltif idi.
Bir gün Hz. Alinin annesi Fâtıma hâtun, Ebû Tâlibe sordu:
- Oğlun nerede?
- Ne yapacaksın onu?
- Âzâdlı kadın kölem, Ecyadda, onu, Muhammedle birlikte namaz kılarken gördüğünü, bana haber verdi.
Sonra da Ebû Tâlibe, Sen, oğlunun dînini değiştirmesini uygun görüyor musun?! diye çıkışınca, Ebû Tâlib şu cevâbı verdi:
Üstünlük sırası
- Sus! Amcasının oğluna arka ve yardımcı olmak, elbet, herkesten çok, ona düşer! Eğer, nefsim, Abdülmuttalibin dînini bırakmak husûsunda bana boyun eğmiş olsaydı, ben de, muhakkak, Muhammede tâbi olurdum! Çünkü, o, halîmdir, emîndir, tâhirdir!
Bu cevap üzerine, Fâtıma hâtun da, sustu.
Osman-ı Zinnûreynden sonra üstünlük sırası Hz. Alidedir. Hilâfeti, ümmetin icmâı ile sâbittir. Resûlullah, kızı Hz. Fâtımayı ona nikâh etmiştir. Daha önceleri de putlara saygı göstermediği için, kerremallahü vecheh lakâbı verilmiştir. Allahın, kerîm, şerefli, mübârek kıldığı yüz, manâsındadır.
Hz. Ali buyurdu ki:
Ben, Resûlullah efendimizden işittim, şöyle buyurdu:
(Akıllı insana yaraşan; geçim husûslarının, âhıreti ilgilendiren hâllerin ve aîlevî meselelerin dışında, konuşmamaktır. Aklı başında olana yaraşan, hâline bakmak, dilini ve karnını faydasız şeylerden ve harâmdan korumaktır.)
Hz. Ali bir kalabalığı eğlence içinde görüp, böyle eğlenip neşelenmelerinin sebebini sorduğunda, onlar dediler ki:
- Bugün bayramımızdır.
Bunun üzerine Hazret-i Ali de buyurdu ki:
- Günâh işlemediğimiz günler de bizim bayramımızdır.
Hz. Ali buyurdu ki:
- Amellerin en fazîletlisi, iyiliği emredip kötülükten vazgeçirmek ve günâh işliyeni sevmemektir. Kim ki iyiliği emrederse, müminin sırtını muhkemleştirmiş, sağlamlaştırmış olur. Kim de kötülüğü men eder ve ondan vazgeçirirse, münâfığın burnunu yere sürtmüş olur.
Hz. Ali Hendek savaşında, bir düşman askerini altedip, yere yatırdı. Kılıcını çekti. Tam vuracağı zaman, düşman askeri Hz. Alinin yüzüne tükürdü.
Niçin öldürmedin?
Hz. Ali kılıcını kınına koydu. Onunla savaşmaktan vazgeçti. Ölümünü bekleyen kimse, bu işten bir şey anlamadı. Hayretle kendisine sordu:
- Kılıcını çekmiştin. Beni öldürmene hiçbir engel yokken neden vazgeçtin? Öfken birden yatıştı.
Hz. Ali şöyle cevap verdi:
Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/islam-tarihi/17668-hz-ali-bin-eb%CE-talib.html#post34102
- Ben kılıcımı Allah için vuruyordum. Ben Allahın arslanıyım. Nefsin esîri değilim. Sen, benim şahsıma karşı yaptığın hareketten sonra seni öldürseydim, nefsim için öldürmüş olabilirdim. Hâlbuki her yaptığımı Allah için yapmam lâzımdır.
Hz. Ali, hayvanlarını kuyudan su çekerek sulayan bir bedevî ile anlaştı. Kuyudan çekeceği her kova su için, bedevîden bir avuç hurma alacaktı. Hz. Ali su çekmeye başladı. Son kovayı çekerken, kovanın ipi kopup, kova, derin kuyunun içine düştü.
