VI- HİCRETİN ALTINCI YILI
(627-628 M.)
l· HUDEYBİYE BARIŞI (Zilkade 6 H./Mart 628 M.)
"Ey Muhammed, Biz sana apaçık bir zafer sağladık."
(Fetih Sûresi, 1)

a) Müslümanların Kâbe'yi Ziyâret Arzusu
Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.s.), Medine'ye hicret edeli 6 yıl olmuştu. Bu süre içinde Mekke müşrikleriyle, Medine'de bulunan Müslümanlar arasında, sırasıyla Bedir, Uhud ve Hendek Savaşları oldu. Mekke müşrikleri Medine'yi basmak, Hz. Rasûlullah (s.a.s.)'i öldürmek, Müslümanlığı yok etmek için her çâreye baş vurdular; bütün imkân ve güçlerini ortaya koydular; fakat amaçlarına ulaşamadılar. Müslümanların günden güne güçlenmelerine, sayılarının artmasına engel olamadılar.
Ancak Medine dışındaki kabîleler, Müslümanlığın ne olduğunu yeterince bilmiyorlardı. Kâbe'nin komşusu ve koruycusu olduğu için saygı duydukları Kureyş kabîlesi, kendi içlerinden çıktığı halde Hz. Muhammed (s.a.s.)'in peygamberliğini kabûl etmemiş,hatta O'nu yurdundan çıkarmışlardı. Bu yüzden, Müslümanlığın Medine dışındaki kabîlelere tanıtılabilmesi ve geniş ölçüde yayılmasının sağlanabilmesi için, Mekke'lilerle barış yapılmasına ihtiyaç vardı. Rasûlullah (s.a.s.), geçici de olsa Mekkelilerle barış yaparak, diğer kabîlelerle serbestçe ilişkiler kurmayı arzu ediyordu.
Diğer taraftan, Mekkeli Müslümanlar, doğup büyüdükleri ve her şeylerini bırakıp ayrıldıkları yurtlarını çok özlemişlerdi. Her namazda yöneldikleri kutsal Kâbe'yi 6 yıldan beri ziyâret edemiyorlardı. Kâbe'yi ziyâret, bütün Müslümanların en büyük ortak özlemleri olumştu.

b) Rasûlullah (s.a.s.)'in Rüyâsı
Hicretin 6'ıncı yılı, Rasûlullah (s.a.s.), gördüğü bir rüyâ üzerine(245) hep birlikte Kâbe'yi ziyâret edeceklerini ashâbına müjdeledi.(246) Hazırlıklar tamamlandı. Savaş yapılması yasak olan aylardan Zilkade'nin ilk pazartesi günü (2 Zilkade 6 H./14 Mart 628 M.), yerine Mektûm oğlu Abdullah'ı vekil (kaymakam) bırakarak, ashâbından 1400 kişi ile(247) Medine'den ayrıldı. Hanımlarından Ümmü Seleme de berâberinde bulunuyordu. Maksadı savaş olmayıp, yalnızca Kâbe'yi ziyâret etmekti. Mekkelileri telâşlandırmamak için, ashâbının silah taşımalarına izin vermemiş, sadece yolcu silâhı olarak birer kılıç almışlardı. (248) Hac için Mekke'ye gelecek düşman kabîlelerle yolda karşılaşmamak için, Kâbe ziyâretini hac günlerinden önce yapmayı uygun görmüştü. Yanlarındaki 70 kurbanlık deveyi kıladelediler ve Zülhuleyfe'de "umre" niyyetiyle ihrama girdiler.(249) Yol güvenliğini sağlamak için 20 kadar süvâriyi öncü olarak gönderdiler.
Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/showthread.php?p=133059

c) Mekkelilerin Tepkisi
Mekkeliler, Hz. Peygamber (s.a.s.)'in Kâbe'yi ziyâret için yola çıktığını duyunca telâşlandılar. Müslümanları Mekke'ye sokmamağa karar verdiler. Velîd oğlu Hâlid ve Ebû Cehil'in oğlu İkrime'yi 200 süvâri ile öncü olarak gönderdiler.
Resûlullah (s.a.s.), Mekkelilerin bu kararını önden gönderdiği gözcüleri vasıtasiyle öğrendi. Sağ tarafa sapıp, yol güzergâhını değiştirerek, Hudeybiye'ye kadar ilerledi.(250) Rasûlullah (s.a.s.)'in bindiği "Kasvâ" adlı deve burada çöktü, bütün gayretlere rağmen kalkmadı. Müslümanlar:
-Kasvâ harin oldu, çöktü kalkmıyor, diye söylenmeğe başladılar. Rasûlullah (s.a.s.):
-"Kasvâ harinleşmez, onun çökme huyu da yoktur. Fakat vaktiyle Fil'in Mekke'ye girmesine engel olan ilahi kudret, şimdi de Kasvâ'yı ilerletmiyor. Allah'a yemin olsun ki, Kureyş Cenâb-ı Hakk'ın kutsal kıldığı şeylere hürmet ve tâzim kasdıyle benden her ne isterse, ne kadar ağır olursa olsun, istediklerini kabûl edeceğim.. " buyurdu.(251)

