Giriş


REFORMTÜRK 17. YIL


2 sonuçtan 1 ile 2 arası
  1. #1
    yoLcu - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    05 Aralık 2006
    Yer
    bartın
    Yaş
    50
    Mesajlar
    1,756
    Tecrübe Puanı
    67

    Standart İman Bahsi

    İnanmamız gereken bilgilerin tümüne itikat denildiği gibi bunlara
    amentü de denilir. Dilimizle söyleyip kalbimizin tasdikiyle bütünleşen
    inançlarımız en kısa şekliyle şöyledir: Eşhedü enla ilahe illallah ve eşhedü
    enne Muhammeden abdühu ve Resuluh. Bu şahadet kelamı ile islama girilir. Manası
    şöyledir: Allah’dan başka ilah olmadığına ve Hazreti Muhammed’in Allah’ın kulu
    ve Resulu olduğuna inandım. İman kısaca budur. Tamamı, amentüyü sonuna kadar
    (inanarak) okumak, teferruatlısı da Allah’ın sıfatlarını bilmektir.

    Amentü billahi (Allah’a inandım)
    Ve melaiketihi (Allah’ın meleklerine inandım)
    Ve kütübihi (Allah’ın kitaplarına inandım)
    Ve rusulihi (Allah’ın Peygamnerlerine inandım)
    Ve yevmil ahiri (Ahiret gününe inandım)
    Ve bil kaderi hayrihi ve şerrihi min Allahi teala vel ba’su badel mevt
    (kadere, hayır ve şerrin Allah’dan olduğuna ve öldükten sonra dirileceğimize
    inandım) diyerek imanın bu altı maddesini kalbinde doğrulayan kimseler,
    inananlar, müminlerdir, hakka inananlar bunlardır. Bu imanın zıddına, aksine
    küfür denir.
    Hak yol, doğru inanç olan ehli sünnet inancında Allah’a şöyle inanılır:

    Allah Vacibilvücud’dur (varlığı, vücudu kendindendir, başka varlık ve şekiller
    halinde görülmesi, onlara girmesi, bitişmesi olmaz). Bütün varlıkların
    yaratıcısıdır. Diridir (Hayy, canlı), Alimdir, Kadir ve Kayyum’dur (herşeye gücü
    yeten ve herşeyi varlıkta tutan), dilediğini dilediği gibi yapandır, görücü,
    işitici, Kelam sıfatı ile konuşucu, Kadim sıfatıyla evveli, Baki sıfatıyla sonu
    olmayandır. Zatında ve sıfatlarında, yarattığı alemlerde ortağı ve yardımcısı
    yoktur. Eşe, ortağa, oğula, yardımcıya muhtaç değildir. Yaratıkların hepsi O’na
    muhtaçtır. Zaman ve mekanla kayıtlı değildir. Rengi ve şekli olmaz. Akıl ve
    hisle anlaşılmaz. Ancak inanarak varlığı ve ikincisi olmayan sayı üstü bir
    olduğu bilinir. Zatından başka şeylerin tamamı demek olan alemin (evrenin)
    yoktan yaratıcısı, terbiyecisi (Rabbı), besleyip büyütücüsü (Rezzak’ı) öldürüp
    diriltecek olanı, alem mülkünün maliki kıyamet gününün sahibi, Rahman, Rahim,
    Celal ve ikram sahibidir. Cisim, araz, madde olmayan, akıl, ilim ve hayale gelen
    herşeyden ayrı bulunan Kudret ve Azamet sahibidir. Kibriya ve Uluhiyet’in
    biricik sahip ve hakimidir.

    Sevdiği bir kulunda meydana getirdiği tecellisi kadar o kulu tarafından bir
    kıyasla bilinse de, bu bilişin ifadesi mümkün değildir. Mukaddes zatı bilinemez.
    Noksan sıfatlardan münezzeh, müberradır. Kemal sıfatlarının sahibidir. Tasavvuf;
    imanı “kalbi Allah’a bağlamaktır” diye tarif eder.