Bedevî, kızgınlıkla Hz. Alinin mübârek yüzüne bir tokat vurup ücreti olan hurmayı da verdi. Hz. Ali kovayı kuyudan çıkardı. Bedevîye verip oradan uzaklaştı.
Onun dîni haktır
Bedevî, Hz. Alinin, derin kuyudan kovayı çıkarmasına hayret edip, kendi kendine, Eğer onun dîni hak olmasaydı, bu derin kuyudan kovayı çıkaramazdı. Küstahlık yapan el bana lâzım değil diyerek elini kesip Hz. Alinin evine gitti.
Hz. Ali kapıyı açıp Bedevîyi görünce, içeride bulunan Resûlullaha haber verdi. Peygamber efendimiz, Bedevîye, niçin böyle hatâ ettiğini sordu. Bedevî, ağlayarak yaptığı küstahlıktan özür dileyip îmâna geldi. Resûlullah, kesik eli yerine koyup duâ buyurdu. Hak teâlânın izni ile eli sapasağlam oldu.
Hz. Ali, şehîd edileceği gün sabah namazına giderken yolda şu beyiti okuyordu:
Ölüme hazır ol ki, ölüm elbet gecikmez,
Ölüm gelince artık feryâd fayda vermez.
Ramazan-ı şerîfin 17. Cuma günü sabah namazına giderken, İbni Mülcem tarafından kılıçla alnına vurularak şehîd edildi. Kûfede, yanî Necef denilen yerde medfûndur. Diğer üç halîfe gibi Cennetle müjdelenenlerdendir.
Hz. Alinin kızı ve aynı zamanda Hz. Ömerin hanımı olan Ümmü Gülsüm, hâdiseyi duyunca dedi ki:
- Babam da, kocam Ömer gibi sabah namazında suikaste uğradı.
Hz. Ali, vefât etmek üzere iken buyurdu ki:
- Yemînle söylüyorum ki, umduğuma kavuştum.
Sonra Kelime-i şehâdet getirerek vefât etti.
Altı nasîhat
Peygamber efendimiz Hz. Aliye buyurdu ki:
- Yâ Ali! Altıyüz bin koyun mu istersin, yahut altıyüz bin altın mı veya altıyüz bin nasîhat mı istersin?
- Altıyüz bin nasîhat isterim.
Peygamber aleyhisselâm buyurdu ki:
- Şu altı nasîhata uyarsan, altıyüz bin nasîhata uymuş olursun.
1. Herkes nâfilelerle meşgul olurken, sen farzları îfa et. Yanî farzlardaki rükünleri, vacibleri, sünnetleri, müstehabları îfa et!
2. Herkes dünya ile meşgul olurken, sen Allahü teâlâyı hatırla! Yanî din ile meşgul ol, dîne uygun yaşa, dîne uygun kazan, dîne uygun harca!
3. Herkes birbirinin ayıbını araştırırken, sen kendi ayıplarını ara! Kendi ayıplarınla meşgul ol!
4. Herkes, dünyayı imar ederken, sen dînini imar et, zînetlendir!
5. Herkes halka yaklaşmak için vâsıta ararken, halkın rızâsını gözetirken, sen Hakkın rızâsını gözet! Hakka yaklaştırıcı sebep ve vâsıtaları ara!
6. Herkes çok amel işlerken, sen amelinin çok olmasına değil, ihlâslı olmasına dikkat et!
Hz. Ali, Hendek savaşında müşriklerin en azılıları ile savaştı. Savaşın iyice şiddetlendiği 22. gün, Amr bin Abdûd adlı müşriklerin en azılılarından biri, Hendek kenarlarına gelip meydana er istedi. Müslümanlardan kimse Amrın davetine cevap vermedi. Çünkü Resûlullahtan emir bekliyorlardı. Amrın meydan okuması yedi kere devam etti.Yedincide Resûlullah efendimiz, Hz. Aliyi çağırıp huzûruna oturttu ve buyurdu ki:
- Yâ Ali! Benim atıma bin, kılıcımı al, Amr bin Abdûdun önüne yiğitçe, cesâretle var! Onun heybetinden, uzun boyundan endîşe etme! Ben, Hak teâlâdan sana yardım etmesi için, senin elinle Müslümanların, bunun şerrinden kurtulmaları için duâ ediyorum.
