5)1960 KUŞAĞI:
Bu kuşak daha önceki kuşaktan politik eğilimleri ve daha radikal olmasıyla ayrılır. Son yıllarda yazılan ve toplum bozukluklarını yansıtan tiyatro yapıtlarının hemen tümünde bu bozuklukların toplumun bilinçsizliğinden, bireyin sorumsuzluğundan ileri geldiği belirtilir. Bu dönem de, toplum eleştirisinin yanı sıra, Türkiye’nin dış siyaseti, uluslar hukuku, dünya politikası da tartışılır.
6)1970 KUŞAĞI:
1970’ten sonra, oyun yazarlığında niceliksel bir azalma görülür. 50’li yıllardan bu yana artan oyun yazarı sayısında son 10- 15 yılda büyük ölçüde azalmaya rastlanır. Hele de 60’lı yıllarda yazılan tiyatro eserlerinin tiyatroya olan katkısı da kalmamıştır. Tiyatro yazarlığıyla tanınan bir çok yazar ise roman ve öykü yazarlığına geçiş yapmışlardır. Ancak oyun yazmayı 50’li yıllardan beri sürdüren yazarlarla karşılaşınca ancak küçük bir bölümün sürekli oyun yazarlığı yaptığı görülür. Oyun yazarlarının bir kerteye kadar tavsamasının elbette nedenleri vardır.
XIX. YY. TÜRK TİYATROSUNDA MUHTEVA
XIX. yy tiyatro eserleri yazıldıkları devre sıkı sıkıya bağlıdır. Bu asrın siyasi sahalardaki tanzimleri sosyal hayatta bir medeniyet değiştirme şeklinde ¤¤¤ahür etmiştir. Bu sebeple bütün faaliyetlerde sosyal fayda ön planda görülür. Diğer edebiyat nevilerinde olduğu gibi tiyatro faaliyetleri de fert ve toplum hizmetinde bir mektep, bir kürsü vazifesi görmüştür.
Eserlerde daha ziyade zorla evlendirmeler, aile, kadın terbiyesi, sefahat, sınıf ve meslek ayrılıkları, esirlik ve esirliğin reddi, eşitlik, namus, örtünme, ana babaya saygı, Osmanlılık, İslam birliği, vatan sevgisi, hürriyet aşkı, batı hayranlığı, geleneklere karşı isyan ve bu konular içindeki dejenere tipler ele alınmış ve işlenmiştir. Böylece yeni bir medeniyet karşısında birtakım eksikliklerimizi ve ihtiyaçlarımızı, edebi türler vasıtasıyla ifade ederken eserlerin muhtevası da kendiliğinden teşekkül etmiş olur. XIX. yy da birtakım güçlükler içinde çırpınan cemiyetimiz yeni şeylere uyma hevesi kadar eskiden ayrılmanın üzüntüsünü de bir arada yaşamaktadır. Hülasa bir insanı, bir cemiyeti bütün hayatı ile; maddi ve manevi bütün unsurları ile değiştirip bir başka hüviyete bir başka kılığa büründürmenin halet-i ruhiyesi içinde bir kültür krizi, bir sosyal bunalım yaşanmaktadır. Devrin büyük dramı da bu sosyal bunalımdan, bu kültür krizinden gelmektedir.
Kendi kendini yeniden yaratma kaygısı içinde yaşayan devrin duygu ve düşüncesini aksettiren edebiyat eserleri de pek tabi olarak aynı mahiyette sosyal ve dramatik olmuştur.
Yenilik peşinde koşan devrin yazarları getirdikleri yeni teklifler doğrultusunda kendiliğinden eğitici, öğretici ve ıslahatçı niteliklerde görülürler, bu karakterdeki eserlerin muhtevalarında zenginlik ön plandadır (muhteva zenginliği) şekil ve dış yapılarına fazla önem verilmemiştir. Bunun için XIX. yy tiyatro eserlerinde teknik kusurlar bulunabilir. Fakat bu eserlerin asıl önemi bize geçen yy hayatına dair getirdikleri gerçeklerdir. Bu hayatın manevi yapısına dair verdikleri bilgiler ayrıca önemlidir.