d) Barış Müzakereleri
Bu sırada Huzâa kabîlesi reisi Büdeyl çıkageldi. Kureyşin, Müslümanları Mekke'ye sokmamak için müşrik kabilelerle anlaştığını ve savaş hazırlığı içinde olduklarını haber verdi.(252)
Rasûlullah (s.a.s.) savaş maksadiyle değil, sâdece Kâbe'yi ziyâret için geldiklerini, daha önce yapılan savaşlarda Kureyş'in uğradığı kayıpları anlattı.
-İsterlerse belirli bir süre onlarla barış yapalım. Benimle diğer kabîlelerin arasını serbest bıraksınlar, (karışmasınlar). Eğer ben üstün gelirde, Araplar İslâmiyeti kabûl ederlerse, Mekkeliler de isterlerse bu dine girebilirler. Şayet Araplar bana üstün gelirlerse, Kureyş savaş külfeti çekmeden istediğini elde etmiş olur. Aksi halde, Allah'a yemin ederim ki, O'nun yolunda ölünceye kadar onlarla savaşırım, Allah da yardımını gerçekleştirir, dinini üstün kılar, buyurdu.(253)
Büdeyl, Rasûlullah (s.a.s.)'den duyduklarını Kureyş'e iletti. Kureyş ileri gelenleri de savaşa taraftar değildi. Sakif kabilesi reisi Tâifli Mes'ûd oğlu Urve'yi Hz. Peygamber (s.a.s.)'e gönderdiler. Rasûlullah (s.a.s.) Büdeyl'e söylediklerini Urve'ye de anlattı. Urve hem Rasul-i Ekrem (s.a.s.)'le konuşuyor, hem de Müslümanların durumunu ve bütün davranışlarını dikkatle tâkip ediyordu. Dönüşünde gördüklerini özetle şöyle anlattı:
-Bilirsiniz ki ben birçok devlet başkanını ziyâret ettim, Rum Kayseri, Fars Kisrâsı, Habeş Necâşi'sinin huzurunda elçi olarak bulundum. Yemin ederim ki, Müslümanların Muhammed (s.a.s.)'e gösterdikleri hürmet, sevgi ve bağlılığı bunların hiçbirinin sarayında görmedim... Sözlerini dikkatle dinliyorlar. Bir şey sorunca, alçak (hafif) sesle cevâp veriyorlar. İsteklerini derhal yerine getiriyorlar. Saygılarından yüzüne dikkatle bakamıyorlar. Abdestinden artan suyu bile,-teberrük için-aralarında paylaşıyorlar... Madem ki, bize barış teklif ediyor, kabûl edelim, dedi.
Mekkeliler, Urve'nin sözlerinden hoşlanmadılar. Bir iki elçi daha gidip geldi, fakat hiç bir sonuca varılamadı.
Rasûlullah (s.a.s.), Kureyş'ten gelen eçilerle sonuca ulaşılamadığını gördü. Kureyş'le görüşmek üzere Hz.Ömer'i Mekke'ye göndermeyi düşündü. Ömer:
-Yâ Rasûlallah, Mekkeliler benim kendilerine olan düşmanlığımı bilirler, himâyesine sığınabileceğim bir yakınım da yok. Osman'ın Mekke'de akrabası çok, Ebû Süfyân ile amcazâde. Osman bu işi benden daha iyi başarır, dedi.
Hz. Osman Mekke'ye gitti. Ebû Süfyân ve diğer Kureyş ileri gelenleriyle görüştü. Maksatlarının sâdece Kâbe'yi ziyâret olduğunu anlattı. Mekkeliler:
-Hepinizi Mekke'ye bırakırsak, Araplar, "Kureyş Müslümanlardan korktu," derler. Fakat istersen Kâbe'yi sen tavâf et, hepiniz birden olmaz, dediler. Hz. Osman, Kâbe'yi Müslümanlardan ayrı olarak ziyâret etmeği kabûl etmedi.
-Rasûlullah (s.a.s.) tavâf etmedikce, ben de etmem, diyerek tekliflerini reddetti. O'nun bu davranışı Mekkelileri kızdırdı, göz hapsine aldılar ve dönmesine izin vermediler.

2- RIDVÂN BÎATI:
"Allah, mü'minlerden ağacın altında sana bîat ederlerken hoşnud olmuştur.Gönüllerindekini bilerek onlara güvenlik vermiş, onlara yakın bir zafer ve ele geçirecekleri bol ganimetler bahşetmiştir."
(el-Fetih Sûresi, 18-19)

Hz. Osman'ın gecikmesi, Müslümanları telâşlandırdı. Öldürüleceğine dâir söylentiler çıktı. Böyle bir ihtimâle karşı Resûlullah (s.a.s.) gereken tedbirleri aldı. Müslümanları Allah yolunda yapacakları savaşta, canlarını fedâ etmekten çekinmeyeceklerine dâir, kendisine bîat etmeğe çağırdı. "Artık bunlarla vuruşmadan buradan ayrılamayız," buyurdu.
İlk biat eden Ebû Sinan el-Esedî oldu. "Rasûlullah (s.a.s.)'in gönlündeki muradı ne ise, onun gerçekleşmesi üzerine biat ediyorum." dedi.
Hudeybiye'de bodur bir ağacın aldında,(254) bütün Müslümanlar sırayla Rasûlullah (s.a.s.)in ellerini tutarak bîat ettiler. Allah yolunda ölünceye kadar savaşmağa, düşmandan kaçmamaya söz verdiler. Hz. Peygamber (s.a.s.), Hz. Osman adına da bir elini diğeriyle tuttu, onu da böylece bîata kattı. Yalnızca Cedd b. Kays adlı münâfık, devesinin arkasında gizlendi, bîata katılmadı.
Cenâb-ı Hak, Kur'an-ı Kerîm'de, Hudeybiye'de Rasûlullah (s.a.s.)'e bîat eden mü'minlerden hoşnud olduğunu bildirmiştir. (255) Bu sebeple, İslâm Târihinde bu bîata "Rıdvân Bîatı" adı verilmiştir.
Müslümanların kararlılığını ve Rasûlullah (s.a.s.)'e bağlılıklarını gösteren bu bîatın Mekkeliler üzerindeki etkisi büyük oldu. Derhal Hz. Osman'ı serbest bıraktılar ve Hz. Peygamber (s.a.s.)'le barış yapmak üzere Amr oğlu Süheyl başkanlığında bir hey'et gönderdiler.

