Sevgili Atatürk;

Hayatımda ilk kez, postaya vermeyeceğim ve cevabını asla alamayacağımı bildiğim bir mektup yazıyorum. Bildiğim başka bir şey daha var. O da bu mektubun hiç bir zaman, senin eline geçmeyecek olması. Ama bunlar, sana mektup yazmama engel değil. Yazdıklarımın bir şekilde sana ulaşacağını biliyorum. Ya hissedeceksin, ya duyacaksın. Bu mektubu yazmaya mecbur hissediyorum kendimi. Birisine içimi dökmeye öylesine ihtiyacım var ki.

Bak Atam, neler anlatacağım. Sana pek de hoş olmayan şeylerden söz edeceğim. Bu bir şikâyet mektubudur. Biliyorum çok üzüleceksin. Aslında senin üzülmeni istemiyorum. Ama günümüzde yaşanan olumsuzluklardan haberin olmalı diye düşünüyorum. Daha da önemlisi, sana içimi dökmek istiyorum. Beni ancak sen anlayabilirsin. Bunları bir başkasına söyleyecek olsam, bana ne derler biliyor musun? “Aman! Boş ver. Bu düzen böyle gelmiş, böyle gider. Türkiye’yi sen mi düzelteceksin?” derler. Beni kuralcılıkla, hatta belki de işgüzarlıkla suçlarlar. İnsanlar yanlışlara alıştı artık. Kimsenin pek aldırdığı yok. Bir yanlışın herkes tarafından yapılıyor olması,insanları yanlışlara alıştırıyor. Kimse, doğruyu aramakla uğraşmıyor. Toplum olarak, bir arayış içinde değiliz, bir bekleyiş içindeyiz. Bu bekleyiş daha ne kadar sürecek, bilmiyorum.
Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/showthread.php?p=28912

Sana “Sevgili Atatürk” diye hitabederken, bu hitabın uygun olup olmayacağını hiç düşünmedim. Bu mektubu günümüzün siyasilerinden birine yazıyor olsaydım, onlara “sevgili” diye hitabetme cesaretini gösteremezdim; hem de onları kendime pek yakın hissetmediğim için, “sevgili” yerine başka bir kelime bulurdum. Meselâ “sayın” diyebilirdim. Bugün herkes “sayın” ünvanını alabilir ama, herkes bir “sevgili” olamaz. Bilmem beni anlıyor musunuz.

Sevgili Atam, ben bir lise öğrencisiyim ve sana iletmek istediklerim bu kadar.
Sevgili atam huzur içinde uyu…



nasıl ama repleri beklerim