Vakit geceyarısını henüz geçiyordu.


Son zamanlarda elimden düşürmediğim, aslında çok önceleri okuduğum, şimdilerde yine elimde gezinen kitabın kaldığım yerden sayfasını çeviriyordum ki bir ses duydum.

Dördüncü kattaki bir evden bu kadar yüksek bir ses ve bir bayan sesi dedim kendi kendime, hayret duyulabiliyormuş diye aklımdan geçirirken, malum kitabımın kaldığım sahifesine gelmiştim.

İlk paragrafı okudum, anlamadım. Tekrar baştan alıyordum ki, yine aynı ses yankılandı. Vakit buldukça pencere kenarı insanları izleme, sokaktaki hayatı seyretme hoşuma gitse de nedendir bilinmez kalkmak istemedim yerimden.

Yine anlamadığım paragraf ve bir üçüncü kez tekrardan sonra anladım ki, aklım sokaktaki sesin sebebini araştırmakta. Beynim kendi kendine bu gelgitleri konuşurken ses bir kez daha, bu kez hem acı, hem isyan, hem de nefretle "Dokunma banaaaaaaa" diye haykırıyordu..
Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/ask-sevgi-ve-evlilik/42572-dokunma-bana.html#post89500

Işığı söndürüp, perdeyi hafif araladım ve sokağımıza bakıyordum; karşı kaldırımda sokak lambasının ışığı altında, genç bir kadın kaldırım taşına oturmuş, bir iki metre ilerisinde ellerini ve kollarını çok iyi kullandığı malum bir adam ayakta bir şeyler anlatmaya çabalıyordu. Genç kadın sanki o naraları atan hiç o değilmişcesine başını önüne eğmiş dinliyor gibiydi. Bir müddet bu sahneyi izledim yada izlemeye çalıştım diyelim. Karşımdaki tabloya bakıyor ama yine beynim çok eskilerden bir başka tabloyu nazire yapıyordu bana. Orada, o şekilde, ne kadar durdum hatırlamıyorum.

Hafif aralı perdeden elimi çektim. Işığı yakmadım. Kitabımı okumak istemiyordum çünkü. El yordamıyla televizyonun kumandasını her zamanki yerinden, odanın ortasındaki sehpanın üstünden aramaya başladım. Aklım genç kadın ve gecenin bu saatinde buz gibi kaldırım taşının üstüne oturtandaydı hala ve benimle böylesine özdeşleşmesindeydi.

Kumanda elinde diye beynim mesaj gönderirken elime, içselliğimdeki bu manzaraya nağmeler eşlik ediyordu. Sıfırı tuşlarken elim, müzik odada yankılanıyordu:

sen varken gücüm olurdu,
zaman akmadan dururdu,
hatırlasana!
hani aşk seni yormuştu,
yolun sonuna koymuştu,
dokunma bana..


Kumanda elimde öylece kalakalmışım, kolumun ağırlığından kendime geldiğimde; bir kadın televizyonda bağıra çağıra "Dokunma Bana" diye şarkısını söylüyordu, bir kadın sokakta isyanını "Dokunma Bana" diye haykırıyordu ve bir kadın kirpiklerinde aynı lisandan bir hüzünle "Dokunma Bana" diye içini döküyordu..

Jet hızıyla düşünceler birbirini solluyordu. Biri hızlansa hemen bir diğeri onu yakalıyor, daha önceki bir acı, daha sonraki bir vedaya yol veriyordu.. Dörtlüleri yakıp, sağa çekilebilir miydi hayat?..

Hanidir nereye koyacağımı şaşırdığım kazanılmış acılarım vardı.. Hepi topu bir kere kullanılmışlardı.. Yepis yeniydiler ama yenilerine de yer açmak lazımdı.. Az kullanılmış "sevdiceğim"leri, "biriciğim"leri takas ediyordum "vazgeçtim senden"lerle...

Şimdi bir kadeh kırmızı şarap zamanı diye geçirdim içimden.. "Şerefe" denmeliydi sen'de unuttuğum ben'lere, "şerefe" denmeliydi bana bu siyah şehiri armağan eden sen'lere..

Yavaşça doğruldum yerimden, ışığı yaktım. Gözlerim kamaştı. Gittim bir kadeh doldurdum kendime, bu kez de mutfak camına yaslandım.. Dışarıda simsiyah bir yalnızlık akıyordu ve ben kırmızı bir tadla yudumluyordum yalnızlığı.. Cama dayalı siluetime baktım, sanki içime bakan bir başka "ben" vardı dışarıda.. Suratı asıktı, dik bakıyordu, kaşları çatıktı.. Belli ki memnun değildi ben'den.. Oysa ki o ben'i yapmak için çok uğraşmıştım. Şimdi bu tafralar da neyin nesiydi?..

Bir daha derinlere dalacak oldum, siluetimdeki gözbebeği baktı bu kez içimin derunine.. Ve yalvarırcasına, sessiz bir feryat duydum yüreğimin orta yerinde "Lütfen artık.. DOKUN BANA.."