a) Barış Şartları
Uzun müzâkere ve tartışmalardan sonra kabûl edilen barış şartları şunlardır:
1- Müslümanlar bu sene Kâbe'yi ziyâret etmeden dönecekler, bir yıl sonra ziyâret edecekler.
2- Müslümanlar Kâbe'yi ziyâret için geldiklerinde, Mekke'de üç günden çok kalmayacaklar ve yanlarında birer kılıçtan başka silah bulundurmayacaklar.
3- Müslümanların Mekke'de bulunduğu günlerde, Kureyşliler Mekke dışına çıkacaklar, Müslümanlarla temâs etmeyecekler.
4- Mekkelilerden biri Müslümanlara sığınırsa, Müslüman bile olsa, geri verilecek; fakat Müslümanlardan Mekkelilere sığınan olursa, geri istenmeyecek.
5- Kureyş dışında kalan diğer kabileler, iki taraftan istediklerinin himâyesine girmekte ve anlaşma yapmakta serbest olacaklar.
6- Bu anlaşma on yıl geçerli olacak, bu müddet içinde iki taraf arasında tecâvüz ve savaş olmayacak.

b) Barış Anlaşmasının Yazılması
Barış şartlarını Rasûlullah (s.a.s) Hz. Ali'ye yazdırdı. "Bismi'llâhi'r-rahmâni'r-rahîm. Bu anlaşma, Muhammed Rasûlullah ile Kureyş elçisi Süheyl arasında yapılmıştır." diye yazılmasına Süheyl itiraz etti.
- "Rahmân" sözünü anlamıyoruz, ayrıca senin Rasûlullah olduğunu kabûl etseydik, bu anlaşmaya gerek yoktu "Bismike'llâhümme (Allah'ım, senin adınla). Bu anlaşma Abdullah'ın oğlu Muhammed ile Kureyş elçisi Süheyl arasında yapılmıştır." diye yazılmasını istedi.(256/1)
-Rasûlullah (s.a.s) mutlaka barışı sağlamak istiyordu. Daha işin başında, "Allah'a yemin olsun ki Kureyş benden Cenab-ı Hakk'ın kutsal kıldığı şeylere hürmet kasdiyle her ne isterse, ne kadar ağır olursa olsun, isteklerini kabûl edeceğim," buyurmuştu. Bu sebeple, bütün bu ağır şartları kabûl etti.
Fakat müslümalar son derece üzgündüler. Büyük bir ümit ve heyecanla gelmişlerdi. Oysa şimdi Kâbe'yi ziyâret edemeden döneceklerdi.
Anlaşmanın yazılması henüz bitmişti ki, Süheyl'in oğlu Ebû Cendel, ayağındaki zinciri sürükleyerek çıkageldi. Babası onu Müslüman olduğu için, zincire vurarak hapsetmişti. Her nasılsa kurtulmuş, bin bir güçlükle Mekke'den kaçmış, Müslümanlara sığınmağa gelmişti.
Süheyl oğlunun geri verilmesinde isrâr etti. Aksi halde anlaşmayı imzalamadan döneceğini söyledi. Bütün çabalara rağmen, inadından dönmedi. Barışın sağlanabilmesi için, Ebû Cendel'in müşriklere teslimi gerekiyordu. Çektiği işkenceleri ve acıklı hâlini anlatarak müşriklerin elinde bırakılmamasını isteyen Ebû Cendel'i Rasûlullah (s.a.s):
-Ey Ebû Cendel, biraz daha sabret, pek yakında Yüce Rabbım sana ve senin gibilere kurtuluş yolunu açacaktır, diye teselli etti.