Avını gözetliyen arslan
Hz. Ali kılıcını kuşandı. Atına bindi. Avını gözetliyerek giden bir arslan gibi, Amrın önüne varıp dedi ki:
- Yâ Amr! Duydum ki sen Kâbenin karşısında ahdetmişsin ki, Kureyşten bir kişi senden iki şey istese, birini yaparmışsın.
- Evet öyle söz verdim.
- Biliyorsun ben Kureyştenim. Senden iki şey isteyeceğim. Hiç olmazsa birini kabûl et! Birinci isteğim, Allahın birliğini ve Muhammed aleyhisselâmın Onun Resûlü olduğunu kabûl ve tasdîk etmendir.
- Bunu kabûl etmiyorum, başka ne istiyorsun?
- İkinci isteğim, bu iki kuvveti hâllerine bırakıp, Mekke-i mükerremeye gitmendir.
- Bunu kabûl ettim, yalnız Ebû Bekir, Ömer ve Osmanın başlarını keserim.
- Ey ahmak! Benim başımı kesmeden onların başını nasıl kesersin?
- Yâ Ali! Sen henüz gençsin, dünyanın tadını almamışsın, ben senin başını kesmek istemem.
- Ben Allahü teâlânın yardımı ve Resûlünün duâsı ile senin başını kesmek isterim.
Hz. Alinin bu sözü üzerine Amr, atından inip Hz. Aliye doğru yürüdü. Hz. Ali de atından indi. Birbirlerine hamle ettiler. Hz. Ali bir fırsatını bulup, Amrın uyluğunu, bir kılıç darbesiyle kopardı. Artık işi bitti, diyerek geriye dönmüş gelirken, Amr, kendi kopmuş bacağını Hz. Aliye fırlattı. Hz. Ali de hemen geri dönüp Amrı öldürdü.
Resûlullah efendimiz tekbîr getirip buyurdu ki:
- Alinin Amr bin Abdûd ile bir kere karşılaşması, ümmetimin kıyâmete kadar olan ibâdetinden hayırlıdır.
Dünya aldatır
Hz. Alinin hikmetli sözleri çoktur. Bunlardan bazıları şunlardır:
Affetmek fazîlettir. Kararlı olmak metâdır, sahip olunan maldır. Kararsız olmak ise zâyi olmaktır. Yalancılık hıyânettir. İnsâf rahatlık, şer küstahlıktır. Güleryüzlülük ihsândandır. Doğruluk kurtarır, yalan felâkete sürükler. Kanâat insanı zengin yapar, yerinde kullanılmayan zenginlik azdırır. Dünya aldatır, şehvet kandırır. Hased yıpratır, nefret çökertir.
Akıllı kimse, günâhlarını tevbe ile örtendir. Cömert, kötülük yapana iyilikle karşılık verendir.
Âlim; sözü, işine uygun olandır. Âlim ilme doymaz.
Hz. Ali, Hayber kalesinin fethinde, kalenin kapısını koparıp, kalkan olarak kullanmıştır. Bu savaşta Hz. Ali'nin gözleri ağrıyordu. Resûlullah efendimiz onu çağırtarak gözlerine üfledi ve şifa bulması için Allahü teâlâya duâ etti. Hz. Ali'nin gözlerinde bir ağrı sızı kalmadı.
Bu savaşta, yahudilerin meşhur pehlivanı Merhab:
-Hayber halkı iyi bilir ki: ben, gelip çatan harplerin tutuştuğu, kızıştığı zamanlarda, tepeden tırnağa kadar silâhlanmış, cesaret ve kahramanlığı denenmiş Merhab'ımdır. Ben, kükreyerek geldikleri zaman aslanları bile kâh mızrakla, kâh kılıçla vurup yere sermişimdir, diyerek Müslümanlardan er diledi. Bunun üzerine Hz. Ali:
-Ben oyum ki: anam bana Haydar, Arslan adını takmıştır! Ben, ormanların heybetli görünüşlü arslanı gibiyimdir. Sizi, geniş ölçüde ve çarçabuk tepeleyici bir er kişiyimdir, diye şiir söyleyerek Merhab'ın karşısına dikildi.