    İmanımızın ikinci şartı, meleklere inanmaktır. Nurdan yaratılmış olan melekler
    canlıdırlar, enerji ve ışın değillerdir. Özel bir yaratılışları ve sağduyuyu
    temsil eden bir akılları vardır. Allah’a itaat edip asla isyan etmezler, günah
    işlemezler. Erkeklik ve dişilikle ilgileri olmadığı gibi, yiyip içmezler.
    Sayıları ve çeşitleri pek çoktur. Her çeşidi bir hizmetle görevli, bir ibadetle
    meşguldur. Cebrail (a.s) vahiyle, Mikail (a.s) tabiat olaylarıyla,
    İsrafil (a.s) kıyametle ilgili işlerle, Azrail (a.s) ölüm
    işleriyle görevli olan melek peygamberleridir. İş ve amellerimizi kaydeden,
    insanları koruyan, rüya gösteren ve ilham veren melekler olduğu gibi, sadece dua
    ve ibadet eden melekler de vardır. Münker ve Nekir isimli kabir suali soran,
    cehennemde azapla görevli Zebani denen melekler de vardır. Bilinen, bilinmeyen,
    duyulan, duyulmayan işlerle meşgul Allah hizmetkarı bütün melaikeye inanmak
    borcumuzdur.

    İmanımızın üçüncü şartı Allah’ın kitaplarının hepsine inanmaktır. Allah’ın
    kitabı; vahiy meleği; namusu ekber ve aklı evvel olan Cebrail (a.s) vasıtasiyle
    bazı peygamberlerine vahyettikleridir. Bu kitapların dördü kitap, yüz tanesi de
    sahifeler manasına gelen Suhuf’dur. On suhuf ilk insan ve ilk peygamber
    Hz. Adem’e; elli suhuf Hz. Adem’in oğlu ve ikinci peygamber Hz. Şit’e; otuz
    suhuf Hz. İdris’e; on suhuf da Allah’ın dostu, peygamberlerin atası Hz.
    İbrahim’e vahyolunmuştur. (Buradan anlaşılmalıdır ki, dinsizlerin iddia ettiği
    ilk insanların vahşi ve okuyup-yazmayı bilmedikleri şeklindeki guya tarihi
    bilgiler yalan ve iftiradan ibarettir.) Hz. Adem’in oğlu Kabil, kardeşi Habil’i
    öldürdükten sonra, O’nun soyundan gelenler İslam’ı terkedip sapmış ve çeşitli
    batıl tanrılara tapmaya başlamış (Put, ateş, güneş vs. gibi) ve o soydan
    gelenler medeniyetten mahrum kalmışlardır. Aslında Hz. Adem, ilk insan ve ilk
    Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/din-kulturu-ve-ahlak-bilgisi-dersi/25771-iman-bahsi.html#post49086
    peygamberliği yanında, Allah Adem’e esmayı öğretti ayeti hükmünce, ilk
    öğretmen, ilk mürşit, ilk aile ve ilk cemiyet başkanı, ilk mümin, ilk medeniyet
    ve sanat rehberidir. Bu hakikatları çocuklarımıza anlatmakla hem onları yanlış
    kanaatlardan korumuş, hem de dinsizlerin ilim diye uydurduğu yalanların başı
    yakalanmış olacaktır.

    Kitapların ilki Hz. Musa’ya inen Tevrat’tır. (Böylece büyük medeniyetler
    çağı, Allah’ın kitaplarıyla açılmış, fikir, sanat ve ilimdeki ilerlemeler
    başlamış haldedir.) Hz. Davud’a inen Zebur’dan sonrada Hz. İsa’ya inen
    İncil’le Beni İsrail peygamberlerine üç büyük kütap verilmiş olmaktadır.
    Suhuflarla birlikte bu üç kitabın asılları kalmamıştır. Tevrat ve İncil diye
    birbirinin hükümlerine ters düşen sayısız insan yazması kitap ortaya çıkmışsa da
    bunlar uydurma şeyler olduğundan geçersizdir. Zaten bütün diğer kitapların aslı
    Kur’an da Allah kelamı olarak kabul edilmişse de, hükümleri tamamen ortadan
    kaldırılmıştır. Necip Fazıl’dan çarpıcı bir tesbit: “Bugün elde dört ayrı İncil
    bulunması aslının ortada olmadığına riyazi delil... Bir şey dört olunca, bir
    olmak, yani varolmak haysiyetini yitirir.”