c) Ashâbın Üzüntüsü
Fakat bu son durum, artık Müslümanların üzüntülerini dayanılmaz hâle getirmişti. Hepsinin sinirleri gergindi. Hz. Ömer dayanamadı. Rasûlullah (s.a.s) 'ın huzuruna gelerek:
-Sen Allah'ın Peygamberi değil misin? Bizim dinimiz hak değil mi? Neden bu zilleti kabûl ediyoruz, neden? diye söylendi. Hz. Peygamber (s.a.s):
-Evet ben Allah'ın Peygamberiyim. Bu yaptığım işlerde Allah'a isyan etmiş de değilim. O, benim yardımcımdır, diye cevap verdi. Fakat Ömer'in üzüntü ve öfkesi devâm ediyordu.
-Sen bize Kâbe'yi tavaf edeceğiz., demedin mi? diye sordu. Rasûlullah (s.a.s):
-Evet, dedim. Fakat bu sene ziyâret edeceğimizi söylemedim, Tekrâr ediyorum, Kâbe'yi hep beraber tavâf ve ziyaaret edeceğiz, buyurdu.(256/2) Anlaşmanın imzalanmasından sonra Rasûlullah (s.a.s) ashâbına:
-Haydi, artık kurbanlarınızı kesiniz, sonra tıraş olup ihramdan çıkınız, emrini üç defa tekrarladığı halde, hiç kimse yerinden kıpırdamamıştı.(257) Hz Peygamber (s.a.s), ashâbının bu ilgisizliğine üzülerek, eşi Ümmü Seleme'nin yanına gitti. Ümmü Seleme:
-Yâ Rasûlallah, onlar üzüntülerinden ilgisiz görünüyorlar. Siz kimseyle konuşmadan kendiniz kurbanınızı kesin, tıraş olun. Onlar size uyacaklardır, dedi.
Ashâb, Hz. Peygamber (s.a.s) 'in kurbanını kesip tıraş olduğunu görünce, hemen onlar da kurbanlarını kesip, birbirlerini tıraş etmeğe başladılar.(258)
d) Hudeybiye Barışı Aslında Zaferdi.
Hudeybiye Barışı'nın hemen bütün şartları, Müslümanların aleyhine görünüyordu. Fakat barışın Müslümanların yararına ve sonucun lehlerine olacağını Rasûlullah (s.a.s) biliyordu. Bu sebeple,barışı sağlamak için, aleyhlerinde görünen en ağır şartları kabûl etmişti.
Rasûlullah (s.a.s) barış anlaşmasının imzalanmasından üç gün sonra Medine'ye döndü. Böylece Müslümanlar Hudeybiye'de 19-20 gün kalmış oldular.
Dönüşte yolda "Fetih Sûresi" indi, Cenâb- Hakk Hudeybiye anlaşmasının Müslümanlar için zillet ve yenilgi değil, aksine zafer olduğunu bildiriyordu.(259)
Gerçekten Hudeybiye anlaşması, Müslümanlığın Medine dışında yayılmasına bir başlangıç oldu. Mekkeliler o zamana kadar müslümanlara, dağılıp yok olmağa mahkûm, derme-çatma bir toplululk gözü ile bakıyorlardı. Bu anlaşma ile Müslümanları bir devlet olarak tanımış oldular.
Anlaşmadan sonra Müslümanlarla müşrikler arasında görüşme ve temâslar arttı. Hz. Peygamber (s.a.s) İslâm'ı serbestçe yaymağa başladı. Hudeybiye musâlahasından Mekke'nin fethine kadar geçen 21 aylık devrede Müslüman olanların sayısı, İslâm'ın doğuşundan, Hudeybiye Barışına kadar geçen 19 yılda Müslüman olanların sayısından kat kat fazla oldu. Hayber'in ve Mekke'nin fethi gibi zaferler, Hudeybiye musâlahasını takibetti. Dört yıl sonra, Rasûlullah (s.a.s)'ın vefâtında Müslümanlık bütün Arab yarımadasına yayılmış bulunuyordu.
e) Barış Şartlarının Müslümanlar Lehine Dönmesi
Hz. Peygamber (s.a.s.) anlaşmaya bağlı kaldı. Mekkeliler istemedikçe, hiç bir hükmünü tek taraflı kaldırmadı. Kısa bir süre sonra, Kureyş'le aralarında anlaşma bulunan Sakîf kabîlesinden Ebû Basîr adında biri, Medine'ye gelip Müslümanlara sığındı. Ebû Basîr de Ebû Cendel gibi işkence gören Müslümanlardandı. Mekkeliler, arkasından hemen iki kişi gönderip Ebû Basîr'in iâdesini istediler. Rasûlullah (s.a.s):
-Ey Ebû Basîr, biliyorsun ki, biz Kureyşle bir sözleşme yaptık, ahdimizi bozamayız. Biraz daha sabret, Rabb'ım yakında bir kurtuluş yolu açacaktır, diyerek Ebû Basîr'i Kureyşlilere teslim etti.
Ebû Basîr, Mekke'ye ölüme götürüldüğünü biliyordu. Bu sebeple, bu adamların elinden kurtulması gerekiyordu. Yolda, Zülhuleyfe'de(260) yemek için oturdular. Ebû Basîr, bunlara saf ve samîmî göründü. Bir ara:
-Kılıcın ne kadar da güzelmiş, bakmama müsaade eder misin? diyerek, birinin elinden kılıcı aldı, hemen üzerine atılıp onu öldürdü; diğeri ise kaçıp kurtuldu.
Ebû Basîr öldürdüğü Kureyşlinin atına bindi, silahını kuşandı, tekrar Medine'ye döndü. Rasûlullah (s.a.s)'ın huzuruna çıkıp:
-"Ey Allah'ın Rasûlü, siz sözünüzü yerine getirdiniz. Beni onlara teslim ettiniz. Fakat Allah beni kurtardı, dedi. Hz. Peygamber (s.a.s) ona anlaşma şartlarına göre Medine'de kalmasının mümkün olmadığını anlattı. Ebû Basîr Medine'den çıktı. Mekke'ye dönemezdi. Medine'de kalamıyordu. Deniz kıyısında, Mekke- Şam yolu üzerinde "İys" denilen bir yere yerleşti. Mekke'de Müslümanlıklarını gizleyenler ve işkence görenler, birer, ikişer kaçıp, Ebû Basîr'in yanında toplandılar. Ebû Cendel de kaçıp buraya geldi. Kısa zamanda sayıları 70'e yükseldi, daha sonra 300 oldular. Mekkelilerin Şam ticâretini önleyecek bir kuvvet hâline geldiler.
Ebû Basîr'in yanında toplananlar, Hudeybiye anlaşması hükümlerine bağlı değildiler. Kureyşin Şam ticâret yolu tehlikeye girmişti. Mekkeliler telâşlandılar. Anlaşmanın, Medine'ye sığınan Mekkelilerin geri verilmesiyle ilgili maddesini hükümsüz saymaktan başka çâre yoktu. Baskı ile Müslümanlığın önlenemeyeceğini anladılar. Hemen, Hz Peygamber (s.a.s)'e Ebû Süfyan'ı elçi olarak gönderip, bu maddenin kaldırılmasını ve Mekke'den kaçan bütün Müslümanların Medine'ye kabûlünü istediler. Anlaşma yapılırken en çok ısrar gösterdikleri bu madde, gene onların isteğiyle kaldırılmış oldu.
Peygamber (s.a.s.), Ebû Basîr ve arkadaşlarını Medine'ye çağırdı. Bu sırada Ebû Basîr ölüm yatağında idi. Vefât edince orada defnettiler. Arkadaşlarını Ebû Cendel toplayıp Medine'ye götürdü. Böylece Kureyşin Şam ticâret yolu açıldı. Müslümanlar da anlaşmanın en ağır hükmünden kurtulmuş oldular.
Hudeybiye Barışı 2 yıl devâm etti. Anlaşmayı Kureyş bozdu. İki yıl sonra Mekke, Müslümanlar tarafından fethedildi. (20 Ramazan 8 H./11 Ocak 630 M.)