XIX. yy da yazılan tiyatro eserlerinin çoğu ¤¤¤lidir bu eserlerde tenkit edilen veya savunulan birer problem vardır. Problemlerin arkasında devrin ızdırapları eğilimleri, istekleri, manevi çabası yani devrin psikolojisi meydana çıkmaktadır. Yazıldıkları devrin manevi hayatını parça parça bölümler halinde veren, bu eserlere bakınca o zamana kadar tanımadığı yeni kavramlarla manevi bütünlüğü bunalmış bir kararsızlık içinde yaşayan mütereddit bir toplum karşımıza çıkar.
Devrin fert olarak insanın eğitim ve öğretimi endişesi, toplumun yeni müesseselerle daha iyi çalışır hale getirme endişesi, şanlı mazimize laik ve batı medeniyeti seviyesinde yeni bir hayata kavuşma idealleri sebebi ile, tiyatro eserleri fert, toplum ve idealler olmak üzere üç ana çizgi üzerinde yürümüşlerdir.
MEDDAH
Karagöz ve ortaoyunundan sonra geleneksel Türk tiyatrosunun bir başka özgün öğesi de Meddahtır. Meddah için tek kişilik ortaoyunu da denilebilir. Gerçekten de meddah oyuncusu, ortaoyunundaki bütün tipleri, kılıktan kılığa girerek, sesini değiştirerek, küçük aksesuarların da yardımı ile sahnede canlandırır. Meddahın en önemli aksesuarı pastavdır. Pastav, yerine göre hem bir efekt aletidir (kapı vurulması, çarpışmalar vs. bununla diğer ele vurularak elde edilir)hem de yerine göre oyunda anlatılan bir kişinin kukla varı temsilidir. Meddah onu oyununa göre kah bir baston olarak kullanır kah bir ağaç olarak kullanır. Ferhat ile şirin anlatılıyorsa pastav Ferhat’ın deldiği dağı simgeler. Ferhat ile şirin karşılıklı konuşuyorsa meddah, Ferhat ı oynarken, Şirin i de pastav temsil eder. Meddah da karagöz ve ortaoyunundaki gibi gücünü taklit sanatından alır. Tiyatro kuramlarının şah yapıtı olan Aristophanes' in "poetika" adlı eserinde de belirttiği gibi, taklit, yani mimesis, sanatın temel yapı taşıdır. Meddah olabilmek için her şeyden önce tipleri, insanları, hayvanları çok iyi taklit edebilmek yeteneğine sahip olmak şarttır. Ünleri günümüze kadar gelen eski meddah ustalarının taklit konusunda ne denli başarılı olduğunu zamanın edebiyat yazarları anlata anlata bitirememektedirler. Karagöz ve ortaoyununun Osmanlı imparatorluğu içerisinde sadece imparatorluk başkenti olan İstanbul da olmasına karşılık meddah geleneğinin tüm imparatorluğa yayıldığını söyleyebiliriz. Gezginci meddahlar, aşıkların köy köy gezmesi gibi, imparatorluğun belli başlı şehir merkezlerini, o günkü adı ile sancakları, ipek yolu üzerindeki yerleşim merkezlerini, hanları, kahvehaneleri dolaşarak sanatlarını icra ettikleri var sayılmaktadır. Meddah geleneğinin köklerinin Hozmeros'a, çağında diyar diyar gezerek İlyada ve Odesez destanını anlatan şairler geleneğine kadar gittiği sanılıyor. Meddahın güneydoğu Anadolu da ki karşılığı olan Dengbejin Meddahtan farklı ve fazla olarak sazda çaldığı bilinmektedir.
Karagöz ve Ortaoyununda zaman sınırlaması (bir-iki saat) olmasına karşılık Meddah oyunlarının yer ve zaman sınırlaması yoktur. Anlatıldığına göre, Meddahın anlattığı hikayenin içeriğine uygun olarak Meddahın gösterisi saatlerce, çoğu zaman ikindiden gece yarısına, hatta sabaha, hatta birkaç hikayenin birbirine bağlanarak ve o anda doğaçlanarak (coşkuyla uydurularak) günlerce, haftalarca sürdüğü olurmuş.
