İşte edebiyatımızın aşk etrafındaki hayalleri bu sistemi bize verir. Sevgilinin bütün davranışları hükümdarın davranışlarıdır. Sevmez, bir nevi tabii vergi gibi sevilmeyi kabul eder. İsterse iltifat ve lütfeder. Hatta hükümdar gibi ihsanları vardır. Yine onun gibi isterse, bu lütfu ve ihsanı esirger. Hatta cevr eder, işkence eder, öldürür. Kıskanılır, fakat kıskanmaz. Bir saray, bir yığın mabeyinci, gözde veya gözde olmağa namzetlerle doludur. Sevgilinin etrafında da rakipler vardır. Âşık tıpkı bir saray adamı gibi bu rakiplerle mücadele halindedir. Hülasa saray nasıl mutlak ve keyfi irade, hatta kapris ise, sevgili de öylece naza giden hür iradedir.
Peyzajda, güneş sisteminde, kozmik hadiselerde benzerlerini gördüğümüz bu aşk istiaresi tabiatıyla duyuş ve duygulanma tarzlarını da tayin edecekti. Eski şiirimizde aşk, sosyal rejimin ferdi hayata aksi olan bir kulluktur.
Sert, ölümü ikbalin tabii şartı sayan, sırasına göre hoyrat, epiküryen, stoik, hatta şüpheci, hayatta Allah'tan başka hiçbir şeye lüzumundan fazla bağlanmamak terbiyesiyle yetişmiş atalarımızın kalb maceralarını anlatırken hemen sızlanmağa başlamaları, hiç de yaşayış şekillerine uymayan bir yığın ızdırabı benimsemeleri, şüphesiz bu aşağıdan yukarıya seviş tarzının türlü şartlar altında tam bir santimantalizmde kıvamını kaybeden tabii bir neticesidir.
Bizde ve İran şiirinde büründüğü şekil ve modalar ne olursa olsun esas itibarıyla bu aşk tarzının hicri dördüncü yüzyılda başlayan ve Endülüs yoluyla İspanyol ve Avrupa edebiyatlarına geçen "amour courtois"ya çok benzediğini fakat tamamıyla aynı olmadığını, bu ikincisini daha ziyade İbni Davud'un "Kitabü-zühresi"nden âdâb ve teşrifatını anlattığı platonisyen bir sistem olduğunu burada söyleyelim. Bu ayrılığa rağmen bu aşk sisteminden garp dillerinde kalan "cour yapma" kelimesinin- devrinde hem prense hem de aileye mensup kadınlara karşı kullanılırdı-Türkçe karşılığı yukarda söylediğimiz kulluk kelimesidir. Bu "kulluk" münasebetini hükümdarla sevgili arasındaki benzerlikler daha iyi verir. Namık Kemal'in Azarbeyçan şairi Sabir'le beraber eski şiire hücum ederken o kadar alay ettiği güzelliğe ait teşbihlerin çoğu iyi düşünülürse, haddizatında bir kahraman olması icap eden hükümdarın üstünde ve şahsında bulunan şeylerdir. Filhakika göz kamaştıran aydınlığıyla güneşe; güzelliği, naz ve istiğnasıyla güle benzeyen sevgili, kaşı, gözü, kirpiği, yan bakışı ile de hükümdar gibi silahlıdır (hançer, kılıç, ok, yay, kemend, doğan ve şahin). Namık Kemal bizim halk dilimizden bile çok tabii şekilde yaşayan şahin bakışlı, çakır pençe, atmaca gibi, bir hayal sistemini kelimesi kelimesine alarak ondan bir karikatür çıkarmıştı. Hâlbuki bu av ve harp silahlarını yerli yerine koysaydı, Behzat'ta veya her hangi bir Şark ressamında gördüğümüz zarif, baştan aşağı silahlı, avcı ve muharip hükümdar minyatürlerinden birini kendiliğinden elde ederdi' (Tanpınar, 19. Asır Türk Edebiyatı Tarihi. İstanbul 1985, s.5-7).
Divan şiirinin eleştirilen yönlerinden biri de onun bütün güzelliğine değil, beyit güzelliğine önem vermiş olmasıdır. Bu doğrudur. Asıl birimi beyit olan bu şiirde, bir gazelin her beyti ayrı bir şeyden söz edebilir. Her beytin aynı derecede güzel olması da her zaman mümkün olmayabilir. Bütün beyitleri aynı konu etrafında toplanmış (Yek-âhenk) gazeller ile her beyti aynı ayar ve güzellikte (Yek-âvâz) gazellerin sayısı pek fazla değildir. Batın şiirinde ise konu birliği ve bütün mükemmelliği aranmış, şiirin mısra mısra değil, bütün olarak güzel olması istenmiştir. Bu mesele iki şiir anlayışı arasındaki kompozisyon farkıdır. Divan şiirinde her beytin ayrı bir konudan söz etmesini bir üstünlük unsuru olarak kabul etmek de mümkündür. Çünkü çoğu zaman bir beyt, uzun bir manzumeyle söylenebilecek şeyleri iki mısraya sığdırarak ifade edebilmektedir. Bir başka deyimle her beyt, müstakil ve bütün bir şiirdir.
Buraya kadar Divan edebiyatıyla ilgili olarak söylenenlerin hemen tamamı şiire yönelik değerlendirmelerdi. En büyük ve hızlı gelişimini nazım alanında gösteren, hatta büyük bir kısmı nazım edebiyatı olan klasik edebiyatımızda nesir, ikinci planda ve nazmın etkisi altında kalır. Buna rağmen nesre ait örnekler sanıldığından çok fazladır. Divan nesri, başlangıçta Tanzimat'a kadar, paralel üç koldan gelişmiştir.