Bu şiir Merhab'a o gece gördüğü rüyâyı hatırlattı. Rüyâsında kendisini bir arslanın parçaladığını görmüştü. Hz. Ali, Merhab'la karşı karşıya geldiğinde, Merhab'ın tepesine öyle bir kılıç indirdi ki, kılıç, Merhab'ın siperlendiği kalkanını ve demirden miğferini kesti. Başını, ikiye ayırdı. Merhab'ın başına inen kılıncın çıkardığı ses o kadar fazla idi ki, Hayber karargâhında bulunan Ümm-i Seleme:
-Merhab'ın dişlerine kadar inen kılıcın sesini ben de işittim, demiştir.
Hz. Ali, o gün yahudilerin en namlı kişilerinden sekizini öldürmüştür.
Hayber gazâsından dönen Hz. Ali'ye Peygamber efendimiz:
-Yâ Ali, eğer halk, Îsâ'ya söylediklerini söylemiyecek olsalardı, senin hakkında çok sözler söylerdim. O zaman herkes, bereketlenmek için, ayağının tozunu alır, abdest suyunu şifâ için hastalarına verirlerdi. Seni şehid ederler. Âhırette havzımın üzerinde halîfemsin. Cennete en önce sen girersin. Seni sevenler nurdan minberler üzerinde olur, buyurunca, Hz. Ali şükür secdesi yaptı.
Hz. Ali bir müfreze gönderdiği vakit başına tâyin ettiği kimseye şöyle derdi:
-Sana Allahtan korkmanı tavsiye ederim. O, hem dünyaya, hem de âhirete mâliktir. Vazîfene sarıl. Seni Allaha yaklaştıracak olana yapış. Çünkü dünyada yapıp da bıraktıklarını, yarın karşında hazır bulacaksın.
Sakif'ten bir zat anlatır:
Hz. Ali, beni vâli tâyin etti ve şehrin halkının yanında bana şöyle dedi:
-Vergiyi tam olarak al! Bu işte sakın sende bir zaaf görmesinler.
Daha sonra bana şöyle dedi:
-O sözü onların yanında söylememin sebebi, onlar hîlekâr bir kavimdir. Onlara âit bir elbiseyi, yedikleri bir şeyi, taşıt olarak kullandıkları bir hayvanı alıp satma. Para yüzünden onları kırbaçlama ve ayakta da bekletme. Vergi olarak aldıklarından, onlara bir mal satma! Eğer bu sözlere muhâlefet edersen Allah benim yerime seni yakalar. Emre muhâlif bir hareketini duyarsam seni azlederim.
Hz. Ali, İslamiyeti kabul ettikten sonra, bütün Mekke devrini teşkil eden on üç sene Peygamber efendimizin yanında, Onun huzur ve hizmetlerinde bulundu. Peygamber efendimizin sevgi ve iltifatlarına kavuştu. Mekkeli müşriklerin bütün eza ve cefalarına katlanarak Peygamber efendimizin en yakın yardımcılarından oldu.
Mescid-i Nebevinin inşaatında çok gayret gösterdi. Bedr, Uhud, Hendek ve diğer bütün gazalarda bulundu ve fevkalade gayret ve kahramanlık gösterdi. Yalnız Uhud Gazasında on altı yerinden yara aldı. Pekçok gazada Resulallah sallallahü aleyhi ve sellem sancağı Hz. Aliye teslim etmiştir.
Vâhiy kâtipliği yaptı
Hz. Ali, Hudeybiye Antlaşmasında sulh şartlarının yazılmasında vazife aldı. Hayber Gazasında bulunup, büyük kahramanlıklar gösterdi. Bu savaşta, ağır bir demir kapıyı kalkan olarak kullanmıştır. Huneyn Gazasında da büyük kahramanlıklar gösteren Hz. Ali, Tebük Gazasında, Resulullah efendimiz tarafından vazifeli olarak Medinede bırakıldığı için bulunamadı. Daha sonra Yemen Muharebesinde ordu kumandanı olarak vazifelendirildi. Mekke-i mükerreme feth edilince, Kabedeki putları imha vazifesi ona verildi.
