Timar
Osmanlı Devleti'nin; geçimlerine ve hizmetlerine âit masrafları karşılamak üzere bir kısım asker ve memurlara, muayyen bölgelerde, kendi nâm ve hesaplarına tahsil yetkisiyle birlikte tahsis etmiş olduğu vergi kaynaklarına verilen umûmî isim. İktâ ve dirlik diye de terminolojide anılır. Bu sistemde arazi, timar verilen kimsenin mülkü değildir. Timar sahibi (sâhib-i arz), araziyi, reâyâya (vergi vermekle mükellef olan vatandaşa) işletmek üzere verir, mahsulden ve reâyânın şahsından devletin alacağı vergileri toplar.
Timar müessesesi, yani eski İslâm devletlerinde kullanılan ismiyle iktâ; sünnet, icmâ ve Hulefâ-i Râşidîn'in (Dört Büyük Halife) tatbikatıyla sabittir. Peygamber efendimiz devrinde görülen bu uygulama Emevîler ve Abbâsîler zamanlarında da devam edip, fethedilen topraklar, çeşitli şahıslara verildi. Abbâsîler zamanında askerî hizmetlerin Türkler eline geçmesinden sonra, Türk kumandanlar, maiyetlerindeki askerlerin masraflarına karşılık, kendilerine iktâ olarak verilen yerlerin gelirlerini topladılar. İktânın bu şekilde askerî bir mâhiyet almasından sonra bu sistem diğer İslâm memleketlerinde de kullanıldı. Asker, Gazneliler ve Büveyhîlerde maaşlı olmasına rağmen, maaş verilemediği zamanlar kumandanlar, muayyen bir mıntıkanın devlete ait vergilerini toplamakla vazifelendirilirler; topladıkları vergiler de senelik olarak kendilerine tahsis edilirdi. Selçuklular, sistemi geliştirip bundan farklı bir iktâ usûlü ortaya koydular. İdâreleri altındaki yerlerde, mal toplayıp dağıtmak ve maaş vermek yerine, bir veya birkaç köyü askere iktâ olarak verdiler. Yâni ilgili köylerdeki halkın devlete vereceği vergiler o mıntıkadaki askere tahsis edildi.
Türkiye Selçuklu Devleti'nin yıkılmasından sonra kurulan Osmanlı Devletinde iktâ usulünün daha gelişmiş bir şekli olan ve timar adı verilen sistemin uygulanmasına, Osman Gâzi'nin fetihleriyle başlandı. Fethettiği arâziyi timar olarak askerlerine dağıtan Osman Gazi, Karacahisar’ı da oğlu Orhan Gazi'ye verdi ve:
“Timarların sebepsiz yere sahiplerinden geri alınmaması, timar sahibinin ölümü hâlinde arazinin bu kimsenin oğluna intikal etmesi ve oğul küçükse, hizmet edecek yaşa gelinceye kadar onun yerine hizmetkârlarının sefere gitmesi” gibi şartlar koydu.
Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/showthread.php?p=38318
Orhan Gazi zamanında da bir takım kumandanlar sınıra yerleştirilerek kendilerine timar verildi. Rumeli fütûhâtı başladıktan sonra Gelibolu havalisi Yâkub Ece ile Gâzi Fâzıl’a verilerek timar sistemi Trakya’da uygulanmaya başlandı.
İlk teşkilâtlanma safhasını Murâd-ı Hüdâvendigâr Han zamanında tamamlayan timar sistemi gelişiminin zirvesine Kanunî Sultan Süleyman Han zamânında ulaştı. Kanunî, mîrî arazi ve timar sistemlerine ait hukuku belirleyen kanunlar koydu. Beylerbeyinin timar verme haklarını da sınırlayarak tezkereli ve tezkeresiz timar ayrımını ortaya çıkardı. Kanunî Sultan Süleyman Han'ın yaptığı düzenlemeler sonunda timarlı sipâhîlerin ve cebelülerin miktarı 200.000’e kadar çıktı.