3- RASÛLÜLLAH (S.A.S.)'IN ÜMMÜ HABÎBE'YLE EVLENMESİ
Ümmü Habîbe Ebû Süfyân'ın kızıdır. Mekke Devrinde Müslüman olmuş ve kocası Ubeydullah b. Cahş'la birlikte Habeşistan'a hicret eden ikinci kafileye katılmıştı. Alkolik bir adam olan kocası, Habeşistan'da Hristiyan oldu. Ümmü Habîbe Müslümanlıkta sebât edip kocasından ayrıldı. Bu yüzden, yabancı bir ülkede kimsesiz ve himâyesiz kaldı. Henüz müşrik olan babasının yanına da dönemezdi.
Rasûlullah (s.a.s), Hicretin 6'ıncı yılı Habeşistan'a bir elçi gönderdi. Habeş Necâşi'sini vekil yaparak Ümmü Habîbe'yi nikâhladı.(261) Nikâh merâsiminde Câfer Tayyar ve diğer Müslümanlar da bulundu. Nikâhtan sonra Necâşi Ümmü Habîbe'yi Medine'ye gönderdi. Bu evlilikten önce şu âyet inmişti:
"Allah'ın, sizinle düşmanlık gösterdiğiniz kimseler arasında dostluk ve sevgi yaratması mümkündür." (el-Mümtehine Sûresi,7)
Gerçekten bu evlilikten sonra Ebû Süfyân'ın, Hz. Peygamber (s.a.s)'e olan düşmanlığında bir yumuşama başlamıştır.


VII-HİCRETİN YEDİNCİ YILI (628-629 M.)


1- İSLÂMA DAVET İÇİN ELÇİLER GÖNDERİLMESİ

"Ya Muhamed! De ki; doğrusu ben, göklerin ve yerin yegâne mâliki, kendisinden başka ilâh olmayan; dirilten ve öldüren Allah'ın hepiniz için gönderdiği peygamberiyim..."
(el-A'raf Sûresi, 158)
Hz. Muhammed (s.a.s), daha önceki peygamberler gibi, sâdece Arapların veya belli bir toplumun peygamberi değildir. O'nun peygamberliği umûmîdir. Kıyâmete kadar gelecek bütün insanlara peygamber ve âlemlere rahmet olmak üzere gönderilmiştir.(262) Bu sebeple İslâm'ı her tarafa yayması, peygamberliğini bütün dünyaya duyurması gerekiyordu. Fakat şimdiye kadar Mekke müşrikleri buna imkân vermemişlerdi.
Hudeybiye Anlaşmasıyle iki taraf arasında barış ve güvenlik sağlandı. Artık, Müslümanlığın yayılması için herkese ve her tarafa duyurma zamanı gelmişti. Rasûlullah (s.a.s) Hudeybiye'den dönünce bu konuyu ashâbıyle istişâre etti. Büyük ve komşu devletlerin hükümdarlarıyla bazı Arap beyliklerine mektup ve elçi gönderilmesi kararlaştırıldı. Kaşında "Muhammed Rasûlullah" yazılı gümüş bir yüzük yaptırıldı, mektuplar bununla mühürlendi.(263)