Peygamber efendimiz vefat edince, o yıkayıp kefenledi. Bu son mübarek vazife, ona ve Hz. Abbas, Üsame bin Zeyd, Fadl ve Kuseme nasib oldu. Definden sonra halife seçilen Ebu Bekre biat edip onun devlet işlerini yürütmede istişare ettiği zatlardan oldu ve kadılık (hakimlik) görevlerinde bulundu. Hz. Ömerin halifeliğine de biat edip, halifenin danışmanı ve hakimliğini yaptı. Hz. Osmanın da halifeliğine biat edip, hilafet işlerinde onun vezirliğini yaptı.
Hz. Osmanın şehit edilmesinden sonra 656 Zilhicce ayında halife oldu. Hz. Osmanı şehit edenlerin cezalandırılmaları hususunda çıkan ictihad ayrılıklarından dolayı karşı karşıya gelen iki ordu arasında tam anlaşma olmuştu ki, Abdullah bin Sebe ismindeki Yahudi, gece karanlığında grubu ile birlikte Basralıların üzerine saldırdı. Gece karanlığında kimse ne olduğunu anlayamadı. Üç gün savaş devam etti. Cemel (Deve) Vakası olarak bilinen bu hadisede Aişe-i Sıddika esir alınınca, Hz. Ali hürmet ve ikram edip kendi askerleri arasında bulunan kardeşi Muhammed bin Ebu Bekr ile Medineye gönderdi. Bir sene sonra Sıffin denilen yerde Hz. Muaviyenin ordusu ile yüz günde doksan meydan muharebesi yaptı. Askerlerinden yirmi beş bin, karşı taraftan kırk beş bin kişi şehid oldu. Karşı taraftan gelen sulh teklifi ile antlaşma olunca, ordusundan yedi bin kişi ayrıldı. Bunlara harici denildi.
660 senesinde Ramazan-ı şerif ayının on yedinci Cuma günü sabah namazına giderken İbn-i Mülcem adlı bir harici tarafından başına kılıçla vurularak şehit edildi. Kabirleri Necef denilen yerdedir.
Halifeliği devrinde zuhur eden fesatçılarla mücadele ettiğinden, sükun ve huzur bulamamıştır. Hükumet idaresinde Hz. Ömerin yolunu tutmuştur. Her işin emniyet ve istikamet dairesinde yapılmasına çalışır, halka şefkat gösterirdi. Her tarafta askeri birer merkez vücude getirmişti.
Hakkında bir kaç ayet-i kerime nazil olup, pek çok hadis-i şerifle medhedildi. Ehl-i sünnetin gözbebeği, evliyanın reisi, kerametler hazinesidir. Adalet, ilim, cömertlik, merhamet ve diğer yüksek faziletleri kendisinde toplamıştır. Peygamber efendimiz Hz. Aliye cömertlerin sultanı manasına Sultan-ül-eshiya buyurmuşlardır.
Buğday benizli, orta boylu, uzun gerdanlı, güler yüzlü, iri siyah gözlü, geniş göğüslü, iri yapılı ve sık sakallı görünüşe sahib olan Hz. Ali, ilim ve amel bakımından en yüksek derecede idi. Allah korkusundan devamlı ağlardı. Namaza durunca, alem alt-üst olsa, haberi olmazdı.
Hz. Ali'nin Hz. Fatıma'dan Hasan, Hüseyin ve Muhsin adında 3 erkek, Zeyneb ve Ümmü Gülsüm adında iki kızı olmuştur. Hz. Fatıma'dan sonra evlendiği hanımlarından 15 erkek, 16 kız çocuğu olmuştur.