    Biz, aslı kalmayan bütün suhuf ve kitapların Allah kelamı olduğuna inanır,
    yalnız Kur’an hükümleriyle amel ederiz. Kur’an tek bir harfi değişmeden nazil
    olduğu gibi durması ve kıyamete kadar da öylece korunacağı Allah’ın vaadidir.
    Bütün insanlar ve cinler bir araya gelse, onun tek ayetine denk bir mana meydana
    getiremezler.

    Peygamberlere inanmak, iman maddelerinin en derin ve en girift olanıdır. Bizlere
    Allah’ı, dini bildiren; insanlık görevlerini öğreten; inanç, itaat ve
    ibadetlerin şekil ve özlerini örnek yaşantıları içinde gösteren; Allah’ı sevip
    Allah’a yakın olmaya dair olan örtülü hakikatları isteklilere açan; geniş ve
    derin mana ve mertebeleri kabiliyetlerin kademesine göre anlatıp malederek
    öğretenler hep peygamberlerdir. Onlar, akli ve nakli ilimlerin olduğu gibi,
    kalbi ve ruhi ilimlerin de öğreticileridirler. Onlar, aynı zamanda tek tek her
    şahsınve küme küme her topluluğun da yaşantı örneği, hayat kılavuzlarıdır.

    Bir insan gerçekten peygambere inanıyorsa, dinin bütün dış ve iç derinliklerine
    de inanacak ve inandıklarını yaşayacaktır. Madde alemi sebepler alemidir.
    Buradaki her şey, her olay bir sebebe bağlanmıştır. Sonsuz sebepleri aşıp
    Allah’ı bilip, Allah’ı bulmanın odak noktası bizim peygamberimizdir. Sen
    olmasaydın alemleri yaratmazdım emri, O’nu alemlere sebep kılmıştır. O’na
    (Hakka ulaştırıcı Vesile) denilir. O’nun izni ve şefaati olmadan Allah’a
    yakınlık olamaz. Bu gerçek dünyada da böyledir, ahiretde de böyledir. O’na
    inanmakla iman edilir, O’nu herşeyden fazla sevmekle de bu iman kemale ulaşarak
    Allah’a makbul olur.

    Bütün peygamberleri peygamber olmayan tüm yaratıklardan üstün ve makbul biliriz.
    Onların yalancılık, hilekarlık, hırsızlık, hainlik gibi kötü sıfatların
    hepsinden önceleri ve sonraları ile uzak olduklarına inanırız. Doğruluk,
    eminlik, akıl ve dirayette diğer insanlardan üstünlük, vahiyle aldıkları emri
    olduğu gibi tebliğ etmek, günahsızlık gibi ortak yüce vasıflarını tasdik ederiz.
    Allah’ın ahlakı ile ahlaklandırıldıklarını, ayıp ve kusurdan münezzeh
    olduklarını bilir ve inanırız.

    Peygamberler küçük-büyük günah işlemez, masumdurlar. Onların unutarak yaptıkları
    hatalara zelle denilir. Zellelerin tamamı ise Allahu Azimüşşanca affedilmiştir.

    Peygamberlerin hepsi erkektir. Kadından peygamber olmaz (Dolayısiyle mürşid ve
    imam da olmaz). Peygamberlere nesfani ve beşeri düşkünlüklerden birini yamamak
    imanı bozan ve düşmanların iftirası olan yalanlardır.

    Peygamberler, peygamberliklerinden azledilmezler. Peygamberler dünya ve dünya
    nimetlerine muhabbet etmezler. Üstün ahlak ve kemalli amellerin sahibidirler.
    Onların hepsi imanın altı maddesini müşterek bir birlik içinde bildirmişler,
    amel ve muamelatta ise (zaman ve mekan gereği) değişiklikler gösteren şartlarla
    ümmetlerini görevlendirmişlerdir. Böylece, Hz. Adem’den kıyamete kadar
    inanılacak olanların hepsini her peygamber aynı biçimde tebliğ etmiştir. Bu
    yüzden İslam’ın itikat hükümleri Adem (a.s)’dan beri hep değişmez bir bütünlük
    içindedir.

    Adem peygamberle bizim peygamberimiz arasında gelen –ismi ve miktarı Kur’an’la
    bildirilen ve bildirilmemiş olan- bütün peygamberlere inanır ve onların hepsini
    severiz.

