Peygamberimizce kıyamete kadar gerekli herşey tebliğ
edilmiş ve O’nun vefatı ile nübüvvet görevi sona ermiştir. Velayet yön ve
kudretleri ise veliler eliyle devam ettirilmektedir. Bu sebeble de velilerin
beşeri yön ve maddi yapılarında şeriat ve sünnet uyumu daima mevcut, nefis ve
arzularındaysa, yasak ve yakışıksız olanlardan titizlikle uzak durma hali her
zaman görülebilir. Onların asıl özellikleri batınlarındaki velayetten gelen
güzel huylar, salih ameller ve insanların eziyetlerine dayanma gücüdür.
Peygamberlerin alınlarında parlayan nurun velilere
intikal edeni velayet nurudur. Bu nur, Allah’ın Kudret ve Azamet sıfatlarının
aksidir. Peygamberimizden Hazreti Ebubekir’e aktarılan bu nur ve bu güç Allah’ın
en yüce ihsanıdır. Bu ihsan veliden veliye manevi miras olarak verilmek
suretiyle günümüze kadar ulaştırılmıştır.
Velayet sahibi; Allah’ın dostu, peygamberin varisi (mirascısı), kendisinden önce
bu görevi yapan velinin de halifesi, yani yerine geçen vekilidir. Alimler
peygamberlerin varisidir hadisi şerifi bunların şanını bildirir denmiştir.
Bunlar, halkı Hakk’a ulaştırmanın memuru olan velilerdir. Bu tür velilere mürşit
denilir. Bu işin öğretisine yol, tarikat, usul denildiği gibi genelde ve ilim
dilinde tasavvuf da denilmektedir.
Her kapı kapansın, Ebubekir kapısı müstesna. Allah tarafından kalbime dökülen
bütün ilimleri Ebubekir’in sadrına (kalbine) aktardım hadisi şerifleri bu
yüce velayet ve şanlı tasavvuf ilminin sadece iki delilinden ibarettir.
Ümmetimin evliyası Beni İsrail peygamberleri gibidir. Evliyam kubbelerimin
altındadır. Ben ilim şehriyim, Ali onum kapısı, Ebubekir aslıdır gibi hadisi
şerifler de tasavvuf ilmi ile velayet kemalinin şahitlerindendir. Peygamberler
mal, mülk değil bu ilmi miras bırakmışlardır. Böylece Velayet, zincirleme bir
sıralanış ve elden ele hizmet devredişiyle ya Hazreti Ebubekir’in yahutta
Hazreti Ali’nin usul ve vasıtasınca Peygamberimizin misilsiz velayetine ulaşarak
orada birleşir. Allah’ın nuru ve Allah’ın kudreti olan bu güçten imdat ve
talimat alırlar.
Peygambere imanı olanların nübüvvet ve velayet yönlerini belirterek
bütünleştiren bu kısmı peygamberlere iman bahsinde yazmamızın sebebi budur.
Böylece, onların zahiri ve batını kemallerini kısaca ifade etmeye çalıştık.
İman bahsinin sonu kader ve ahiret gününe imandır. İnsanların öldüğü andan
başlayarak kabir, kıyamet, yeniden dirilme, sual, hesap, sırat alemlerinden
geçerek cehennem veya cennete dahil olacakları Kur’an’da bildirilmiş ve
hadislerde açıklanmıştır. Bütün bu hadiselerin zamanı gelince olacağına
Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/din-kulturu-ve-ahlak-bilgisi-dersi/25771-iman-bahsi.html#post49087
inanırız. Kafir ve münafıkların sonsuz olarak, günahı fazla veya affa uğramayan
mü’minlerin de günahları miktarınca cehennemde azap göreceklerine,
Peygamberimizin şefaatının olacağına, mü’minlerin sonsuz olarak cennette
kalacaklarına, cennet ve cehennemin halen var olduklarına, Cemalullah’ın
görüleceğine de mutlaka inanmamız lazımdır.
Bunlara zıt olan söylentilere önem vermez, aykırı söz ve iddialara asla
inanmayız.
Her ruh bir insan için yaratılmıştır. Ruhların devri gibi (tenasuh) masallar
kafirlerin uydurmalarıdır. Bunun gibi, iş ve hadiselerin olmasındaki tesirin
yıldızdan, şu veya bu sebebin veya ışınların, dalgaların güç ve kudretinden
geldiğine dair olan asılsız sözlere de değer vermeyiz.
Her iş ve amelin ölmeden önce yerini bulup, hesabının görülmüş olacağına,
kıyamet ve ahiretin, cennet ve cehennemin insanların içinde oluşan duygulardan
ibaret olduğuna dair felsefecilerin bir çeşidinden gelme yalan ve iftiraları da
üzülerek reddederiz. Bu, Kur’an’da yüzlerce ayetle bildirilen ahiret gününü
inkar olur.