Hz. Ali, fevkalade beliğ ve fasih konuşurdu. Peygamber efendimizden sonra, onun derecesinde beliğ hutbe okuyacak bir başkası yok idi. Arap lisanının ilk kaidelerini koyan odur. Bu sebeple Kuran-ı kerimin lisanına herkesten çok aşina idi. Devamlı Peygamber efendimizin yanında bulunması ve onun feyizli nurlarına ilk kavuşanlardan olması sebebiyle Kuran'ın hükümlerini en iyi bilen o idi. Tefsire dair birçok rivayetler bildirmiştir. Bilhassa ayetlerin iniş sebepleri konusunda birçok rivayetleri vardı. Bu konuda buyuruyor ki:
-Sorunuz, bana ne sorarsanız, size cevabını veririm. Allahın kitabını bana sorunuz. Vallahi bir ayet yoktur ki, ben onun gecede mi, gündüzde mi, kırda mı, dağda mı nazil olduğunu bilmiyeyim.
Bu sebeplerden dolayı, hakkında birçok rivayet olup, anlaşılması güç meselelerde, onun rivayeti tercih edilmiştir. Hacc-ı Ekberin kurban bayramı olduğuna dair olan rivayeti gibi.
Hz. Ali, Ehl-i beytten olması sebebiyle, Peygamber efendimizin sünnetine herkesten daha fazla vakıftı. Bu hususta herkesin müracaat kapısıydı. Bizzat Resulullah efendimizden duyarak yazdığı bir hadis sahifesi vardı. Bu sahife, Sahifetü Ali bin Ebi Talib adıyla 1986da yayınlanmıştır. Kendisinden 586 hadis-i şerif bildirilmiştir. Bunlardan 20 tanesi hem Buharide, hem de Müslimde bulunur. Bundan başka 9 hadis-i şerif Buharide, 15 hadis Müslimde, tamamı da Ahmed bin Hanbelin Müsned adlı kitabında vardır.
Hz. Ali, Eshab-ı kiramın en büyük fıkıh alimlerindendi. Halledilemeyen mevzular ona havale edilirdi. Hatta Hz. Ömer buyurur ki:
-Şayet Hz. Ali olmasaydı, Ömer helak olurdu.
Fıkha dair bildirdiği hükümler, Mevsûatü Fıkhı Ali bin Ebi Talib adıyla yayınlanmıştır.
Hz. Alinin hikmetli sözleri birçok kitaplarda toplanmıştır. Bunlardan Emsalü İmam Ali, Gurer-ül-Hikem ve Dürer-ül-Kilem adlı eserler basılmıştır. Bu kitaplardaki sözlerinde Hz. Ali buyuruyor ki:
Affetmek fazîlettir. Kararlı olmak metâ'dır, sahip olunan maldır. Kararsız olmak ise zâyi olmaktır. Doğruluk emânet, yalancılık hıyânettir. İnsâf rahatlık, şer küstahlıktır. Emânete hıyânet etmemek, îmândandır, güler yüzlülük ihsândandır. Doğruluk kurtarır, yalan felâkete sürükler. Kanâat insanı zengin yapar, yerinde kullanılmayan zenginlik azdırır. Dünya aldatır, şehvet kandırır. Lezzet oyalar, nefsin arzuları alçaltır. Hased yıpratır, nefret çökertir.
Akıllı kimse, günâhlarını tövbe ile örtendir. Cömert, kötülük yapana iyilikle karşılık verendir.
İlim; güzel bir mîrâs, genel bir ni'mettir. İnsaf, ihtilâfı giderir, ülfeti getirir.
Adâlet; îmânın başıdır, ihsânın birleştiği noktadır ve îmânın en yüksek mertebesidir.
Âlim; sözü, işine uygun olandır. Âlim ilme doymaz.
Hikmet; akıllıların bahçesi, ermişlerin mesîresidir, gezinti yeridir.
Akıllı; şehvetten uzaklaşan, âhıreti dünya ile değişmeyendir. Akıllı, yalnız ihtiyâcı kadar ve delille konuşur, sâdece âhıretinin ıslâhı için çalışır. Akıllı, günâhlardan sakınır, ayıplardan uzak durur. Cömertlik günâhları siler, kalblere sevgi eker.
Câhil; dayakla uslanmaz, nasîhatlerden payını almaz.