(1) Halkın konuştuğu dili esas tutan sade nesir: Bu nesir zaman zaman inşa üslubundan etkilenmiş ve o üsluptan gelen kelime ve deyimleri kullanmışsa da sonuna kadar yalın bir dil anlatıma bağlı kalmıştır. Tefsirler, hadis kitapları, menkabevi İslam tarihleri, fütüvvetnâmeler, menâkıpnâmeler, dini, destani, hikayeler, tasavvufi eserler, yani öğretici, aydınlatıcı, yol gösterici ve telkin edici amaçlar taşıyan kitaplar bu üslupla kaleme alınmıştır.
Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/showthread.php?p=101952
2)Arap ve İran nesrindeki örneklerin etkisinde ve onların esaslarını tesbit ettikleri istikamette gelişen, divan şiirinin lafız sanatlarından çoğunu benimseyen ve secii esas tutan süslü nesir (inşa); bu gruptaki yazarlar bir taraftan, üslubunu ahenkli ve sanatlı yapabilmek, ayrıca da sahibi olduğu edebi bilgi ve kültürü göstermiş olmak için Arapça ve Farsçadan en duyulmamış ve görülmemiş olanına kadar kelimeler ve terkipler almak ihtiyacını duyuyorlar. Böylece dili, yabancı kelime, tertip ve kurallarla doldurmuş olurlar. Cümlelerin arasına manaca uygun Arapça, Farsça bazen de Türkçe beyitler, mısralar, ayet ve hadisler, atasözleri vecizeler yerleştirmek süslü nesrin bir başka özelliğidir. Sırf âhenk ve sanat gayesiyle kullanılan boş, lüzumsuz kelime ve sözlerle doldurulan bu nesir tarzı bazen içinden çıkılmaz kuru bir ahenk ve sanat yığını haline getirilmiştir. Bu şekliyle süslü nesir, Türkçe cümle yapısında yapı bozukluklarına da sebep olmuştur.
Bu iki ucun arasında kalan ve halkın konuşma dilinden epeyce ayrılmış olmakla birlikte okumak ve anlaşılmak üzere kaleme alınan eserlerde kullanılan bir başka yol vardır ki buna orta nesir diyoruz. Bu tarzdaki eserlerde yabancı kelime oranı yazardan yazara değişir. Ama sonuçta yazar anlatmak istediği şeyin peşindedir. Orta nesir hem sade, hem de süslü nesre oranla çoğunluktadır. Tarihlerin, risalelerin, ahlak ve siyaset kitaplarının, dini eserlerin, coğrafya ve seyahate ait eserlerle biyografilerin çoğu bu tarzdadır. Fakat hemen belirtmek gerekir ki eserler arasındaki bu ayırım kesin çizgili değildir.
Divan edebiyatı, özellikle de şiir, son yıllarda yeniden gündeme gelmeye, aydınımız yeni baştan onu sevmeye başladı. Ben bunda şaşılacak bir şey görmüyorum; çünkü o, edebiyatımızın bir tarafında daima büyük bir duygu hazinesi gibi durmakta ve ilhamını tazeleştirmek isteyen herkese varlığını kana kana sunmaktadır. Diliyoruz ki genç insanımız bu kaynaktan yararlanıp klasik edebiyatın en değerli hususiyetleriyle modern sanat anlayışı arasında bir sentez oluşturma başarısı göstersin. Kuşkusuz bu zorun zoru bir iştir.Ama unutulmasın ki bu, gelecek zaman için beklenen bir rönesans'ın ilk müjdesidir.
Gazel
1.Gittin amma ki kodun hasret ile canı bile
İstemem sensiz olan sohbet-i yaranı bile
2.Devr-i meclis bana girdab-ı beladır sensiz
Mey-i zehr-ab-ı sitem sagar-ı gerdanı bile
3.Bağa sensiz bakamam çeşmime ateş görünür
Gül-i handanı değil serv-i hıramanı bile
4.Sineden derd ile bir ah edeyim kim dönsün
Aksine çerh-i felek mihr-i dırahşanı bile
5.Hâr-ı firkatle Neşatî-i hazinin ya hayf
Dammen-i ülfeti çak oldu girübanı bile
Sebk-i Hindi' çerçevesinde yazılmış bir gazel Örneği)
Rübaî
Ahvali cihanı her zaman söyleşelim
Amma gam-ı aşkımız nihân söyleşelim
Ey vakıf-ı raz-ı aşk olan ârif-i can
Ney gibi seninle bi-zeban söyleşelim.
(Hûletî'den bir rübaî Örneği)
Gazel
Döktü omuzdan poşu saçağını
Açtı gönüller delil bayrağını
Ay yenisi gözte ne ülker satar
Değmeyicek kestiği tırnağını
Gözceğizim boyamak ister beni
Al boyayıp kan ile dudağını
Saldı gönül illerine afeti
Kurdu göz ırmağına otağını
Nice tabur dağıtır ol yosmanın
Saç dağıtıp eğmesi kalpağını
İçip içip kendi elinden anın
Duramayıp öpmüşüm ayağını
Çok sürünüp gözlemişim özleyip
Ayağını izini toprağını
Vermedi bir kimse Galib geçit
Kanda çevirdiyse söz ırmağını
Hazret-i Monla'yı bilenler bilir
Bilmeyenin kim çeke kulağını
(Şeyh Gâlib 'in sadece Türkçe kelimelerle yazdığı gazel)
(İlim ve sanat)