Meddahlar repertuarlarında her zaman hazır bulunan Ferhat ile Şirin, Leyla ile Mecnun, Arzu ile Kamber, Aslı ile Kerem gibi halk hikayelerinin yanı sıra yaşanmış gerçek olayları, duydukları yeni aşkları derleyerek, sanatçı içgüdüleri ile bunları yeniden yorumlayarak, harmanlayarak, yerine göre uzatarak ve ya kısaltarak, seyircinin profiline ve izleme coşkusuna göre, o anda doğaçlayarak bu hikayelerini yer yer anlatarak, yer yer oynayarak mesleklerini icra ederlermiş. Meddahlar hikayelerini çeşitli bilmecelerle süsler, çeşitli taklitlerle seyircinin ilgi ve dikkatini sürekli ayakta tutar, hikayenin eğlenceli veya dramatik sahnelerinin tadını çıkararak hikayelerini çeşitli söz oyunları ile şiirlerle bezerlermiş. Anlaşıldığı kadarıyla, meddahta da ortaoyunundaki gibi, geleneksel Türk tiyatrosunun özgün bir yönü olan doğaçlama öğesi ile karşılaşıyoruz. Esasen genel bir halk tiyatrosu olan doğaçlama yöntemi, diğer halk tiyatro geleneklerinden ayrı olarak küçük bir söz ekleme ya da çıkarmanın çok ötesinde, oyunu oluşturan sahnelerin hikayeyi oluşturan bölümler arasında, belli bir amaç doğrultusunda, çoğu zaman seyirci profiline ve ilgisine bağlı olarak, bölümlerin yerlerinin değiştirilmesi ya da hiç yoktan bir sahne eklenerek ya da varolan sahneler kısaltılarak ya da tamamen atılarak, bize özgü bir şekle kavuşturulmuştur.Doğaçlamanın geleneksel Türk tiyatrosundaki özgün adı tuluattır. Doğaçlamaya dayalı esnek yapılı metinlere dayalı yapılan tiyatroya da tuluat tiyatrosu denmektedir. Ne var ki tuluat tiyatrosu da, ortaoyunu gibi gelişip olgunlaşamadan daha emekleme çağında, kurumsallaşamadan tarihe karışmıştır
Kaynak: ReformTürk http://www.reformturk.com/showthread.php?p=98837
Esasen gerek tuluat tiyatrosu gerekse meddahlar yazılı değil sözlü kaynakları sanatlarında temel olarak aldıkları söz uçup gitmiş, bu oyunlar ve hikayeler, suya yazılan yazılar gibi, onları anlatan ve dinleyen insanlarla birlikte tarih olmuştur, geriye bölük pörçük bilgi kırıntılarından ve varsayımlardan başka pek bir şey kalmamıştır.
Her şeyden önce belirtmek gerekir ki geleneksel Türk tiyatrosunun bütün öğeleri gerek karagöz, gerek ortaoyunu, gerek meddah, gerekse diğer öğeler hepsi ama hepsi temelde halk tiyatrosu geleneği çatısı altında birleşirler. Tanzimat tan cumhuriyete kadar Osmanlı aydın ve yazarlarının halka ve halkın sanatına yabancı gibi bakarak körü körüne batı tiyatrosunu tercih etmeleri yüzünden geleneksel Türk tiyatrosu kaynakları, yazıya geçirilemeden, diğer bir değişle derlenip toparlanmadan unutulmaya terk edilmiştir. Atatürk' ün cumhuriyet rejimini getirmesinin ardından seçkinci Türk aydın ve yazarları ile halk arasındaki yabancılaşma ortadan kalkmış aydınlarımız, yazar ve sanatçılarımız halk ile barışmış ve halk sanatlarımız sahip çıkılmaya başlanılmıştır.
Atatürk'ün Ankara da kurduğu dil ve tarih coğrafya fakültesinde önce tiyatro kürsüsü adı ile kurulan sonradan tiyatro bölümü adı verilen bilim yuvası, kurulduğu yıllardan beri gerek öğrencilerinin Anadolu'nun her yerinde yaptıkları ¤¤¤ araştırmaları ve gerekse bu ¤¤¤lerden yararlanarak öğretim üyelerinin yaptıkları doktora, doçentlik ve profesörlük ¤¤¤leri ile ilk defa geleneksel Türk tiyatrosunun kaynakları derlenmiş, toparlanmış ve bilimsel anlamda incelenmiştir. Bu alanda öncelikle sayın profesör Metin And'ın, prof. Dr. Nurhan Karadağ'ın araştırma,¤¤¤ ve yayınladıkları kitaplar temel eserleridir.