Olacak şeylerin hepsini ezelde bilip, sonradan olacağı şekliyle Allah’ın takdir
ve tesbit etmesine kader deriz. Böylece kararlaştırılmış olanların zamanı
gelince aynen yazıldığı gibi oluşmasına da kaza denir. Hayır ve şer,
fayda ve zarar verecek olan her yaratık ve her olay Allah’ın dilemesi ve ona
ol demesiyle yaratılır. Bu sebeble biz hayır ve şer Allah’dandır diye
inanır, Allah’ın hayra rızası vardır, şerre ise rızası yoktur diyebiliriz. Bu
yüzden arzu ve irademiz içinde olan iş ve amellerimizde hayrı ister, hayrı
yaparız. Şerri, yasağı, haram ve zararlıyı da istemez ve onları yapmayız. Bizim
bu istek ve irademize cüz irade denilir. Bu cüz irademiz, bu akli seçme ve
serbestliğimiz bizim mesuliyet kaynağımızdır. Sevap ve günah bu serbest seçim ve
hür irademiz yüzündendir.
Biz, kaderimizin nasıl olduğunu, ne zaman ve ne sebeble yerine geleceğini
bilmez, sadece bunların Allah tarafından belirlenmiş bir gerçek olduğuna
inanırız. Kur’an’ın hükmü ve sünnetin yorumu böyledir. Bunun dışındaki sözler
ise, Allah’ın zatı hakkındaki zan ve iftiralarda ve ruh hakkındaki yalan-yanlış
sözlerde olduğu gibi, dinimizce yasaklanmış ve peygamberimizce menedilmiştir.
Sevabı-günahı, iyi ve kötüyü Allah’ın sevap, günah ölçüsü içinde bilir, onların
var oluşu açısından bir dedikoduya girmez, ancak onların zarar veya faydasına
göre davranır, emirler hududunda tedbirimizi alırız. Tedbir ve teşebbüs bize
farzdır. İyiyi-kötüyü bilip iyiyi seçmek farzdır. Tedbir almak akıl sahiplerine
farzdır. Takdir ise Allah’a aittir. Tedbir ve teşebbüste bulunmada kusur
etmemek, buna rağmen, Allah’dan gelenlere razı olmak bizim imanımız gereğidir.
Bu sebeple; çalışıp-kazanmak, helalı-haramı ayırmak, öğrenip amel etmek
görevlerimizdendir. Çalışıp çabaladığımız halde fakirlikten kurtulamıyorsak, bu
hale sabretmek tevekkülümüzün gereğidir. Zengin isek veya sonradan zengin olmuş
isek, bu da nimet sahibini takdir ederek, cömert olan Allah’ın ahlakına uyup
şükrümüzü artırmamız ve emirlere itaatımızı çoğaltmak içindir. Hz. Ebubekir, Hz.
Ömer ve Hz. Ali halifeliklerinde şu rıza sözünü ayrı ayrı söylemişlerdir: Allah
bana zenginlik veya fakirliğin hangisini verirse ben o hale razıyım.
Yukarda kısaca anlatıldığı gibi inanmaya iman veya ehli sünnet vel cemaat inancı
denir. Böyle inananlar hakka müminler olup peygamberimizin sünnetinde, şanlı
sahabilerin inancında, büyük müctehid imamlarımızın mezheplerinde
bildirilenlerdir. La ilahe illallah (Allah’dan başka ilah yoktur) tevhid
(birleme) kelimesinin izahı yukarıda anlatılan iman bilgileridir. Muhammed’ün
Resulullah inancı ile de bu imanımızı kemale erdirmiş oluruz. Bütün
inanılacak hususlarla bedenen yapılacak ameller peygamberimiz tarafından
müslümanlara bildirilmiş, kalb ve ruhun yakin denen manevi inanç ve amelleri de
velayet sahiplerine hal edilerek verilmiştir. Biz bütün bunları içeren bir
bütünlük içindeki inanç ve amellere göre inanır ve amel ederiz.
Bunları bize aktaran sahabileri, veliler ve müctehid imamları sever,
doğruluklarına da inanırız. Sahabilerin nakilleri ile Kur’an’ın hükümlerinden
Allah’ın muradına uygun düşen mutlak doğru, güzel ve hak ölçülerle sınırlı
tatbiki hükümler, prensipler meydana getiren inanç ve amel mezheplerine de tabi
oluruz. İnancımız onların bildirdiği gibi, amelimiz de aşağıda anlatılacağı
gibidir. İnançta mezhebimiz Maturidi, amelde ise İmamı Azam hazretlerinin
Hanefi mezhebi hükümleridir. Mezhebe uymayan aklına uymuş, sapmıştır. Biz
inançta Maturidi, amelde Hanefi mezhebinden, batini fikih demek olan tasavvufta
ise Nakşi usulündeniz.
Bizim Rabbimiz Allah, dinimiz Islam, kitabımız Kur’an, peygamberimiz Muhammed
aleyhisselamdır.
Allah’a inanıp peygamberi tasdik edenlere ümmet veya millet denir. Peygamberin
ümmetine tebliğ ettiği hususlara din, şeriat veya Islamiyet denilir. Dinin
inanılması gereken kısmına iman veya itikat; beden ve kalble yapılacak
olanlarına ibadet; alış-veriş, nikah, vasiyet ve diğer yaşantı şekillerindeki
hükümlerine de muamelat denilmektedir.
Mutlaka yapılması emredilenlere farz, bunların biraz kapalı olanlarına da vacip
denilir. Bunlar dışında peygamberimizin emrettiği, yaptığı, yapanı
menetmediklerine sünnet; farz, vacip ve sünnet olarak yapılanlara da amel ismi
verilir. Bir fiilin amel olması için niyet edilmesi ve o amele başlarken besmele
çekilmesi gerekir.