    Bütün peygamberlerde diğer insanlarda bulunmayan birtakım lutuflar, kemaller
    vardır. Onların zahiri kuvvet ve metanetleri, sabır ve sebatları, yaratıklara
    şefkat ve merhametleri, uzak görüş ve idrakleri emsalsizdir. Bütün
    peygamberlerin herbirinde mucize denen değişik harika hadiseler meydana
    gelmiştir. Evliya eliyle meydana gelen kerametler bu mucizelerin bir parçası,
    bir ölçüde aynı kaynaktan gelen devamıdır.

    Bizim peygamberimize bütün geçmiş peygamberlere verilen mucizelerin tamamı
    verilmiş olduğu gibi, onlara verilmeyen geçmiş ve gelecek bütün insanlarla
    cinlere de peygamber olma gibi, genel şefaat gibi nice üstünlükler lutfedilmiş,
    nice suri ve manevi mucizeler verilmiştir. Hükmü hiç değişmeyecek olan Kur’an
    mucizesi ise, Allah’ın ezeli Kelam sıfatı ve en büyük mucizesidir.

    Resul ve nebilerin, Allah’ın insanlara gönderdiği yaşantı kaideleri olan şeriatı
    tebliğ edici yönü olan nübüvetleri ile manevi yön ve selahiyetlerini teşkil eden
    bir de velayetleri vardır. Nübüvvetin zahiri şeriat, batını velayettir.
    Mucizeleri meydana getiren, ölü kalbleri dirilten onların bu velayet yönleridir.

  2. #2
    yoLcu - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    05 Aralık 2006
    Yer
    bartın
    Yaş
    50
    Mesajlar
    1,756
    Tecrübe Puanı
    67

    Standart --->: İman Bahsi

    Peygamberimizce kıyamete kadar gerekli herşey tebliğ
    edilmiş ve O’nun vefatı ile nübüvvet görevi sona ermiştir. Velayet yön ve
    kudretleri ise veliler eliyle devam ettirilmektedir. Bu sebeble de velilerin
    beşeri yön ve maddi yapılarında şeriat ve sünnet uyumu daima mevcut, nefis ve
    arzularındaysa, yasak ve yakışıksız olanlardan titizlikle uzak durma hali her
    zaman görülebilir. Onların asıl özellikleri batınlarındaki velayetten gelen
    güzel huylar, salih ameller ve insanların eziyetlerine dayanma gücüdür.

    Peygamberlerin alınlarında parlayan nurun velilere
    intikal edeni velayet nurudur. Bu nur, Allah’ın Kudret ve Azamet sıfatlarının
    aksidir. Peygamberimizden Hazreti Ebubekir’e aktarılan bu nur ve bu güç Allah’ın
    en yüce ihsanıdır. Bu ihsan veliden veliye manevi miras olarak verilmek
    suretiyle günümüze kadar ulaştırılmıştır.

    Velayet sahibi; Allah’ın dostu, peygamberin varisi (mirascısı), kendisinden önce
    bu görevi yapan velinin de halifesi, yani yerine geçen vekilidir. Alimler
    peygamberlerin varisidir hadisi şerifi bunların şanını bildirir denmiştir.
    Bunlar, halkı Hakk’a ulaştırmanın memuru olan velilerdir. Bu tür velilere mürşit
    denilir. Bu işin öğretisine yol, tarikat, usul denildiği gibi genelde ve ilim
    dilinde tasavvuf da denilmektedir.

    Her kapı kapansın, Ebubekir kapısı müstesna. Allah tarafından kalbime dökülen
    bütün ilimleri Ebubekir’in sadrına (kalbine) aktardım hadisi şerifleri bu
    yüce velayet ve şanlı tasavvuf ilminin sadece iki delilinden ibarettir.
    Ümmetimin evliyası Beni İsrail peygamberleri gibidir. Evliyam kubbelerimin
    altındadır. Ben ilim şehriyim, Ali onum kapısı, Ebubekir aslıdır gibi hadisi
    şerifler de tasavvuf ilmi ile velayet kemalinin şahitlerindendir. Peygamberler
    mal, mülk değil bu ilmi miras bırakmışlardır. Böylece Velayet, zincirleme bir
    sıralanış ve elden ele hizmet devredişiyle ya Hazreti Ebubekir’in yahutta
    Hazreti Ali’nin usul ve vasıtasınca Peygamberimizin misilsiz velayetine ulaşarak
    orada birleşir. Allah’ın nuru ve Allah’ın kudreti olan bu güçten imdat ve
    talimat alırlar.