Elçiler ve Gönderildikleri Hükümdarlar
Bizans Kayser'i Hirakliyus'a, Halîfe oğlu Dihyetü'l-Kelbî; İran Kisrâ'sı Hüsrev Perviz'e, Huzâfe oğlu Abdullah; Habeşistan Necâşisi Ashame'ye, Ümeyye oğlu Amr; Mısır (İskenderiyye) Mukavkısı Çüreyc'e, Ebû Beltea oğlu Hâtıb; Gassan Emîri Hâris b. Ebî Şemmer'e, Vehb oğlu Şuca'; Yemâme Emîri Hevze b.Ali'ye de Amr oğlu Salît elçi olarak mektup götürdüler.(264)

2- HZ. PEYGAMBER (S.A.S.)'İN HÜKÜMDARLARA YAZDIRDIĞI MEKTUPLAR
a) Bizans Kayseri'ne Gönderilen Mektûp
"Bismi'llâhi'r-rahmâni'r-rahim... Allah'ın kulu ve Rasûlü Muhammed (s.a.s.)'den, Rum'un büyüğü Hirakl'e. Hidâyet yoluna uyanlara selâm olsun. Bundan sonra: Ben seni İslâm'a ve onu yayma hizmetine dâvet ediyorum. Müslüman ol ki, selâmete eresin, Allah da sana ecrini iki kat versin. Eğer kabûl etmezsen, halkının vebâli senin boynundadır."
"Ey Ehl-i Kitab! Bizimle sizin aranızda müşterek bir kelimeye gelin: Ancak Allah'a kulluk edelim. O'na kullukta hiç bir şeyi ortak yapmayalım. Allah'ı bırakıp bir kısmınız diğer kısmınızı Rab edinmesin. Eğer yüz cevirirlerse, 'şâhid olun, biz Müslümanız' deyin" (Âl-i İmrân Sûresi, 64).(265)
Dihye, Rasûlullah (s.a.s.)'in mektubunu Hirakl'e götürdüğü zaman Hirakl Kudüs'te bulunuyordu. Elçiyi iyi karşıladı. Rasûlullah (s.a.s) hakkında bilgi edinmek için, bölgede bulunan Arap tâcirlerinin huzûruna getirilmesini emretti.
Mekke'den bir ticâret kafilesi o sırada bu bölgede bulunuyordu. Kafilede Kureyş'in reisi Ebû Süfyân da vardı. Ebû Süfyan ve arkadaşları getirildiğinde, Bizans'ın ileri gelen din ve devlet adamları, piskoposlar, papazlar İmparator Hirakl'in etrâfında sıralanmışlardı. Kayser tercüman vâsıtasiyle:
-Peygamberlik davasında bulunan bu zâta, içinizde soyca en yakın olan kim? diye sordu. Ebû Süfyân:
-Burada nesebce O'na en yakın benim, diye ilerledi. Kayser Ebû Süfyân'ı arkadaşlarının önüne oturttu. Sorularıma doğru cevâp vermezse, siz düzeltin, dedi. Sonra İmparator ile Ebû Süfyân arasında şu konuşma geçti:
-İçinizde Muhammed (s.a.s.)'in soyu nasıldır?
-Asil bir soydandır.
-Memleketinizde ondan önce Peygamberlik davasında bulunan oldu mu?
-Hayır.
-Sülâlesinde hükümdar var mı?
-Hayır.
-O'nun dinine girenler halkın eşrâfı mı, zayıfları mı?
-Çoğunlukla fakir ve zayıf kimseler.
-O'na uyanlar gün geçtikce çoğalıyor mu, azalıyor mu?
-Çoğalıyor.
-Dinine girdikten sonra, beğenmeyip ayrılanlar oldu mu?
-Olmadı.
-Daha önce yalan söylediği olur muydu?
-Aslâ olmazdı.
-Hiç sözünde durmadığı oldu mu?
-Olmadı, ancak şimdi biz onunla barış yaptık. Bu müddet içinde nasıl davranacağını bilmiyoruz.
-O'nunla hiç savaştınız mı?
-Evet savaştık.
-Netice ne oldu ?
-Bazan biz, bazan O kazandı.
-Size ne emrediyor?
-Yalnız Allah'a kuluk edin, O'na hiç bir şeyi ortak yapmayın, dedelerinizin taptığı putları bırakın, diyor. Namaz kılmayı, doğru ve iffetli olmayı, akrabalık bağını kesmemeyi emrediyor.
Bundan sonra imparator sözlerine şöyle devam etti:
Nesebce asîl olduğunu söylediniz. Peygamberler dâima asil soydan gelmiştir. İçinizden daha önce böyle bir davada bulunan olmadığını anlattınız. O'halde eski bir davanın peşinde bir kişi sayılamaz. Soyunda hükümdar yoktur, dediniz. Bu durumda servet ve saltanat peşinde olduğu da söylenemez. Daha önce kesinlikle yalan söylemediğine şehâdet ediyorsunuz. İnsanlara yalan söylemeyen Allah'a karşı da yalan söylemez. O'na imân edenlerin çoğunlukla fakir ve zayıflar olduğunu ifade ettiniz. Peygamberlere ilk uyanlar dâima böyle olmuştur. O'na uyanların gün geçtikçe arttığını söylediniz. Hakk'a uyanlar azalmaz, dâima çağalır. Dinine girdikten sonra dönen hiç yok dediniz. İmân kalbde kökleşince çıkmaz. Sözünde durduğunu, kimseyi aldatmadığını itirâf ettiniz. Peygamberler kimseyi aldatmaz. Sizi ancak Allah'a kulluk etmeğe, O'na hiç bir şeyi ortak koşmamağa dâvet ettiğini açıkladınız. Eğer bu söyledikleriniz doğru ise, ayaklarımın bastığı şu topraklar, yakında O'nun olacaktır. Ben bir peygamber geleceğini biliyordum ama, sizden çıkacağını sanmazdım. Eğer O'na ulaşabileceğimi bilsem, her zahmete katlanırdım. Yanında olsam, ayaklarını yıkar, hizmet ederdim. dedi. Sonra mektûbu okuttu.
İmparatorun Ebû Süfyânla yaptığı konuşma, papazları kızdırmıştı. Mektup okununca salonda gürültü çoğaldı. İmparator işin kötüye varmasından korktu. Elçinin ve Arap tâcirlerin çıkmalarını istedi. Ben sizin dininize bağlılığınızın derecesini anlamak istemiştim, diyerek tutumunu değiştirdi.(266)
Kayser Hirakl'in kalbinde iman kıvılcımı belirmişti. Dünya hırsı ve saltanatını kaybetme korkusu, bu kıvılcımı söndürdü. Fakat elçiye saygısız davranmadı, hediyeler vererek nezâketle geri çevirdi.