Üzülerek belirtmek gerekir ki yukarıda anılan eserler, uzun bir süre önce yayımlanmasına rağmen Türk tiyatro dünyasında hak ettiği ilgiyi görmemiş, bazı yazarların kişisel gayretleri dışında neredeyse görmezden gelinmiştir. Atatürk ün kurduğu devlet tiyatroları ise; temel olarak batı tarzı tiyatroyu tercih etmiştir, repertuarını her zaman çoğunlukla yabancı eserlerden oluşturmuştur. Kuruluş maddesinde yer almasına karşılık, yerli yazar ve oyunculara her zaman uzak mesafeden bakmıştır. Ulusal Türk tiyatrosunun yaratılmasını sığ bir biçimcilikle yeni bölge tiyatroları açmak olarak anlayan seçkinci ve basiretsiz yöneticiler hala Tanzimât mantığı ile körü körüne batı hayranlığından kurtulamamıştır. Tercihini tabandan- halktan gelen bir sanat ve tiyatro anlayışı yerine tepeden inme batıdan gelen bir sanat ve tiyatro anlayışından yana kullanmıştır. Böylece hem varolma nedenine aykırı olarak batı emperyalizminin uzantısı olan batı sanatını bire bir taklit etmiştir. Gerçek Türk tiyatrosunun gelişimini baltalamıştır. Hem de uzun yıllar halka rağmen halka yabancı tamamen taklitçi bir sanat anlayışını seçerek cumhuriyetin temel ilkelerine karşı bir sanat anlayışını benimsemiştir.
Tiyatro örneği
“DÜNDEN BUGÜNE VİYANA TABLOSU”
(Viyana Fatihi Yeniçeri ile Viyana da çöpçülük yapan işçinin hayali konuşması)
Çöpçü: Senin adın ne?
Yeniçeri: Hüseyin oğlu Hasan. Ya senin?
Çöpçü: Hasan oğlu Hüseyin. Ula bu ne acayip kılıktır nedir bu yahu?
Yeniçeri: Kanuni Sultan Süleyman efendimizin serdengeçtileri böyle giyinir.
Çöpçü: Ha anladım, sen Faschinge geldin Viyana’ya.
Yeniçeri: Sen ne saçmalarsın bre zevzek, biz fütüha geldik buraya.
Çöpçü: kim getirdi sizi?
Yeniçeri: Serdarı Ekrem Kara Mustafa Paşa
Çöpçü: bu yeni turizm acentası olacak. Biz Germain Air’le geliriz. Dolmuş uçağı 170 marka.
Yeniçeri: sen hiç tarih kitabı okumadın galiba? Piyade gülbang çekip kuvveti bazu edip yürüdüğünde, asakiri sipahiyan kanatlanıp kâfiri mahkûru dört bir yandan ihâta eylediğinde, sen nerde idin?
Çöpçü: Ben Tophane’de İş Bulma Kurumu kuyruğundaydım.
Ya sen neredeydin?
Yeniçeri: Bin atlı akınlarda çocuk gibi şendik. Bin atlı o gün dev gibi bir orduyu yendik.
Çöpçü: Biz atı da, tarlayı da sattık. Buraya geldik.
Yeniçeri: Ne işin var, niye geldin buraya?
Çöpçü: Çalışıp para kazanmaya.
Yeniçeri:Ne iş görürsün?
Çöpçü: Çöpçülük ederim aha gâvurun çöpünü temizlerim 4 bin şilinge.
Yeniçeri: Hey senin…
Çöpçü: Ula olum ne küfür edeysin. Ben getirdim bu hale? Hem çalışmak ayıp mı?
Yeniçeri: Çalışmanı anladık da hiç değilse Viyana’ya gelmeseydin, benim bayrak diktiğim yerde çöpçülük etmeseydin.