Osmanlı Devletinde timar sahibi, sâhib-i arz ismini de taşımış olmasına rağmen, ne timar dahilindeki toprakların, ne de bu toprakları işleyen köylünün, toprak sahibine veya devlete vermekle mükellef bulunduğu hak ve resimlerin (vergilerin) mülkiyetine sahipti. Ancak muayyen hizmetleri yaptığı müddetçe, devlete ait çeşitli vergileri kendi nam ve hesabına toplamak hakkından faydalanabiliyordu. Bu hak görülen vazifeye bağlı bir maaş mahiyetinde olup, timar sahibinin mülkiyetine giren bu sıfatla satılması, vakfedilmesi veya miras olarak varislerine bırakılabilmesi mümkün olan bir gelir mülk durumunda değildi. Gerçi timar sahibinin ölümü halinde devlet, sipâhinin hizmete yarar evlâtlarından bir veya birkaçına timar vermeyi prensip olarak kabul etmiş bulunuyordu. Fakat bu şekilde sipâhinin çocuklarına verilen timar, ölen babanın timarı olmadığı gibi, kıymet itibariyle de aynı değildi.
Sipâhî timarının kılıç tabir edilen ve sipâhilik hizmetine giren herkes için bir başlangıç kadro maaşı olarak kabul edilen çekirdek kısmı vardı. Bu kısmın, sipâhinin, zamanla göstereceği yararlıklara göre yapılacak terakki zamlarıyla büyümesi mümkündü. Fakat sipâhinin ölümü halinde, oğullarına babalarının timarının ancak kılıç (çekirdek) kısmı verilebilir ve bu başlangıç gelirine vaktiyle diğer timarlara dahil yerlerin gelirlerinden çıkarılan, hisseler halinde yapılmış olan zamlar geri alınırdı. Böylece yararlılığı görülen timar sahiplerine yapılan zamlar bu suretle açığa çıkmış olan gelirlerden temin edilirdi. Bu uygulama ile, timar arazisinin zamanla türlü fırsatlardan faydalanılarak büyütülmüş olan şekilleriyle, bir aile mülkü halinde nesiller boyunca aynı soydan gelen kimseler elinde kalması önlenirdi.
Has ve zeâmet şeklindeki büyük timarlarsa, kişi yerine makama verilirdi. Bunların sahipleri olan vezir ve beyler sık sık değişmekte olduğundan, değişen sahiplerinin bu timarlarla ailevî bir münasebet ve yakın bir alâka tesis etmeleri imkânsızdı.
Her timar sahibinin bir kılıç yerine tayin edilmiş olması lâzımdı. Babalarının timarı, müşterek bir beratla iki kardeşe verilme halleri hariç, bir kılıç yerine iki kişi tayin edilemezdi. Daha büyük bir timar vücuda getirmek için, iki kılıç yeri bir kişiye verilmez, bu suretle tımar kadrolarında daraltma yapılamazdı.
Hayatta olan timar sahiplerinin oğullarına dirlik verilmesi âdet değildi. Ama ihtiyarlık veya hastalık sebebiyle hizmet kudreti kalmayan sipâhi, yetişmiş ve hizmete yarar oğluna timarını devredebilirdi. Bu takdirde de timarın ancak kılıç kısmı oğla intikal ederdi. Yalnız atadan ve dededen ocak ve kadîm-i yurt (eski yurt) olan mülk timarlar istisnâ teşkil eder, bunların bütünlüğü bozulmazdı.
Babasının ölümüyle timar sahibi olmaya hak kazanan bir çocuk, sefere gidebilecek yaşa geldiği halde, yedi yıl timar talebinde bulunmazsa, her türlü hakkını kaybetmiş olurdu. Babaları timarından kendilerine timar verilmiş olan sipâhi oğulları, eskiden, on yaşına gelinceye kadar, sefer zamanı, yerlerine bir cebelü gönderebilir ve ancak on yaşından sonra bizzat kendilerinin gelmesi icab ederken, seferlerin uzaklarda yapılmaya başlanmasıyla bu yaş haddi on altıya çıkarılmıştı. Timar, her ne kadar belli bir hizmet karşılığında timar sahibinin devlete ait vergileri kendi hesabına toplaması demekse de, timarların nevilerine göre timar sahibinin devlete karşı olan mükellefiyetleri değişmektedir. Devlete karşı olan mükellefiyetleri açısından, timarlar beş kısımda incelenebilir.