b) İran Kisrâ'sına Gönderilen Mektup
Bismi'llâhi'r-rahmâni'r-rahim. Allah'ın kulu ve Peygamberi Muhammed (s.a.s.)'den Fars'ın ulusu Kisrâ'ya. Hidâyete uyanlara, Allah ve Rasûlüne imân edenlere, Allah'tan başka hiç bir ilah olmayıp O'nun bir tek olduğuna, ortağı ve benzeri bulunmadığına, Muhammed (s.a.s.) 'in O'nun kulu ve rasûlü olduğuna şehâdet edenlere selâm olsun. Ey Kisrâ! Seni Allah'ın dinine dâvet ediyorum. Çünkü ben, dirileri (Allah'ın azabıyla) uyarmak, kâfirler üzerine o söz (azab) hak olmak için, bütün insalara Peygamber gönderildim. Ey Kisrâ! müslüman ol ki selâmet bulasın. Eğer olmazsan, mecûsîlerin günâhı boynuna olsun.(267)
Rasûlullah (s.a.s.), mektubun Kisrâ'ya verilmek üzere, Bahreyn emiri Münzir'e teslimini emretmişti. Bahreyn, o zaman İran'a bağlıydı. Münzir mektubu Kisrâ'ya götürdü. Kisrâ mektubu okuyunca yırtıp parçaladı. Rasûlullah (s.a.s.) bundan haberdar olunca:
-Parça parça olsunlar, buyurdu.(268)
Çok geçmeden Kisrâ Hüsrev Perviz, oğlu Şirvehy tarafından karnı deşilerek öldürüldü. Hz. Ömer'in halifeliği sırasında da Kisrâ'nın imparatorluğu parçalandı, Sâsâni Sülâlesi son buldu. Bütün İran toprakları Müslümanların eline geçti.

c) Habeşistan Necâşisi'ne Gönderilen Mektup
"Bismi'llâhi'r-rahmâni'r-rahîm. Allah'ın Rasûlü Muhammed (s.a.s.)'den Habeş Meliki Necâşî'ye. Ey Melik, Müslüman ol. Ben, kendisinden başka ilâh olmayan, Melik, Kuddûs, Selâm, Mü'min, Müheymin (gibi yüce sıfatlarla muttasıf) Allah'ın sana olan nimetlerinden dolayı mesrûrum, senin adına hamdediyorum.
Şehâdet ederim ki, Meryem'in oğlu İsâ, Allah'ın ruhu ve kelimesidir. O'nu hiç evlenmemiş, tertemiz ve çok iffetli bir hanım olan Meryem'e ilka etti. Böylece Meryem İsâ'ya hâmile oldu. Âdem'i (anasız-babasız) kudretiyle yarattığı gibi, İsâ'yı da (babasız) olarak ruhundan ve nefhinden yarattı.
Ey Melik! Seni eşi ve benzeri olmayan tek bir Allah'a itâata, bana uymaya ve bana Allah'tan gelene imâna dâvet ediyorum. Çünkü ben Allah'ın Peygamberiyim. Seni ve askerlerini Allah'ın dinine çağırıyorum. Ben size tebliğ ve nasihat ettim. Nasihatımı kabûl edin. Selâm hidâyete uyanlara.(269)
Habeşistan'a hicret etmiş olan müslümanlardan bir grup ile, Hz. Ali'nin ağabeyi Câfer Tayyar hâlâ dönmemişlerdi. Rasûlullah (s.a.s.) elçisi vâsıtasiyle bunların gönderilmesini ve Ümmü Habîbe'nin de zât-ı risâletlerine nikâh edilerek, gönlünün hoş edilmesini istemişti.
Necâşi, Ümmü Habîbeyi Rasûlullah (s.a.s.)'e nikâhladı. Habeşistan'da bulunan Müslüman muhâcirleri gemiye bindirip gönderdi. Rasûl-i Ekrem'e bir mektup yazarak Müslüman olduğunu da bildiridi.