İlim; insanı akla götürür, kim ilim öğrenirse akıllanır. İlim; rûhu ihyâ eder, diriltir. Aklı aydınlatır, cehâleti öldürür.
Zulüm; ayakların kaymasına, ni'metin yok olmasına, milletlerin helâkine sebep olur.
Gerçek mü'minin sevgisi, kızması, birşeyi alması, yapması ve terki, hep Allah için olur.
Kâmil mü'min gizli şükür eder, belâya karşı sabır eder, ümîd hâlinde iken bile korkar.
Akıllı kimse, ibâdetle, nefsin arzusuna karşı gelendir. Câhil kimse, günâh işleyerek nefsin arzusuna uyandır.
Allaha kavuşmak, kötü insanlardan uzak durmakla olur.
İhtiraslı kimse, bütünüyle dünyaya mâlik olsa bile yine fakîrdir.
Doğruluk, İslâmın direği, îmânın desteğidir.
Allahın azâbından korkmak, müttekîlerin, takvâ sahiplerinin nişânıdır.
Dînin esâsı, emâneti yerine vermek, sözünde durmaktır.
Hased eden dâimâ hastadır, cimri insan, dâimâ fakîrdir.
Başa kakan, nefret ateşini körükler.
Kanâatkâr olmak, boyun eğme zilletinden daha hayırlıdır.
Olgunluk üç şeyde gereklidir: Musîbetlere sabır, isteklerde aşırıya kaçmamak ve istiyene vermektir.
Yumuşaklık, durulmayı çabuk sağlar ve zor olan şeyleri kolaylaştırır.
Âlim, câhili hemen tanır, çünkü daha önce o da câhildi. Câhil âlimi tanımaz, çünkü daha önce âlim değildi.
Akıl ve ilim, birbirinden ayrılmayan ve zıt olmayan iki kardeş gibidir.
Îmân ve hayâ, birbirinden kopmayan bir bütündür.
Îmân ve ilim, ikiz kardeş ve birbirinden ayrılmayan arkadaş gibidir.
Öfke, tutuşturulmuş bir ateş gibidir. Her kim ki öfkesine hâkim olursa, onu söndürür ve her kim onu salıverirse, ilk yanan kendisi olur.
Ahmaklık, dermânı bulunmayan bir dert, şifâsı olmayan bir hastalıktır.
Allah için kardeş olanların sevgisi, sebebi dâim olduğu için devam eder. Dünya için kardeş olanların sevgisi, sebebi devam etmediği için, kısa sürer, bir an gelir son bulur.
Akıllı, sustuğu vakit tefekkür, konuştuğu vakit zikir eder, baktığı vakit de ibret alır.
Kendisi amel etmeksizin Allah yoluna çağıran kişi, oksuz yaya benzer.
Sükût, sana vakar kazandırır ve seni özür dileme zahmetinden kurtarır.
İhtiras, gâfillerin kalbinde şeytanların sultânıdır.
Hasedcilerin en ehveni, hased ettiği kişinin elindeki ni'metlerin yok olmasını ister.
İlim, insanı Allahın emrettiği şeylere götürür, zühd ise o şeylere erişilmesini kolaylaştırır.
Korkaklık, ihtiras ve cimrilik, Allaha karşı kötü zannın bir araya getirdiği kötü arkadaşlardır.
Mal, harcandığı kadar sâhibine ikrâmda bulunur. Kişinin yaptığı cimrilik kadar ona ihânet eder.
Fakîh öyle biridir ki, insanları Allahın rahmetinden ümitsizliğe düşürmez ve onları Allahın rahmetinden yüz çevirtmez.
Mal ve çocuklar, dünya hayâtının zînetidirler. Sâlih amel de, dünyadan âhırete götürülen mahsûldür.
Allah için seven bir kardeş, en yakından daha yakın, anne ve babalardan daha merhametlidir.
Amel eden câhil kişi, yoldan başka yerde yürüyen gibidir. Bu yürüyüşü ona, ihtiyâcından uzaklaşmaktan başka birşey kazandırmaz.