Sana bu son mektubum
Sana bu son mektubum olacak. . . . bir dahakine kadar. Hep öyle olmuyor mu!. .
Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/showthread.php?p=73414
"Bu son. . . "diyerek kaç mektubu bitirdim. Kalemi bırakırken bulduğum
kişiliğimi, hasret uzadıkça yitirdim.

"Bu son, bu son. . . " Neyin sonu, mektubun mu, ağlayışların mı, vefasızlığının
mı ? " Bu son. . " yazdığımda içimden geçen ince bir sızı hatırlatıyor, ne son
mektubum olduğunu, ne de cevapsızlığının son olduğunu.

Burda akşam erken iniyor, dağlardan süzülerek. Uyku geç giriyor gözlerime.
Uykusuz kalıyorum gecelerce, gözlerin gözlerimden gidene dek. Uykularım baykuşlarınkine denk.

Gözlerim ufukta, Ilgaz’a doğru dalıyorum. ‘Sen yaşadın’ diye, Seni görecekmiş gibi
Memleketine Çankırı’ya bakıyorum.

Dağlardan gelen kurt ulumaları bölüyor uykumu sonra. Sonra, sonra. . . yine yalnızlığım yanıbaşımda ve gözlerimde sen, veda edişinle Ankara.

Sabahlar erken oluyor burada. Kuş sesleri, köpek havlaması ve horoz sesi
delicesine uyandırıyor beni. Bakıyorum, hüzün kollarımda, sen uzaklarda.

Memuriyetimin kaçıncı yılı burada, bilemiyorum. Çünkü, senden ayrı olunca,
yalan söylüyor takvimler, yalan söylüyor saatler. Asırlar geçiyor beş dakkada.
Gönlümde nice kış yaşanıyor bahar günü. Biliyor ağaçlar, çiçekler, kuşlar seni
düşündüğümü, baharı bensiz yaşıyor. Ben de tufanlar, kar, boran, fırtına. Bende
gün hep kış günü.

Güvensem sana, alıp başımı düşeceğim yollarına. Bahar demeden kış demeden.
Yolların uzak, demeden, dereden-tepeden. Korkuyorum kî, sen hayâlimdeki kadar
bile bakmayacaksın yüzüme, uzanmayacaksın uzanan ellerime. Bu satırları yazma
hakkım bile kalmayacak. Gözlerin beni yine yakacak, bu kez sönmemecesine. Ve
korkuyorum sana gelmekle, taş yüreğine kibirler taşırım diye.

Bitiriyorum sözümü yine sitemle, yine gözlerim hayâlinde ve ezikliği
umutsuzluğun, yüreğimde. Ama unutma, duygularım büyüyecek. Bir gün
vefasızları unutmayı öğreneceğim; sen koşsan bana yıllar sonra, ben döneceğim,
sen gelsen ben gideceğim. Elbet, elbet gün olacak sensiz de güleceğim, şimdi
inanamasam da. . .

öyle bir gurbetteyim kî
sen yoksun.
Bu şehirde rüzğarlar eser
senin kokunu getirmez.
Kızlar dolaşır caddelerinde
hiçbiri sana benzemez.
İçim burkulur, baktıklarımda
seni göremedikçe.
Birikir birikir, kaçar
yaşlar gözlerimde. Ahmet Ünal ÇAM

Anlamam lazım diye düşündüm, anlamam; ‘karşılıksız sevda’ dan. Son mektubumu gönderip, kestim ümidimi postadan.
**** **** ****
Günler kovaladı günleri, bahar bitti yaz bitti. Ne haber, ne mektup gönderdi gönlümün güzeli, gönlümün dilberi. Her akşam posta yolu gözleyi gözleyi, umutlarım tükendi gitti.
**** **** ****
Yolum bir gün Ankara’ya düştü, rastladım bir eski arkadaşa. Dayanamayıp sordum tek tek, sıra geldi ona; ”-Duymadın mı?” dedi toplayıp acıları bakışlarına. Kötü haber, müjdecisi gibi, uzaklarda bir baykuş öttü. “-Aylar oluyor, aylar!” dedi, “Eğitim askeri gibiydi, şehit düştü”.
**** **** ****
Göç etti gönlümden ümitler bir anda, son bakışı canlandı karşımda, küçük çocukların başını okşar gibiydi yine, yine mum gibi ışıtıp çevresini eriyordu işte. Çölde açan bir güldü, Önce ailesi için yaşadı, sonra çocuklar için öldü.

Orda da fedakarmış. Bir yaramaz yakmış, soba parlamış. Kurtarmış çocuğu ama , ağır yanmış yanağından. Ölünce, ağıtlar yakmış talebeleri ardından, tabutu görünmemiş güllerden.

“Niçin?” diye sordum, olmalıymış gibi bir sebep. Önce mırıldandı; “-Zalim zalimdir hep, zalim zalimdir hep.” Sonra anlattı usulca, suçu öğretmen olmakmış doğuda.

Bir sabah vaktiymiş, sehpada bir Kuran, bir şiir kitabı yatakta ve gönlünde büyük ümitler, ümitler ki, şimdi çok uzakta. Bir teröristin hain kurşunuyla, vurulmuş işte. Bir göz soğuk lojmanındaymış, tam da uzanmış, alnı secde de. Koynunda annesinin resmi, masada kalemler ve ABC.

11-Şubat-2007 17:20 Ahmet Ünal ÇAM