Rasûlullah (s.a.s.)'e Habeş Necâşi'sinin Mektubu
"Bismi'llâhi'r-rahmâni'r-rahîm, Allah'ın Rasûlü Mahammed (s.a.s.)'e Necâşi Ashame tarafından. Ey Allah'ın Peygamberi, kendisinden başka ilâh olmayan Allah'ın selâmı, rahmet ve bereketi üzerine olsun.
Ey Allah'ın Rasûlü, Hz. İsâ hakkındaki açıklamayı hâvi mektubunuz bana ulaştı. Göklerin ve yerin Rabbı olan Allah'a yemin ederim ki, Hz. İsa da, kendisiyle ilgili olarak, zikrettiğinizden ziyâde birşey söylememiştir. O'nun söyledikleri de, sizin buyurduğunuz gibidir. Bize tebliğ ettiğiniz şeyleri öğrendik. Amcanız oğlu (Câfer) ve arkadaşlarıyle tanıştık. Ben şehâdet ederim ki sen, Allah'ın geçmiş Peygamberleri tasdik eden, sözünde sâdık Rasûlüsün. Sana bîat ettim, (daha önce) amcanız oğluna bîat ederek, âlemlerin Rabb'ı Allah Teâla'ya imân edip Müslüman olmuştum.(270)

d) Mısır Meliki Mukavkıs'a Gönderilen Mektup
"Bismi'llâhi'r-rahmâni'r·rahîm. Allah'ın kulu ve Rasûlü Muhammed (s.a.s.)'den Kıbt milletinin büyüğü Mukavkıs'a. Selâm hidâyet yoluna uyanlara. Ben, seni İslâm Dini'ne dâvet ediyorum. Müslüman ol ki selâmete eresin, Allah da ecrini iki kat versin. Kabûl etmez, yüz çevirirsen, Kıbt milletinin günâhı boynuna olsun." (Mektup, Âl-i İmrân Sûresi'nin 64'üncü âyetiyle son bulmaktadır.(271)
Mısır Mukavkısı Cüreyc, Rasûlullah (s.a.s.)'in elçisine hürmet gösterdi, fakat Müslüman olmadı. Elçiye bir mektup verdi, hediyelerle geri çevirdi.

Rasûlullah (s.a.s.)'e Mısır Mukavkısı'nın Mektubu
Bismi'llâhir'r-rahmâni'r-rahîm. Abdullah oğlu Muhammed (s.a.s.)'e, Kıbtın büyüğü Mukavkıs'tan, Selâm sana. Mektubunu okudum. Münderecâtını ve dâvetinizi anladım. Zuhûru beklenen bir peygamber kaldığını biliyordum. Fakat ben O'nun Şam'dan çıkacağını sanırdım. Elçinize ikram ettim. Size Kıbt milleti arasında mevkii yüksek iki câriye ile bir elbise ve binmeniz için de bir ester hediye gönderiyorum. Selâm sana muhterem Peygamber.(272)
Bu câriyelerden Mâriye'yi Rasûlullah (s.a.s.) kendisi aldı. İbrahim adındaki oğlu bundan oldu. Kardeşi Şirin'i ise şâiri, Hassan b. Sâbit'e verdi. Düldül adı verilen beyaz estere de bindi.

e)Yemâme Emiri Hevze'ye Gönderilen Mektup
"Bismi'llâhi'r-rahmâni'r·rahîm. Allah'ın Rasûlu Muhammed (s.a.s.)'den Ali oğlu Hevze'ye. Selâm hidâyet yolunda olanlara. Bil ki, Rabb'ım benim dinimi yakın bir zamanda, dünyanın en uzak ufuklarında parlatacak. Ey Hevze, Müslüman ol da selâmete er. Ben de idâren altındaki yerleri, senin idârende bırakayım.(273)
Hrıstiyan olan Hevze, Müslüman olmadı. Rasûlullah (s.a.s.)'e yazdığı cevapta:
-Beni dâvet ettiğin din çok güzel. Ancak Arablar benim yerime göz koymuşlardır. Beni veliahd yaparsan, sana tâbi olurum, dedi. Rasûllüllah (s.a.s.)'a Hevze'nin cevâbı okununca:
-Bu adam ne söylüyor? Bu şartla O'na bir karış yerin idaresini bile bırakmam, buyurdu.(274) Hevze, Mekkenin fethinden sonra öldü. Çok geçmeden bu bölge Müslüman oldu.

f) Gassân Emiri Hâris'e Gönderilen Mektup
"Bismi'llâhi'r-rahmâni'r·rahîm. Allah'ın Rasûlü Muhammed (s.a.s.)'den Ebû Şemmer oğlu Hâris'e. Selâm hidâyete uyan, bana imân edip nübüvvetimi tasdik edenler üzerine olsun. Seni, eşi ve benzeri olmayan tek bir Allah'a imân etmeğe dâvet ediyorum.Kabûl ettiğin takdirde, yerinde hümükdar olarak kalacaksın.(275)
Hâris, Rasûlullah (s.a.s.)'in mektubunu küstahca yere attı. Elçiye saygısız davrandı. Hatta, Bizans İmparatorundan Medine üzerine asker sevki istemiş, fakat Kayser reddetmişti. Elçi Şuca', Hâris'in davranışını arzedince Rasûl-i Ekrem (s.a.s.):
-Allah mülkünü elinden alsın, buyurdu.
Hâris, Mekke'nin fethi sırasında öldü. Ülkesi Hz. Ömer'in halifeliği sırasında İslâm sınırları içine girdi.