    Peygambere imanı olanların nübüvvet ve velayet yönlerini belirterek
    bütünleştiren bu kısmı peygamberlere iman bahsinde yazmamızın sebebi budur.
    Böylece, onların zahiri ve batını kemallerini kısaca ifade etmeye çalıştık.

    İman bahsinin sonu kader ve ahiret gününe imandır. İnsanların öldüğü andan
    başlayarak kabir, kıyamet, yeniden dirilme, sual, hesap, sırat alemlerinden
    geçerek cehennem veya cennete dahil olacakları Kur’an’da bildirilmiş ve
    hadislerde açıklanmıştır. Bütün bu hadiselerin zamanı gelince olacağına
    Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/din-kulturu-ve-ahlak-bilgisi-dersi/25771-iman-bahsi.html#post49087
    inanırız. Kafir ve münafıkların sonsuz olarak, günahı fazla veya affa uğramayan
    mü’minlerin de günahları miktarınca cehennemde azap göreceklerine,
    Peygamberimizin şefaatının olacağına, mü’minlerin sonsuz olarak cennette
    kalacaklarına, cennet ve cehennemin halen var olduklarına, Cemalullah’ın
    görüleceğine de mutlaka inanmamız lazımdır.

    Bunlara zıt olan söylentilere önem vermez, aykırı söz ve iddialara asla
    inanmayız.

    Her ruh bir insan için yaratılmıştır. Ruhların devri gibi (tenasuh) masallar
    kafirlerin uydurmalarıdır. Bunun gibi, iş ve hadiselerin olmasındaki tesirin
    yıldızdan, şu veya bu sebebin veya ışınların, dalgaların güç ve kudretinden
    geldiğine dair olan asılsız sözlere de değer vermeyiz.

    Her iş ve amelin ölmeden önce yerini bulup, hesabının görülmüş olacağına,
    kıyamet ve ahiretin, cennet ve cehennemin insanların içinde oluşan duygulardan
    ibaret olduğuna dair felsefecilerin bir çeşidinden gelme yalan ve iftiraları da
    üzülerek reddederiz. Bu, Kur’an’da yüzlerce ayetle bildirilen ahiret gününü
    inkar olur.

    Olacak şeylerin hepsini ezelde bilip, sonradan olacağı şekliyle Allah’ın takdir
    ve tesbit etmesine kader deriz. Böylece kararlaştırılmış olanların zamanı
    gelince aynen yazıldığı gibi oluşmasına da kaza denir. Hayır ve şer,
    fayda ve zarar verecek olan her yaratık ve her olay Allah’ın dilemesi ve ona
    ol demesiyle yaratılır. Bu sebeble biz hayır ve şer Allah’dandır diye
    inanır, Allah’ın hayra rızası vardır, şerre ise rızası yoktur diyebiliriz. Bu
    yüzden arzu ve irademiz içinde olan iş ve amellerimizde hayrı ister, hayrı
    yaparız. Şerri, yasağı, haram ve zararlıyı da istemez ve onları yapmayız. Bizim
    bu istek ve irademize cüz irade denilir. Bu cüz irademiz, bu akli seçme ve
    serbestliğimiz bizim mesuliyet kaynağımızdır. Sevap ve günah bu serbest seçim ve
    hür irademiz yüzündendir.

    Biz, kaderimizin nasıl olduğunu, ne zaman ve ne sebeble yerine geleceğini
    bilmez, sadece bunların Allah tarafından belirlenmiş bir gerçek olduğuna
    inanırız. Kur’an’ın hükmü ve sünnetin yorumu böyledir. Bunun dışındaki sözler
    ise, Allah’ın zatı hakkındaki zan ve iftiralarda ve ruh hakkındaki yalan-yanlış
    sözlerde olduğu gibi, dinimizce yasaklanmış ve peygamberimizce menedilmiştir.

    Sevabı-günahı, iyi ve kötüyü Allah’ın sevap, günah ölçüsü içinde bilir, onların
    var oluşu açısından bir dedikoduya girmez, ancak onların zarar veya faydasına
    göre davranır, emirler hududunda tedbirimizi alırız. Tedbir ve teşebbüs bize
    farzdır. İyiyi-kötüyü bilip iyiyi seçmek farzdır. Tedbir almak akıl sahiplerine
    farzdır. Takdir ise Allah’a aittir. Tedbir ve teşebbüste bulunmada kusur
    etmemek, buna rağmen, Allah’dan gelenlere razı olmak bizim imanımız gereğidir.
    Bu sebeple; çalışıp-kazanmak, helalı-haramı ayırmak, öğrenip amel etmek
    görevlerimizdendir. Çalışıp çabaladığımız halde fakirlikten kurtulamıyorsak, bu
    hale sabretmek tevekkülümüzün gereğidir. Zengin isek veya sonradan zengin olmuş
    isek, bu da nimet sahibini takdir ederek, cömert olan Allah’ın ahlakına uyup
    şükrümüzü artırmamız ve emirlere itaatımızı çoğaltmak içindir. Hz. Ebubekir, Hz.
    Ömer ve Hz. Ali halifeliklerinde şu rıza sözünü ayrı ayrı söylemişlerdir: Allah
    bana zenginlik veya fakirliğin hangisini verirse ben o hale razıyım.

    Yukarda kısaca anlatıldığı gibi inanmaya iman veya ehli sünnet vel cemaat inancı
    denir. Böyle inananlar hakka müminler olup peygamberimizin sünnetinde, şanlı
    sahabilerin inancında, büyük müctehid imamlarımızın mezheplerinde
    bildirilenlerdir. La ilahe illallah (Allah’dan başka ilah yoktur) tevhid
    (birleme) kelimesinin izahı yukarıda anlatılan iman bilgileridir. Muhammed’ün
    Resulullah inancı ile de bu imanımızı kemale erdirmiş oluruz. Bütün
    inanılacak hususlarla bedenen yapılacak ameller peygamberimiz tarafından
    müslümanlara bildirilmiş, kalb ve ruhun yakin denen manevi inanç ve amelleri de
    velayet sahiplerine hal edilerek verilmiştir. Biz bütün bunları içeren bir
    bütünlük içindeki inanç ve amellere göre inanır ve amel ederiz.

    Bunları bize aktaran sahabileri, veliler ve müctehid imamları sever,
    doğruluklarına da inanırız. Sahabilerin nakilleri ile Kur’an’ın hükümlerinden
    Allah’ın muradına uygun düşen mutlak doğru, güzel ve hak ölçülerle sınırlı
    tatbiki hükümler, prensipler meydana getiren inanç ve amel mezheplerine de tabi
    oluruz. İnancımız onların bildirdiği gibi, amelimiz de aşağıda anlatılacağı
    gibidir. İnançta mezhebimiz Maturidi, amelde ise İmamı Azam hazretlerinin
    Hanefi mezhebi hükümleridir. Mezhebe uymayan aklına uymuş, sapmıştır. Biz
    inançta Maturidi, amelde Hanefi mezhebinden, batini fikih demek olan tasavvufta
    ise Nakşi usulündeniz.

    Bizim Rabbimiz Allah, dinimiz Islam, kitabımız Kur’an, peygamberimiz Muhammed
    aleyhisselamdır.

    Allah’a inanıp peygamberi tasdik edenlere ümmet veya millet denir. Peygamberin
    ümmetine tebliğ ettiği hususlara din, şeriat veya Islamiyet denilir. Dinin
    inanılması gereken kısmına iman veya itikat; beden ve kalble yapılacak
    olanlarına ibadet; alış-veriş, nikah, vasiyet ve diğer yaşantı şekillerindeki
    hükümlerine de muamelat denilmektedir.

    Mutlaka yapılması emredilenlere farz, bunların biraz kapalı olanlarına da vacip
    denilir. Bunlar dışında peygamberimizin emrettiği, yaptığı, yapanı
    menetmediklerine sünnet; farz, vacip ve sünnet olarak yapılanlara da amel ismi
    verilir. Bir fiilin amel olması için niyet edilmesi ve o amele başlarken besmele
    çekilmesi gerekir.

Benzer Konular

  1. Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 24.Eylül.2006, 14:42

Bu Konudaki Etiketler


Search Engine Optimization by vBSEO 3.6.0 PL2 ©2011, Crawlability, Inc.